Dosya olarak kaydet: PDF - TIFF - WORD
Görüntüleme Ayarları:

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

BİRİNCİ BÖLÜM

KARAR

ABDULLAH SÜNGÜBAŞVURUSU

BİRİNCİ BÖLÜM

KARAR

Başkan : Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler : Burhan ÜSTÜN

Hicabi DURSUN

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

Selahaddin MENTEŞ

Raportör : Sinan ARMAĞAN

Başvurucu : Abdullah SÜNGÜ

Vekili : Av. Meriç TÜMER

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, kolluk görevlisinin müdahalesi nedeniyle hayati tehlikeye sebep olacak şekilde yaralanma meydana gelmesi ve bu olaya ilişkin yapılan yargılama sonucunda hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmesi nedenleriyle eziyet yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 11/4/2016 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgelere göre olaylar özetle şöyledir:

8. 29/12/2014 tarihinde Adana'nın Seyhan ilçesinde aile içi kavga yaşandığı ihbarını alan kolluk güçleri olayın gerçekleştiği apartmana intikal etmiştir.

9. Başvurucu, ihbarın yapıldığı evde yaşamaktadır. Polislerden H.T. aracı park ettiğinden diğer polis memuru V.K. daha erken apartmana girmiştir. V.K. başvurucunun yanına gittiği sırada başvurucu, apartmanın yukarı katlarındaki apartman boşluğunda bulunmaktadır ve alkollüdür. Bu aşamadan sonra başvurucu ile polis memurları arasında yaşananlar taraflarca farklı şekilde anlatıldığından bu husus dikkate alınarak inceleme yapılmıştır.

10. Başvurucunun 31/12/2014 tarihinde kolluk tarafından şüpheli sıfatıyla ifadesi alınmak istenmiş ise de başvurucu avukatı olmadığından ifade vermek istememiştir. Polis memuru V.K. müşteki sıfatıyla kolluğa verdiği 30/12/2014 tarihli ifadesinde özetle aile içi kavga yaşandığı ihbarı üzerine gittiği apartmanın yukarı katlarında başvurucu ile karşılaştığında başvurucunun "Sizin ananızı avradınızı sinkaf ederim lan." dediğini, elinde bulunan çöp kovalarını aşağıya attığını, sinkaflı sözlerle sövmeye devam ettiğini, kırmızı renkli bir bisikleti kendisine doğru fırlattığını fakat bisikletin değmediğini belirtmiştir. Sonrasında asansöre binerek başvurucunun oturduğu 16. kata çıktığını belirten V.K. açık olan kapıdan seslenmesi üzerine beş altı yaşlarında bir çocuğun kapıya geldiğini, ona annesini sorduğunda babasından korkarak evden kaçtığını söylediğini, daha sonra başvurucunun bulunduğu 13. kata indiğini, başvurucunun psikopatça hareketler yaptığını, başını merdivene, duvara vurduğunu, çöp kovalarını etrafa ve kendisine fırlattığını, bu esnada dengesini kaybederek yüzüstü yere düştüğünü, sakin olmasını söylediğinde ise "Beni alacak anasından doğmadı, beni alacağın anasını avradını sinkaf ederim."dediğini, tekme ile sağ bacağına vurduğunu, iki eliyle boğazını sıktığını, apartman boşluğuna ittiğini söylemiştir. V.K. ifadesinin devamında başvurucudan kurtulmak isterken diğer polis memuru H.T.nin geldiğini ve başvurucuya biber gazıyla müdahale ettiğini, daha sonra birlikte başvurucuyu etkisiz hâle getirdiklerini, iki koluna girerek asansörle aşağıya indirdiklerini, başvurucunun eşinin sığındığı 7. kattan çıkarak canından korktuğu için küçük oğluyla birlikte evden kaçtığını fakat eşinden şikâyetçi olmayacağını kendilerine söylediğini dile getirmiştir. V.K. kesinlikle başvurucuya vurmadığını, başvurucunun kendi kendini yaraladığını, kendisine hakaret edip darbeden başvurucudan şikâyetçi olduğunu bildirmiştir.

11. Adana Adli Tıp Şube Müdürlüğünün (ATK) V.K. hakkında düzenlenen 31/12/2014 tarihli raporunda, Adana Devlet Hastanesi Adli Tıp Polikliniğinde tespit edilen sağ tibia ön yüzde 10-12x1 cm abrazyon ve yüzeysel doku kaybı, boyun sağ altta 10x5 cm ve boyun sol yanda 15x5 cm abrazyon şeklindeki verilere göre meydana gelen yaralanmanın basit tıbbi müdahale ile giderilebilir nitelikte olduğu belirtilmiştir.

12. Polis memurlarından H.T. 30/12/2014 tarihli kolluk ifadesinde özetle, olay yerine ekip otosuyla gittiklerinde başpolis memuru V.K.nin araçtan inerek apartmana girdiğini, kendisinin aracı park ettikten sonra yeniden apartmana geldiğini, zillere bastığını fakat kimsenin açmadığını, bir müddet sonra birinin gelerek kapıya açtığını, giriş katta merdivenin yanında arka jantı eğilmiş bir bisiklet gördüğünü, sesin geldiği 13. kata çıktığında başvurucunun iki eliyle V.K.nın boğazını sıktığını ve "Beni alacak adamın anasını avradını sinkaf ederim." dediğini duyduğunu, olaya müdahale ettiğini ve başvurucuya biber gazı sıkarak arkadaşını kurtardığını, daha sonra etkisiz hâle getirdikleri başvurucuyu asansörle aşağıya getirerek sağlık görevlilerine teslim ettiklerini, 13. kata geldiklerinde başvurucunun kafasında kanama olduğunu gördüğünü söylemiştir.

13. Başvurucunun avukatı Adana Cumhuriyet Başsavcılığına (Savcılık) vermiş olduğu 14/1/2014 tarihli dilekçede olayı polis memurlarından farklı şekilde dile getirmiştir. Söz konusu dilekçede özetle başvurucunun olay günü antidepresan ilaç ve alkol aldığı, çocuklarının eğitimi konusunda eşiyle tartışmaya başladığı ve eşinin evden gitmesini istediği, eşi evden gidince de sinirlerine hâkim olamayarak bağırmaya başladığı, çocuğunun bisikletini apartman boşluğuna attığı, çöp kutularını tekmeleyerek çevreye rahatsızlık verdiği, kim tarafından yapıldığı bilinmeyen şikâyet üzerine polis memurlarının olay yerine geldiği, aldığı alkolün etkisiyle ayakta dahi durmakta zorlanan başvurucuya sert ve orantısız şekilde müdahale edildiği, bunun neticesinde başvurucunun hayati tehlike geçirecek şekilde yaralandığı, bilinci kapalı şekilde ambulansa bindirilerek tedavi edilmek üzere hastaneye gönderildiği ifade edilmiştir. Dilekçede ayrıca başvurucunun başındaki yaralanmaların duvara vurulmak suretiyle oluştuğu, karnına aldığı ilk darbe sonucunda başvurucunun iki büklüm olduğu, bu esnada polis memurlarının başını defalarca duvara vurduğu, duvardaki kan izlerinden bu durumun anlaşılabileceği, başvurucunun polis müdahalesiyle ilk defa 16. kattaki evinde karşılaştığı, daha sonra birkaç kat aşağıya götürüldüğü, sonrasında asansöre bindirilerek aşağıya indirildiği, bu anlarda sürekli darp, hakaret ve kötü muameleye maruz kaldığı, apartmanın dışına çıkarıldığında ise iki bina arasında birkaç polis memuru tarafından şiddetli şekilde darbedildiği belirtilmiştir.

14. Başvurucu, polis memurlarıyla yaşadığı olay nedeniyle önce Çukurova Doktor Aşkım Tüfekçi Hastanesine, bu Hastanenin sevk etmesi üzerine ise Adana Devlet Hastanesine götürülmüştür. İlk Hastanede kan örneği alınarak yapılan ölçümde başvurucunun 192,6 promil alkollü olduğu anlaşılmıştır. ATK tarafından başvurucu hakkında düzenlenen 27/1/2015 tarihli raporda söz konusu Hastanelerin yaptığı tıbbi tespitlere sırasıyla şu şekilde yer verilmiştir:

"(...)

[başvurucunun] darp sonrası acile getirildiği, muayenesinde sağ oksipitalde 2 cm lik skalp kesisi olduğu, orto pariyetalde 3 cm skar kesisi olduğu, sağ periorbital şişlik ve ekimoz olduğu, sol üst dudakta ekimoz ve şişlik olduğu, grafilerde fraktür olmadığı, pnömotoraks tanısı olduğu, grafiler çekildiği, beyin BT normal olduğu, toraks BT de sağ hemitoraksta pinemotoraks izlendiği, sol hemitoraksta multpy fraktürler izlendiği, bu düzeyde cilt altı yumuşak dokularda hava izlendiği, sağ omuz lateralde cilt altında hava izlendiği,

[başvurucunun] darp nedeniyle getirildiği; 3 saat önce darba maruz kaldığını ifade ettiği, Çukurova Dr. Aşkım TÜfekçi Hastanesinden sevk edilmiş olduğu, sağda solunum sesleri azalmış, cilt altı amfizan olduğu, 30/12/2/14 tarihinde lokal anestesi altında tüptorakotomi uygulandığı, masif hava çıkışı gözlendiği, kot fraktürleri için tedavi uygulandığı, vital bulgular stabil olduğu, travmatik hemopinemotoraks olduğu, kaburgalarda birden fazla kırık olduğu, 06/01/2015 tarihinde taburcu edildiği, ekte gönderilen Çukurova Dr. Aşkım Tüfekçi Devlet Hastanesinin 29/12/2014 tarihli beyin BT radyoloji raporunda normal bulgular olduğu, batın BT normal olduğu,

(...)

