TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
BİRİNCİBÖLÜM
KARAR
BİRİNCİ BÖLÜM
KARAR
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvurucu, maaş bordrosunda belirtilen özel hizmet tazminatı oranının %145'ten %75'e düşürülmesi üzerine Ankara 8. İdare Mahkemesinde açtığı iptal davasının reddedildiğini, yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmadığını belirterek, mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tazminat talep etmiştir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru, 24/3/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumunun bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 22/5/2014 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 27/6/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 17/7/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
6. Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir:
7. Başvurucu, T.C. Ziraat Bankası A.Ş.'de 22/1/1990 tarih ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin ek (I) sayılı cetvelinde yer alan müdür yardımcılığı görevini yürütmekte iken özelleştirme nedeniyle 24/11/1994 tarih ve 4046 sayılı Özelleştirme Uygulamaları Hakkında Kanun'un 22. maddesi uyarınca 31/5/2002 tarihinde Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığına (SGK) uzman olarak atanmıştır.
8. 21/7/2005 tarihli ve 25882 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 5398 sayılı Kanun'un 8. maddesiyle 4046 sayılı Kanun'un 22. maddesi yeniden düzenlenmiş; 22. maddenin altıncı fıkrasının birinci cümlesinde yer alan ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin ek (I) sayılı cetvelinde gösterilen personelden, 4046 sayılı Kanun'a göre başka kurumlara atanan personel için geçerli şahsa bağlı hak uygulamasının "üç yıl süre ile" sınırlı olarak uygulanmasını öngören kanun maddesinin Anayasa Mahkemesince iptali istenmiş, Anayasa Mahkemesinin 29/12/2005 tarih ve E.2005/110, K.2005/111 sayılı kararıyla iptal istemi reddedilmiştir.
9. Başvurucunun 2006 yılının Temmuz ayında 1.421,99 TL olarak hesaplanan maaşı; maaş bordrosunda belirtilen özel hizmet tazminatı oranının %145'ten %75' düşürülmesi sonucunda 2006 yılının Ağustos ayı itibarıyla 1.128,09 TL olarak hesaplanmıştır.
10. Başvurucu, özel hizmet tazminatı oranının %145'ten %75'e düşürülmesine ilişkin idari işlemin iptali ve yürütmesinin durdurulması ile uğradığı parasal kayıpların ödenmesi istemiyle 16/10/2006 tarihinde Ankara 8. İdare Mahkemesinde dava açmıştır.
11. Mahkemece, 27/12/2006 tarihli kararla; 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 27/2. maddesinde öngörülen yürütmenin durdurulması şartlarının gerçekleşmediği gerekçesiyle yürütmenin durdurulması isteminin reddine karar verilmiştir.
12. Ankara 8. İdare Mahkemesinin 13/11/2007 tarih ve E.2006/2369, K.2007/2412 sayılı kararıyla; başvurucunun davası reddedilmiştir. Mahkeme kararının ilgili kısımları şöyledir:
"15/8/2003 tarihli ve 25200 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 4971 sayılı Kanun'un 6. maddesiyle 4046 sayılı Kanun'un 22. maddesi yeniden düzenlenerek şahsa bağlı hak uygulamasına sınır getirilmiş, 4971 sayılı Kanun'un geçici 2. maddesinin birinci cümlesinde ise 4971 sayılı Kanun'un yayımı tarihinden önce 4046 sayılı Kanun'un 22. maddesi gereğince şahsa bağlı hakları saklı tutulan ve halen bu haktan yararlanan personelin şahsa bağlı haklarının 4971 sayılı Kanun'un yayımı tarihinden itibaren üç yıl sonra sona ereceği kurala bağlanmıştır.
Bunun yanı sıra, 4046 sayılı Kanun'un 22. maddesi 5398 sayılı Kanun'un 8. maddesiyle yeniden düzenlenmiş, aynı Kanun'un 29. maddesiyle 4046 sayılı Kanun'a eklenen geçici 22. maddenin birinci fıkrasının 2. cümlesinde de 4971 sayılı Kanun'un geçici 2. maddesi uyarınca şahsa bağlı hakları 15/8/2003 tarihinden itibaren üç yıl süreyle saklı tutulan personelin şahsa bağlı haklarının 14/8/2006 tarihinde sona ereceği belirtilmiştir.
Öte yandan, 21/7/2005 tarihli ve 25882 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 5398 sayılı Kanun'un 8. maddesiyle yeniden düzenlenen 4046 sayılı Kanun'un 22. maddesinin altıncı fıkrasının birinci cümlesinde yer alan ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararname eki (1) sayılı cetvelde yer alan, görevdeyken 4046 sayılı Kanun gereği başka kurumlara atananlar için öngörülen şahsa bağlı hak uygulamasının "üç yıl süreyle sınırlı olarak uygulanmasını öngören" kuralın iptali istemiyle açılan dava, Anayasa Mahkemesinin 29/12/2005 tarih ve E.2005/110, K.2005/111 sayılı kararıyla reddedilmiştir.
Dava dosyasının incelenmesinden, T.C. Ziraat Bankası A.Ş. Genel Müdürlüğünde çalışmakta iken 4046 ve 4603 sayılı Kanun hükümleri uyarınca Emekli Sandığına uzman olarak atanan davacıya eski görev yerindeyken aylık net 1.294,30 TL ödendiği, bu görevi sırasında davacıya ödenen özel hizmet tazminatı oranının %145 olduğu, davacının yeni görev yerinde uzman görevi için öngörülen özel hizmet tazminatı %75 olduğundan eski görev yerindeki özel hizmet tazminatı oranının davacıya ödenmesine devam edildiği, ancak yukarıda anılan Kanun hükümleri uyarınca şahsa bağlı hak uygulamasının davacı için 14/08/2006 tarihinde sona ermesi üzerine davacıya da diğer uzmanlar gibi %75 oranında özel hizmet tazminatı ödenmeye başlanması üzerine bakılan davanın açıldığı, öte yandan, davacıya atandığı tarihte ödenen maaş miktarı ile Sosyal Güvenlik Kurumundaki yeni kadrosu için ödenen maaş arasındaki fark kapandığından fark tazminatı ödenmesi uygulamasına da son verildiği anlaşılmaktadır.
Yukarıda yapılan düzenleme ile özelleştirme kapsamına alınan kurumlarda görev yapmakta iken 4046 sayılı Kanun uyarınca başka kurumlara 15/08/2003 tarihinden önce atananların 14/08/2006 tarihinden itibaren şahsa bağlı hak uygulamasından yararlanmalarına hukuki olanak bulunmamaktadır.
