TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
GENEL KURUL
KARAR
E.Y.BAŞVURUSU
GENEL KURUL
KARAR
GİZLİLİK TALEBİ KABUL
Başkan : Zühtü ARSLAN
Başkanvekili : Hasan Tahsin GÖKCAN
Başkanvekili : Kadir ÖZKAYA
Üyeler : Engin YILDIRIM
Muammer TOPAL
M. Emin KUZ
Rıdvan GÜLEÇ
Recai AKYEL
Yusuf Şevki HAKYEMEZ
Selahaddin MENTEŞ
Basri BAĞCI
İrfan FİDAN
Kenan YAŞAR
Muhterem İNCE
Raportör : Yusuf Enes KAYA
Başvurucu : E.Y.
Vekili : Av. Vedat ÖZKAN
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru; gözaltı ve tutuklama tedbiri dolayısıyla ödenen tazminatın yetersiz olması, adli kontrol tedbiri kapsamındaki tazminat talebinin kabul edilmemesi nedeniyle adil yargılanma ile kişi hürriyeti ve güvenliği haklarının, vekâlet ücretinin yapılan düzenlemeyle azaltılması nedeniyle de mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru 4/4/2018 tarihinde yapılmıştır. Komisyon; başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir.
3. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.
4. Bölüm, başvurunun Genel Kurul tarafından incelenmesine karar vermiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
5. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:
6. Başvurucu, PKK çağrılarıyla gerçekleştirildiği belirtilen yasa dışı bir gösteri yürüyüşüne katıldığı iddiasıyla 14/5/2016 tarihinde gözaltına alınmıştır. Başvurucu; müdafii huzurunda Başsavcılıkta verdiği ifadesinde, gösteriye katılmadığını, gizli tanığın teşhis ettiği, görüntülerde yer alan kişinin kendisi olmadığını, sosyal medya hesabını kabul etmekle birlikte terör örgütü propagandası niteliğinde bir paylaşım yapmadığını belirtmiştir.
7. Başvurucu, silahlı terör örgütüne üye olma suçundan diğer şüphelilerle birlikte 16/5/2016 tarihinde tutuklanmıştır. Tutuklama kararının gerekçesi şöyledir:
"suça sürüklenen çocuğun üzerine atılı suçun niteliği, gizli tanık beyanları, teşhis tutanakları, dosyada yer alan mobese kamera görüntüleri, sosyal paylaşım sitesinde yapılan paylaşımlar, CMK'nın 100/3 maddesinde belirtilen ve kuvvetli suç şüphesinin varlığı halinde tutuklama nedeni varsayılan suçlardan olması, mevcut delil durumu ile tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde suça sürüklenen çocuklar yönünden kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut olgu ve delillerin bulunması, atılı suçun kanunda öngörülen cezasının nevi ve miktarına göre tutuklama tedbirinin ölçülü olması, kaçma şüphelerinin bulunması ve adli kontrol uygulamasının bu aşamada yetersiz kalacak olması dikkate alınarak CMK'nın 100, 101 ve devam eden maddeleri gereğince ayrı ayrı tutuklanmalarına... [karar verildi.]"
8. Başvurucu hakkında 3/6/2016 tarihinde, silahlı terör örgütüne üye olma, kamu malına zarar verme, kanuna aykırı toplantı ve yürüyüşlere silahsız katılarak ihtara rağmen kendiliğinden dağılmama, kasten yangın çıkarma, korku, kaygı veya silahla panik yaratabilecek tarzda ateş etme, tehlikeli maddeleri izinsiz olarak bulundurma veya el değiştirme, terör örgütü propagandası yapma, toplantı ve yürüyüşlere silahla katılma, trafik güvenliğini tehlikeye sokmasuçlarından cezalandırılması talebiyle kamu davası açılmıştır.
9. İddianamede; PKK/KCK terör örgütü çizgisinde yayın yapan internet sitesinden sokağa dökülme, sokak direnişleri gerçekleştirme, eylemler yaparak kamu düzenini bozmaya yönelik yapılan çağrılar üzerine 28/12/2015 tarihinde Anadolu Mahallesi Çukurova Caddesi'nde gösteri eylemi düzenlendiği, bu gösteride barikat kurularak yolların trafiğe kapatıldığı, eylemlere müdahale eden görevlilere ve kullandıkları araçlara taş, molotofkokteyli, el yapımı patlayıcılarla saldırılar düzenlendiği, kamu binalarına zarar verildiği belirtilmiştir. İddianamede, başvurucunun da aralarında olduğu suça sürüklenen çocukların eylemlere yüzleri maskeli bir şekilde katıldıkları belirtilmiştir. Başvurucunun söz konusu eyleme katıldığı iddiası gizli tanık beyanına dayandırılmıştır. Gizli tanığa 28/12/2015 tarihinde gerçekleştirilen eylemde çekilen görüntüler gösterilmiş, gizli tanık bu görüntülerden başvurucuyu teşhis etmiştir.
10. İddianamede; başvurucunun ekiplere taş, molotofkokteyli, havai fişek atılan çatıda olduğu, elindeki cisimleri çatıdan ekiplere attığı, çatıdaki grup ile fikir ve eylem birliği içinde hareket ettiği, bu grupla malzeme taşıdığı, başvurucunun da aralarında olduğu şahısların attığı materyaller sebebiyle Akrep ekip aracının yandığı, başvurucunun bu şekilde uzunca bir süre çatıda ekiplere yönelik saldırı gerçekleştirdiği, elindeki malzemelerle yolu trafiğe kapattığı, caddede ateş yaktığı, yolu trafiğe kapatan terör örgütü yandaşı grupla hareket ettiği, caddede seyir hâlindeki araçları durdurduğu, elinde sürekli taş bulundurduğu, caddede yakılan ateşe odun attığı ileri sürülmüştür. Ayrıca başvurucununsosyal medya hesabında yasa dışı eylem fotoğrafı paylaştığı belirtilmiştir.
11. Adana 2. Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) 17/6/2016 tarihinde iddianameyi kabul etmiş ve E.2016/339 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. Mahkeme ayrıca aynı tarihte yaptığı tensip incelemesinde başvurucunun üzerine atılı suçun vasfının değişme ihtimalini, bu aşamada tutukluluk hâlinin devamının hakkaniyete aykırı olacağını, yaşı ve sabit bir ikamet adresi olduğu gözetildiğinde kaçma ihtimalinin bulunmamasını dikkate alarak başvurucunun yurt dışına çıkış yasağı ve konutu terk etmeme adli kontrol tedbirine tabi tutularak tahliyesine karar vermiştir.