15. Başvurucuda tespit edilen yaralanmaları ve yapılan müdahaleleri inceleyen ATK, bizzat başvurucuyu da muayene ederek hazırladığı yukarıdaki raporunda; pnömotoraksaneden olarak göğüs tüpü takılmasına yol açtığı bildirilen yaralanmanın;

- Kişinin yaşamını tehlikeye sokan nitelikte olduğu,

- Basit tıbbi müdahale ile giderilemez nitelikte olduğu,

- Yüzde sabit ize neden olmadığı değerlendirilmiştir. ATK'nın 2/7/2015 tarihli ek raporunda ise vücutta oluşan kemik kırıklarının hayat fonksiyonlarına etkisinin -skorlanarak hesaplandığında- orta (3) derecede olduğu belirtilmiştir.

16. Yaşanan olaya ilişkin olarak polis memurları H.T., C.U. ve olayın faili V.K. tarafından düzenlenen 29/12/2014 tarihli tutanak içeriğinin V.K.nın ifadesi ile benzerlik gösterdiği görülmektedir. Söz konusu tutanakta V.K.nın ifadesinden farklı olarak başvurucunun apartman dışına çıkarıldığında bir banka oturtulduğu, burada oturmaktayken bir anda banktan kalkarak polis memuru V.K.ya saldırıp yumruk atmak istediği fakat V.K.nın çekilmesi üzerine başvurucunun yüzüstü yere düştüğü hususuna yer verilmiştir.

17. Belirtilen tutanağı düzenleyen polis memurlarından başka üç polis memuru tarafından düzenlenen 29/12/2014 tarihli başka bir tutanakta ise olay yerinde görüntü kaydı yapan kamera sisteminin bulunmadığı tespitine yer verilmiştir.

18. Savcılık tarafından yürütülen soruşturma kapsamında Adana İl Emniyet Müdürlüğüne yazı yazılarak başkaca deliller elde etmek amacıyla birtakım talimatlar verilmiştir. 27/1/2015 tarihli yazıyla;

-Şüphelilerin polis memuru olması nedeniyle soruşturmanın ilgili polis merkezine bırakılmayarak cinayet büro amirliği tarafından yürütülmesi,

-Gerektiğinde teşhis yaptırılarak olay günü ihbar nedeniyle konuya müdahale eden ve müşteki Abdullah Süngü ile ilgili olarak işlem yapan görevli polis memurlarının tespiti, bu memurlardan hangilerinin darp eylemine karıştığının tespit edilip usulüne uygun olarak şüpheli sıfatıyla savunmalarının alınması,

-Olayın meydana geldiği mahallede müşteki ve vekilinin de hazır edilerek olay yeri göstermesi ile Olay Yeri İnceleme ekibince gerekli incelemenin yaptırılmasının temini, mahalinde kan örneği ve başkaca bulgular elde edildiğinde bunlarla ilgili genotip incelemesinin usulüne uygun olarak yaptırılması,

-Müştekinin vekili tarafından dosyaya sunulan ve emanete alınan fotoğraf ve görüntü kayıtlarının soruşturma evresinde birer örneğinin alınıp incelenmesi ve teşhis işleminde kullanılması,

-Darp eylemini gerçekleştiren şüphelilerin mevcutlu olarak Cumhuriyet Başsavcılığında hazır edilmelerinin temini,

-Olaya ilişkin araştırma sonucu tespit edilecek veya bildirilecek tanıkların mevcudiyeti hâlinde usulüne uygun olarak beyanlarının alınması istenmiştir.

19. Kolluk tarafından olay yerinde kamera kaydı bulunmadığına ilişkin tutanak düzenlenmiş ise de olay sırasında apartmanın önünü gösteren bazı kamera görüntüleri başvurucu tarafından soruşturma dosyasına sunulmuştur. Adana İl Emniyet Müdürlüğünde görevli polis memurları Cumhuriyet savcısının yazdığı talimatı da dikkate alarak başkaca kamera görüntüsü olup olmadığını araştırmış fakat ulaşılan kameralardaki geçmiş tarihli kayıtların silindiğini tespit etmiştir. Başvurucunun sunduğu görüntülerin çözümüne ilişkin 10/7/2015 tarihli bilirkişi raporunda; polis memurunun apartmanın giriş kapısında bulunduğu sırada aniden birisinin üstüne doğru geldiği, polis memurunun çekilmesiyle bu kişinin yere düştüğü, bu şahıs yerdeyken polis memurunun bir kez tekme attığı, bu kişinin elinde bulunan cismi polis memuruna doğru salladığı, polis memurunun yerdeki şahsın eline tekme atarak cismi savurduğu, daha sonra diğer polis memurlarının yerdeki şahsı kaldırarak götürdüğü tespit edilmiştir.

20. Savcılığın talimatı uyarınca V.K.nın ifadesi şüpheli; ambulansla olay yerine gelen acil sağlık hizmeti çalışanları M.E., Ş.S., takviye ekip olarak gelen polis memurları Ş.B., O.D., Ö.Kve apartmanda oturan A.Ö.nün ifadeleri ise tanık sıfatıyla alınmıştır. Yine Olay Yeri İnceleme Tutanağı'na göre apartmanın 15. katında bulunan 30 numaralı dairenin giriş kapısı önündeki merdiven sahanlığında tespit edilen kan lekesi başvurucudan elde edilen kan örneği ile karşılaştırılmak üzere delil olarak muhafaza altına alınmıştır.

21. Emniyet Genel Müdürlüğü Ankara Kriminal Polis Laboratuvarının raporuna göre elde edilen kan lekesi başvurucunun kan örneği ile genotipik olarak uyumludur.

22. Yapılan soruşturma kapsamında elde edilen delillere göre Başsavcılık 18/9/2015 tarihli iddianame ile başvurucu hakkında görevi yaptırmamak için direnme ve kamu görevlisine kamu görevinden dolayı hakaret, V.K. hakkında ise kasten öldürmeye teşebbüs suçlarından kamu davası açmıştır. Söz konusu iddianamede V.K.nın yapılan müdahale sonrası etkisiz hâle gelen başvurucuya görev gereklerini aşarak fiziksel saldırıda bulunduğu, yaşanan olay sonucunda başvurucunun hayati tehlike geçirecek şekilde göğsünden yaralandığı, eylemin niteliğine göre V.K.nın öldürme kastıyla hareket ettiği ileri sürülmüştür.

23. Adana 10. Ağır Ceza Mahkemesinde (Mahkeme) yapılan yargılamanın 8/12/2015 tarihli ilk duruşmasında V.K.nın savunması alınmıştır. V.K. buradaki ifadesinde önceki beyanlarını tekrarlamakla birlikte apartmanın önünde başvurucu ile birlikte bulundukları sırada kendisine sağlık hizmeti alıp almayacağını sorduğunu, başvurucunun yumruk atmak amacıyla üzerine geldiğini, geri çekilince de yüzükoyun yere düştüğünü, bu esnada kendisine bir tekme attığını, elinde bir cisim olduğunu gördüğü için zarar vermemesi için eline vurduğunu ifade etmiştir.

24. Başvurucunun ilk duruşmada alınanifadesi şöyledir:

"Olay günü sabah saatlerinde antidepresan hap almıştım, akşam saatlerinde de alkol aldım, teog sınavına hazırlanan oğlumun yeterince çalışmadığını düşündüğümden kendisi ile tartıştım, bunun üzerine sinirlenerek dışarıya çıktım, bağırıp çağırıp çöp tenekesine tekme attım, sanıyorum komşularımın şikayeti üzerine polisler geldi, kendilerine fiili bir saldırım olmadı ancak küfrettiğimi hatırlıyorum, polisler de bana küfredip üçü birden saldırarak bana vurup yaraladılar, hatta kendilerine vurun beni öldürün diye bağırdığımı hatırlıyorum, olay nedeni ile diğer sanıktan şikayetçiyim."

25. Mahkemede yapılan ikinci duruşmada apartman girişinde yaşanan olayla ilgili kamera görüntüleri yeniden izlenmiştir. İzlenen görüntülere ilişkin Mahkemece yapılan gözlemde "...sanıkların birlikte kapıdan apartmanın önüne çıktıkları, Abdullah Süngünün hemen yanında bulunan polis memurunun da tutup çekmesi nedeni ile öne doğru hamle yaptığı, yüzüstü düştüğü, yerde iken sanık [V] olduğu değerlendirilen polis memurunun Abdullah Süngü nün göğüs bölgesi[ne] tekme ile vurduğu, sonrasında sanıkların bir arada olmadığı ve devam eden görüntülerin kapı önündeki vatandaşlar ve polis memurlarını gösterdiği, tanık ambulans görevlilerinin anlattıkları [olaylara] ilişkin herhangi bir görüntü kaydı bulunmadığı" belirtilmiştir. V.K.nın avukatı, Mahkemece yapılan gözlemde başvurucunun V.K.nın çekmesiyle düştüğü yönündeki tespitin hatalı olduğunu, bilirkişi raporunda da bu hususun V.K.nın belirttiği gibi aktarıldığını ifade etmiştir.