Uyuşmazlık konusu olayda, davacının şahsa bağlı haklar uygulamasından yararlanma süresi sona erdiğinden dava konusu işlemde hukuka aykırılık görülmemiştir."
13. Temyiz üzerine, Danıştay Beşinci Dairesinin 22/10/2010 tarih ve E.2008/3813, K.2010/6100 sayılı ilâmıyla hüküm onanmıştır.
14. Karar düzeltme istemi, aynı Dairenin 27/12/2013 tarih ve 2011/2346, K.2013/11019 sayılı kararıyla reddedilmiştir.
15. Karar, başvurucuya 21/2/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir.
16. Başvurucu, 24/3/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
B. İlgili Hukuk
17. 2577 sayılı Kanun'un 1. maddesinin (2) numaralı fıkrası, 14. maddesinin (3) ve (4) numaralı fıkraları, 20. maddesinin (5) numaralı fıkrası, 27. maddesi, 49. maddesinin (3) numaralı fıkrası ile 60. maddesi,
18. 4046 sayılı Kanun'un 22. maddesinin 6. fıkrası şöyledir:
"399 sayılıKanun Hükmünde Kararnameye ekli (1) sayılı cetvelde belirtilen kadrolarda görev yapmakta iken nakle tâbi tutulan personelin (bu Kanuna göre anonim şirket halinde birleştirilen kuruluşlardaki personel dâhil), Devlet Personel Başkanlığına bildirildikleri tarihteki kadrolarına ilişkin olarak bildirim tarihi itibarıyla almakta oldukları aylık, ek gösterge, zam, özel hizmet tazminatı, makam tazminatı, temsil tazminatı, görev tazminatı bir bütün olarak, göreve başladıkları tarihi izleyen aybaşından geçerli olmak üzere üç yıl süre ile saklı tutulur ve şahsa bağlı haktan yararlanılan süreler 5434 sayılı Kanun'un ek 68 inci ve ek 73 üncü maddelerinde belirtilen sürelerin hesabında (daha önce nakledilenler dâhil) dikkate alınır. İlgililerin yeni kadrolarına atandıkları tarihten önce, eski kadroları için mevcut olan ve saklı haklar kapsamında bulunan gösterge, puan, oran ve katsayı artışları şahsa bağlı haklarda artış sayılır. Ancak eski kadro için bu tarihten sonra ihdas edilmiş hiçbir malî ve sosyal hak ve yardım ile sair ödemeler şahsa bağlı hak kapsamında değerlendirilmez. Atanılan kadrodaki derece yükselmeleri veya kademe ilerlemeleri, aylık gösterge ve ek gösterge dışındaki ödemelerde, şahsa bağlı olarak saklı tutulan hakların ödendiği eski kadronun derecelerinin yükseltilmesi veya kademelerinin ilerletilmesi sonucunu doğurmaz. Bu personelin (bu Kanuna göre anonim şirket halinde birleştirilen kuruluşlardaki personel dâhil), Devlet Personel Başkanlığına bildirildikleri tarihteki kadrolarına ilişkin olarak bildirim tarihi itibarıyla almakta oldukları aylık, ek gösterge, ikramiye, her türlü zam ve tazminatları (ek tazminat ve bankacılık tazminatı dâhil), makam tazminatı, temsil tazminatı, görev tazminatı, ücret (fazla mesai ücreti hariç), ek ücret, ek ödeme ve benzeri adlarla yapılan ödemelerin toplam net tutarının (bu tutar sabit bir değer olarak esas alınır); nakledildiği kurum ve kuruluş tarafından şahsa bağlı hak olarak ödenen aylık, ek gösterge, zam, özel hizmet tazminatı, makam tazminatı, temsil tazminatı, görev tazminatı ödemeleri ile şahsa bağlı hak dışında yapılan ikramiye, ücret, ek ücret, ek ödeme, ek tazminat, teşvik ödemesi, döner sermaye payı ve benzeri adlarla yapılan her türlü ödemelerin (fazla mesai ücreti, fiilen yapılan ders karşılığı ödenen ek ders ücreti hariç) toplam net tutarından fazla olması hâlinde aradaki fark tutarı, herhangi bir vergi ve kesintiye tâbi tutulmaksızın fark kapanıncaya kadar ayrıca tazminat olarak ödenir. Atandıkları kurumdaki kadro unvanı veya pozisyonlarında isteğe bağlı olarak herhangi bir değişiklik olanlarla, başka kurumlara geçenlere şahsa bağlı hak uygulaması ile fark tazminatı ödenmesine son verilir."
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
19. Mahkemenin 11/12/2014 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 24/3/2014 tarih ve 2014/4025 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
20. Başvurucu, T.C. Ziraat Bankası A.Ş.'de 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin ek (I) sayılı cetvelinde yer alan müdür yardımcılığı görevini yürütmekte iken özelleştirme uygulaması sonucunda 4046 sayılı Kanun'un 22. maddesi uyarınca 31/5/2002 tarihinde SGK'ya uzman olarak atandığını, atamasının yapıldığı tarihten üç yıl sonra maaş bordrosunda belirtilen özel hizmet tazminatı oranının %145'ten %75 düşürülmesi üzerine, söz konusu idari işlemin iptali ve uğradığı parasal kayıpların ödenmesi istemiyle 16/10/2006 tarihinde Ankara 8. İdare Mahkemesinde açtığı davanın reddedildiğini, girdiği yarışma sınavında başarı göstererek kazandığı unvanının ve özlük haklarının elinden alındığını iddia etmiş, 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin ek (I) sayılı cetvelinde yer alan personelin diğer devlet kurumlarında yeterince kadro olmaması nedeniyle araştırmacı unvanıyla ataması yapılırken kendisinin uzman unvanıyla atandığını, araştırmacı unvanıyla ataması yapılan personelin 27/2/2014 tarih ve 6525 sayılı Kanun'un 41. maddesi ile özlük haklarında iyileştirme yapıldığını, kendisinin söz konusu düzenlemeden faydalanamadığını, çalıştığı kurumda daire başkanına bağlı olarak görev yapması nedeniyle, özel hizmet tazminatı oranının şef statüsünde çalışan personelin özel hizmet tazminatı oranına indirgenemeyeceğini ve yargılamanın makul sürede sonuçlanmadığını belirterek, mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
B. Değerlendirme
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
a. Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiği İddiası
21. Başvurucu, T.C. Ziraat Bankası A.Ş.'de müdür yardımcısı olarak görev yapmakta iken özelleştirme nedeniyle SGK'ya uzman olarak atandığını, 4046 sayılı Kanun'un 22. maddesinin altıncı fıkrasında yer alan düzenleme çerçevesinde atamasının yapıldığı tarihten üç yıl sonra maaş bordrosunda belirtilen özel hizmet tazminatı oranının %145'ten %75'e düşürülmesi nedeniyle maaşında azalma meydana geldiğini belirterek, Anayasa'da güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
22. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası hükümlerine göre, Anayasa Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının incelenebilmesi için, kamu gücü tarafından müdahale edildiği iddia edilen hakkın Anayasa'da güvence altına alınmış olmasının yanı sıra Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (Sözleşme) ve Türkiye'nin taraf olduğu ek protokollerinin kapsamına da girmesi gerekir. Bir başka ifadeyle, Anayasa ve Sözleşme'nin ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun esasının incelenmesi mümkün değildir (B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18).