12. 10/10/2016 tarihli duruşmada konutu terk etmeme şeklindeki adli kontrol tedbiri kaldırılmıştır.
13. Mahkeme; yargılama sonunda gizli tanık beyanının tek başına mahkûmiyete esas alınamayacağını belirterek terör örgütü üyeliği ve diğer suçlar yönünden başvurucunun beraatine, sosyal medya paylaşımları nedeniyle terör örgütü propagandası suçundan cezalandırılmasına ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar vermiştir.
14. Beraat kararının kesinleşmesi üzerine başvurucu; iki ay haksız yere tutuklu kaldığını, gözaltı, tutuklama kararı ve adli kontrol tedbiri nedeniyle çalışamayıp kazanç kaybına uğradığını, üzüntü ve sıkıntı çektiğini, itibarının zedelendiğini, terörist muamelesi gördüğünü, gözaltına alınmadan önce aylık ortalama 2.000 TL kazandığını belirterek 10.000 TL maddi ve 15.000 TL manevi tazminat ödenmesi talebiyle dava açmıştır. Dava dilekçesinde başvurucu, gözaltının ve tutuklamanın haksız olduğu iddiasını gözaltına alınmasına ve tutuklandığı suçlar yönünden beraat etmesine dayandırmıştır. Başvurucu; dava dilekçesinde gözaltı, tutuklama ve adli kontrol tedbirinin hukuki olup olmadığıyla ilgili bir açıklamada bulunmamıştır.
15. Adana 6. Ağır Ceza Mahkemesi 29/12/2017 tarihli kararıyla başvurucuya 6.330,76 TL maddi, 12.000 TL manevi tazminat ile 2.199,69 TLvekâlet ücretinin ödenmesine karar vermiştir. Adana 6. Ağır Ceza Mahkemesi, kararında adli kontrol tedbiri yönünden bir değerlendirmede bulunmamıştır.
16. Başvurucu; hükmedilen tazminatların ve vekâlet ücretinin düşük olduğunu, adli kontrol tedbiri nedeniyle de tazminata hükmedilmesi gerektiğini belirterek istinaf yoluna başvurmuştur.
17. Bölge Adliye Mahkemesi 2/3/2018 tarihinde tutuklamadan sonra verilen konutu terk etmeme şeklindeki adli kontrol tedbirinin ceza infaz kurumunda tutuklu kalma gibi değerlendirilerek fazla manevi tazminata hükmedilmesinin hukuka aykırı olduğunu belirtmiştir. Mahkeme bu doğrultuda manevi tazminatı 4.000 TL, vekâlet ücretini de 1.240 TL olarak düzelterek istinaf başvurusunun esastan reddine kesin olarak karar vermiştir.
IV. İLGİLİ HUKUK
18. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun ''Adli kontrol'' kenar başlıklı 109. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
''(1) (Değişik: 2/7/2012-6352/98 md.) Bir suç sebebiyle yürütülen soruşturmada, 100 üncü maddede belirtilen tutuklama sebeplerinin varlığı halinde, şüphelinin tutuklanması yerine adlî kontrol altına alınmasına karar verilebilir.
...
(3) Adlî kontrol, şüphelinin aşağıda gösterilen bir veya birden fazla yükümlülüğe tabi tutulmasını içerir:
...
k) (Ek: 2/7/2012-6352/98 md.) Belirli bir yerleşim bölgesini terk etmemek.
...''
19. 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat istemi"kenar başlıklı 141. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
" (1) Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;
a) Kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilen,
b) Kanunî gözaltı süresi içinde hâkim önüne çıkarılmayan,
c) Kanunî hakları hatırlatılmadan veya hatırlatılan haklarından yararlandırılma isteği yerine getirilmeden tutuklanan,
d) Kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında hüküm verilmeyen,
e) Kanuna uygun olarak yakalandıktan veya tutuklandıktan sonra haklarında kovuşturmaya yer olmadığına veya beraatlerine karar verilen,
f) Mahkûm olup da gözaltı ve tutuklulukta geçirdiği süreleri, hükümlülük sürelerinden fazla olan veya işlediği suç için kanunda öngörülen cezanın sadece para cezası olması nedeniyle zorunlu olarak bu cezayla cezalandırılan,
g) Yakalama veya tutuklama nedenleri ve haklarındaki suçlamalar kendilerine, yazıyla veya bunun hemen olanaklı bulunmadığı hâllerde sözle açıklanmayan,
h) Yakalanmaları veya tutuklanmaları yakınlarına bildirilmeyen,
i) Hakkındaki arama kararı ölçüsüz bir şekilde gerçekleştirilen,
j) Eşyasına veya diğer malvarlığı değerlerine, koşulları oluşmadığı halde elkonulan veya korunması için gerekli tedbirler alınmayan ya da eşyası veya diğer malvarlığı değerleri amaç dışı kullanılan veya zamanında geri verilmeyen,
k) (Ek: 11/4/2013-6459/17 md.) Yakalama veya tutuklama işlemine karşı Kanunda
öngörülen başvuru imkânlarından yararlandırılmayan,
Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler"
20. Yargıtay 12. Ceza Dairesinin 21/12/2020 tarihli ve E.2019/1929, K.2020/7258 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
''...[A]macı maddi gerçeği ortaya çıkarmak olan ve kamusal nitelik taşıyan ceza mahkemesinde, bazı koruyucu tedbirlere başvurulması gerekebilir. Bu tedbirler, muhakemenin yapılabilmesi açısından, delillerin karartılmasını önlemeye yönelik olabileceği gibi şüpheli ya da sanığın hazır bulundurulmasını veya ilerde verilecek hükmün yerine getirilmesini sağlamak amacını da taşıyabilir. Koruma tedbirleri kavramı içinde yakalama, gözaltına alma, tutuklama, arama ve el koyma, adli kontrol, gizli soruşturmacı ve teknik araçlarla izleme ve telekomünikasyon yoluyla iletişimin denetlenmesi konuları yer almaktadır. 466 sayılı Kanunda bu koruma tedbirlerinden yakalama, gözaltı ve tutuklama, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 141. ve devamı maddelerinde ise yakalama, gözaltı, tutuklama, arama ve el koyma işleminden kaynaklanan maddi ve manevi zararların tazmininin düzenlendiği dikkate alındığında, davacı hakkında uygulanan ve 5271 sayılı CMK'nın 109/3-j. maddesinde düzenlenen konutunu terk etmemek şeklindeki adli kontrol tedbiri nedeniyle tazminat isteminin reddine karar verilmesi gerektiği ancak davacı hakkında aynı dosyada bir gün gözaltına alınması nedeniyle sadece CMK’nın 141/1-e maddesi gereğince gözaltı nedeniyle maddi ve manevi tazminata hükmedilmesi gerektiğinin gözetilmemesi, Kanuna aykırı olup, ... hükmün bozulmasına... [karar verildi.]''
