TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
GENEL KURUL
KARAR
BEKİR YAZICI BAŞVURUSU
R.G. Tarih ve Sayı: 3/2/2016-29613
GENEL KURUL
KARAR
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvuru, kaçakçılık suçunun işlendiği iddiasıyla yargılanılan davanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının, iyi niyetli üçüncü kişi olarak satın alınan taşıta gümrük kaçağı olduğu gerekçesi ile el konulması nedeniyle de mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
II. BAŞVURUSÜRECİ
2. Başvuru 9/5/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca 12/6/2013 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
4. Bölüm tarafından 17/9/2013 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve başvuru belgelerinin bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmesine karar verilmiştir.
5. Bakanlığın 25/11/2013 tarihli görüş yazısı 30/11/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 16/12/2013 tarihli dilekçesi ile Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmuştur.
6. İkinci Bölümün 5/11/2015 tarihinde yaptığı toplantıda başvurunun, niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün 28. maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:
8. Yurt dışından alınarak 17/2/2000 tarihinde M.Ö. tarafından yurda sokulan 06 SG 061 plakalı 1988 model Mercedes marka otomobil, 18/2/2000 tarihli müracaat formuna istinaden trafik tescil müdürlüğü tarafından M.Ö. adına tescil edilmiştir.
9. Başvurucu, anılan taşıtı 24/11/2000 tarihinde noter satış senedi ile M.Ö.den satın almıştır.
10. Vergilerin ödendiğine ilişkin vezne alındı belgeleri doğrultusunda Başbakanlık Gümrük Müsteşarlığı tarafından Ankara Trafik Tescil Şube Müdürlüğüne yazılan bilatarih ve Güm.4.06.01.15.033-TKDV.060.(OTO).13249 sayılı yazı ile taşıtın trafik sicilinde bulunan şerhinin iptal edilmesi talimatı verilmiştir.
11. Gümrük Muhafaza Genel Müdürlüğünün 13/11/2001 tarihli ve 32393 sayılı yazısı gereğince gümrük muhafaza memurları tarafından 20/2/2002 tarihinde başvurucuya ait taşıta el konulmuştur.
12. Başvurucu hakkında "kaçakçılık" suçundan soruşturma başlatılmış, sözü edilen araca el koyma tedbiri uygulanarak muhafaza edilmek üzere başvurucuya teslim edilmiştir.
13. Başvurucu hakkında otomobilin, yurda getirilişinden itibaren bir yıl süreyle satışının yasak olduğunu bildiği hâlde otomobili satın aldığı iddiası ile 20/1/2003 tarihinde kamu davası açılmıştır. Ankara 1. Asliye Ceza Mahkemesi (Mahkeme) 15/2/2006 tarihli ve E.2003/116, K.2006/51 sayılı kararı ile üzerine atılı suçun unsurları oluşmadığından bahisle başvurucunun beraatine, suça konu otomobilin başvurucuya iadesine karar vermiştir.
14. Temyiz üzerine Yargıtay 7. Ceza Dairesi 31/3/2010 tarihli ve E.2007/13802, K.2010/5535 sayılı kararı ile bu kararın bozulmasına hükmetmiştir. Yargıtay kararının Mahkeme kararından alıntı gerekçesi şöyledir:
".suç tarihleri itibariyle temyiz inceleme gününde, suç tarihlerinde yürürlükte bulunan ve lehe hükümler içeren 765 sayılı TCK.nun 102/4 ve 104/2 maddelerinde öngörülen zamanaşımı gerçekleşmiş ise de, dava konusu otomobilin müsaderesi ya da iadesi bakımından;
Aynı eylem nedeniyle soruşturma evresinde tefrik edilerek evrakta sahtecilik suçundan açılan dava dosyasının, delillerin birlikte değerlendirilmesi bakımından getirtilip incelenerek özetinin duruşma tutanağına geçirilmesi, bu davayı ilgilendiren ve dosyada bulunmayan müfettiş raporu ve diğer belge asıllarına göre ithalatta sahte evrak kullanıldığının ne şekilde ortaya çıkarıldığına ilişkin belgelerin onaylı örneklerinin denetime olanak verecek biçimde bu dosyaya konularak incelenmesi suretiyle sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, eksik soruşturma ve inceleme ile yazılı şekilde hüküm kurulması."
15. Bozma sonrası yargılama aşamasında Mahkeme, aynı maddi olay hakkında resmî evrakta sahtecilik suçlamasıyla açılan davaya ilişkin Ankara 9. Ağır Ceza Mahkemesinin E.2009/227, K.2009/256 sayılı dosyasını inceleyerek başvurucu dışındaki diğer sanıklar hakkında, aracın belgelerinde sahtecilikten dolayı açılan kamu davasının neticesinde 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu'nun 342. maddesinin (1) numaralı fıkrası ile 80. ve 59. maddeleri gereğince cezalandırılmaları yönünde karar verildiğini ve haklarında 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 231. maddesinin uygulandığını ve kararın bu şekilde kesinleştiğini tespit etmiş; ayrıca Yargıtay kararında temas edilen gümrük müfettişi soruşturma raporunun bir örneğini katılan idareden isteyerek dosyaya eklemiştir.