26. Yapılan yargılamada Mahkemece, olay yerine sonradan gelen polis memurları dışında soruşturma aşamasında dinlenen tüm tanıklar yeniden dinlenilmiştir. Başvurucu vekili, diğer sanık müdafinin savunmasının ve tanık A.Ö.nün anlatımlarının doğruluğunun belirlenmesi ve bisiklet fırlatma iddiasının araştırılması için keşif yapılması gerektiğini, tutulan tutanaklara göre karar verilemeyeceğini ileri sürmesine rağmen Mahkeme mevcut delil durumunugerekçe göstererek talebi reddetmiştir.

27. Mahkemece yapılan yargılama sonucunda Cumhuriyet Savcısının mütalaasına uygun olarak başvurucu, görevi yaptırmamak için direnme suçundan beş ay hapis, kamu görevlisine hakaret etme suçundan 7.080 TL adli para cezasıyla cezalandırılmış ve hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiştir. V.K. ise nüfuzu kötüye kullanmak suretiyle hayati tehlike geçirtecek şekilde kasten yaralama suçundan beş yıl hapis cezasıyla cezalandırılmış, eylemi haksız tahrik altında gerçekleştirdiği kanaatine varılarak cezasından 3/5 oranında indirim yapılmıştır. Ayrıca duruşmadaki davranışları ve cezanın olası etkileri gözönünde bulundurularak cezasından 1/6 oranında takdiri indirim yapılmış ve neticeten bir yıl sekiz ay hapis cezasıyla cezalandırılmış ve hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına (HAGB) hükmolunmuştur. Mahkemenin 18/2/2016 tarihli karargerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:

"...

Olay tarihinde müşteki sanık Abdullah Süngü'nün ikametine alkollü olarak geldiği, sınavlarına iyi hazırlanmadığını düşündüğü oğlu ile arasında tartışma çıktığı, müşteki sanık Abdullah'ın eşi L.S.nin, eşinin sakinleşmesi için büyük oğlu ile ikametten ayrılarak komşularına gittiği, komşuların gürültü nedeniyle kolluk kuvvetlerine haber vermeleri üzerine olay yerine kolluk ekiplerinin geldiği, bu esnada sanığın küfür ettiği, ikamet kapılarını ve kapı önünde bulunan çöp tenekelerine tekme attığı, kolluk görevlileri 7.katta iken müşteki sanığın 13.kattan merdiven boşluğuna doğru bisiklet attığı, olay yerine müdahale amacıyla gelen ekipte görevli polis memuru müşteki sanık V.K.nın diğer müşteki sanık Abdullah'ın bulunduğu kata geldiği sırada Abdullah'ın V.'ye hitaben "beni alacak memur anasından doğmadı, beni alacak kişinin anasını avradını sinkaf ederim" şeklinde küfür ettiği, devamında tekme ile V.'ye vurduğu ve iki eli ile boğazını sıkarak direndiği, müşteki sanık V.ye ait adli tıp kurumu raporuna göre V.nin; anlatımla uyumlu, etkisi basit tıbbi müdahale ile giderilecek ölçüde hafif nitelikte yaralandığı, kolluk ekibinde görevli diğer polis memuru tanık H.T.nin olay yerine gelerek Abdullah'ı biber gazı sıkmak sureti ile etkisiz hale getirdikleri ve müşteki sanık Abdullah'ı alarak apartmanın önüne indirdikleri ve 112 acil servise haber verdikleri, dosya içerisinde bulunan bu aşamadan sonra yaşanan olayları görüntüleyen olay yerini gösterir iş yeri güvenlik kamera kayıtları incelendiğinde; apartmanın önündeki bankta oturmakta olan müşteki sanık Abdullah'ın elinde bir cisim olduğu halde arkası dönük olan müşteki sanık V.ye doğru hamle yaptığı, V.nin çekilmesi üzerine Abdullah'ın yere düştüğü, V.nin yere düşen Abdullah'ın göğüs kısmına tekme attığı, daha sonra elindeki cismi düşürmek için koluna bir tekme daha attığı ve Abdullah'ın elinde bulunan cismin yere düştüğü, müşteki sanık Abdullah'a ait adli tıp kurumu raporuna göre Abdullah'ın; anlatım ile uyumlu, kişinin yaşamına tehlikeye sokacak ve basit tıbbi müdahale ile giderilemeyecek nitelikte, göğüste sağda 6, 7 ve 8. kostalarda kırık olduğu, kemik kırıklarının hayat fonksiyonlarına etkisinin orta (3) derecede olduğu, tanık beyanları, sanık savunmaları, adli tıp kurumu raporlarından anlaşılmıştır.

Tüm dosya kapsamına göre;

Sanık Abdullah Süngü'nün ihbar üzerine olay yerine gelen kamu görevlisine karşı tekme atarak ve boğazını sıkarak görevini yapmasını engellemek amacıyla cebir kullandığının sabit olduğu anlaşılmakla sanığın eylemine uyan görevi yaptırmamak için direnme suçundan TCK nın 265/1, 62 ve CMK nın 231/5 md gereğince cezalandırılmasına,

Sanık Abdullah'ın, müşteki sanık V.ye yönelik hakaret içeren sözlerinin içeriği dikkate alındığında hakaret suçunun kamu görevlisine karşı görevinden dolayı işlediğinin ve söz konusu hakaretin apartmanın merdivenleri bölümünde yapılması dikkate alındığında hakaret suçunun alenen işlendiğinin sabit olduğu anlaşılmakla sanık Abdullah'ın eylemine uyan görevli memura görevinden dolayı alenen hakaret suçundan TCK nın 125/1,3-a, 125/4, 62/1, 52, 54 ve CMK nın 235/5 md gereğince cezalandırılmasına karar verilmiştir.

Her ne kadar sanık V.K. hakkında kasten öldürmeye teşebbüs suçundan cezalandırılması istemi ile kamu davası açılmış ise de; sanığın olay yerine ihbar üzerine intikal eden kolluk ekibinde görevli olması nedeni ile gitmesi, aralarında önceden kaynaklanan bir husumetin bulunmaması, ayrıca her ne kadar duruşmada müşteki sanık Abdullah'ın adli tıp kurumu raporuna göre başında yaralanma olduğu bu yaralanmanın olay yerine gelen görevli kolluk kuvvetlerinin saldırması neticesinde oluştuğu beyan edilmiş ise de; başındaki yaralanmanın yeri, olay tespit tutanağı dikkate alındığında söz konusu yaralanmanın olay yerine gelen kolluk ekibinin saldırısı sonucunda oluştuğuna dair tarafsız tanık beyanı veya başkaca maddi bir delilin bulunmaması karşısında sanığın kastının öldürmeye yönelik olmadığının sabit olduğu anlaşılmakla sanık V.K.nin değişen suç vasfı itibari ile eylemine uyan kasten yaralama suçundan TCK 86/1, 86/3-d, 87/1-d, 87/1.son maddeleri gereğince cezalandırılmasına karar verilmiştir.

Sanık Abdullah'ın olay anına ilişkin davranışları, dosya içinde bulunan görüntüler incelendiğinde apartmanın önüne indirildiği ve acil servis ekiplerinin geldiği esnada Müşteki sanık V.ye karşı elinde bir cisim ile hamle yapması dikkate alındığında sanık V.nin eylemini müşteki sanık Abdullah'ın kendisine yönelik haksız eylemleri nedeni ile haksız tahrik altında gerçekleştirdiği anlaşıldığından cezasından TCK nın 29/1 md gereğince 3/5 oranında indirim yapılarak ve TCK'nın 62/1, CMK'nın 231/5 maddeleri uygulanmak suretiyle sonuç olarak aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.

..."

28. Söz konusu karar gerekçesinden de anlaşılacağı üzere Mahkeme; V.K. hakkında kasten öldürmeye teşebbüs suçundan dava açılmış ise de başvurucu ile aralarında önceye dayalı bir husumetin bulunmadığını, olay günü ilk defa karşı karşıya geldiklerini, başvurucunun başındaki yaralanmaların olay yerine gelen kolluk görevlileri tarafından gerçekleştirildiği yönünde tarafsız tanık beyanı veya başkaca maddi delil bulunmadığını belirterek V.K.nın kastının öldürmeye yönelik olmadığına karar vermiştir. Ayrıca başvurucunun V.K.ya elinde bir cisimle hamle yapması sonucunda V.K.nın yaralama eylemini gerçekleştirdiğini kabul ederek haksız tahrik hükümleri uygulamıştır.

29. Başvurucu, kendisine verilen cezaların yanında V.K. hakkında kurulan hükme de itiraz etmiştir. Başvurucunun itirazı Adana 1. Ağır Ceza Mahkemesinin 3/3/2016 tarihli kararıyla reddedilmiş ve verilen karar başvurucu vekiline 11/3/2016 tarihinde tebliğ edilmiştir.