21. İlgili hukuk için ayrıca bkz. A.A. [GK], B. No: 2017/34502, 21/10/2021, §§ 22-46; Esra Özkan Özakça [GK], B. No: 2017/32052, 8/10/2020, §§ 36-52.
V. İNCELEME VE GEREKÇE
22. Anayasa Mahkemesinin 14/12/2022 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
A. Kişi Hürriyeti ve Güvenliği Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Gözaltı ve Tutuklama Tedbiri Yönünden
23.Başvurucu, haksız gözaltı ve tutuklama nedeniyle ödenen tazminatın yetersizliğinden dolayı kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
b. Değerlendirme
24. Anayasa Mahkemesi A.A. kararında Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrası bağlamındaki şikâyetler yönünden başvuru yollarının tüketilmiş sayılabilmesi için başvurucuların ilk derece mahkemelerinde yakalama, gözaltı veya tutuklama tedbirlerinin hukukiliğine ilişkin iddialarını 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi kapsamında- açıkça ileri sürerek dava açmaları gerektiğini belirtmiştir. Anılan tedbirlerin hukuka uygun olmadığına dair iddialar dile getirilmeden -Anayasa'nın 19. maddesinin dokuzuncu fıkrası kapsamında olmadığı değerlendirilen- 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (e) bendi uyarınca kovuşturmaya yer olmadığı ya da beraat kararına dayalı olarak dava açılmasının başvuru yollarının tüketilmesi anlamına gelmediğine karar vermiştir (A.A., §§ 70-90).
25. Gözaltının ve tutuklamanın hukuka aykırı olduğu iddiasıyla 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi uyarınca bir tazminat davası açılmadığının anlaşıldığı somut olay yönünden anılan karardan ayrılmayı gerektiren bir durum söz konusu değildir.
26. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının başvuru yollarının tüketilmemesinedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
Zühtü ARSLAN, Hasan Tahsin GÖKCAN, Basri BAĞCI bu görüşe katılmamıştır.
2. Konutu Terk Etmeme Şeklindeki Adli Kontrol Tedbiri Yönünden
27. Başvurucu; tazminat davasında konutu terk etmeme şeklindeki adli kontrol tedbiri konusunda herhangi bir değerlendirme yapılmadığını, kendisine tazminat ödenmediğini, adli kontrol nedeniyle uğradığı mağduriyetin karşılanmadığını ileri sürmüştür.
28. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Konutu terk etmeme şeklindeki adli kontrol tedbiri kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına müdahale teşkil eden bir tedbir olduğundan (Esra Özkan Özakça, §§ 68-76) başvurucunun şikâyetleri kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı kapsamında incelenmiştir.
29. Anayasa Mahkemesinin yukarıda belirtilen A.A. kararı yakalama, gözaltı veya tutuklama tedbirlerine ilişkin olup adli kontrol tedbirleriyle ilgili bir tespit içermemektedir. Dolayısıyla söz konusu içtihadın adli kontrole ilişkin şikâyete uygulanma olanağı bulunmamaktadır.
30. Başvurucu; tazminat davasında konutu terk etmeme şeklindeki adli kontrol tedbiri konusunda herhangi bir değerlendirme yapılmadığını, kendisine tazminat ödenmediğini, adli kontrol nedeniyle uğradığı mağduriyetin karşılanmadığını ileri sürmüştür. Başvurucunun adli kontrol tedbirine ilişkin etkili olmayan bir yolu tüketip tüketmediği, buna bağlı olarak başvuruyu süresinde yapıp yapmadığı başvurunun doğrudan esasını ilgilendirdiğinden kabul edilebilirlik değerlendirmesinin işin esasıyla birlikte yapılmasına karar verilmesi gerekir.
31. Öte yandan açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan konutu terk etmeme şeklindeki adli kontrol tedbiri yönünden kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
(1) Genel İlkeler
(a) İnceleme Yöntemine İlişkin
32. Anayasa'nın 19. maddesinin birinci fıkrasında herkesin kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına sahip olduğu belirtilmiş, ikinci ve üçüncü fıkralarında özgürlüğün kısıtlanabileceği durumlar sayılmış, dördüncü, beşinci, altıncı, yedinci ve sekizinci fıkralarında ise hürriyetinden yoksun kalan kişilere tanınan güvencelere yer verilmiştir.
33. Anayasa'nın 19. maddesinin dokuzuncu fıkrasında ise bu esaslar dışında bir işleme tabi tutulan kişilerin uğradıkları zararların tazminat hukukunun genel prensiplerine göre devlet tarafından ödeneceği ifade edilmiştir. Anılan fıkrada yer alan "bu esaslar dışında bir işleme tâbi tutulan kişiler" ifadesi ile maddenin diğer tüm fıkralarında belirtilen kurallara aykırı bir işleme tabi kılınmanın kişiye tazminat hakkı doğurduğu belirtilmiştir. Buna göre maddenin ikinci veya üçüncü fıkralarında belirtilen durumlara aykırı şekilde kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına müdahalede bulunulması ya da kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına müdahale edilen kimsenin maddenin dördüncü, beşinci, altıncı, yedinci ve sekizinci fıkralarındaki güvencelerden yararlandırılmaması hâlinde uğradığı zararlar devlet tarafından ödenecektir (Safkan Aydoğdu, B. No: 2014/7498, 5/4/2017, § 44).
