TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
BİRİNCİ BÖLÜM
KARAR
BİRİNCİ BÖLÜM
KARAR
I.BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvurucular, kendilerine ait taşınmazda kum-çakıl ocağı işletmek üzere yaptıkları başvurunun idarece reddedilmesi sonrasında idari işlemin iptali için açtıkları davada mahkemenin usulen inceleme yapması gerekirken işin esasını incelediğini ve davayı reddettiğini, bu nedenle kendi mülklerinden yararlanma haklarının ve adil yargılanma haklarının ihlal ettiğini ileri sürerek ihlalin tespitiyle yargılamanın yenilenmesini veya kendilerine uygun tazminat ödenmesine karar verilmesini talep etmişlerdir.
II.BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru, 7/2/2013 tarihinde Sakarya 2. İdare Mahkemesi aracılığıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, 17/7/2013 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 24/7/2014 tarihinde kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir.
5. Adalet Bakanlığının 21/8/2014 tarihli görüş yazısı 1/9/2014 tarihinde başvuruculara tebliğ edilmiştir. Başvurucular Adalet Bakanlığı cevabına karşı beyanlarını yasal süresi içinde 15/9/2014 tarihinde ibraz etmişlerdir.
III.OLAY VE OLGULAR
A.Olaylar
6. Başvuru formu ve ekleri ile ilgili dava dosyasında yer aldığı şekliyle olaylar özetle şöyledir:
7. Başvurucuların murisi Orhan ÇİFTÇİ, kendisine ait Sakarya ili Merkez Adliye köyü G24C13A1A paftada yer alan 40.890 m2'lik alanda kum-çakıl ocağı işletmek üzere 19/12/2005 tarihinde Sakarya İl Özel İdaresine (idare) başvurmuştur.
8. İl Özel İdaresi, 12/2/2006 tarihli yazısıyla ilgili kurumlardan mevzuatı gereği ruhsat başvurusuna görüş vermesini talep etmiş, 23/6/2006 tarihinde kurum görevlileri araziyi incelemiş ve müteakiben görüşlerini sunmuşlardır. Diğer kurumlar olumlu görüş verirken Tarım İl Müdürlüğü 7/8/2006 tarihli yazıyla Toprak Koruma Kurulu'nun 2/2 nolu kararı gereği olumsuz görüş bildirmiş ve İl Özel İdaresi de başvurucunun talebini reddetmiştir.
9. Başvurucuların murisi 4/10/2006 tarihinde Sakarya 2. İdare Mahkemesinde (Mahkeme) yönetmelik gereği kurum görüşlerinin 30 gün içinde bildirilmesi gerektiği, görüş bildirilmemesi halinde olumlu görüş olarak değerlendirileceği, Tarım İl Müdürlüğünün üç ay sonra olumsuz görüş bildirmesinin mevzuata aykırı olduğu, uyuşmazlık konusu alanda komşu parsellerde kum-çakıl ocağı işletildiği ve idarenin işleminin hukuka aykırı olduğu iddiasıyla idari işlemin iptali için dava açmıştır.
10. Mahkeme, 14/12/2007 tarihinde bilirkişi eşliğinde dava konusu taşınmazda keşif yapmıştır. Bilirkişilerce hazırlanan 2/1/2008 ve 4/4/2008 tarihli raporlarla arazinin Sakarya Nehri kıyısındaki alanın alüvyonlu toprak bölümünün tarım açısından elverişli toprak olduğu, bu toprağın alınması halinde kum-çakıl açısından potansiyel rezerv oluşturduğu, aynı ada içinde kum-çakıl ocağı bulunduğu, dava konusu taşınmazlardan 28, 29, 31, 32 numaralı parsellerin koruma bandı dışında kalan kısımları, haritada ocak alanı olarak gösterilen 25, 26, 38, 40, 42, 44, 45 numaralı parseller ile park ve depolama alanı olarak gösterilen 37 numaralı parselin tarım arazisi niteliğinde olduğu, toplam 40.890 m2 genişliğindeki taşınmazın 5.000 m2'lik alan dışında kalan büyük kısmının tarım arazisi niteliğinde olduğu, kum-çakıl ocağı işletilmesi halinde tarım arazisi niteliğinin ortadan kalkacağı ve çevresindeki parselleri olumsuz etkileyeceği DSİ koruma bandında yer alan kısımdan kontrollü biçimde malzeme alınması durumunda çevre arazilerin tehdit edilmeyeceği şeklinde görüş verilmiştir.
11. Mahkeme, 5/6/2008 tarih ve E.2006/244, K.2008/476 sayılı kararıyla bilirkişi raporuna atıf yaparak ve arazinin büyük kısmının tarım arazisi niteliğinde olduğu ve ruhsat istenen alan bütün olarak değerlendirildiğinde bu haliyle ruhsat verilmesi durumunda tarım arazilerinin zarar göreceği gerekçesiyle davayı reddetmiştir.