23. Başvurucunun ihlal iddiasına konu olan mülkiyet hakkı, Anayasa'nın 35. ve Sözleşme'ye Ek 1 No.lu Protokol'ün (1 No'lu Protokol) 1. maddesinde düzenlenmiştir.
24. Anayasa'nın "Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:
"Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.
Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.
Mülkiyethakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz."
25. Sözleşmeye Ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesi şöyledir:
"Her gerçekve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.
Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez."
26. Anayasa'nın 35. maddesi kapsamındaki mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri süren başvurucu, böyle bir hakkın varlığını kanıtlamak zorundadır. Bu nedenle, öncelikle başvurucunun, Anayasa'nın 35. maddesi uyarınca korunmayı gerektiren mülkiyete ilişkin bir menfaate sahip olup olmadığı noktasındaki hukuki durumunun değerlendirilmesi gerekir (B. No. 2013/382, 16/4/2013, § 26).
27. Mülkiyet hakkı kişinin şahsında mündemiç olmayıp, Anayasa'nın 35. maddesi kapsamında hukuki korumadan istifade edilebilmesi açısından, öncelikle mülkiyet hakkının var olması aranır. Anayasa'nın 35. maddesi ile 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesi mülk edinme talebini değil, kişinin var olan mülkiyet hakkını güvence altına almaktadır. Bu durum hakkın kazanılmış olması veya mevcut olması şeklinde de ifade edilebilir (B. No. 2012/931, 26/6/2014, § 33).
28. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihatlarında, nelerin mülkiyet hakkına konu olabileceği hususunda, mevzuat hükümlerinden ve derece mahkemelerinin bunlara ilişkin yorumundan bağımsız olarak "özerk bir yorum" esas alınmaktadır (bkz. Depalle/Fransa [BD], B. No: 34044/02, 29/3/2010 § 62; Anheuser-Busch Inc./Portekiz [BD], B. No: 73049/01, 11/1/2007, § 63; Öneryıldız/Türkiye [BD], B. No: 48939/99, 30/11/2004, § 124; Broniowski/Polonya [BD], B. No: 31443/96, 22/6/2004, § 129; Beyeler/İtalya [BD], B. No: 33202/96, 5/1/2000, § 100; Iatridis/Yunanistan [BD], B. No: 31107/96, 25/3/1999, §54).
29. Anayasa'nın 35. maddesi ile 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesinin koruma alanı içinde yer alan menfaatlerin kapsamına, mevcut bir mülk ("existing possessions") girebileceği gibi alacak hakları (AYM, E.2000/42, K.2001/361, K.T. 10/12/2001; AYM, E.2006/142, K.2008/148, K.T. 24/9/2008) veya kesin bir şekilde tanımlanmış talep hakları ("claims") da girebilir. Bu kapsamda bir alacak hakkı ya da talebin, mülkiyet hakkı kapsamında korunması için mahkeme hükmü, hakem kararı veya idari karar gibi yeterli derecede icra edilebilir kılınması halinde bir "mülk" teşkil edebilir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Krstıć/Sırbistan, B. No: 45394/06, 10/12/2013, § 76) (B. No. 2012/931, 26/6/2014, § 35).
30. Başvurunun konusu, kamu görevlisi olan başvurucunun maaş bordrosunda belirtilen özel hizmet tazminatı oranının %145'ten %75'e düşürülmesine ilişkin idari işlemin iptali isteminin reddedilmesi nedeniyle maaşında meydana gelen azalmanın karşılanmamasıdır. Kamu görevlilerine yapılan parasal hak ödemelerinin kesilmesi veya ödeme oranlarının düşürülmesi sonucunda bireyin maaşında meydana gelen azalma mülkiyet hakkı çerçevesinde incelenebilmektedir. Ancak mülkiyet hakkını güvence altına alan Anayasa'nın 35. maddesinin, belirli bir miktar maaş almaya ilişkin olarak bireylere talep hakkı sağlamadığı da açıktır. AHİM'de kamu görevlilerinin maaşlarının düşürülmesine ilişkin başvuruları mülkiyet hakkı kapsamında değerlendirmektedir (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz.Cichopek ve Diğerleri/Polonya, B. No: 15189/10, 14/5/2013, § 130; Koufaki ve Adedy/Yunanistan, B. No: 57665/12, 57657/12, 7/5/2013 § 32;Sutummer/Avusturya [BD], B. No: 34452/02, 7/7/2011, § 82). Başvurucunun ihlal iddiasına konu maaşında meydana gelen azalmanın, Anayasa'nın 35. maddesi ile 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesinin güvence kapsamında yer aldığı anlaşılmaktadır.
31. Açıklanan nedenlerle, Anayasa Mahkemesinin konu bakımından yetkisi kapsamında yer alan, açıkça dayanaktan yoksun olmayan ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden bulunmayan başvurunun, bu kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir. Üye Erdal TERCAN bu görüşe katılmamıştır.
b. Yargılamanın Süresinin Makul Olmadığı İddiası
32. Başvurucunun 16/10/2006 tarihinde Ankara 8. İdare Mahkemesinde açtığı iptal ve tam yargı davasında yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönündeki şikâyeti açıkça dayanaktan yoksun olmadığı gibi bu şikâyet için diğer kabul edilemezlik nedenlerinden herhangi biri de bulunmamaktadır. Bu nedenle, başvurunun bu bölümüne ilişkin olarak kabul edilebilirlik kararı verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
a.Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiği İddiası
33. Başvurucu, T.C. Ziraat Bankası A.Ş.'de müdür yardımcısı olarak görev yapmakta iken özelleştirme nedeniyle SGK'ya uzman olarak atandığını, 4046 sayılı Kanun'un 22. maddesinin altıncı fıkrasında yer alan düzenleme çerçevesinde atamasının yapıldığı tarihten üç yıl sonra maaş bordrosunda belirtilen özel hizmet tazminatı oranının %145'ten %75'e düşürülmesi nedeniyle maaşında azalma meydana geldiğini belirterek, Anayasa'da güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür (§ 20).