34. Anayasa Mahkemesinin Anayasa'nın 19. maddesinin dokuzuncu fıkrasında güvence altına alınan tazminat hakkının ihlal edilip edilmediğini belirleyebilmesi için öncelikle başvurucunun anılan maddenin diğer fıkralarında belirtilen esaslar dışında bir işleme tabi tutulup tutulmadığını incelemesi gerekmektedir. Anayasa Mahkemesi bu inceleme sonucunda başvurucunun Anayasa'nın 19. maddesinin ilk sekiz fıkrasında belirtilen esaslara aykırı bir işleme tabi tutulduğunu ve bu kapsamda uğradığı zararın devlet tarafından tazminat hukukunun genel prensiplerine göre ödenmediğini tespit ederse Anayasa'nın 19. maddesinin dokuzuncu fıkrasında güvence altına alınan tazminat hakkının ihlali söz konusu olabilecektir (Safkan Aydoğdu, § 45).
35. Bir başka ifadeyle Anayasa'nın 19. maddesinin dokuzuncu fıkrasının uygulanabilmesi için başvurucunun anılan maddenin diğer fıkralarında belirtilen esaslar dışında bir işleme tabi tutulup tutulmadığının derece mahkemelerince ya da Anayasa Mahkemesince tespit edilmesi gerekir. Bu bağlamda kişinin Anayasa'nın 19. maddesinin ilk sekiz fıkrasında belirtilen esaslara aykırı bir işleme tabi tutulduğu, bu kapsamda uğradığı zararın devlet tarafından tazminat hukukunun genel prensiplerine göre ödenmediği veya bir tazminat imkânının bulunmadığı tespit edilirse Anayasa'nın 19. maddesinin dokuzuncu fıkrasında güvence altına alınan tazminat hakkının ihlali söz konusu olacaktır. Öte yandan kişinin Anayasa'nın 19. maddesinin ilk sekiz fıkrasında belirtilen esaslara aykırı bir işleme tabi tutulduğu derece mahkemeleri tarafından tespit edilmişse Anayasa Mahkemesinin yapacağı inceleme tazminat miktarının yeterli olup olmadığını belirlemekle sınırlı olacaktır (M.E., B. No: 2018/696, 9/5/2019, §§ 46, 47).
(b) Konutu Terk Etmeme Şeklindeki Adli Kontrol Tedbirinin Hukukiliğine İlişkin
36. Genel ilkeler için bkz. Esra Özkan Özakça, §§ 78-84.
(2) İlkelerin Olaya Uygulanması
37. Somut olayda derece mahkemesi adli kontrol tedbirinin hukukiliğiyle ilgili bir değerlendirmede bulunmamıştır. Bu durumda başvurucu hakkındaki adli kontrol tedbirinin Anayasa'nın 19. maddesindeki esaslara uygun olup olmadığının Anayasa Mahkemesince değerlendirilmesi gerekmektedir.
38. Başvurucu, terör örgütü üyesi olma suçundan bir süre tutuklu kaldıktan sonra Ağır Ceza Mahkemesi tarafından verilen bir kararla 5271 sayılı Kanun'un 109. maddesi uyarınca konutu terk etmeme şeklindeki adli kontrol tedbirine tabi tutulmuştur. Dolayısıyla başvurucu hakkında bir adli kontrol yükümlülüğü olarak uygulanan konutu terk etmeme tedbirinin kanuni dayanağı bulunmaktadır.
39. Kanuni dayanağı bulunduğu anlaşılan adli kontrol tedbirinin meşru bir amacının olup olmadığı ve ölçülülüğü incelenmeden önce ön koşul olarak suçun işlendiğine dair kuvvetli belirti bulunup bulunmadığının değerlendirilmesi gerekir.
40. Anayasa Mahkemesi Rıza Barut (B. No: 2020/14339, 28/12/2021) kararında gizli tanık beyanının şüpheli ya da sanığa bu beyanı yeterince denetleme imkânı sunulması ve bu beyanının somut olgular içermesi durumunda tutuklama bakımından kuvvetli belirti olarak kabul edilmesinin mümkün olduğunu belirtmiştir. Anayasa Mahkemesi bu kararında başvurucunun tutuklanmasına dayanak yapılan gizli tanık beyanlarının avukatının da hazır bulunduğu başsavcılık ifadesinin alınması esnasında başvurucuya sorulduğunu ve başvurucunun gizli tanık beyanına ilişkin olarak savunmasını yaptığını tespit etmiş, başvurucuya tanık beyanını denetleme ve karşı argümanlar sunma fırsatının verildiği sonucuna ulaşmıştır (Rıza Barut, §§ 68-73).
41. Somut olayda da başvurucunun tutuklanmasına dayanak yapılan gizli tanık beyanlarının başvurucunun avukatının da hazır bulunduğu Başsavcılıkta ifadesinin alınması esnasında başvurucuya sorulduğu ve başvurucunun gizli tanık beyanına ilişkin olarak savunmasını yaptığı görülmüştür.. Aynı şekilde başvurucu, avukatının da hazır bulunduğu tutuklama sorgusunda da gizli tanık beyanına ilişkin olarak savunma yapabilme imkânına sahip olmuştur. Dolayısıyla başvurucuya tanık beyanını denetleme ve karşı argümanlar sunma fırsatının verildiği anlaşılmıştır. Öte yandan gizli tanık beyanının somut olgular içerip içermediğinin de tespit edilmesi gerekir. Başvurucu 28/12/2015 tarihindeki PKK çağrıları üzerine gerçekleşen ve şiddet eylemlerinin vuku bulduğu eyleme katılmakla ve bu eylemde aktif olarak rol almakla suçlanmıştır. Başvurucunun bu eyleme katıldığı iddiası gizli tanık beyanına dayandırılmıştır. Gizli tanığa söz konusu eylemde çekilen görüntüler gösterilmiş, gizli tanık bu görüntülerden başvurucuyu teşhis etmiştir. Bu teşhisin somut bir olgu içerdiği açıktır. Başvurucunun sosyal medya hesabından yasa dışı eylem fotoğrafı paylaştığı şeklindeki tespit de dikkate alındığında suç işlediğine dair kuvvetli belirtinin bulunduğu sonucuna varılmıştır.
42. Diğer taraftan başvurucu hakkında uygulanan adli kontrol tedbirinin meşru bir amacının olup olmadığının değerlendirilmesi gerekir.
43. Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasında, tutuklama kararının kaçma ya da delillerin yok edilmesini veya değiştirilmesini önlemek amacıyla verilebileceği belirtilmiştir. Konutu terk etmeme şeklindeki adli kontrol tedbirinin tutuklamaya alternatif olma niteliği gereği bu tedbir yalnızca Anayasa'da öngörülen bu amaçlarla verilebilir. Anılan tedbirin niteliği ve özellikleri dikkate alındığında bunun bilhassa şüpheli veya sanıkların kaçmalarını engellemeye yönelik adli bir önlem olarak değerlendirilmesi mümkündür (Esra Özkan Özakça, § 80). 5271 sayılı Kanun'un 109. maddesinin (1) numaralı fıkrasında da tutuklama sebeplerinin varlığı hâlinde kişinin tutuklanması yerine adli kontrol altına alınmasına karar verilebileceği belirtilmiştir. Dolayısıyla adli kontrol tedbiri tutuklama sebeplerinin varlığı hâlinde ve ancak tutuklamanın ölçülü olmayacağı hâllerde başvurulabilen bir tedbirdir. Bu bağlamda tutuklama ile adli kontrol arasında sadece ölçülülük bakımından bir fark olduğu, meşru amaç yönünden ise böyle bir farkın bulunmadığı anlaşılmaktadır.
44. Tutuklama sebepleri 5271 sayılı Kanun'un 100. maddesinde düzenlenmiştir. Buna göre şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması ya da kaçacağı şüphesini uyandıran somut olguların bulunması, şüpheli veya sanığın delilleri yok etme, gizleme veya değiştirmesi, tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı girişiminde bulunması hususlarında kuvvetli şüphe oluşması tutuklama nedenleridir. Tutuklamanın anılan meşru amaçları adli kontrol bakımından da geçerlidir. Bu kapsamda adli kontrol tedbiri açısından somut olayda kaçma ya da delillerin yok edilmesini veya değiştirilmesini, tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılmasını önleme amaçlarının ortaya konulup konulmadığının değerlendirilmesi gerekir.
45. Somut olayda derece mahkemesi, başvurucunun adli kontrol altına alınmasına karar verirken kaçma şüphesinin bulunmadığını açıkça belirtmiştir. Delillerin yok edilmesini veya değiştirilmesini, tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılmasını önleme amaçları yönünden ise bir değerlendirmede bulunmamıştır. Somut olayda deliller soruşturmanın tamamlanmasıyla birlikte toplanmıştır. Dolayısıyla başvurucunun delilleri karartma şüphesinin bulunduğunu söylemek mümkün değildir. Öte yandan başvurucunun yargılandığı davada gizli tanık söz konusu olduğundan tanık üzerinde baskı yapılmasını önleme amacının bulunmadığı görülmüştür. İsnat edilen suça ilişkin olarak kanunda öngörülen cezanın ağırlığı ve isnat edilen suçun kanun gereği tutuklama nedeni varsayılabilen suçlardan olmasının başvurucunun başta bu tedbire tabi tutulmasını haklı gösterebildiği varsayılsa bile mevcut durumda olduğu gibi yargılamanın ileri bir aşamasında bu tedbire başvurulmasının gerekçesi olamayacağı sonucuna varılmıştır. Adli kontrol tedbirinin meşru bir amacının bulunmadığı kanaatine ulaşılmıştır. Ölçülülük yönünden ayrıca bir değerlendirme yapılmasına gerek bulunmamaktadır.
46. Açıklanan gerekçelerle meşru amacı ortaya konulmadan başvurucu hakkında konutu terk etmeme tedbirinin uygulanmasının Anayasa'nın 19. maddesinde yer alan güvencelere aykırı olduğu sonucuna varılmıştır.
47. Somut olayda başvurucunun Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasında belirtilen esaslara aykırı bir işleme tabi tutulduğu sonucuna varıldığından Anayasa'nın 19. maddesinin dokuzuncu fıkrası somut olayda uygulanabilir niteliktedir. Anayasa’nın 19. maddesinin dokuzuncu fıkrasında maddenin önceki fıkralarına aykırı olarak tutulan kişilerin uğradıkları zararların devletçe tazmin edileceği hükme bağlanmıştır. Anayasa’nın 19. maddesinin dokuzuncu fıkrasından önce gelen fıkralarından bir veya daha fazlasının ihlal edildiği sonucuna ulaşıldığı durumlarda iç hukukta herhangi bir tazmin mekanizması bulunmaması, Anayasa’nın 19. maddesinin dokuzuncu fıkrasının da ihlali sonucunu doğuracaktır.
48. 5271 sayılı Kanun'un 141. ve devamı maddelerinde; hukuka aykırı olarak yakalanan, gözaltına alınan veya tutuklanan kişilerin uğradıkları zararlar için ağır ceza mahkemeleri nezdinde dava açabilecekleri, uğradıkları her türlü maddi ve manevi zararın tazminini isteyebilecekleri hüküm altına alınmıştır. Ancak 5271 sayılı Kanun'un 141. ve devamı maddelerinde adli kontrol, tazminat talep edilebilecek koruma tedbirleri arasında sayılmamıştır. Somut olayda ilk derece mahkemesi ise başvurucunun açtığı tazminat davasında adli kontrol tedbirine ilişkin talebiyle ilgili herhangi bir değerlendirmede bulunmamıştır. İstinaf mahkemesi ise adli kontrol tedbirinin tazminat hesabına dâhil edilemeyeceğini belirtmiştir. Yargıtayın da konutu terk etmeme şeklindeki adli kontrol tedbirinden kaynaklanan tazminat isteminin reddedilmesi gerektiği yönünde kararı bulunmaktadır (bkz. § 20). Dolayısıyla konutu terk etmeme şeklindeki adli kontrol tedbiribakımından etkili bir tazminat imkânının bulunmadığı sonucuna varılmıştır.
49. Açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 19. maddesinin -üçüncü fıkrasıyla bağlantılı olarak- dokuzuncu fıkrasının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
B. Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun iddiaları
50. Başvurucu, gözaltına alma ve tutuklama nedeniyle hükmedilentazminatların yetersiz olduğunu belirterek kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
2. Değerlendirme
51. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, § 16). Anayasa Mahkemesi A.A. kararında 5271 sayılı Kanun'un 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (e) bendi uyarınca açılan davalarda hükmedilen tazminatın yetersiz olduğu yönündeki iddiaların adil yargılanma hakkı kapsamında incelenmesi gerektiğini belirtmiştir (A.A., § 87). Bu itibarla başvurucunun bu kısımdaki şikâyetlerinin adil yargılanma hakkı kapsamında incelenmesi gerekir.
52. Temel hak ve özgürlüklere müdahale teşkil eden ve bariz takdir hatası veya açık keyfîlik içeren durumlar dışında kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara dair şikâyetler bireysel başvurunun incelemesi kapsamında değildir (Ş.K., B. No: 2018/753 12/1/2022, § 19).