12. Başvurucuların murisi Orhan ÇİFTÇİ 26/3/2009 tarihinde vefat etmiştir.
13. Temyiz edilen kararı inceleyen Danıştay 8. Dairesi 22/3/2012 tarih E.2008/8775, K.2012/1227 sayılı kararıyla ilk derece mahkemesi kararını usul ve yasaya uygun olduğu ve bozulmasını gerektirir bir neden olmadığı gerekçesiyle onamıştır.
14. Karar düzeltme istemi aynı Dairenin 16/11/2012 tarih ve E.2012/5153, K.2012/9524 sayılı kararıyla reddedilmiş ve karar aynı tarihte kesinleşmiştir. Kesinleşen karar başvuruculara 22/1/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir.
15. Başvurucular 7/2/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.
B.İlgili Hukuk
16. 4/6/1985 tarihli ve 3213 sayılı Maden Kanunu'nun 7. maddesinin 1. fıkrası şöyledir:
"Madencilik faaliyetlerinin yapılması ve ruhsatlandırma işlemlerinin yürütülmesi ile ilgili olarak yeni verilecek ruhsat alanlarına maden işletme yöntemi, faaliyetin yapıldığı bölge, madenin cinsi, yapılacak yatırımın çevresel etkileri, şehirleşme ve benzeri hususlar dikkate alınarak, temdit talepleri dahil ruhsat verilen alanlarda kazanılmış haklar korunmak kaydıyla, ilgili kurumların görüşleri alınarak Bakanlık tarafından kısıtlama getirilebilir."
17. 3213 sayılı Kanun'un 16. maddesinin 2. fıkrası şöyledir:
"I. Grup (a) bendi madenler için alanlar il özel idarelerince ihale edilerek işletme ruhsatı verilir. İhale edilecek alanlar Genel Müdürlüğün uygun görüşü alınarak belirlenir."
18. 3/2/2005 tarih ve 25716 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Maden Kanunu'nun I (A) Grubu Madenleri İle İlgili Uygulama Yönetmeliği'nin ruhsat başvurusunun yapıldığı dönemde yürürlükte bulunan 8. maddesinin 1. fıkrası şu şekildedir:
"Kendi mülkü içinde I (a) Grubu maden ruhsatı almak isteyen gerçek veya tüzel kişiler,İl Özel İdaresine ilk müracaat harcı ile müracaat ederek ruhsat talebinde bulunur. İl özel idaresince Genel Müdürlüğün uygun görüşü alınarak bu alanların yerinde tetkiki için ilgili kamu kurum ve kuruluşlarının yetkililerinden oluşan bir heyet oluşturulur. Bu heyet tetkik sonucu yazılı görüşlerini otuz gün içinde il özel idaresine bildirir. Bu süre içinde görüş bildirilmemesi olumlu görüş olarak değerlendirilir. Yapılan incelemelerde uygun görülen alanlara ihale edilmeden ruhsat verilir."
19. 3/7/2005 tarihli ve 5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu'nun 13. maddesinin 1.fıkrası şöyledir:
"Mutlak tarım arazileri, özel ürün arazileri, dikili tarım arazileri ile sulu tarım arazileri tarımsal üretim amacı dışında kullanılamaz."
IV.İNCELEME VE GEREKÇE
20. Mahkemenin 30/12/2014 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 7/2/2013 tarih ve 2013/1301 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucuların İddiaları
21. Başvurucular, kendilerine ait taşınmazda kum-çakıl ocağı işletmek üzere yaptıkları ruhsat başvurusunda görüş vermesi gereken diğer kurumlar olumlu görüş verirken ilgili kanun ve yönetmelik gereği 30 gün içinde cevap vermesi gereken Tarım İl Müdürlüğü'nün bundan üç ay sonra 7/8/2006 tarihli yazıyla olumsuz görüş verdiğini ve sürenin geçmesine rağmen bu görüş dikkate alınarak taleplerinin İdare tarafından reddedildiğini, açtıkları idari işlemin iptali davasında bu durumun Mahkemece gözetilmediğini, yine Mahkemece bilirkişi raporunun kısmen kum-çakıl ocağı işletilebilir görüşüne de itibar edilmediğini, aynı yer ve mevkide benzer nitelikli komşu taşınmaz sahiplerine işletme ruhsatı verildiğini, mahkemenin başvuru süresi ve cevap süresi ile ilgili koşulların yerine getirilip getirilmediğini incelemek yerine kendini ruhsat veren idare yerine koyarak ve keşif yaparak işin esasını incelediğini belirterek mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal ettiğini ileri sürmüş ve ihlalin tespitiyle yargılamanın yenilenmesini veya kendilerine uygun tazminat ödenmesine karar verilmesini talep etmişlerdir.
B. Değerlendirme
22. Başvurucular, somut başvuruya konu ruhsat vermeme işleminin iptali konulu davada Mahkemenin koşulların yerine getirilip getirilmediğiyle sınırlı bir inceleme yapması gerekirken işin esasını inceleyerek ve davayı reddederek mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir. Anayasa Mahkemesi, başvurucuların ihlal iddialarına ilişkin nitelendirmesi ile bağlı olmayıp, somut dava ve buna bağlı olayların özelliklerine göre olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder.