34. Mülkiyet hakkının sınırlamaları ve güvenceleri açısından Anayasa'nın mülkiyeti bir hak olarak tanımlayan 35. maddesinin 13. maddesiyle birlikte değerlendirilmesi gerekir. Anayasa'nın 35. maddesinin birinci fıkrasında genel olarak hak tanınmakta; ikinci ve üçüncü fıkralarda ise sınırlama ve güvence ölçütleri gösterilmektedir. Bu sınırlama ve güvence ölçütlerinin Anayasa'nın 13. maddesi ışığında yorumlanması gerekir. Bu kapsamda mülkiyet hakkı, özüne dokunulmaksızın, kamu yararı amacıyla ve kanunla sınırlanabilir. Ayrıca yapılan sınırlamalar Anayasa'nın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzenine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.
35. Kanunla sınırlama ilkesi, temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasında vazgeçilmez bir unsur olup, bu koşulun sağlanmaması durumunda diğer güvence ölçütlerinin değerlendirilmesinin bir anlamı yoktur.
36. Toplum yararı, ortak çıkar, genel yarar gibi birbirinin yerine kullanılan kavramlarla ifade edilen ve bireysel çıkardan farklı, onun üstünde ortak bir yarar olan kamu yararı amacı 35. maddenin mülkiyet hakkı açısından öngördüğü özel sınırlandırma sebebi olup, genel yarar ve toplumsal yarar gibi ifadeleri de kapsayacak şekilde geniş yorumlanmaktadır (AYM, E.1999/46, K.2000/25, K.T. 20/9/2000). Kamu yararı kavramı, devlet organlarının takdir yetkisini de beraberinde getiren bir unsur olup, objektif bir tanımlamaya elverişli olmayan bu ölçütün her somut olay temelinde ayrıca değerlendirilmesi asıldır (B. No. 2012/931, 26/6/2014, § 54).
37. Mülkiyet hakkının Anayasa'nın sözüne ve ruhuna uygun biçimde sınırlandırılması, bu kapsamda, Anayasa'nın bütünü dikkate alınmak suretiyle bu hak için öngörülen ek güvencelere riayet edilmesi ve kamu yararı dışında amaçlarla sınırlandırılmaması, ayrıca hakkın özüne dokunulmadan ve ölçülülük ilkesine riayet edilerek sınırlandırılması gerekmektedir. Mülkiyet hakkına ilişkin Anayasa Mahkemesi kararlarında söz konusu ölçütler çoğunlukla birlikte uygulanmakta ve bireyin hakkıyla kamu yararı arasında kurulması gereken adil dengeye vurgu yapılmaktadır (AYM, E.1999/33, K.1999/51, K.T. 29/12/1999). Bu noktada, ihlal teşkil ettiği iddia edilen önlemin temelini oluşturan kamu yararı karşısında, bireye düşen fedakârlığın ağırlığı göz önünde bulundurulmalıdır.
38. Başvurucu, T.C. Ziraat Bankası A.Ş.'de müdür yardımcısı olarak görev yapmakta iken özelleştirme nedeniyle 4046 sayılı Kanun'un 22. maddesi uyarınca SGK'ya uzman olarak atanmış, 2006 yılının Ağustos ayı itibarıyla maaş bordrosunda belirtilen özel hizmet tazminatı oranının %145'ten %75'e düşürülmesi üzerine 16/10/2006 tarihinde Ankara 8. İdare Mahkemesinde SGK aleyhine dava açmıştır.
39. Mahkemece yapılan yargılama sonucunda, 4046 sayılı Kanun'a göre özelleştirme uygulamasına tabi kamu kurum ve kuruluşlarında çalışan ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin ek (I) sayılı cetvelinde belirtilen kadrolarda görev yapmakta iken nakle tabi tutulan personelin Devlet Personel Başkanlığına bildirildikleri tarihteki kadrolarına ilişkin, bildirim tarihi itibarıyla almakta oldukları aylık, ek gösterge, zam, özel hizmet tazminatı, makam tazminatı, temsil tazminatı, görev tazminatı kalemlerinin saklı tutulması ile gerçekleştirilen şahsa bağlı hak uygulamasına 15/8/2003 tarihinde yürürlüğe giren 4971 sayılı Kanun'un geçici 2. maddesinin birinci cümlesi ile sınırlama getirildiği, buna göre; 4971 sayılı Kanun'un yayım tarihinden önce 4046 sayılı Kanun'un 22. maddesi gereğince şahsa bağlı hakları saklı tutulan ve halen bu haktan yararlanan personelin şahsa bağlı haklarının 4971 sayılı Kanun'un yayımı tarihinden itibaren üç yıl sonra sona ereceğinin kurala bağlandığı, 5398 sayılı Kanun'un 29. maddesiyle 4046 sayılı Kanun'a eklenen geçici 22. maddenin birinci fıkrasının 2. cümlesinde de; 4971 sayılı Kanun'un geçici 2. maddesi uyarınca şahsa bağlı hakları 15/8/2003 tarihinden itibaren üç yıl süreyle saklı tutulan personelin şahsa bağlı haklarının 14/8/2006 tarihinde sona ereceğinin düzenlendiği belirtilmiştir. Mahkemece, 5398 sayılı Kanun'un 8. maddesiyle yeniden düzenlenen 4046 sayılı Kanun'un 22. maddesinin altıncı fıkrasının birinci cümlesinde yer alan ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin ek (I) sayılı cetvelinde gösterilen personelden, 4046 sayılı Kanun gereği başka kurumlara atananlar için geçerli şahsa bağlı hak uygulamasının "üç yıl süre ile" sınırlı olarak uygulanmasını öngören kanun maddesinin iptali isteminin Anayasa Mahkemesinin 29/12/2005 tarihli kararıyla reddedildiği, öte yandan, başvurucuya atandığı tarihte ödenen maaş miktarı ile SGK'daki yeni kadrosu için ödenen maaş miktarı arasındaki fark kapandığından fark tazminatı ödenmesi uygulamasına da son verildiği, böylece başvurucu bakımından şahsa bağlı hak uygulamasının 14/8/2006 tarihinde sona erdiği, yapılan işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle dava reddedilmiştir.