53. Somut olayda başvurucu tarafından ileri sürülen ihlal iddialarının yukarıda belirtilen içtihat kapsamında kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu ve bariz takdir hatası veya açık bir keyfîlik oluşturan durumun da bulunmadığı anlaşılan başvurunun açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
C. Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
1. Başvurucunun İddiaları
54. Başvurucu; koruma tedbirleri nedeniyle açtığı tazminat davasında ağır cezalık işler için öngörülen miktar üzerinden vekâlet sözleşmesi yapmasına rağmen yapılan düzenlemeyle sulh ceza hâkimliği için öngörülen vekâlet ücretine hükmedilmesi nedeniyle mülkiyet, mahkemeye erişim ve etkili başvuru haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
2. Değerlendirme
55. Başvurucunun iddiaları mülkiyet hakkı kapsamında incelenmiştir.
56. Anayasa Mahkemesi M.E. kararında aynı mahiyetteki şikâyete ilişkin olarak başvurucunun mevcut bir mülkü veya mülkü edinmeye yönelik meşru bir beklentisi olduğunu ortaya koyamadığını, dolayısıyla mülkiyet hakkına ilişkin korumadan yararlandırılmasının mümkün olmadığını belirterek konu bakımından yetkisizlik kararı vermiştir (M.E., §§ 36-38). Somut başvuru yönünden anılan kararda varılan sonuçtan ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır.
57. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının konu bakımından yetkisizliknedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
D. Giderim Yönünden
1. Genel İlkeler
58. Tespit edilen ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılmasına ilişkin usul ve esaslar 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinde yer almaktadır.
59. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. 6216 saylı Kanun’un 49. maddesinin (6) numaralı fıkrasına göre esas inceleme kapsamında bir temel hakkın ihlal edilip edilmediği ve varsa ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı belirlenmektedir. Aynı Kanun’un 50. maddesinin (1) numaralı fıkrası ile Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün 79. maddesinin (2) numaralı fıkrasına göre ise ihlal kararı verilmesi hâlinde gerekli görüldüğü takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir. Buna göre ihlal sonucuna varıldığında ilgili temel hak ve hürriyetin ihlal edildiğine karar verilmesinin yanında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağının belirlenmesi, diğer bir ifadeyle ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilmesi de gerekir (Mehmet Doğan, § 54).
60. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural, mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).
61. İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilmeden önce ihlalin kaynağının belirlenmesi gerekir. Buna göre ihlal; idari eylem ve işlemlerden, yargısal işlemlerden veya yasama işlemlerinden kaynaklanabilir. İhlalin kaynağının belirlenmesi uygun giderim yolunun belirlenebilmesi bakımından önem taşımaktadır (Mehmet Doğan, § 57).
62. İhlal, idari makamların veya derece mahkemelerinin Anayasa’ya uygun yorum yapmalarına imkân vermeyecek açıklıktaki bir kanun hükmünü uygulamaları veya kanundaki belirsizlikler sebebiyle ortaya çıkmışsa bu ihlal kanunun uygulanmasından değil doğrudan kanundan kaynaklanmaktadır. Bu durumda söz konusu ihlalin bütün sonuçlarıyla giderilebildiğinden söz edilebilmesi için ancak ihlale yol açan kanun hükmünün ortadan kaldırılması veya ilgili hükmün yeni ihlallere yol açılmayacak bir şekilde değiştirilmesi ya da yeni ihlallere yol açılmasının önüne geçilmesi için belirsizliğin giderilmesi suretiyle giderilebilir (Süleyman Başmeydan[GK], B. No: 2015/6164, 20/6/2019, § 70)
63. Bu çerçevede ihlal, Anayasa Mahkemesine başvuru yapmadan önce başvuru yapılabilecek idari veya yargısal başvuru yoluna ilişkin kanun hükmünün bulunmamasından kaynaklanabilir. Bu durumda söz konusu ihlalin bütün sonuçlarıyla giderilebildiğinden söz edilebilmesi ancak ihlale yol açan konuda kanuni düzenleme yapılması veya ilgili hükümlerin yeni ihlallere yol açılmayacak bir şekilde değiştirilmesi ile mümkün olur. Bunun yanında bazı hâllerde sadece kanuni düzenleme yapılması ihlalin tüm sonuçlarının ortadan kaldırılması bakımından yeterli olmayabilir. Bu durumda ise bireysel başvuru kapsamında mağdurların ihlalden kaynaklanan maddi ve manevi zararlarını telafi edici birtakım tedbirlerin alınması da gerekebilir (Y.T. [GK], B. No: 2016/22418, 30/5/2019, § 68; Nevriye Kuruç[GK], B. No: 2021/58970, 5/7/2022, § 105).
2. İlkelerin Olaya Uygulanması
64. İncelenen başvuruda, hukuka aykırı adli kontrol tedbirinden kaynaklanan zararların tazminine yönelik özel bir mekanizmanın öngörülmemiş olması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır.
65. Anayasa'nın Başlangıç bölümünde, kuvvetler ayrımının devlet organları arasında üstünlük sıralaması anlamına gelmediği ancak belli yetki ve görevlerin kullanılmasından ibaret olduğu, erkler arasında medeni bir iş bölümü ve iş birliği ilişkisinin bulunduğu belirtilmiştir. Bu kapsamda Anayasa Mahkemesi, Anayasa ile verilen yetki ve görevlerini yerine getirerek, adli kontrol tedbirlerinin hukuka aykırı olarak uygulandığı durumlarda kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlali iddiasıyla ilgili başvuru yapılabilecek etkili bir yolun ihdas edilmesi gerektiği tespitini yapmıştır. Dolayısıyla böyle bir düzenleme benzeri ihlallerin de önüne geçerek bireysel başvurunun amacı ve işlevine de uygun olacağından Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin ortak koruma alanında yer alan bir temel hak ve hürriyetin ihlaline yol açtığı tespit edilen söz konusu yapısal sorunun çözümü için kararın bir örneğinin bilgi ve takdiri için yasama organına gönderilmesi gerekir.