23. Başvurucuların Mahkemenin koşulların yerine getirilip getirilmediğiyle sınırlı bir inceleme yapması gerekirken işin esasını inceleme yapmasına ilişkin şikâyetleri Mahkeme kararının keyfilik taşıdığı iddiası kapsamında adil yargılanma hakkı yönünden; ruhsat alamamaları nedeniyle mülkiyet haklarının ihlal edildiği şikâyetleri ise mülkiyetin kullanımının kontrolü kapsamında incelenecektir.
1.Kabul Edilebilirlik Yönünden
a. Adil Yargılanma Hakkının İhlali İddiası
24. Başvurucular, kendilerine ait taşınmazda kum-çakıl ocağı işletmek üzere yaptıkları ruhsat başvurusunda görüş vermesi gereken diğer kurumlar olumlu görüş verirken ilgili kanun ve yönetmelik gereği 30 gün içinde cevap verilmesi gerekirken Tarım İl Müdürlüğü'nün bundan üç ay sonra 7/8/2006 tarihli yazıyla olumsuz görüş verdiğini ve sürenin geçmesine rağmen bu görüş dikkate alınarak taleplerinin idare tarafından reddedildiğini, açtıkları idari işlemin iptali davasında bu durumun mahkemece gözetilmediğini, yine mahkemece bilirkişi raporunun kısmen kum-çakıl ocağı işletilebilir görüşüne de itibar edilmediğini, aynı yer ve mevkide benzer nitelikli komşu taşınmaz sahiplerine işletme ruhsatı verildiğini, mahkemenin başvuru süresi ve cevap süresi ile ilgili koşulların yerine getirilip getirilmediğini incelemek yerine kendini ruhsat veren idare yerine koyarak ve keşif yaparak işin esasını incelediğini belirterek mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal ettiğini ileri sürmüşlerdir.
25. Adalet Bakanlığı, ilgili uygulama yönetmeliğinin 8. maddesinin 1. fıkrasında yer alan 30 günlük sürede görüş vermeye dair düzenlemenin usuli bir düzenle olduğu, bahsedilen görüşlerle beraber tüm bilgi ve belgeler toplandıktan sonra idarece ruhsat verme talebine cevap verildiği, somut davada idarenin ruhsat talebini reddettiği ve Mahkemenin de kum-çakıl ocağı için gerekli şartların bulunup bulunmadığını tespit için bilirkişiler eşliğinde keşif yaptığı ve bu işlemin hukuka uygunluğunu usulüne uygun bir şekilde değerlendirerek keyfilikten uzak, adalet ve hakkaniyete uygun bir karar verdiğini, başvurucuların şikâyetinin kanun yolu niteliğinde olduğunu, Anayasa Mahkemesinin ilave bir temyiz mercii olmadığını belirtir görüş bildirmişlerdir.
26. Başvurucular ise Adalet Bakanlığı görüşüne karşı Tarım İl Müdürlüğünün 30 gün sonrasında görüş bildirmesi nedeniyle olumlu görüş bildirdiğinin kabul edilmesi gerektiği, Mahkemenin bunun yerine yerindelik denetimi yaptığını, Mahkemenin ilk bilirkişi raporuna göre hüküm vermesi gerekirken ek rapor aldırdığını, yerindelik denetimi yapılması nedeniyle adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini beyan etmişlerdir.
27. Anayasa'nın 148. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:
"Bireysel başvuruda, kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlarda inceleme yapılamaz."
28. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
"Mahkeme, . açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir."
29. 6216 sayılı Kanun'un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasında açıkça dayanaktan yoksun başvuruların Mahkemece kabul edilemezliğine karar verilebileceği belirtilmiştir. Anayasa'nın 148. maddesinin dördüncü fıkrasında ise açıkça dayanaktan yoksun başvurular kapsamında değerlendirilen kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin şikâyetlerin bireysel başvuruda incelenemeyeceği kurala bağlanmıştır.
30. Anılan kurallar uyarınca, ilke olarak derece mahkemeleri önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile derece mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun esas yönünden adil olup olmaması bireysel başvuru incelemesine konu olamaz. Bunun tek istisnası, derece mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda açıkça keyfilik veya bariz takdir hatası içermesi ve bu durumun kendiliğinden bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlükleri ihlal etmiş olmasıdır. Bu çerçevede, kanun yolu şikâyeti niteliğindeki başvurular, açık keyfilik veya bariz takdir hatası bulunmadıkça Anayasa Mahkemesince incelenemez (B. No: 2012/1027, 12/2/2013, § 26).
31. Mahkemenin gerekçesi ve başvurucunun yukarıdaki iddiaları incelendiğinde, iddiaların özünün Derece Mahkemesi tarafından delillerin değerlendirilmesinde ve hukuk kurallarının yorumlanmasında isabet olmadığına, derece mahkemelerinin uyuşmazlığa getirdiği çözümünün âdil olmamasına ve esas itibarıyla yargılamanın sonucuna ilişkin olduğu anlaşılmaktadır.