40. "Şahsa bağlı hak" uygulamasının, 4046 sayılı Kanun'a göre özelleştirmeye tabi kamu kurum ve kuruluşlarında çalışan ve 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin yalnızca ek (I) sayılı cetvelinde belirtilen unvanlı kadrolarda görev yapmakta iken nakle tabi tutulan personel hakkında kabul edildiği; ilgili personelin Devlet Personel Başkanlığına bildirildikleri tarihteki kadrolarına ilişkin, bildirim tarihi itibarıyla almakta oldukları aylık, ek gösterge, zam, özel hizmet tazminatı, makam tazminatı, temsil tazminatı, görev tazminatı kalemlerinin saklı tutulması ile gerçekleştirildiği anlaşılmaktadır.
41. 4971 sayılı Kanun'un yayımı tarihinden önce 4046 sayılı Kanun'un 22. maddesi gereğince şahsa bağlı hakları saklı tutulan ve halen bu haktan yararlanan personelin şahsa bağlı haklarının 4971 sayılı Kanun'un yayımı tarihinden itibaren üç yıl sonra sona ereceğinin kurala bağlandığı, 5398 sayılı Kanun'un 8. maddesiyle 4046 sayılı Kanun'un 22. maddesinin yeniden düzenlendiği, ilgili kanuni düzenlemede şahsa bağlı hakları, 15/8/2003 tarihinden itibaren üç yıl süreyle saklı tutulan personelin bu haklarının 14/8/2006 tarihinde sona ereceğinin yasama organı tarafından açıkça belirtildiği, şahsa bağlı hak uygulamasının üç yıllık süreyle sınırlı tutulmasını ön gören düzenlemenin Anayasa Mahkemesinin denetiminden geçtiği ve Anayasa'ya aykırı bulunmadığı görülmektedir.
42. Anayasa'ya uygun olmak kaydıyla yasa koyucunun, kamu hizmetinin yürütülmesine ilişkin koşulları belirleme ve kamu görevlilerinin statülerine ilişkin yeni kurallar koyma ya da var olan kuralları değiştirme yetkisinin olduğu kabul edilmelidir (AYM, E.2005/110, K.2005/111, K.T. 29/12/2005). Özelleştirme uygulamalarından kaynaklanan ve sosyal devlet ilkesiyle yakından ilgisi olan ekonomik ve mali politikalarda devlet tarafından üstlenilen sorumluluğun gereklerinin sağlıklı bir şekilde yerine getirilebilmesi için bir takım düzenlemeler yapılması kaçınılmazdır. Dolayısıyla devletin sosyal ve ekonomik politikalara ilişkin takdir yetkisi geniştir. AİHM de sosyal, ekonomik ve politik konulara ilişkin düzenlemelerde ulusal makamların daha iyi bir konumda olduğunu, bu kapsamda bir düzenlemenin açıkça keyfi olmadıkça kanunilik şartını sağlayacağını kabul etmektedir (Bkz. Koufaki ve Adedy/Yunanistan, B. No: 57665/12, 57657/12, 7/5/2013 § 31; Wieczorek/Polonya, B. No: 18176/2005 8/12/2009, § 59; Terazzi S.r.I/İtalya B. No: 27265/95, 17/10/2002, § 85). Belirtilen tespitler, başvuruya konu müdahalenin dayanağı olan kanuni düzenleme bakımından da geçerli olup, bu kapsamda, somut olay açısından müdahalenin hukukiliği şartının sağlanmış olduğu sonucuna varılmaktadır.
43. Mülkiyet hakkına yönelik müdahale oluşturan düzenlemenin, meşru kabul edilebilmesi bakımından, kamu yararını gerçekleştirme amacını taşıması ve müdahale sonucunda ortaya çıkan yeni durumun ve bozulan yararlar dengesinin, bireye kişisel ve aşırı bir yük yüklememesi gerekir.
44. 4046 sayılı Kanun'un 22. maddesinde değişiklik yapan 4971 sayılı Kanun'un genel gerekçesinde özelleştirme kapsamında bulunan kuruluşların özelleştirilmesi, kapatılması ve tasfiye edilmesi sonucunda bu kuruluşlarda 14/7/1965 tarih ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'na tabi olarak çalışan personel, sözleşmeli personel ve kapsam dışı personelin diğer kamu kurum ve kuruluşlarına nakline ilişkin uygulamada ortaya çıkan sorunların giderilmesinin ve personelin mağduriyetinin önlenmesinin amaçlandığından bahsedilmek suretiyle somut başvuruya konu düzenlemenin amacına işaret edilmektedir.
45. Bu gerekçeye göre, özelleştirme kapsamındaki kurumların sadece 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin ek (I) sayılı cetvelinde belirtilen kadrolarında görev yapan personele yapılacak ödemeler bakımından esas alınan ve yürütülmeyen bir göreve ilişkin olan şahsa bağlı hak uygulamasının süresiz olmasının eşit işe eşit ücret ödenmesi ilkesinin ve kamu personeli arasındaki iş barışının zedelenmesi gibi sakıncalara yol açabileceği, getirilen sınırlama ile özelleştirme kapsamındaki kuruluşlarda görev yapan personelin özelleştirme sonrası başka kuruluşlara nakledilmesi sonucunda ortaya çıkan sorunların giderilmesi ve uygulamada birliğin sağlanmasının amaçlandığı anlaşılmakta olup, bu bakımdan zorlayıcı nitelikte kamu yararının olduğu açıktır. Öte yandan, özlük hakları yönünden ilgililer lehine 4046 sayılı Kanun'da fark tazminatı uygulaması gibi bir başka düzenlemeye yer verildiği görülmektedir.
46. Somut başvuru açısından, Ziraat Bankası A.Ş.'de müdür yardımcısı olarak görev yapmakta iken özelleştirme uygulaması sonucu 4046 sayılı Kanun'a göre SGK'ya uzman olarak ataması yapılan başvurucunun şahsa bağlı hak uygulaması neticesinde maaş bordrosunda belirtilen özel hizmet tazminatı oranının %145'ten hesaplanmasına devam edildiği, şahsa bağlı hak uygulamasını üç yıllık süreyle sınırlayan kanuni düzenleme neticesinde başvurucunun, büsbütün özel hizmet tazminatından veya maaş miktarının belirli bir asgari standardın altına düşmemesine ilişkin güvenceden mahrum bırakılmış olmadığı, yalnızca kanunda öngörülen ve özelleştirme uygulamasının yapıldığı tarihte aldığı maaş ile atamasının yapıldığı kadroda görevli diğer personelin aldığı maaşa ilişkin farkın kapandığı, bu durumun da mülkiyet hakkına konu olan maaşına ilişkin eksilmenin (§ 9) başvurucuya ödenmemesi ile sınırlı bir sonuç doğurduğu, bu çerçevede, yukarıda ifade edilen zorlayıcı nitelikte kamu yararı amacına dayanan düzenlemenin, başvurucuyu kişisel ve aşırı bir yük altına sokmadığı, müdahalenin amacı ile başvurucuya yüklenen külfetin orantılı olduğu sonucuna varılmıştır.