66. Diğer taraftan kararın bir örneğinin yasama organına gönderilmesi somut başvuru bağlamında başvurucunun ihlalden kaynaklanan mağduriyetini bütünüyle gidermemektedir. Buna göre ihlalin sonuçlarına ilişkin eski hâle getirme kuralı çerçevesinde başvurucunun varsa maddi ve manevi zararlarının da giderilmesi gerekmektedir. Bu nedenle ihlalin niteliği dikkate alınarak başvurucuya 25.000 TL manevi tazminat ödenmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır. Diğer taraftan başvurucu, uğradığını iddia ettiği maddi zarar ile tespit edilen ihlal arasında illiyet bağını ortaya koyamadığından ve uğradığını iddia ettiği zararla ilgili bilgi ve belge sunmadığından başvurucunun maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.
67. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 9.900 TL vekâlet ücretinden oluşan yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
VI. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Kamuya açık belgelerde başvurucunun kimliğinin gizli tutulması talebinin KABULÜNE,
B. 1. Gözaltı ve tutuklama tedbiri yönünden kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA Zühtü ARSLAN, Hasan Tahsin GÖKCAN ve Basri BAĞCI'nın karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
2. Konutu terk etmeme şeklindeki adli kontrol tedbiri yönünden kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,
3. Adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,
4. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın konu bakımından yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,
C. Anayasa'nın 19. maddesinin -üçüncü fıkrasıyla bağlantılı olarak- dokuzuncu fıkrasının İHLAL EDİLDİĞİNE OYBİRLİĞİYLE,
D. Hukuka aykırı adli kontrol tedbirine ilişkin tazminat imkânının bulunmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlaline sebebiyet veren yapısal sorunun çözümü için keyfîyetin Türkiye Büyük Millet Meclisine BİLDİRİLMESİNE OYBİRLİĞİYLE,
E. Başvurucuya net 25.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,
F. 9.900 TL vekâlet ücretinden oluşan yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,
G. Ödemelerin kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
H. Kararın bir örneğinin bilgi için Adana 6. Ağır Ceza Mahkemesine (E.2017/362, K.2017/442) GÖNDERİLMESİNE,
İ. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 14/12/2022 tarihinde karar verildi.
KARŞIOY GEREKÇESİ
1. Başvurucunun hukuka aykırı gözaltı ve tutuklama tedbirleri üzerine açtığı tazminat davasında hükmedilen miktarın yetersizliği nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği yönündeki şikâyeti, çoğunluk tarafından başvuru yollarının tüketilmediği gerekçesiyle kabul edilemez bulunmuştur.
2. Başvurucu gözaltına alınmasına ve tutuklanmasına neden olan suçtan dolayı beraat etmesini müteakip “iki ay haksız yere tutuklu kaldığını” ileri sürerek tazminat talebinde bulunmuş, talebi kısmen kabul edilmiştir. Başvurucunun hükmedilen tazminatın düşük olduğunu belirterek istinaf yoluna başvurması üzerine, Bölge Adliye Mahkemesi adli kontrol tedbirinin tutuklu kalma gibi değerlendirilemeyeceği gerekçesiyle manevi tazminatı düzelterek (düşürerek) istinaf başvurusunun esastan reddine kesin olarak karar vermiştir (§§ 14-17).
3. Çoğunluk, A.A.kararına atıf yapmak suretiyle 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun (CMK) 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının kanuna uygun yakalama veya tutuklamadan sonra haklarında kovuşturmaya yer olmadığı veya beraat kararı verilenlere tazminat imkânı sağlayan (e) bendi uyarınca açılan tazminat davalarının, anılan tedbirlerin hukuka aykırılıkları dile getirilmeden, Anayasa’nın 19. maddesinin dokuzuncu fıkrası kapsamında incelenemeyeceğini belirtmiştir (§§ 24-26).
4. Atıf yapılan A.A. kararına ve onunla aynı gün verilen Eyyüp Güneş kararına yazdığım karşıoylarda belirttiğim gerekçelerle, CMK’nın 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (e) bendi uyarınca açılan tazminat davalarının reddedilmesi veya verilen tazminatın düşük bulunması üzerine yapılan başvuruların Anayasa’nın 19. maddesinin dokuzuncu fıkrası kapsamında olmadığına dair görüşe katılmıyorum (A.A. [GK], B. No: 2017/34502, 21/10/2021, Karşıoy, §§ 5-9; Eyyüp Güneş[GK], B.No: 2017/28308, 21/10/2021, Karşıoy, §§ 4-20).
5. Öncelikle belirtmek gerekir ki, kanun koyucu Anayasa’nın 19. maddesinde öngörülen esaslara aykırılığı bir adım öteye taşıyarak, kanuna uygun olarak yakalanan veya tutuklanan kişinin hakkında karar verilmesine yer olmadığı yahut beraat kararı verilmesi durumunda da tazminat talep edebileceğini öngörmüştür. Tam da bu nedenle Anayasa Mahkemesi “Kanun koyucu, Anayasa’nın 19/9 hükmünün sağladığı imkânları daha da genişletmiştir” demek suretiyle CMK’nın 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (e) bendi uyarınca açılan tazminat davalarını da Anayasa’nın 19. maddesinin dokuzuncu fıkrası yönünden incelemiştir (Hasan Akboğa, B.No: 2016/10380, 27/3/2019, § 68).
6. Diğer yandan CMK’nın 141. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (e) bendi kapsamında açılan tazminat davalarında hukuka aykırılığın veya haksızlığın karine olarak kabul edildiği görülmektedir. Nitekim Yargıtay 12. Ceza Dairesi, istikrarlı olarak “kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmesi nedeniyle bu gözaltının hukuka aykırı olduğu”, “beraatine hükmedilmesi nedeniyle gözaltı ve tutuklamanın hukuka aykırı olduğu” ve “beraatle sonuçlanmış suça ilişkin olarak yapılmış olan tutuklamanın haksız hale geldiği” şeklinde tespitler yaptıktan sonra farklı nedenlerle davacılara tazminat ödenmemesini kanuna aykırı bulmuştur (Yargıtay 12. CD, E.2013/27015, K.2014/1040, 21/1/2014; E.2014/5935, K.2014/12895, 27/5/2014; E.2014/2232, K.2014/13556, 03/6/2014).