32. Maden Kanunu'nun I (A) Grubu Madenleri İle İlgili Uygulama Yönetmeliği 8. maddesinin 1. fıkrasında; " . Bu heyet. yazılı görüşlerini otuz gün içinde bildirir. Bu süre içinde görüş bildirilmemesi olumlu görüş olarak değerlendirilir. Yapılan incelemelerde uygun görülen alanlara ihale edilmeden ruhsat verilir." hükmü yer almaktadır. Öngörülen 30 günlük süre, idarelere yönelik bir süre olduğundan düzenleyici nitelikte olup, hak düşürücü nitelikte değildir. Ruhsat işlemlerinin tamamlanmasından önce fakat 30 günden sonra idarelerce bildirilen görüşlerin değerlendirilmeye alınmayacağına ilişkin herhangi bir düzenlemeye rastlanmamaktadır. Kanuna göre ruhsat verme işlemine yetkili organ diğer kurumların görüşünü aldıktan sonra il özel idareleridir. Bu nedenle 30 günlük sürede cevap verilmemiş olmasının doğrudan ruhsat hakkı kazandırdığına dair bir yasal dayanak bulunmamaktadır.
33. Somut başvuruya konu davada Mahkeme, başvuruculara haklarını savunabilmek için kendi görüşlerini sunma imkânı tanımış, başvurucular konuya ilişkin iddialarını Mahkemeye sunuşlar ve Mahkeme bu iddiaları incelemiştir. Mahkemece, kum-çakıl ocağı ruhsatı için yasal şartların bulunup bulunmadığı ve arazinin tarım dışı amaç için kullanılmaya uygun olup olmadığının tespiti için keşif kararı verilmiştir. Başvurucuların avukatı da keşfe iştirak etmiştir. Keşif sonrası hazırlanan bilirkişi raporu taraflara tebliğ edilmiştir. Mahkemece bilirkişi heyetinden ek rapor alınması cihetine gidilmiş ve netice olarak maden ruhsatı istenilen arazinin büyük kısmının tarım arazisi niteliğinde olduğu sonucuna varılarak hüküm tesis edilmiştir.
34. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun belirtilen iddialarının kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin olduğu, derece mahkemesi kararlarının bariz takdir hatası veya açıkça keyfilik de içermediği anlaşıldığından, başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin "açıkça dayanaktan yoksun olması" nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Mülkiyet Hakkının İhlali İddiası
35. Başvurucular kendilerine ait taşınmazı kum-çakıl ocağı olarak kullanmalarının engellenmesi nedeniyle mülkiyet haklarının ihlal edildiği şikâyeti açıkça dayanaktan yoksun olmadığı gibi bu şikâyet için diğer kabul edilemezlik nedenlerinden herhangi biri de bulunmamaktadır. Bu nedenle, başvuruya ilişkin olarak kabul edilebilirlik kararı verilmesi gerekir.
2.Esas Yönünden
36. Başvurucular, kendilerine ait taşınmazda kum-çakıl ocağı işletme taleplerinin reddedilmesi nedeniyle kendilerine ait mülklerini istedikleri şekilde kullanamadıklarından ve mülklerinden gelir elde edemediklerinden şikâyet etmektedirler.
37. Adalet Bakanlığı, başvurucuların kendilerine ait taşınmazda kum-çakıl ocağı işletme taleplerinin reddedilmesine dair şikâyetlerinin mülkiyet hakkının üçüncü kuralı kapsamında incelenmesi gerektiği, buna göre, devletlerin, uygun gördükleri yasalarla mülkiyetin kullanılmasını kamu yararı amacıyla sınırlandırabilecekleri, tarım arazilerinin tarımsal üretim amacı dışında kullanılamayacağına ilişkin sınırlandırmanın kamu yararı amacıyla getirilmiş bir düzenleme olduğu, hukuken öngörülmüş olma koşulunun da gerçekleşmiş olduğu, başvurucuların mülkiyetindeki arazinin tarım arazisi vasfında olması nedeniyle söz konusu araziden tarımsal amaçla yararlanılmasının asıl olduğu, sonuç olarak mülkiyet hakkına getirilen sınırlandırmanın "adil dengeyi" bozmadığı yönünde görüş bildirmiştir.
38. Başvurucular ise Adalet Bakanlığı görüşüne karşı bilirkişi raporuyla taşınmazlarının tamamının tarım arazisi olarak nitelendirildiğini, davanın kısmen kabul edilebilmesi mümkün olduğu halde reddedildiğini bu nedenle mülkiyet haklarının ihlal edildiğini beyan etmişlerdir.
39. Anayasa'nın "Mülkiyet Hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:
"Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.
Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.
Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz."
40. Anayasa'nın "Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması" kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:
"Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."
41. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) Ek (1) No.lu Protokol'ün "Mülkiyetin korunması" kenar başlıklı 1. maddesi şöyledir:
"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.
Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez."