47. Yukarıda açıklanan nedenlerle, belirtilen sınırlama ve güvence ölçütlerine aykırı olmadığı anlaşılan başvuruya konu müdahale sonucunda, Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.
b. Yargılamanın Süresinin Makul Olmadığı İddiası
48. Başvurucu, 16/10/2006 tarihinde Ankara 8. İdare Mahkemesinde açtığı iptal ve tam yargı davasının makul sürede tamamlanmayarak Anayasa'nın 36. maddesinde tanımlanan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
49. Anayasa ve Sözleşme'nin ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün olmayıp (B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18), Sözleşme metni ile AİHM kararlarından ortaya çıkan ve adil yargılanma hakkının somut görünümleri olan alt ilke ve haklar, Anayasa'nın 36. maddesinde yer verilen adil yargılanma hakkının da unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de Anayasa'nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı bir çok kararında, ilgili hükmü Sözleşme'nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle, gerek Sözleşme'nin lafzi içeriğinde yer alan gerek AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara, Anayasa'nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir. Somut başvurunun dayanağını oluşturan makul sürede yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup, ayrıca davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten Anayasa'nın 141. maddesinin de Anayasa'nın bütünselliği ilkesi gereği, makul sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması gerektiği açıktır (B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 38-39).
50. Davanın karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir davanın süresinin makul olup olmadığının tespitinde göz önünde bulundurulması gereken kriterlerdir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 41-45).
51. Anayasa'nın 36. maddesi ve Sözleşme'nin 6. maddesi uyarınca, medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin uyuşmazlıkların makul sürede karara bağlanması gerekir. Hukuk sisteminde yer alan mevzuat hükümleri gereğince "kamu hukuku" alanına dâhil olan, ancak sonucu itibarıyla özel nitelikteki haklar ve yükümlülükler üzerinde belirleyici olan uyuşmazlıkları konu alan davalar da, Anayasa'nın 36. maddesi ve Sözleşme'nin 6. maddesinin koruması kapsamına girmektedir. Bu anlamda, belirtilen düzenlemelerde yer verilen güvenceler, başvurucunun haklarına zarar verdiği iddia edilen idari bir kararın iptali talebiyle açılan davalara da uygulanacaktır. Başvuruya konu davanın, başvurucunun maaş bordrosunda belirtilen özel hizmet tazminatı oranının düşürülmesine yönelik idari işlemin iptali ve uğranılan parasal kayıpların giderilmesi istemini konu alan bir uyuşmazlık olduğu görülmekle, somut yargılama faaliyetinin, medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin bir yargılama olduğunda kuşku yoktur (B. No: 2012/1198, 7/11/2013, § 44).
52. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin makul süre değerlendirmesinde, sürenin başlangıcı kural olarak, uyuşmazlığı karara bağlayacak yargılama sürecinin işletilmeye başlandığı, başka bir deyişle davanın ikame edildiği tarih olup, bu tarih somut başvuru açısından 16/10/2006 tarihidir.
53. Sürenin bitiş tarihi ise, çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde yargılamanın sona erme tarihidir (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 52).Bu kapsamda, somut yargılama faaliyeti açısından sürenin bitiş tarihi, başvurucunun karar düzeltme talebinin Danıştay Beşinci Dairesince reddedildiği 27/12/2013 tarihidir.
54. Başvuruya konu yargılama sürecinin incelenmesinde 16/10/2006 tarihinde Ankara 8. İdare Mahkemesinde açılan ve maaş bordrosundan belirtilen özel hizmet tazminatı oranının düşürülmesine yönelik idari işlemin iptali ve uğranılan parasal kayıpların giderilmesi istemini konu alan davada, Mahkemece, tarafların dilekçeleri ve delillerin toplanması sonucu 13/11/2007 tarihinde davanın reddine karar verilmiş, hükmün temyizi üzerine Danıştay Beşinci Dairesinin 22/10/2010 tarihli ilamıyla bu karar onanmış, karar düzeltme istemi aynı Dairenin 27/12/2013 tarihli kararıyla reddedilmiştir.
55. İlgili yargılama evrakının incelenmesinden, başvuruya konu yargılama sürecinin idari yargı makamları nezdinde sürdüğü görülmekle, 2577 sayılı Kanun'da yer alan usul hükümlerine tabi bir yargılama faaliyetinin söz konusu olduğu ve idari yargı alanına dâhil uyuşmazlıkları konu alan yargılama faaliyetleri için geçerli genel usuli hükümler içeren 2577 sayılı Kanun'un muhtelif maddelerinin, uyuşmazlıkların makul sürede çözümlenmesi gerekliliğini ortaya koyduğu anlaşılmaktadır (§ 17).
56. Hukuk sistemimizde idari yargı alanında yer alan uyuşmazlıklara ilişkin dava sürelerinin makul yargılama süresini aştığı yönündeki tespitlere AİHM ihlal kararlarında yer verilmiş olup, özellikle idari yargı alanındaki yapısal sorunlar ve Danıştay nezdinde temyiz ve karar düzeltme incelemelerinde geçirilen uzun yargılama sürelerinin ihlal kararlarına temel oluşturduğu anlaşılmaktadır. Bu kapsamda idari yargı makamları nezdindeki yargılamaların makul sürede tamamlanmadığı yönündeki iddialar daha önce bireysel başvuru konusu yapılmış ve Anayasa Mahkemesi tarafından, özellikle 2577 sayılı Kanun'da yer alan usul hükümleri de göz önünde bulundurularak makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönünde karar verilmiştir (B. No: 2012/1198, 7/11/2013, §§ 54-60).
57. Başvuruya konu davaya bir bütün olarak bakıldığında, 2577 sayılı Kanun'da yer alan usul hükümlerine tabi bir yargılama sürecine ilişkin somut başvuru açısından farklı bir karar verilmesini gerektirecek bir yön bulunmadığı ve söz konusu yedi yıl iki ay on bir gün süren yargılama sürecinde makul olmayan bir gecikmenin olduğu sonucuna varılmıştır.
58. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
59. Başvurucu, 100.000,00 TL maddi, 30.000,00 TL manevi tazminata hükmedilmesini talep etmiştir.
60. 6216 sayılı Kanun'un "Kararlar" kenar başlıklı 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
"Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."