30. Başvurucu 11/4/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

31. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Haksız tahrik" kenar başlıklı 29. maddesi şöyledir:

"Haksız bir fiilin meydana getirdiği hiddet veya şiddetli elemin etkisi altında suç işleyen kimseye, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası yerine onsekiz yıldan yirmidört yıla ve müebbet hapis cezası yerine oniki yıldan on sekiz yıla kadar hapis cezası verilir. Diğer hallerde verilecek cezanın dörtte birinden dörtte üçüne kadarı indirilir.

"

32. 5237 sayılı Kanun'un "Suça teşebbüs"kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:

"(1) Kişi, işlemeyi kastettiği bir suçu elverişli hareketlerle doğrudan doğruya icraya başlayıp da elinde olmayan nedenlerle tamamlayamaz ise teşebbüsten dolayı sorumlu tutulur.

(2) Suça teşebbüs halinde fail, meydana gelen zarar veya tehlikenin ağırlığına göre, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası yerine onüç yıldan yirmi yıla kadar, müebbet hapis cezası yerine dokuz yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Diğer hallerde verilecek cezanın dörtte birinden dörtte üçüne kadarı indirilir."

33. 5237 sayılı Kanun'un "Takdiri indirim nedenleri"kenar başlıklı 62. maddesi şöyledir:

"(1) Fail yararına cezayı hafifletecek takdiri nedenlerin varlığı halinde, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası yerine, müebbet hapis; müebbet hapis cezası yerine, yirmibeş yıl hapis cezası verilir. Diğer cezaların altıda birine kadarı indirilir.

(2) Takdiri indirim nedeni olarak, failin geçmişi, sosyal ilişkileri, fiilden sonraki ve yargılama sürecindeki davranışları, cezanın failin geleceği üzerindeki olası etkileri gibi hususlar göz önünde bulundurulabilir. Takdiri indirim nedenleri kararda gösterilir.

34. 5237 sayılı Kanun'un “Kasten öldürme” kenar başlıklı 81. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

Bir insanı kasten öldüren kişi, müebbet hapis cezası ile cezalandırılır.

"

35. 5237 sayılı Kanun'un "Kasten yaralama" kenar başlıklı 86. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

“Madde 86- (1) Kasten başkasının vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

(2) Kasten yaralama fiilinin kişi üzerindeki etkisinin basit bir tıbbi müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif olması halinde, mağdurun şikayeti üzerine, dört aydan bir yıla kadar hapis veya adli para cezasına hükmolunur.

(3) Kasten yaralama suçunun;

d) Kamu görevlisinin sahip bulunduğu nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle,

işlenmesi halinde şikayet aranmaksızın, verilecek ceza yarı oranında artırılır."

36. 5237 sayılı Kanun'un "Neticesi sebebiyle ağırlaşmış yaralama" kenar başlıklı 87. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili bölümü şöyledir:

"(1) Kasten yaralama fiili, mağdurun;

d) Yaşamını tehlikeye sokan bir duruma,

(...)

Neden olmuşsa yukarıdaki maddeye göre belirlenen ceza, bir kat artırılır. Ancak, verilecek ceza birinci fıkraya giren hallerde üç yıldan, üçüncü fıkraya giren hallerde beş yıldan az olamaz. "

37. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemeleri Kanunu’nun 231. maddesinin (5) ve (6) numaralı fıkraları şöyledir:

“…

(5) Sanığa yüklenen suçtan dolayı yapılan yargılama sonunda hükmolunan ceza, iki yıl(2) veya daha az süreli hapis veya adlî para cezası ise; mahkemece, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilir. Uzlaşmaya ilişkin hükümler saklıdır. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması, kurulan hükmün sanık hakkında bir hukukî sonuç doğurmamasını ifade eder.

(6) Hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilmesi için;

a) Sanığın daha önce kasıtlı bir suçtan mahkûm olmamış bulunması,

b) Mahkemece, sanığın kişilik özellikleri ile duruşmadaki tutum ve davranışları göz önünde bulundurularak yeniden suç işlemeyeceği hususunda kanaate varılması,

c) Suçun işlenmesiyle mağdurun veya kamunun uğradığı zararın, aynen iade, suçtan önceki hale getirme veya tazmin suretiyle tamamen giderilmesi, gerekir. Sanığın kabul etmemesi hâlinde, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmez.”

B. Uluslararası Hukuk

1. Uluslararası Mevzuat

38. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) "İşkence yasağı" kenar başlıklı 3. maddesi şöyledir:

"Hiç kimse işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya muamelelere tabi tutulamaz."

39. 18/6/2003 tarihli ve 25142 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 16/12/1966 tarihli Birleşmiş Milletler (BM) Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi'nin 7. maddesi şöyledir:

"Hiç kimse işkenceye ya da zalimane, insanlık dışı ya da küçük düşürücü muamele ya da cezalandırmaya maruz bırakılamaz. Özellikle, hiç kimse kendi özgür rızası olmadan tıbbi ya da bilimsel deneylere tabi tutulamaz."

2. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı

40. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Sözleşme'nin 3. maddesi ile ilgili içtihatlarında kötü muamele yasağının demokratik toplumların en temel değeri olduğunu vurgulamıştır. Terörle ya da organize suçla mücadele gibi en zor şartlarda dahi Sözleşme'nin mağdurların davranışlarından bağımsız olarak işkence, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya işlemlerden men ettiği belirtilmiştir. Kötü muamele yasağının Sözleşme'nin 15. maddesinde belirtilen toplum hayatını tehdit eden kamusal tehlike hâlinde dahi hiçbir istisnaya yer vermediği içtihatlarda hatırlatılmıştır (birçok karar arasından bkz. Selmouni/Fransa [BD], B. No: 25803/94, 28/7/1999, § 95; Labita/İtalya [BD], B. No: 26772/95, 6/4/2000, § 119).

41. AİHM, Sözleşme'nin 3. maddesinin inandırıcı kötü muamele iddialarının etkin biçimde soruşturma yükümlülüğü getirdiğine dikkat çekmektedir (Labita/İtalya, § 131). AİHM’in içtihadında tanımlanan etkinlik için minimum standartlar soruşturmanın bağımsız, tarafsız, kamu denetimine açık olmasını, yetkili makamların titizlikle ve çabuklukla çalışmasını gerektirmektedir (Mammadov (Jalaloglu)/Azerbaycan, B. No: 34445/04, 11/1/2007, § 73; benzer yöndeki karar için bkz. Çelik ve İmret/Türkiye, B. No: 44093/98, 26/10/2004, § 55).

42. AİHM, devletin pozitif yükümlülüklerinin kapsamının Sözleşme'nin 3. maddesine aykırı muamelelerde bulunanların devlet görevlisi olması veya şiddetin özel kişiler tarafından uygulanmış olmasına göre farklılık gösterdiğini kabul etmektedir (Beganović/Hırvatistan, B. No: 46423/06, 25/6/2009, § 69).

43. AİHM, insan hakları ihlalleri ile ilgili iddialarda soruşturma yükümlülüğünün mutlaka iddiayı kabul etme anlamına gelmediğini ancak iddiaların ciddiye alınması ve adil bir sonucu garanti eden bir usulle soruşturulması gerektiğini birçok kararında dile getirmiştir (Saçılık ve diğerleri/Türkiye, B. No: 43044/05, 45001/05, 5/7/2011, §§ 90, 91).

44. AİHM, bir devlet görevlisinin işkence veya kötü muameleyle suçlandığı durumlarda etkili başvurunun amaçları çerçevesinde cezai işlemlerin ve hüküm verme sürecinin zamanaşımına uğramamasının, genel af veya affın mümkün kılınmamasının büyük önem taşıdığına işaret etmiştir. Ayrıca AİHM, soruşturması veya davası süren görevlinin görevinin askıya alınmasının ve hüküm alırsa meslekten men edilmesinin önemine dikkat çekmiştir (Abdülsamet Yaman/Türkiye, B. No: 32446/96, 2/11/2004, § 55).

45. AİHM, hukuka aykırı öldürme eylemlerine ilişkin Türkiye'de yürürlükte bulunan ulusal hukukun mahkemelere hükmün açıklanmasının geri bırakılması (HAGB) kararı vermelerine olanak sağladığını ancak mahkemelerin takdir yetkilerini, ilgili eylemlere hiçbir şekilde müsamaha edilmeyeceğini göstermek için kullanmaktan ziyade ciddi bir suç teşkil eden eylemin sonuçlarını hafifletmek ya da ortadan kaldırmak için kullandıklarını belirtmektedir (Kasap ve diğerleri, B. No: 8656/10, 14/1/2014, § 60; hâkimlerin takdir haklarını kullanmalarına ilişkin benzer yöndeki eleştiriler için bkz. Okkalı/Türkiye, B. No: 52067/99, 17/10/2006, § 75). Ayrıca AİHM, HAGB kararı verilmesiyle faillerin cezadan tamamen muaf kaldığını çünkü HAGB kararının uygulanması sonucunda -failin denetimli serbestlik tedbirlerine uyması koşuluyla- verilen kararın içerdiği ceza da dâhil olmak üzere tüm hukuki sonuçlarıyla ortadan kalktığını ifade etmektedir (Kasap ve diğerleri/Türkiye, § 60).