42. Anayasa'nın "Toprak mülkiyeti" kenar başlıklı 44. maddesinin 1. fıkrası şöyledir:
"Devlet, toprağın verimli olarak işletilmesini korumak ve geliştirmek, erozyonla kaybedilmesini önlemek ve topraksız olan veya yeter toprağı bulunmayan çiftçilikle uğraşan köylüye toprak sağlamak amacıyla gerekli tedbirleri alır. Kanun, bu amaçla, değişik tarım bölgeleri ve çeşitlerine göre toprağın genişliğini tesbit edebilir. Topraksız olan veya yeter toprağı bulunmayan çiftçiye toprak sağlanması, üretimin düşürülmesi, ormanların küçülmesi ve diğer toprak ve yeraltı servetlerinin azalması sonucunu doğuramaz."
43. Anayasa'nın "Tarım, hayvancılık ve bu üretim dallarında çalışanların korunması" kenar başlıklı 45. maddesinin 1. fıkrası şöyledir:
"Devlet, tarım arazileri ile çayır ve mer'aların amaç dışı kullanılmasını ve tahribini önlemek, tarımsal üretim planlaması ilkelerine uygun olarak bitkisel ve hayvansal üretimi artırmak maksadıyla, tarım ve hayvancılıkla uğraşanların işletme araç ve gereçlerinin ve diğer girdilerinin sağlanmasını kolaylaştırır."
44. Anayasa'nın 35. maddesinde bir temel hak olarak güvence altına alınmış olan mülkiyet hakkı kişiye başkasının hakkına zarar vermemek ve yasaların koyduğu sınırlamalara uymak koşuluyla, sahibi olduğu şeyi dilediği gibi kullanma, ürünlerinden yararlanma ve tasarruf etme olanağı veren bir haktır. Anayasa'ya göre bu hakka ancak kamu yararı nedeniyle ve kanunla sınırlama getirilebilir. Anayasa'nın 35. maddesinde mülkiyet hakkının mutlak bir hak olmadığı ve kamu yararı amacıyla sınırlandırılabileceği belirtilmiştir (B. No: 2013/817, 19/12/2013, §§ 28, 32).
45. Anayasa'nın 35. maddesi ve (1) No.lu Protokol'ün 1. maddesi benzer düzenlemelerle mülkiyet hakkına yer vermiştir. Her iki düzenleme de üç kural ihtiva etmektedir. Sözleşmenin ilk cümlesi herkese mülkünden barışçıl yararlanma hakkı verirken Anayasa daha geniş manada mülkiyet hakkını tanımaktadır. Düzenlemelerin ikinci cümleleri ise kişilerin hangi koşullarda mülkünden yoksun bırakılabileceğini ya da kişilere ait mülkiyetin hangi koşullarla sınırlandırılabileceğini hüküm altına almaktadır.
46. Her iki düzenlemenin üçüncü cümlelerinde ise mülkiyetin kullanımının kontrolü ya da düzenlenmesine ilişkindir. Anayasa'nın 35. maddesinin son fıkrası mülkiyet hakkının kullanımının toplum yararına aykırı olamayacağı şeklinde hakkın kullanımına ilişkin genel bir ilkeye yer verirken, Sözleşmeye Ek (1) numaralı protokolün birinci maddesinin ikinci fıkrası devletlere mülkiyeti kamu yararına düzenleme ile vergiler ve diğer katkılar ile cezaların tahsili konusunda gerekli gördükleri yasaları uygulama konusundaki haklarını saklı tutarak taraf devletlerin genel yarara uygun olarak "mülkiyetin kullanımını kontrol" yetkisine sahip olduklarını kabul etmektedir. Bununla beraber Anayasa'nın birçok maddesi ilgili olduğu hususta devlete mülkiyetin kullanımının kontrolü ya da mülkiyeti düzenleme yetkisi vermektedir.
47. AİHM'ne göre ikinci ve üçüncü kurallar, mülkiyetten barışçıl yararlanma ilkesi şeklinde ifade edilen birinci kuralın özel görünüm şekilleridir ve bu nedenle genel nitelikli birinci kuralın ışığı altında anlaşılmaları gerekmektedir (James ve Diğerleri/Birleşik Krallık, B. No: 8793/79, 21/2/1986, § 37).
48. Anayasa'da ve Sözleşme'de yer alan ve yukarıda yer verilen üçüncü kurallar devlete mülkiyetin kullanımı veya mülkiyetten yararlanma hakkını kontrol etme ve bu konuda düzenleme yetkisi vermektedir. Mülkiyeti sınırlamaya göre daha geniş takdir yetkisi veren düzenleme yetkisinin kullanımında da yasallık, meşruluk ve ölçülülük ilkelerinin gereklerinin karşılanması kural olarak aranmaktadır (Benzer yönde AİHM kararı için bkz. Depalle/Fransa [BD], B. No: 34044/02, 29/3/2010, § 83, 84). Buna göre mülkiyet hakkının düzenlenmesi yetkisi de kamu yararı amacıyla ve kanunla kullanılmalıdır. Bunun yanında ölçülülük ilkesi gereği mülkiyetten yoksun bırakmada aranan tazminat ödeme yükümlülüğü, davanın koşullarına göre düzenleme yetkisinin kullanıldığı her durumda gerekmeyebilmektedir (Bkz. AİHM, Depalle/Fransa [BD], B. No: 34044/02, 29/3/2010, § 91).