7. Yargıtay’ın temel hak ve hürriyetlerin uygulama alanını genişleten bu içtihadının “kanunun lafzına aykırı olduğu” gerekçesiyle reddedilmesini bireysel başvuruda benimsenen hak eksenli yaklaşımla bağdaştırmak mümkün değildir. Anayasa Mahkemesi bireysel başvuru yolunun kabul edilmesiyle birlikte Türk hukukunda temel hak ve hürriyetlerin korunmasının nihai güvencesi haline gelmiştir. Bu nedenle yapılması gereken Yargıtay’ın veya derece mahkemelerinin benimsedikleri hak eksenli yorumların “yanlış” olduğunu söylemek değil, söz konusu yorumu veri olarak kabul edip yapılan bireysel başvuruları Anayasa’nın 19. maddesinin dokuzuncu fıkrası kapsamında karara bağlamaktır (ayrıntılı açıklama için bkz. Eyyüp Güneş, Karşıoy, §§ 8-10).
8. Bunun yanında, uygulamada tazminat davalarının sıklıkla CMK’nın 141. maddesinin herhangi bir fıkrasına ya da bendine atıf yapılmadan, genel anlamda “haksız yere” hürriyetlerinden mahrum bırakıldıkları gerekçesiyle davaların açıldığı görülmektedir. Nitekim somut olayda başvurucu “gözaltında kaldığı ve tutuklandığı suç hakkında beraat kararı verilmiş” olması nedeniyle “gözaltı ve tutukluluk süresi[nin] haksız tutuklama ve gözaltı” olduğunu belirterek tazminat talebinde bulunmuştur. Tazminat talebini kısmen kabul eden Ağır Ceza Mahkemesi açılan davayı “5271 sayılı “CMK’nın 141. maddesinde düzenlenen haksız gözaltı ve tutuklama nedeni ile tazminat talebine ilişkin” olarak nitelendirmiştir. Benzer şekilde Bölge Adliye Mahkemesi de istinaf başvurusunu CMK’nın 141. maddesine genel olarak atıf yapmak suretiyle karara bağlamıştır. Dolayısıyla başvurucunun gözaltının ve tutuklamanın hukuka aykırı olduğu iddiasıylabir tazminat davası açmadığı yönündeki çoğunluk görüşüne (§ 25) katılmak mümkün değildir.
9. Açıklanan gerekçelerle, başvurucunun kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine yönelik şikayetinin kabul edilebilir olduğunu düşündüğümden çoğunluğun aksi yöndeki kararına katılmıyorum.
Başkan
Zühtü ARSLAN
KARŞIOY
Başvurucu müsnet suça ilişkin yargılamada beraat etmiş, gözaltında ve tutuklu olarak kaldığı süreler nedeniyle uğradığı maddi ve manevi zararın giderilmesi amacıyla CMK madde 141/1-e doğrultusunda açtığı tazminat davasında mahkemece sonuç olarak hükmedilen tazminat miktarının düşük olması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Mahkememiz çoğunluğunca oluşturulan karar gerekçesinde ise başvurucunun tazminat davasını haksız gözaltına alındığı ve tutuklandığı iddiasına dayandırmayıp salt beraat etmiş olmasını öne sürdüğü, başka deyişle özgürlük ve güvenlik hakkı yönünden usulünce (m. 141/1-a kapsamında) dava açmadığı gerekçesiyle başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemezlik kararı verilmiştir.
Mahkememizin daha önceki bir kararında (Eyyüp Güneş[GK], B. No: 2017/28308, 21/10/2021) da aynı husus tartışılmış ve aynı yönde karar verilmiştir. Anılan emsal karara karşı yazdığım karşıoy içeriğinde yer alan gerekçelerim doğrultusunda incelemeye konu bu başvuru hakkında da başvurunun kabul edilebilir bulunarak esası hakkında inceleme yapılması gerektiği görüşündeyim.
Başkanvekili
Hasan Tahsin GÖKCAN
KARŞIOY
1. Başvurucu dosyaya konu somut olayda hakkında açılan kamu davasının beraat ile sonuçlanması nedeniyle Ceza Muhakemesi Kanununun 141/1-e maddesi hükmüne dayanarak tazminat talebinde bulunmuştur. Başvurucunun gözaltı ve tutuklamanın haksız olduğuna dair 141/1-a maddesi gereğince ayrı bir dava açması gerektiği ve bu başvuru yolunu tüketilmediğinden bahisle çoğunluk tarafından kabul edilmezlik kararı verilmiştir.
2. CMK.nın 141/1-e maddesinde yer alan düzenleme sürecin soncuna bağlı olarak ve başlangıçta hukuka uygun olarak verilen gözaltı ve tutuklama kararlarında bile tazminata hükmedilmesi neticesini doğurmaktadır.
3. Somut olayımızda başlangıçtaki gözaltı ve tutuklama kararlarının hukuka aykırı olduğu beraat kararı ile ortaya çıkmaktadır.
4. Somut hadisede karar mercii gizli tanık beyanının hükme esas alınamayacağını beraat kararında dile getirmiştir. Diğer taraftan söz konusu gizli tanık beyanı tutuklama kararının da en önemli delillerinden bir tanesi olup bunun hukuka aykırılığı ancak son karar ile tebeyyün etmiştir.
5. Mevcut hal itibariyle beraat kararının dayandığı gerekçeler başlangıçtaki gözaltı ve tutuklama kararını da hukuka aykırı hale getirmekte, ancak gelinen nokta itibariyle başvurucunun başlangıçtaki hukuka aykırılığı fiilen dava konusu yapma olanağı bulunmaktadır.
6. Dahası somut olayda olduğu gibi başlangıçtaki hukuka aykırılığın sonradan anlaşılması durumunda hukuka uygun ve aykırı tutuklamalar açısından aynı miktar tazminata hükmedilmesi gibi bir durum ortaya çıkmaktadır.
7. Diğer taraftan sonradan anlaşılan bir durum açısından başvuruculara ayrı ve önceden bir başvuru yapma yükümlülüğü getirilmesi kendileri açısından makul olmayan bir yük oluşturmaktadır.
8. Bu nedenle kişilerin CMK. 141/1-e kapsamındaki tazminat talepleri incelenirken, konuya dair talebin başlangıçtaki kararları da kapsadığı noktasından hareketle, bunların da değerlendirme konusu yapılması, somut olayda olduğu gibi kişilere atfı kabil bir kusur olmaksızın hukuksuzluğun sonradan anlaşılması hallerine münhasır olmak üzere tayin olacak tazminat miktarında bu durumunda gözetilmek suretiyle değerin ona göre belirlenmesinin yerinde olacağını değerlendirdiğimizden çoğunluğun başvurunun kabul edilemez olduğu yönündeki fikrine iştirak edilmemiştir.
Üye Basri BAĞCI