46. Aynı şekilde AİHM, negatif yükümlülükler kapsamında kamu görevlilerinin güç kullanması sonucu ortaya çıkan kötü muamele iddialarını içeren bazı başvurularda (Eski/Türkiye, B. No: 8354/04, 5/6/2012, § 36; Taylan/Türkiye, B. No: 32051/09, 3/7/2012, § 46; Böber/Türkiye, B. No: 62590/09, 9/4/2013, § 35; Ateşoğlu/Türkiye, B. No: 53645/10, 20/1/2015, § 28) yapılan yargılama sonucunda verilen mahkûmiyete ilişkin HAGB kararının Sözleşme’nin 3. maddesini usul yönünden ihlal ettiği gerekçesiyle kabul edilemez bir önlem olarak belirtmiştir. Ancak AİHM, devletin pozitif yükümlülüklerinin kapsamının Sözleşme'nin 3. maddesine aykırı muamelelerde bulunanların devlet memuru olması veya şiddetin özel kişiler tarafından uygulanmış olmasına göre farklılık gösterdiğini de kabul etmektedir (Beganović/Hırvatistan, § 69).

47. Öte yandan AİHM, üçüncü kişiler arasında gerçekleşen kasten yaralama olayına ilişkin mevcut davaya özgü koşulları dikkate alarak ceza davası sonucunda verilen mahkûmiyet hükmünün yeterli caydırıcı etkiye sahip olduğunu ve HAGB kararının Sözleşme’nin 3. maddesine aykırı muamelelere karşı bireylerin korunmasının amaçlandığı caydırıcı yasal önlemleri etkisiz kılmadığını belirterek devletin Sözleşme’nin 3. maddesi gereğince üstüne düşen pozitif yükümlülükleri yerine getirdiğini de dile getirmiştir (Çalışkan/Türkiye (k.k.), B. No: 47936/11, 1/12/2015, §§ 46-52).

48. AİHM kolluk görevlilerinin güç kullanımlarının hukuka aykırılık teşkil ettiğine ilişkin yerel yargı makamlarınca yapılan nihai tespitlerden sonra ayrıca Sözleşme kapsamında söz konusu hakkın maddi boyutu itibarıyla ihlal edilip edilmediği yönünde bir inceleme yapmayacağını ancak yerel yargı makamlarınca söz konusu ihlalin verilen ceza ile orantılı şekilde giderilip giderilmediğini cezanın caydırıcı etkisi yönünden değerlendireceğini belirtmiştir. Başka bir ifadeyle AİHM yerel mahkemelerce hukuka aykırı eylemin sabit görülmesinden sonra ihlale yönelik uygun ve yeterli bir tazminatın sağlanıp sağlanmadığı ile sınırlı bir inceleme yapacağını belirtmiştir (Kasap ve diğerleri/Türkiye, § 56; Fadime ve Turan Karabulut/Türkiye, B. No: 23872/04, 27/5/2010, § 43; Külah ve Koyuncu/Türkiye, B. No: 24827/05, 23/4/2013, § 38).

V. İNCELEME VE GEREKÇE

49. Mahkemenin 28/11/2019tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

50. Başvurucu; kasten öldürmeye teşebbüs suçundan açılan davada Mahkemece keşif yapılmadan ve olaya ilişkin delillerden toplanmadan failin daha az ceza gerektiren kasten yaralama suçundan cezalandırıldığını, olay yerinde kamera bulunmasına rağmen kolluk tarafından aksine tutanak düzenlendiğini, kendisinin sunması üzerine ancak olay anına ilişkin bazı görüntülerin soruşturma dosyasına girdiğini, olayı üç polis memurunun gerçekleştirdiği tutanaklarda görülmesine rağmen bir fail hakkında kamu davası açıldığını, kendisinin de hakaret ettiği gerekçesiyle verilen cezadan haksız tahrik indirimi yapılarak yetersiz bir cezaya hükmedildiğini ve üstelik fail hakkında HAGB'ye karar verildiğini, yaptığı itiraza bakan mercinin sadece usule ilişkin bir inceleme yaparak, gerekçesiz şekilde talebini reddettiğini belirterek adil yargılanma ve yaşam hakları ile kötü muamele yasağının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

B. Değerlendirme

51. Anayasa’nın 17. maddesinin birinci ve üçüncü fıkraları şöyledir:

"Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.

...

Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz.”

52. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Kolluk görevlisi ile başvurucu arasında yaşanan olayda başvurucunun hayati tehlike geçirecek şekilde yaralanmış olması gözetildiğinde şikâyetin yaşam hakkı bağlamında incelenme ihtimali bulunduğundan bu hususta bir değerlendirme yapılması gerekmektedir.

1. Uygulanabilirlik Yönünden

53. Somut olayda başvurucu hayatta olduğundan öncelikle yaşam hakkını güvence altına alan Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasının uygulanabilirliği konusunda bir değerlendirme yapılması gerekir.

54. Bir olayda yaşam hakkına ilişkin ilkelerin uygulanabilmesi için gerekli şartlardan biri doğal olmayan bir ölümün gerçekleşmesi olmakla birlikte sınırlı bazı durumlarda ölüm gerçekleşmese dahi olayın yaşam hakkı çerçevesinde incelenebilmesi olanaklıdır (Mehmet Karadağ, B. No: 2013/2030, 26/6/2014, § 20).

55. Ölümle sonuçlanmayan bir olaya ilişkin başvuru da mağdura karşı yapılan eylemin niteliği ve failin amacı gibi somut olayın koşulları dikkate alınarak yaşam hakkı kapsamında incelenebilir. Bu değerlendirme yapılırken eylemin potansiyel olarak öldürücü niteliğe sahip olup olmadığı ile maruz kalınan eylemin mağdurun fiziki bütünlüğü üzerindeki sonuçları önem taşımaktadır (Yasin Ağca, B. No: 2014/13163, 11/5/2017, §§ 109, 110).

56. Somut olayda başvurucunun polisin müdahalesi sırasında göğüs bölgesine aldığı darbe neticesinde hayati tehlike geçirdiği anlaşılmaktadır (bkz. § 15). Derece mahkemesinde yapılan yargılamada elde edilen delillere ve olayın gelişimine bakıldığında söz konusu yaralanma failin tekme atmak suretiyle gerçekleştirdiği bir eylemin sonucudur ve bu sırada olay yerinde başka polis memurları ile sağlık görevlileri bulunmaktadır. Dolayısıyla başvurucu bu yaralanma nedeniyle hayati tehlike geçirmiş ise de fiziksel saldırıyı sonlandırabilecek ve tıbben müdahale edebilecek görevlilerin bulunduğu bir ortamda olayın vuku bulduğu, kullanılan gücün ateşli silaha veya benzeri etkiye sahip bir alete dayanmadığı, başvurucunun göğüs bölgesinde oluşan kemik kırıklarının hayat fonksiyonlarına etkisinin orta derecede olduğu, netice itibarıyla ölümün gerçekleşmediği dikkate alındığında söz konusu başvurunun Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan kötü muamele yasağı çerçevesinde incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir. Bununla birlikte başvurucunun adil yargılanma hakkı kapsamında ileri sürdüğü delillerin eksik toplandığı ve yargılama sonucunda hatalı karar verildiği iddiası usul boyutu yönünden yapılacak inceleme ile ilişkili olduğundan Anayasa'nın 36. maddesi kapsamında ayrı bir inceleme yapılmasına gerek görülmemiştir.

2. İncelemenin Kapsamı Yönünden

57. İşkence ve kötü muamele yasağına ilişkin şikâyetlerin incelenmesinde yasağın maddi ve usul boyutlarının ayrı ayrı ele alınması gerekmektedir. Bu bağlamda yasağın maddi boyutu sadece bireyleri işkence ya da insanlık dışı veya aşağılayıcı muameleye ya da cezaya tabi tutmama sorumluluğunu (negatif yükümlülük) içermemektedir. Ayrıca bireylerin bu tür muameleye maruz kalmasını engelleyecek, etkili önleyici mekanizmaların kurulması yönünde pozitif bir yükümlülük de içermektedir.

58. İşkence ve kötü muamele yasağının usul boyutu ise bu yasağın ihlal edildiğine yönelik tartışılabilir ve makul şüphe uyandıraniddiaların sorumlularının tespitini ve cezalandırılmasını sağlayacak etkili bir soruşturma yapılması sorumluluğunu (pozitif yükümlülük) içermektedir.

59. Somut olayda başvurucu, kolluk tarafından gerçekleştirilen eylem sabit olmasına rağmen eksik ve suç vasfının hatalı değerlendirildiği yargılamanın sonucunda failin daha az ceza gerektiren bir suçtan dolayı mahkûm edildiğini ve üstelik hakkında HAGB'ye karar verildiğini belirterek verilen cezanın caydırıcı olmaktan uzak olduğunu ileri sürmüştür. Yapılan kovuşturma neticesinde polis memuruna HAGB kurumunun uygulanmasının başvurucu açısından yeterli ve etkili bir telafi imkânı sunup sunmadığı, diğer bir ifadeyle mağdur sıfatını ortadan kaldırıp kaldırmadığının negatif yükümlülük -kötü muamele yasağının maddi boyutu- bağlamında incelenmesi gerekir. Bununla birlikte benzer olayların önüne geçilmesi amacına hizmet eden caydırıcı ceza verilmesine yönelik etkili bir soruşturma yapılıp yapılmadığının pozitif yükümlülük -usul boyutu- bağlamında ayrıca değerlendirilmesi gerekmektedir. Bu nedenlerle başvurucunun şikâyetleri kötü muamele yasağının hem maddi hem usul boyutu itibarıyla ele alınacaktır.

60. Herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkı Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınmıştır. Anılan maddenin birinci fıkrasında insan onurunun korunması amaçlanmıştır. Üçüncü fıkrasında da kimseye işkence ve eziyet yapılamayacağı, kimsenin insan haysiyetiyle bağdaşmayanceza veya muameleye tabi tutulamayacağı hüküm altına alınmıştır.

61. Devletin bireyin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına saygı gösterme yükümlülüğü, öncelikle kamu otoritelerinin bu hakka müdahale etmemelerini yani anılan maddenin üçüncü fıkrasında belirtilen şekillerde kişilerin fiziksel ve ruhsal zarar görmelerine neden olmamasını gerektirir. Bu, devletin bireyin vücut ve ruh bütünlüğüne saygı gösterme yükümlülüğünden kaynaklanan negatif ödevidir (Cezmi Demir ve diğerleri, B. No: 2013/293, 17/7/2014,§ 81).

62. Anayasa’nın 17. maddesinde düzenlenen hak kapsamında ayrıca devletin -pozitif bir yükümlülük olarak- yetki alanında bulunan tüm bireylerin maddi ve manevi varlığını koruma hakkını gerek kamusal makamların ve diğer bireylerin gerekse kişinin kendisinin eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı koruma yükümlülüğü bulunmaktadır. Devlet, bireyin maddi ve manevi varlığını her türlü tehlikeden, tehditten ve şiddetten korumakla yükümlüdür (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, B. No: 2012/752, 17/9/2013,§ 51).

63. Anılan koruma yükümlülüğü devlete, söz konusu kişilerin işkence ve eziyete ya da insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir ceza veya muameleye maruz bırakılmalarını engelleyecek tedbirler alma ödevini yüklemektedir. Anılan yükümlülük işkence ve kötü muamele yasağının maddi boyutunun bir unsurunu, devletin kişilerin fiziksel ve ruhsal bütünlüklerini idari ve yasal mevzuat aracılığıyla koruma hususundaki pozitif yükümlülüğünü oluşturmaktadır. Koruma doğrultusunda yetkililerin bildikleri ya da bilmeleri gereken bir kötü muamele tehlikesinin gerçekleşmesini engellemek için makul tedbirleri almamaları durumunda devletin Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası anlamında sorumluluğu ortaya çıkabilecektir (Cezmi Demir ve diğerleri, §82).

64. Tüm adli kovuşturmaların mahkûmiyet veya belirli bir hüküm alma ile sonuçlanmasına yönelik kesin bir zorunluluk bulunmamakla birlikte mahkemeler hiçbir koşul altında yaşamı tehdit eden suçların, fiziksel ve ruhsal bütünlüğe yapılan ağır saldırıların cezasız kalmasına, af ya da zamanaşımına uğramasına izin vermemelidir. Adli makamların yetki alanları kapsamındaki kişilerin yaşamları ile fiziksel ve ruhsal bütünlüklerini korumak için çıkarılan kanunların koruyucuları olarak sorumlu olanlara yaptırım uygulamakta kararlı olmaları ve suçun ağırlık derecesi ile verilen ceza arasında açık bir orantısızlığa izin vermemeleri gerekir. Aksi hâlde devletin kişilerin fiziksel ve ruhsal bütünlüklerini idari ve yasal mevzuat aracılığıyla koruma hususundaki pozitif yükümlülüğü yerine getirilmemiş olacaktır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 77).

65. Öte yandan bir muamelenin Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının kapsamına girebilmesi için asgari bir ağırlık derecesine ulaşmış olması gerekmektedir. Bu asgari eşik göreceli olup her olayda asgari eşiğin aşılıp aşılmadığı somut olayın özellikleri dikkate alınarak değerlendirilmelidir. Bu bağlamda muamelenin süresi, fiziksel ve ruhsal etkileri ile mağdurun cinsiyeti, yaşı ve sağlık durumu gibi faktörler önem taşımaktadır (Tahir Canan, § 23). Değerlendirmeye alınacak bu unsurlara muamelenin amacı ve ardındaki saik de eklenebilir. Ayrıca kötü muamelenin heyecanın ve duyguların yükseldiği durumda meydana gelip gelmediği de dikkate alınması gereken diğer bir faktördür (Cezmi Demir ve diğerleri,§ 83).

66. Anayasa ve Sözleşme tarafından kötü muamele, kişi üzerindeki etkisi gözetilerek derecelendirilmiş ve farklı kavramlarla ifade edilmiştir. Dolayısıyla Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında geçen ifadeler arasında bir yoğunluk farkının bulunduğu görülmektedir. Bir muamelenin işkence olarak nitelendirilip nitelendirilmeyeceğini belirleyebilmek için anılan fıkrada geçen eziyet ve insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele kavramları ile işkence arasındaki ayrıma bakmak gerekmektedir. Bu ayrımın Anayasa tarafından, özellikle çok ağır ve zalimane acılara neden olan kasti insanlık dışı muamelelerdeki özel duruma işaret etmek ve bir derecelendirme yapmak amacıyla getirildiği ve anılan ifadelerin 5237 sayılı Kanun’da düzenleme altına alınmış olan işkence, eziyet ve hakaret suçlarının unsurlarından daha geniş ve farklı bir anlam taşıdığı anlaşılmaktadır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 84).

67. Buna göre anayasal düzenleme bağlamında kişinin maddi ve manevi varlığının bütünlüğüne en fazla zarar veren muamelelerin işkence olarak belirlenmesi mümkündür (Tahir Canan, § 22). Muamelelerin ağırlığının yanı sıra İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı veya Aşağılayıcı Muamele veya Cezaya Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’nin 1. maddesinde işkence teriminin özellikle bilgi almak, cezalandırmak veya yıldırmak amacıyla ya da ayrımcı bir nedenle kasten ağır acı veya ızdırap vermeyi kapsadığı belirtilerek kasıt unsuruna da yer verilmiştir (Cezmi Demir ve diğerleri,§ 85).

68. İşkence seviyesine varmayan fakat yine de önceden tasarlanmış, uzun bir dönem içinde saatlerce uygulanmış ve fiziki yaralanmaya, yoğun maddi veya manevi ızdıraba sebep olan insanlık dışı muameleler eziyet olarak tanımlanabilir (Tahir Canan, § 22). Bu hâllerde meydana gelen acı, meşru bir muamele ya da cezada kaçınılmaz bir unsur olarak bulunan acının ötesine geçmelidir. İşkenceden farklı olarak eziyette, ızdırap verme kastının belli bir amaç doğrultusunda yapılması şartı aranmaz. Fiziksel saldırı, darp, psikolojik sorgu teknikleri, kötü şartlarda tutma, kişiyi kötü muamele göreceği bir yere sınır dışı ya da iade etme, devletin gözetimi altında kişinin kaybolması, kişinin evinin yok edilmesi, ölüm cezasının infazının uzunca bir süre beklenilmesinin doğurduğu korku ve sıkıntı, çocuk istismarı gibi muameleler Anayasa'nın 17. maddesinin üçüncü fıkrası bağlamında eziyet olarak nitelendirilebilir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 88).

69. Mağdurları küçük düşürebilecek ve utandırabilecek şekilde kendilerinde korku, küçültülme, elem ve aşağılanma duygusu uyandıran veya mağduru kendi iradesine ve vicdanına aykırı bir şekilde hareket etmeye sürükleyen aşağılayıcı nitelikteki daha hafif muamelelerin ise insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele veya ceza olarak tanımlanması mümkündür (Tahir Canan, § 22). Burada eziyetten farklı olarak kişi üzerinde uygulanan muamele, fiziksel ya da ruhsal acıdan öte küçük düşürücü veya alçaltıcı bir etki oluşturmaktadır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 89).

70. Bir muamelenin bu kavramlardan hangisini oluşturduğunun belirlenebilmesi için her somut olay kendi özel koşulları içinde değerlendirilmelidir. Muamelenin kamuya açık olarak yapılması onun aşağılayıcı ve insan haysiyetiyle bağdaşmayan nitelikte olup olmamasında rol oynasa da bazı durumlarda kişinin kendi gözünde küçük düşmesi de bu seviyedeki bir kötü muamele için yeterli olabilmektedir. Ayrıca muamelenin küçük düşürme ya da alçaltma kastı ile yapılıp yapılmadığı dikkate alınsa da böyle bir amacın belirlenememesi, kötü muamele ihlali olmadığı anlamına gelmeyecektir. Bir muamele hem insanlık dışı/eziyet hem de aşağılayıcı/insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele niteliğinde olabilir. Her türlü işkence, aynı zamanda insanlık dışı ya da aşağılayıcı muamele oluştururken insan haysiyetiyle bağdaşmayan her aşağılayıcı muamele insanlık dışı/eziyet niteliğinde olmayabilir. Tutulma koşulları, tutulanlara yapılan uygulamalar, ayrımcı davranışlar, devlet görevlileri tarafından sarf edilen hakaretamiz ifadeler, engelli kimselerin karşılaştığı kimi olumsuz durumlar, kişiye normal olmayan bazı şeyleri yedirme içirme gibi aşağılayıcı muameleler insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele olarak ortaya çıkabilir (Cezmi Demir ve diğerleri, § 90).