49. Devlet, düzenlemeyi bireylerin veya tüzelkişilerin olumlu eylemlerde bulunmalarını zorunlu tutarak veya faaliyetlerine kısıtlamalar getirerek gerçekleştirebilir. Bu tür düzenlemeler, mevzuatı kabul edilemez duruma getirecek kadar alışılmışın dışında sonuçlar doğurmadığı sürece devletin takdir yetkisi içinde kabul edilmektedir (Denev/İsveç, B. No: 12570/86, 18/1/1989; J.A. Pye (Oxford) Ltd And J.A. Pye (Oxford) Land Ltd./Birleşik Krallık, 44302/02, 30/7/2007, § 83).
50. Nitekim Anayasa Mahkemesi, 6570 sayılı Kanuna 4531 sayılı Kanunla ilave edilen geçici 7. maddeyle kira artışlarını ilk yıl %25 takip eden yıl %10'la sınırlayan hükmü, "Taşınmaz mal darlığının, Devletçe önlem alınmaması durumunda kiraların normalin üstünde artacağı açıktır. Kira olgusunun bu bakımdan toplumsal bir sorun olduğu kabul edildiğinde Devletin kira konusunda kamu yararı amacıyla kimi hak ve özgürlükleri sınırlandırmasında Anayasa'nın 2., 13., 35. ve 48. maddelerine aykırılık yoktur." gerekçesiyle Anayasa'nın diğer hükümleri yanında mülkiyet hakkına da aykırı bulmayarak iptal istemini reddetmiştir (AYM, E.2000/26, K.2000/48, K.T. 16/11/2000).
51. Başvurucular, kendilerine ait taşınmazda kum-çakıl ocağı işletme taleplerinin reddedilmesi nedeniyle kendilerine ait mülklerini istedikleri şekilde kullanamadıklarından ve mülklerinden gelir elde edemediklerinden şikâyet etmektedirler.
52. Başvurucuların maliki oldukları taşınmazı diledikleri şekilde kullanma hakları Anayasa'nın 35. maddesinde yer alan mülkiyet hakkının kapsamına dâhil olmakla beraber, devletin bu kullanımı kontrol/düzenleme yetkisi vardır. Somut başvuru konusu olayda başvurucuların kendilerine ait taşınmazları kum-çakıl ocağı işleterek kullanma ve bu yolla gelir elde etmeleri idarenin taleplerini reddetmesi ve başvurucuların idari işlemin iptali amacıyla açtıkları davanın da Mahkemece reddedilmesi nedeniyle mümkün olamamıştır. Somut başvuruda başvurucuların kendilerine ait taşınmazlarının kullanımını kontrol eden/düzenleyen müdahalenin başvurucuların mülkiyet hakkını ihlal edip etmediğinin tespit edilmesi için müdahalede kanuniliğin, kamu yararının ve adil dengenin korunup korunmadığının incelenmesi gerekmektedir.
53. Anayasa'nın 35. maddesinde bir temel hak olarak güvence altına alınmış olan mülkiyet hakkı kişiye başkasının hakkına zarar vermemek ve yasaların koyduğu sınırlamalara uymak koşuluyla, sahibi olduğu şeyi dilediği gibi kullanma, ürünlerinden yararlanma ve tasarruf etme (başkasına devretme, biçimini değiştirme, harcama ve tüketme hatta yok etme) olanağı veren bir haktır (E.1988/34, K.1989/26, K.T. 21/6/1989; E.2011/58, K.2012/70, K.T. 17/5/2012).
54. Anayasa'nın 35. ve 13. maddeleri mülkiyet hakkına getirilecek sınırlamaların kamu yararı amacıyla ve kanunla yapılması gerektiğini hüküm altına almaktadır. AİHM, yasada öngörülen koşulları, bir diğer ifadeyle hukukiliği geniş yorumlayarak istikrar kazanmış yargı kararlarına dayanan içtihat yoluyla geliştirilmiş ilkelerin de hukukilik şartını karşılayabildiğini kabul ederken (bkz. Malonei/İngiltere, B. No: 8691/79, 2/8/1984, §§ 66-68) Anayasa, tüm sınırlandırmaların mutlak manada kanunla yapılacağını öngörerek Sözleşme'den daha geniş bir koruma sağlamaktadır (B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 31).
55. Kanunun varlığı kadar kanun metninin ve uygulamasının da bireylerin davranışlarının sonucunu önceden öngörebilecekleri kadar hukuki belirlilik taşıması gerekir. Bir diğer ifadeyle kanunun kalitesi de kanunilik koşulunun sağlanıp sağlanmadığının tespitinde önem arz etmektedir.