61. Başvurucunun tarafı olduğu uyuşmazlığa ilişkin yedi yıl iki ay on bir günlük yargılama süresi nazara alındığında, yargılama faaliyetinin uzunluğu sebebiyle, yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararı karşılığında başvurucuya takdiren net 5.000,00 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.
62. Başvurucu tarafından maddi tazminat talebinde bulunulmuş olmakla beraber, tespit edilen ihlal ile iddia edilen maddi zarar arasında illiyet bağı bulunmadığı anlaşıldığından, başvurucunun maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.
63. Başvurucu tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 206,10 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan 1.706,10 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Başvurucunun,
1. Mülkiyet hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiasının, KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA, üye Erdal TERCAN'ın karşı oyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
2. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiasının, KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA, OYBİRLİĞİYLE,
3. Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLMEDİĞİNE, OYBİRLİĞİYLE,
4. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,OYBİRLİĞİYLE,
B. Başvurucuya net 5.000,00 TL manevi TAZMİNAT ÖDENMESİNE, başvurucunun tazminata ilişkin diğer taleplerinin REDDİNE,OYBİRLİĞİYLE,
C. Başvurucu tarafından yapılan 206,10 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.706,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,OYBİRLİĞİYLE,
D. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,OYBİRLİĞİYLE,
11/12/2014 tarihinde karar verildi.
I.
II.
KARŞI GÖRÜŞ
Başvurucu, T.C. Ziraat Bankası A.Ş.'de müdür yardımcılığı görevini yürütmekte iken özelleştirme nedeniyle 24/11/1994 tarih ve 4046 sayılı Özelleştirme Uygulamaları Hakkında Kanun'un 22. maddesi uyarınca 31/5/2002 tarihinde Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığına uzman olarak atanmıştır.
Başvurucunun 2006 yılının Temmuz ayında 1.421,99 TL olarak hesaplanan maaşı; maaş bordrosunda belirtilen özel hizmet tazminatı oranının %145'ten %75'e düşürülmesi sonucunda 2006 yılının Ağustos ayı itibarıyla 1.128,09 TL olarak hesaplanmıştır.
Başvurucu, özel hizmet tazminatı oranının %145'ten %75'e düşürülmesine ilişkin idari işlemin iptali ve yürütmesinin durdurulması ile uğradığı parasal kayıpların ödenmesi istemiyle 16/10/2006 tarihinde Ankara 8. İdare Mahkemesinde dava açmıştır.
Ankara 8. İdare Mahkemesinin 13/11/2007 tarih ve E.2006/2369, K.2007/2412 sayılı kararıyla; başvurucunun davası:
"T.C. Ziraat Bankası A.Ş. Genel Müdürlüğünde çalışmakta iken 4046 ve 4603 sayılı Kanun hükümleri uyarınca Emekli Sandığına uzman olarak atanan davacıya eski görev yerindeyken aylık net 1.294,30 TL ödendiği, bu görevi sırasında davacıya ödenen özel hizmet tazminatı oranının %145 olduğu, davacının yeni görev yerinde uzman görevi için öngörülen özel hizmet tazminatı %75 olduğundan eski görev yerindeki özel hizmet tazminatı oranının davacıya ödenmesine devam edildiği, ancak yukarıda anılan Kanun hükümleri uyarınca şahsa bağlı hak uygulamasının davacı için 14/08/2006 tarihinde sona ermesi üzerine davacıya da diğer uzmanlar gibi %75 oranında özel hizmet tazminatı ödenmeye başlanması üzerine bakılan davanın açıldığı, öte yandan, davacıya atandığı tarihte ödenen maaş miktarı ile Sosyal Güvenlik Kurumundaki yeni kadrosu için ödenen maaş arasındaki fark kapandığından fark tazminatı ödenmesi uygulamasına da son verildiği anlaşılmaktadır."
gerekçesiyle reddedilmiştir. Karar temyiz sonucu kesinleşmiştir.
Başvurucu, özel hizmet tazminat oranının %145'ten % 75'e düşmesi nedeniyle uğradığı parasal kayıpları mülkiyet hakkı kapsamında değerlendirmiş ve mülkiyet hakkının ihlâl edildiğini ileri sürmüştür.
Mahkememiz çoğunluğu, burada, başvurucunun Anayasa m. 35 ve 1 Numaralı Protokolün 1. maddesi anlamında bir mülkiyet hakkının olduğunu kabul etmiş ve başvuruyu o kapsamda incelemiştir.
Bir hakkın, mülkiyet hakkı kapsamında kabul edilebilmesi için, gerek AİHM gerekse AYM iddia edilen hakkın, mevcut olması veya kesin bir şekilde talep edilebilir olması gerektiğini, bunun için de ya bir kanun hükmüne ya bir mahkeme veya hakem kararı gibi yargısal bir karara veya idari karara dayanması gerektiğini; en azından haklı beklenti sayılmasını gerektirecek hukuki bir temelinin olması gerektiğini kabul etmektedir. Nitekim, bu konunun değerlendirildiği bir kararımızda şu görüşlere yer verilmiştir (B. No: 2012/931, 26.06.2014):
"34.Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatlarında, nelerin mülkiyet hakkına konu olabileceği hususunda, mevzuat hükümlerinden ve derece mahkemelerinin bunlara ilişkin yorumundan bağımsız olarak "özerk bir yorum" esas alınmaktadır (bkz. Depalle/Fransa [BD], B. No: 34044/02, 29/3/2010 § 62; Anheuser-Busch Inc./Portekiz [BD], B. No: 73049/01, 11/1/2007, § 63; Öneryıldız/Türkiye [BD], B. No: 48939/99, 30/11/2004, § 124; Broniowski/Polonya [BD], B. No: 31443/96, 22/6/2004, § 129; Beyeler/İtalya [BD], B. No: 33202/96, 5/1/2000, § 100; Iatridis/Yunanistan [BD], B. No: 31107/96, 25/3/1999, §54).