71. Devletin kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamındaki pozitif yükümlülüğünün usul boyutu da bulunmaktadır. Bu usul yükümlülüğü çerçevesinde devlet, doğal olmayan her türlü fiziksel ve ruhsal saldırı olayının sorumlularının belirlenmesini ve gerekiyorsa cezalandırılmasını sağlayabilecek etkili resmî bir soruşturma yürütmek durumundadır. Bu tarz bir soruşturmanın temel amacı, söz konusu saldırıları önleyen hukukun etkin bir şekilde uygulanmasını güvenceye almak ve kamu görevlilerinin ya da kurumlarının karıştığı olaylarda bunların sorumlulukları altında meydana gelen olaylar için hesap vermelerini sağlamaktır (Cezmi Demir ve diğerleri, §110).

72. Buna göre bireyin bir devlet görevlisi tarafından hukuka aykırı olarak ve Anayasa’nın 17. maddesini ihlal eder biçimde bir muameleye tabi tutulduğuna ilişkin savunulabilir bir iddiasının bulunması hâlinde Anayasa’nın 17. maddesi -“Devletin temel amaç ve görevleri” kenar başlıklı 5. maddedeki genel yükümlülükle birlikte yorumlandığında- etkili bir resmî soruşturmanın yapılmasını gerektirmektedir. Bu soruşturma, sorumluların belirlenmesini ve cezalandırılmasını sağlamaya elverişli olmalıdır. Bu mümkün olmazsa anılan madde, sahip olduğu öneme rağmen pratikte etkisiz hâle gelecek ve bazı durumlarda devlet görevlilerinin fiilî dokunulmazlıktan yararlanarak kontrolleri altında bulunan kişilerin haklarını istismar etmeleri mümkün olacaktır (Tahir Canan, § 25).

73. Usul yükümlülüğünün bir olayda gerektirdiği soruşturma türünün bireyin maddi ve manevi varlığını koruma hakkının esasına ilişkin yükümlülüklerin cezai bir yaptırım gerektirip gerektirmediğine bağlı olarak tespiti gerekmektedir. Kasten ya da saldırı veya kötü muameleler sonucu meydana gelen ölüm ve yaralama olaylarına ilişkin davalarda Anayasa’nın 17. maddesi gereğince devletin ölümcül ya da yaralamalı saldırı durumunda sorumluların tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verebilecek nitelikte cezai soruşturmalar yürütme yükümlülüğü bulunmaktadır. Bu tür olaylarda yürütülen idari ve hukuki soruşturmalar ve davalar sonucunda sadece tazminat ödenmesi, bu hak ihlalini gidermek ve mağdur sıfatını ortadan kaldırmak için yeterli değildir (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 55).

74. Yürütülen ceza soruşturmalarının amacı, kişinin maddi ve manevi varlığını koruyan mevzuat hükümlerinin etkili bir şekilde uygulanmasını ve sorumluların ölüm ya da yaralama olayına ilişkin hesap vermelerini sağlamaktır. Bu bir sonuç yükümlülüğü değil uygun araçların kullanılması yükümlülüğüdür (Serpil Kerimoğlu ve diğerleri, § 56).

75. Yürütülecek ceza soruşturmaları, sorumluların tespitine ve cezalandırılmalarına imkân verecek şekilde etkili ve yeterli olmalıdır. Soruşturmanın etkili ve yeterli olduğundan söz edebilmek için soruşturma makamlarının resen harekete geçerek olayı aydınlatabilecek ve sorumluların tespitine yarayabilecek bütün delilleri toplamaları gerekir. Dolayısıyla kötü muamele iddialarının gerektirdiği soruşturma bağımsız, hızlı ve derinlikli bir şekilde yürütülmelidir. Diğer bir ifadeyle yetkililer, olay ve olguları ciddiyetle öğrenmeye çalışmalı; soruşturmayı sonlandırmak ya da kararlarını temellendirmek için çabuk ve temelden yoksun sonuçlara dayanmamalı; bu kapsamda diğer deliller yanında görgü tanıklarının ifadeleri ile kriminalistik bilirkişi incelemeleri dâhil söz konusu olayla ilgili kanıtları toplamak için alabilecekleri bütün makul tedbirleri almalıdırlar (Cezmi Demir ve diğerleri,§ 114).

76. Soruşturmanın etkililiğini sağlayan en alt seviyedeki inceleme, başvuruya konu soruşturmanın kendine özgü koşullarına göre değişir. Bu koşullar, ilgili bütün olay ve olgular temelinde ve soruşturmanın pratik gerçekleri dikkate alınarak değerlendirilir. Bu nedenle soruşturmanın etkililiği bakımından her olayda geçerli olmak üzere bir asgari soruşturma işlemler listesi veya benzeri bir asgari ölçüt belirlemek mümkün değildir. Bununla birlikte soruşturma sonucunda alınan kararın soruşturmada elde edilen tüm bulguların kapsamlı, nesnel ve tarafsız bir analizine dayalı olması gerekir (Fahriye Erkek ve diğerleri, B. No: 2013/4668, 16/9/2015, § 68, 69)

77. AİHM, bir devlet görevlisinin işkence veya kötü muameleyle suçlandığı durumlarda etkili başvurunun amaçları çerçevesinde cezai işlemlerin ve hüküm verme sürecinin zamanaşımına uğramamasının, genel affın veya affın mümkün kılınmamasının büyük önem taşıdığına işaret etmiştir. Ayrıca AİHM, soruşturması veya davası süren görevlinin görevinin askıya alınmasının ve hüküm alırsa meslekten men edilmesinin önemine dikkat çekmiştir (Abdülsamet Yaman/Türkiye, § 55).

78. Anayasa’nın 17. maddesinin amacı, kişinin maddi ve manevi varlığına ilişkin bir ölüm ya da yaralama olayında mevzuat hükümlerinin etkili bir şekilde uygulanmasını ve sorumluların tespit edilerek hesap vermelerini sağlamaktır. Bu bir sonuç yükümlülüğü olmayıp uygun araçların kullanılması yükümlülüğüdür. Dolayısıyla bu kapsamda açılmış olan tüm davaların mahkûmiyetle ya da belirli bir ceza kararıyla sonuçlanması zorunluluğu bulunmamaktadır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 127). Ancak usul yükümlülüğünün bir unsuru olarak tespit edilen sorumlulara fiilleriyle orantılı cezalar verilmeli ve mağdur açısından uygun giderim sağlanmalıdır (Şenol Gürkan, B. No: 2013/2438, 9/9/2015, § 105).

79.Somut olayda başvurucu, kolluğun müdahalesi sonucunda göğüs bölgesinden hayati tehlike geçirecek şekilde yaralanmıştır. Başvurucunun vücudunda olay sonrasında birçok yara tespit edilmiş ise de bu yaralanmaların kolluğun müdahalesiyle mi yoksa failin iddia ettiği gibi başvurucunun kendine zarar vermesiyle mi oluştuğu yargılama sonucunda netlik kazanmamıştır. Buna rağmen başvurucunun hayati tehlike geçirmesine sebep olan yaralanmaya sanığın neden olduğuna Mahkemece karar verilmiştir. Başvuruya konu olayın meydana geliş şekli değerlendirildiğinde failin savunmasında iddia ettiği gibi kendini koruma amacıyla mı söz konusu hareketi gerçekleştirdiği değerlendirmesi yapılmaksızın başvurucunun kolluk görevlisi tarafından yaralanması nedeniyle Anayasa’nın 17. maddesi kapsamında devletin negatif yükümlülüğüne aykırı davranıldığı sonucuna ulaşılmıştır. Başvurucunun maruz kaldığı eylemin süresi, amacı, etkisi ve sonuçları birlikte değerlendirildiğinde eylemin eziyet olarak nitelendirilebileceğini belirtmek gerekir.

80. Somut olayda anılan eylem nedeniyle ceza kovuşturması yürütüldüğü dikkate alındığında bu durumun başvurucu açısından yeterli ve etkili bir telafi imkânı sunup sunmadığının, diğer bir ifade ile yargılama sonucunun mağdur sıfatını ortadan kaldırıp kaldırmadığının incelenmesi gerekmektedir. Her ne kadar şahsi cezai mesuliyete ilişkin konulara değinmek ya da kişilerin suçlu olup olmadıklarına yönelik karar vermek Anayasa Mahkemesinin görevi kapsamında değil ise de kamu görevlilerinin işledikleri kötü muamele suçları için yapılan uygulamalara ilişkin olarak suçun ağırlık derecesi ile verilen ceza arasında açık bir orantısızlığın bulunduğu durumlarda Anayasa Mahkemesinin anayasal denetim yapma görevi bulunmaktadır (Cezmi Demir ve diğerleri, § 76).