56. Hukuki güvenlik ile belirlilik ilkeleri, hukuk devletinin önkoşullarındandır. Kişilerin hukuki güvenliğini sağlamayı amaçlayan hukuki güvenlik ilkesi, hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerinde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar. Belirlilik ilkesi ise yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır ve uygulanabilir olmasını, ayrıca kamu otoritelerinin keyfi uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesini ifade etmektedir. Bu bakımdan, kanunun metni, bireylerin, gerektiğinde hukuki yardım almak suretiyle, hangi somut eylem ve olguya hangi hukuksal yaptırımın veya sonucun bağlandığını belli bir açıklık ve kesinlikte öngörebilmelerine imkân verecek düzeyde kaleme alınmış olmalıdır. Dolayısıyla, uygulanması öncesinde kanunun, muhtemel etki ve sonuçlarının yeterli derecede öngörülebilir olması gereklidir (AYM, E.2013/39, K.2013/65, K.T. 22/5/2013).
57. "Belirlilik" ilkesi yalnızca yasal belirliliği değil, daha geniş anlamda hukuki belirliliği ifade etmektedir. Erişilebilir, bilinebilir ve öngörülebilir gibi niteliksel gereklilikleri karşılaması koşuluyla yasalar, mahkeme içtihatları ve yürütmenin düzenleyici işlemleri ile de hukuki belirlilik sağlanabilir. Aslolan muhtemel muhataplarının mevcut şartlar altında belirli bir işlemin ne tür sonuçlar doğurabileceğini öngörmelerini mümkün kılacak bir normun varlığıdır (AYM, E.2009/9, K.2011/103, K.T. 16/6/2011).
58. Somut olay bakımından mülkiyetin kullanımını kontrol/düzenleme şeklindeki müdahalenin 3213 sayılı Kanunu'nun 7. maddesinin 1. fıkrası ve 16. maddesinin 2. fıkrası ile ilgili uygulama yönetmeliğinin 8. maddesinin 1. fıkrası ve 5403 sayılı Kanunun 13. maddesinin 1. fıkrası hükümlerine dayanılarak gerçekleştirildiği, ilgili düzenlemelerin yeterince açık olduğu, tarım arazilerinin tarım dışı faaliyetler için kullanılamayacağı, kum-çakıl ocağı işletme taleplerinin il özel idarelerince ilgili kurumların görüşü alındıktan sonra karara bağlandığı konusunda yeterli açıklıkta hüküm bulunduğu anlaşılmaktadır. Bu durumda müdahalenin hukuki dayanağının yeterli açıklıkta bulunduğuna şüphe yoktur. Ayrıca mevcut düzenlemeler başvurucuların mevcut koşullarda makul kabul edilebilecek bir ölçüde davranışlarının sonuçlarını önceden öngörmelerini sağlamaya yetecek hukuki belirlilik taşımaktadır.
59. Bu durumda kanuni dayanağı bulunan müdahalenin kamu yararı meşru amacının bulunup bulunmadığının tespiti gerekmektedir.
60. Kamu yararı kavramı, genel bir ifadeyle özel veya bireysel çıkarlardan ayrı ve bunlara üstün olan toplumsal yararı ifade etmektedir. Bütün kamusal işlemler, nihai olarak kamu yararını gerçekleştirmek hedefine yönelmek durumundadır. Kamu yararı doğası gereği geniş bir kavramdır. Yasama ve yürütme organları toplumun ihtiyaçlarını dikkate alarak neyin kamu yararına olduğunu belirlemede geniş bir takdir yetkisine sahiptirler. Kamu yararı konusunda bir uyuşmazlığın çıkması halinde ise uzmanlaşmış ilk derece ve temyiz yargılaması yapan mahkemelerin uyuşmazlığı çözmek konusunda daha iyi konumda oldukları açıktır. Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuru incelemesinde açıkça temelden yoksun veya keyfi olduğu anlaşılmadıkça yetkili kamu organlarının kamu yararı tespiti konusundaki takdirine müdahalesi söz konusu olamaz (B. No: 2013/817, 19/12/2013, §§ 34, 35, 36).
61. Anayasa'nın 44. maddesinin 1. fıkrası devlete toprağın verimli olarak işletilmesini korumak ve geliştirmek şeklinde, 45. maddesinin 1. fıkrası ise tarım arazileri ile çayır ve meraların amaç dışı kullanılmasını ve tahribini önlemek şeklinde ödev yüklemektedir. 5403 sayılı Kanun'un 13. maddesinin 1.fıkrası: "Mutlak tarım arazileri, özel ürün arazileri, dikili tarım arazileri ile sulu tarım arazileri tarımsal üretim amacı dışında kullanılamaz." hükmünü barındırmaktadır. Toprağın korunması, geliştirilmesi, tarımsal arazi ve yeter gelirli tarımsal arazilerin çevre öncelikli sürdürülebilir kalkınma ilkesine uygun olarak planlı kullanımını sağlayacak tedbirlerin alınması toplumun genel yararınadır.