35.Anayasa'nın 35. maddesi ile 1 No'lu Protokol'ün 1. maddesinin koruma alanı içinde yer alan menfaatlerin kapsamına, mevcut bir mülk ("existing possessions") girebileceği gibi alacak hakları (AYM, E.2000/42, K.2001/361, K.T. 10/12/2001; AYM, E.2006/142, K.2008/148, K.T. 24/9/2008) veya kesin bir şekilde tanımlanmış talep hakları ("claims") da girebilir. Bu kapsamda bir alacak hakkı ya da talebin, mülkiyet hakkı kapsamında korunması için mahkeme hükmü, hakem kararı veya idari karar gibi yeterli derecede icra edilebilir kılınması halinde bir "mülk" teşkil edebilir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Krstıć/Sırbistan, B. No: 45394/06, 10/12/2013, § 76). Ancak, hakkın tam olarak kazanılmamış olduğu bazı hallerde, özellikle ekonomik hayatın gerekleri ve hukuki güvenlik anlayışı, hakkın ileride mevcut olacağına dair hukuki umudu ifade eden bir kısım meşru beklenti hallerinin de mülkiyet hakkının güvence kapsamına dâhil edilmesi gereğini ortaya koymaktadır. Ancak bu hallerde, hakkın kazanılacağı yönünde salt bir umudun ötesinde kişinin, hakkın mevcudiyeti yönünde meşru bir beklentisi olması gerekir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Maltzan ve Diğerleri/Almanya (k.k.) [BD], B. No: 71916/01, 71917/01, 10260/02, 2/3/2005, § 74).
36.Bu şekildeki bir beklentiye vücut verebilecek ve talep halindeki bir malvarlığı yararının Anayasa'nın 35. maddesi anlamında kıymet oluşturmasını sağlayabilecek unsurlardan biri, bu talebi destekleyen yerleşik içtihat gibi bir hukuksal temelin bulunmasıdır. Ancak sırf bir yargı yerine başvurularak dile getirilen talepler yeterli temel sağlamaktan uzaktır. Önemli olan, bahsedilen hukuki dayanağın Anayasa'nın 35. maddesi kapsamında sağlanan güvenceyi aktif hale getirebilecek yeterlilikte olmasıdır (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Kopecky/Slovakya, B. No: 44912/98, 28/9/2004, § 52; Draon/Fransa [BD], B. No: 1513/03, 6/10/2005, § 68; Maurice/Fransa [BD], B. No: 11810/03, 6/10/2005, § 66; Özden/Türkiye, B. No: 11841/02, 3/5/2007, § 27).
37.Yukarıda yer verilen tespitler uyarınca, başvurucu tarafından hakkın mevcudiyeti veya bu yönde meşru bir beklentinin bulunduğu ortaya konulmalıdır.
38.Başvurunun konusu, başvurucunun daha önce tahakkuk etmiş olan emekli aylığı veya bu aylığın miktarından öte, bu aylığa daha önce yapılması gerekirken yapılmadığını iddia ettiği artış oranından kaynaklanan fark nedeniyle oluşan alacak hakkına ilişkin beklentilerinin karşılanmamasıdır. Mülkiyet hakkını güvence altına alan Anayasa'nın 35. maddesinin, belirli bir miktar emekli aylığı almaya ilişkin olarak bireylere talep hakkı sağlamadığı açıktır. Ancak bu yöndeki bir talebin, kanuni düzenleme ve içtihatlarda yeterli dayanağa sahip olması halinde, Anayasa'nın 35. maddesi anlamında mülk oluşturduğu kabul edilebilir. Bir başka ifadeyle mülk edinme yönündeki bir beklenti, ancak hukuken belli bir dayanağa sahip olduğu takdirde, belli koşullar altında mülk olarak nitelendirilebilir. Aynı doğrultuda, hukuk sistemi bireylere sosyal güvenlik hakkı ve buna ilişkin menfaatleri sağlamaya yönelik düzenlemeler içerdiği takdirde bu konuda bir mülkiyet hakkı oluşmakta, yargısal içtihatlara paralel olarak, ilgili mevzuatın aradığı şartları yerine getiren bireyin, Anayasa'nın 35. maddesi kapsamına giren mülkiyetle ilgili bir menfaatinin doğduğunun kabulü gerekmektedir (Benzer yöndeki AİHM kararları için bkz. Arras ve Diğerleri/İtalya, B. No: 17972/07, 14/2/2012, § 76; Klein/Avusturya, B. No. 57028/00, 3/3/2011, § 41-47). Bu noktada değerlendirilmesi gereken husus, başvurucunun aylığına yapılması gerektiğini iddia ettiği artış oranına ilişkin hukuki beklentisinin, Anayasa'nın 35. maddesi kapsamındaki güvence hükmüne uygulama alanı sağlayacak yeterlilikte olup olmadığıdır." Karara konu olayda, başvurucunun talebini haklı kılacak istikrar bulmuş Yargıtay kararları olduğundan, talep mülkiyet hakkı kapsamında değerlendirilebilmiştir.
Somut, başvuruya konu talebin de yukarıda kararda belirtilen kriterler açısından değerlendirilmesi gerekmektedir. Başvurucunun Anayasa m. 35 ve 1. Numaralı Protokolün 1. maddesi anlamında mülkiyet hakkının bulunup bulunmadığı incelendiğinde, başvurucunun iddia ettiği hakkın halen mevcut bir hak olduğu söylenemez; keza iddia edilen özel hizmet tazminatının % 145 oranında ödenmeye devam etmesi gerektiği yönünde bir kanun hükmü de mevcut değildir. Yukarıda belirtildiği üzere, 4046 sayılı Kanunun 22. maddesi söz konusu tazminatın üç yıl süre ile ödenmesini kabul etmiş, somut olayda da üç yıllık süre dolmuştur. O nedenle tazminatın aynı şekilde ödenmeye devam edeceği konusunda bir kanun hükmünün mevcudiyetinden söz edilemez. Başvurucunun iddia ettiği hakka temel teşkil eden ve o nedenle mülkiyet hakkı kapsamında değerlendirilmesini sağlayacak yargısal bir karar olmadığı gibi, idari bir karar da mevcut değildir. Ayrıca, başvurucuya % 145 oranında özel hizmet tazminatı ödenmesine devam edilmesini haklı kılacak ve bu konuda haklı bir beklenti oluşturacak içtihattan da bahsetmek mümkün değildir.
Görüldüğü gibi başvurucunun iddia ettiği hakkın, mülkiyet hakkı kapsamında değerlendirilmesini mümkün kılacak herhangi bir hukuki dayanak mevcut olmayıp, sadece başvurucu tarafından idari yargıda açılan ve reddedilen bir dava bulunmaktadır.
Yukarıda belirtilen nedenlerle, başvurucunun Anayasa m. 35 ve 1 Numaralı Protokolün 1. maddesi anlamında mülkiyet hakkı kapsamında değerlendirilebilecek bir hakkı mevcut olmamasına rağmen, başvurucu tarafından iddia edilen özel hizmet tazminatının %145'ten % 75'e indirilmesi nedeniyle uğradığı maddi kaybın mülkiyet hakkı kapsamında değerlendirilemeyeceği kanaatinde olduğumdan çoğunluk görüşüne katılmıyorum.
Üye
Erdal TERCAN