81. Usul boyutuna ilişkin olarak yapılacak incelemenin konusu olmakla birlikte bu aşamada, mağdur sıfatının ortadan kalkıp kalkmadığının tespiti açısından gerekli olduğu kadarıyla başvurucu açısından yeterli ve etkili bir telafi sağlanıp sağlanmadığının değerlendirilmesi gerekmektedir. Devletin negatif yükümlülüğüne aykırı eylemde bulunduğu Mahkemece tespit edilen sanık hakkında alt sınırdan ceza tayini yoluna gidilerek haksız tahrik indirimi uygulanmış ve sonuçta 1 yıl 8 ay hapis cezası tayin edilmiş, ayrıca HAGB'ye karar verilmiştir. Ortaya konan gerekçeye göre sanığın başvurucunun elinde bir cisimle kendisine doğru hamle yapması sonrasında söz konusu eylemi gerçekleştirdiği kabul edilerek sanık hakkında haksız tahrik indirimi uygulanmıştır. Mahkeme, tahriki ağır bularak kanunun belirlediği asgari oranın üstünde indirim uygulamıştır. Olaya ilişkin görüntüleri izleyerek birtakım tespitler yapan Mahkemenin yaptığı tespitler ile olayı kabul ediş şeklinin uygun düşüp düşmediği tartışma konusu yapılmaksızın başvurucuya atfedilen eylemin niteliğine göre haksız tahrik indiriminde belirlenen oranın failin fiiliyle orantılı ceza almasına ve başvurucu açısından uygun giderimin sağlanmasına hizmet ettiği söylenemeyecektir. Öte yandan kamu görevlisi hakkında disiplin cezası verilip verilmediği yönünde başvuru dosyasında bir bilgi de mevcut değildir.

82. Derece mahkemelerinin yaptıkları yargılama sonucunda verdikleri mahkûmiyet kararı sonrası HAGB kararı verilebilmesi için objektif birtakım koşulların yanında bir de subjektif koşul bulunmaktadır. Bu subjektif koşulu kanun "sanığın kişilik özelikleri ile duruşmadaki tutum ve davranışları" olarak belirtmiş ve buna göre sanığın bir daha suç işlemeyeceği yönünde mahkemede bir kanaat oluşması gerekliliğine vurgu yapmıştır. Şüphesiz bu durumun takdiri hâkimlere ait olmakla birlikte sanığın kişilik özellikleri değerlendirilirken sanığın bir devlet görevlisi olduğu ve kötü muamele yasağını ihlal ettiği de gözönünde tutularak bu husus karar gerekçesinde tartışılmalı, buna uygun bir takdir hakkı kullanıldığı da kararda gösterilmelidir. Hem AİHM (Kasap ve diğerleri, § 60; Eski/Türkiye, § 36; Taylan/Türkiye, § 46; Böber/Türkiye, § 35; Ateşoğlu/Türkiye, § 28) hem de Anayasa Mahkemesi (birçok karar arasından bkz. Mehmet Şah Araş ve diğerleri, B. No: 2014/798, 28/9/2016, §§ 108, 109) benzer durumlarda hâkimlerin takdir haklarını kullanırken insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağına ilişkin hak ihlalinin giderilmesinde HAGB kararlarının gereken düzeyde bir caydırıcılık sağlamadığını belirtmektedir. Dolayısıyla başvurucunun sağlık raporlarıyla tespit edilen yaralanmasının ağırlığına da bağlı olarak eziyet olarak değerlendirilen eylem nedeniyle kurulan hükmün -haksız tahrik indirimi ile 1 yıl 8 ay hapis cezasına çarptırılması ve hukuki bir sonuç doğurmamayı ifade eden HAGB kurumunun sanık hakkında uygulanması sebebiyle- başvurucu açısından mağduriyetinin etkili giderimini sağlayabilecek nitelikte olmadığı anlaşılmaktadır.

83. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan eziyet yasağının maddi boyutunun ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

84. Diğer taraftan izah edildiği üzere (bkz. § 59) başvurunun Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan eziyet yasağının usul boyutu yönüyle de incelenmesi gerekir.

85. Başvurucu, yaralamanın üç kolluk görevlisinin müdahalesiyle gerçekleşmesine rağmen sadece biri hakkında dava açıldığını iddia etmekte ise de yürütülen soruşturma ve Mahkemece yapılan yargılamada varılan sonuca göre başvurucunun iddiasını mümkün kılan bir bulguya rastlanmadığı gibi bunu doğrulayan bir delil başvurucu tarafından soruşturma makamlarına sunulmamıştır. Bunun yanında olay anını görüntüleyen bazı kamera kayıtlarına silindiği için ulaşılamamış ise de başvurucunun ibraz etmesi sonucunda da olsa olayın görüntüleri delil olarak yargılamaya konu edilmiş, nihayetinde failin başvurucuyu yaraladığı tespiti yapılarak suç sabit görülmüştür.

86. Öte yandan yürütülen yargılama sonucunda eziyet yasağının ihlali niteliği taşıyan kasten yaralama eyleminin gerçekleştiği sabit görülmesine rağmen kamu görevlisi olan fail hakkındabaşvurucunun eylemine göre orantısız şekilde haksız tahrik indirimi yapılarak HAGB'ye karar verildiği anlaşılmaktadır.

87. İlk derece mahkemesince sabit görülen eylemin nitelik ve ağırlığı dikkate alındığında sanık hakkında verilen 1 yıl 8 ay hapis cezasına ilişkin HAGB kararı sonucunda sanığın deneme süresi içinde suç işlememesi hâlinde hiç vaki olmamış sayılarak bu ceza adli ve memuriyet siciline yansımayacaktır. Verilen bu karar cezanın infazının ertelenmesinden daha güçlü bir etkiye sahiptir ve sanığın cezadan muaf tutulması ile sonuçlanmaktadır (AİHM'in benzer yöndeki değerlendirmeleri için bkz. § 46).

88. Soruşturma yükümlülüğü bir sonuç yükümlülüğü olmayıp uygun araçların kullanılması yükümlülüğünü oluşturduğundan yargılamanın nihai olarak mutlaka belli bir ceza türüyle sonuçlanması gerektiği söylenemeyecek olmakla birlikte mahkemelerin hukuku sanıkların fiilen cezasız kalmalarını sağlayacak şekilde uyguladıklarının tespiti hâlinde soruşturmanın etkinliğinin sağlanamadığı sonucuna varılabilecektir.

89. Somut olayda yürütülen yargılamanın sonucunda verilen HAGB kararı, kamu görevlisi hakkında tespit edilen eylemin niteliği ve başvurucunun sağlık raporlarıyla tespit edilen durumu bir bütün olarak değerlendirildiğinde, soruşturmanın etkinliğinin sağlanmasının koşullarından biri olan sorumluların fiilleriyle orantılı ceza almaları koşulunun yerine getirilmediği ve cezasızlık sonucunun doğduğu anlaşılmaktadır.

90. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasının öngördüğü, devletin etkili soruşturma yapma usul yükümlülüğünün de ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

91. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı ve (2) numaralı fıkrası şöyledir:

“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

92. Başvurucu, ihlalin tespit edilmesi ve yeniden yargılama yapılmasına hükmedilerek ihlalin giderilmesi talebinde bulunmuştur.

93. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir (B. No: 2014/8875, 7/6/2018, [GK]). Mahkeme diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına da işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri, B.No: 2016/12506, 7/11/2019).

94. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural mümkün olduğunca eski hâle getirmenin, yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§55, 57).

95. İhlalin mahkeme kararından kaynaklandığı durumlarda Anayasa Mahkemesi, 6216 sayılı Kanunun 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası ile İçtüzük’ün 79. maddesinin 1 numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca, ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere kararın bir örneğinin ilgili mahkemeye gönderilmesine hükmeder. Anılan yasal düzenleme, usul hukukundaki benzer hukuki kurumlardan farklı olarak, ihlali ortadan kaldırmak amacıyla yeniden yargılama sonucunu doğuran ve bireysel başvuruya özgülenen bir giderim yolunu öngörmektedir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi tarafından ihlal kararına bağlı olarak yeniden yargılama kararı verildiğinde, usul hukukundaki yargılamanın yenilenmesi kurumundan farklı olarak ilgili mahkemenin yeniden yargılama sebebinin varlığını kabul hususunda herhangi bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla böyle bir karar kendisine ulaşan mahkemenin yasal yükümlülüğü, ilgilinin talebini beklemeksizin Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı nedeniyle yeniden yargılama kararı vererek devam eden ihlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemleri yerine getirmektir. (Mehmet Doğan, §§ 58-59; Aligül Alkaya ve diğerleri, §§57-59, 66-67).

96. İncelenen başvuruda mahkeme kararının başvurucunun mağduriyetini gidermemesi ve verilen cezaya ilişkin hüküm sonucunun caydırıcı olmaktan uzak olması nedeniyle eziyet yasağının maddi ve usul boyutunun ihlal edildiği sonucuna varmıştır. Dolayısıyla somut başvuruda ihlalin mahkeme kararından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

97. Bu durumda eziyet yasağının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Yapılacak yeniden yargılama ise bireysel başvuruya özgü düzenleme içeren 6216 sayılı Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına yöneliktir. Bu kapsamda yapılması gereken iş yeniden yargılama kararı verilerek Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar verilmesinden ibarettir. Bu sebeple kararın bir örneğinin yeniden yargılama yapılmak üzere Adana 10. Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekmektedir.

98. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 239,50 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.714,50 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Başvurucunun eziyet yasağının ihlal edildiğine ilişkin iddiasının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 17. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan eziyet yasağının maddi ve usul boyutunun İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Adana 10. Ağır Ceza Mahkemesine (verilen karar Mahkemenin 18/2/2016 tarihli E.2015/129, K.2016/79 sayılı kararıyla ilgilidir) GÖNDERİLMESİNE,

D. 239,50 TL harç ve 2.475 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.714,50 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucuların Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz UYGULANMASINA,

F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 28/11/2019 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.