62. Kanun koyucu, tarım arazilerini korumak amacıyla bu nitelikteki arazilerin başka amaçla kullanılmasını yasaklayan ve bireylerin sahibi olduğu taşınmazlarında kum-çakıl ocağı işletme taleplerini yine belirli nitelikteki arazileri korumak ve bu tür işletmelerin çevreye olan olumsuz etkilerini azaltmak ve/veya tümüyle gidermek amacıyla mevzuatta gösterilen belirli izin sistemlerine ve konuyla ilgili kurumların iznine bağlayan düzenlemeler yapmasının açıkça temelden yoksun veya keyfi olmadıkça mülkiyet hakkını ihlal ettiği söylenemez.
63. Ancak mülkiyetin kullanımını düzenleyen kanun ve uygulamaların da elde edilmek istenen kamu yararıyla bireysel menfaatler arsında adil bir denge kurması, yani ölçülü olması gerekir. Ne var ki mülkiyetin zararlı kullanımını önlemeyi hedefleyen bu tür müdahalelerde bireyin kişisel hakları ile toplumun genel menfaati arasında dengeyi sağlamak için her zaman tazminat ödenmesi zorunlu görülemez.
64. Başvurucuların mülkiyetindeki arazinin tarım arazisi vasfında olması nedeniyle söz konusu araziden tarımsal amaçla yararlanılması asıldır. Başvurucular bu amaçla araziden yararlanmadıklarına dair bir şikâyeti dile getirmemekte ve bu konuda bilgi ve belge sunmamaktadırlar. Başvurucular, somut başvuruya konu davada bu taleplerini reddeden idari işlemin iptal edilmemesinden şikâyet etmektedirler. Başvurucuların başvuru dilekçesine ekledikleri evraklarda somut davaya konu arazilerde kum-çakıl işletilebileceğine ilişkin daha önce aldıkları bir izin veya ruhsat sunmamışlardır. Dolayısıyla başvurucuların sahibi oldukları bir ruhsat veya izne bağlı olarak dava konusu taşınmazlar üzerinde kum-çakıl ocağı işletmek konusunda kazanılmış bir haklarının veya meşru bir beklentilerinin de olmadığı anlaşılmaktadır. Başvurucular izin taleplerinin reddedilmesinin taşınmazın mevcut kullanım şeklini etkileyeceği ya da taşınmazın değerini düşüreceği şeklinde bir iddia da ileri sürmemektedirler.
65. Bu durumda başvurucuların sahibi oldukları tarımsal nitelikli taşınmazlarını kullanıma yönelik kısıtlamanın ilgili Anayasa ve kanun hükümlerine göre tarım arazilerinin korunması amacıyla kum-çakıl işletme taleplerinin reddedilmesiyle sınırlı olduğu, başvurucuların talep ettikleri kullanım şekline daha önce hak kazanmadıkları, başvurucuların diledikleri takdirde sahibi oldukları taşınmazı tarım amaçlı kullanabilecekleri ya da kiraya vermek suretiyle gelir elde edebilecekleri, tarım arazilerinin tarım amacı dışında kullanılamayacağına ilişkin düzenlemedeki korunan hukuki yarar dikkate alındığında başvurucuların mülkiyet hakkını kullanmalarına getirilen sınırlandırmanın, mevcut yararlanma şekillerini engelleyen, mevcut gelir elde etme imkânlarını kısıtlayan ya da taşınmazın değerini düşüren bir sınırlandırma olmadığı ve başvurucular üzerine ulaşılmak istenen kamu yararı ile kıyaslandığında aşırı bir yük getirmediği, dolayısıyla "adil dengeyi" bozmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
66. Başvurucuların taşınmazları üzerinde kanunlar çerçevesinde mülkiyet haklarını kullanabilecekleri ve izin talebinin reddinin mevcut kullanım şeklini değiştirerek başvurucuların zararına yol açmadığı dikkate alındığında somut başvuruya konu müdahalenin başvurucuların önemli ölçüde zararına sebebiyet vereceği söylenemez.
67. Başvurunun değerlendirilmesi neticesinde, başvurucuların sahibi oldukları tarımsal nitelikte arazilerinde kum-çakıl ocağı işletme taleplerinin reddedilmesinin hukuki dayanağı olduğu ve meşru bir kamu yararına dayandığı, başvurucuların kişisel yararı ile toplumun genel yararı arasında başvurucular aleyhine ölçüsüz ve ağır bir yüke sebep olan bir uygulamanın da olmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
68. Belirtilen nedenlerle, başvurucuların Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet haklarının ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.
V.HÜKÜM
Açıklanan nedenlerle;
A. Başvurunun,
1. Yargılamanın sonucunun adil olmadığı iddiasının "açıkça dayanaktan yoksun olması", nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Mülkiyet hakkına ilişkin iddialarının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Başvurucuların Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet haklarının İHLAL EDİLMEDİĞİNE,
C. Başvurucuların tazminata ilişkin taleplerinin REDDİNE,
D. Yargılama giderlerinin başvurucular üzerinde bırakılmasına,
30/12/2014 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.