16. Mahkeme 16/9/2010 tarihli ve E.2010/439, K.2010/657 sayılı nihai kararında diğer sanıklarla birlikte başvurucu hakkındaki kamu davasının zamanaşımı nedeniyle düşürülmesine karar vermiştir.
17. Mahkeme ayrıca gümrük kaçağı eşya olduğu gerekçesiyle başvurucunun satın aldığı aracın 21/3/2007 tarihli ve 5607 sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu'nun 13. maddesi delaletiyle 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 54. maddesinin (4) numaralı fıkrası uyarınca müsaderesine karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:
"Bakanlar Kurulunun 97/9237 sayılı 'Bazı Şahsi Eşyanın Bedelsiz İthaline' ilişkin kararına göre yurtdışında ikamet eden Türk vatandaşlarına kesin dönüşleri sırasında sahip oldukları taşıtları vergiden muaf tutularak getirebilecekleri, fakat bu araçlara 21/11/1997 tarihinden önce sahip olma şartı aramıştır. Kırgızistan adli makamlarının müzekkere cevabında . suça konu edilen . motor, . şase numaralı, 1988 model Mercedes marka aracı 28/12/2000 tarihinde mülkiyetine geçirdiği bildirildiğinden, 16/07/1997 tarihli ithalata sunulan Kırgızistan mülkiyet belgesinin sahte olduğu ve mevcut hali ile ithalat şartını taşımadığından kaçak olan bu aracın müsaderesi gerekeceği düşünülmekle."
18. Başvurucunun temyiz yoluna başvurması üzerine Yargıtayın anılan Dairesi 29/11/2012 tarihli ve E.2012/3094, K.2012/29937 sayılı kararı ile Mahkeme kararını onamış ve bu suretle başvuru yolları tüketilmiştir.
19. Başvurucu, Yargıtayın onama kararını 2/5/2013 tarihinde tebellüğ etmiş ve 9/5/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
B. İlgili Hukuk
20. 765 sayılı mülga Kanun'un 102. maddesinin birinci fıkrasının (4) numaralı bendi, 5271 sayılı Kanun'un 223. maddesinin (8) numaralı fıkrası, 10/7/2003 tarihli ve 4926 sayılı mülga Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu'nun 31. maddesinin birinci fıkrası.
21. 5607 sayılı Kanun'un 13. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:
"(1) Bu Kanunda tanımlanan suçlarla ilgili olarak 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun eşya ve kazanç müsaderesine ilişkin hükümleri uygulanır.
.
(2) Etkin pişmanlık nedeniyle fail hakkında cezaya hükmolunmaması veya kamu davasının düşmesine karar verilmesi, sadece suç konusu eşya ile ilgili olarak müsadere hükümlerinin uygulanmasına engel teşkil etmez."
22. 5237 sayılı Kanun'un 54. maddesinin (4) numaralı fıkrası şöyledir:
"(4) Üretimi, bulundurulması, kullanılması, taşınması, alım ve satımı suç oluşturan eşya, müsadere edilir."
23. 13/10/1984 tarihli ve 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu'nun 20. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Tescil süreleri, satış ve devirler, noterlerin sorumluluğu ile ilgili esaslar şunlardır:
a) Araç sahipleri,
1. Tescili zorunlu ve ilk tescili yapılacak olan araçların satın alma veya gümrükten çekme tarihinden itibaren üç ay içinde tescili için; bunların hurda durumuna gelmesi hâlinde ise bir ay içinde tescilin silinmesi için ilgili trafik tescil kuruluşuna veya Emniyet Genel Müdürlüğünün belirleyeceği kamu kurum veya kuruluşları ile gerçek veya özel hukuk tüzel kişilerine başvurmak,
.
zorundadırlar.
b) Araçların giriş işlemlerini yapan gümrük idareleri bu durumu 15 gün içinde araç sahiplerinin beyan ettikleri tescil kuruluşuna bildirmekle yükümlüdürler.
c) Tescil belgesi, aracın başkasına satış veya devrine, hurdaya çıkarılmasına veya araçta, yönetmelikte belirtilen niteliklerin değişmesine kadar geçerli sayılır.
d ) Tescil edilmiş araçların her çeşit satış ve devirleri, satış ve devri yapılacak araçtan dolayı motorlu taşıtlar vergisi, gecikme faizi, gecikme zammı, vergi cezası ve trafik idari para cezası borcu bulunmadığının tespit edilmesi ve taşıt üzerinde satış ve/veya devri kısıtlayıcı herhangi bir tedbir veya kayıt bulunmaması halinde, araç sahibi adına düzenlenmiş tescil belgesi veya trafik tescil kayıtları esas alınarak noterler tarafından yapılır.
Noterler tarafından yapılmayan her çeşit satış ve devirler geçersizdir.
Satış ve devir işlemi, siciline işlenmek üzere üç işgünü içerisinde ilgili trafik tescil kuruluşu ile vergi dairesine bildirilir. Bu bildirimle birlikte alıcı adına trafik tescil işlemi gerçekleşmiş sayılır. Satış ve devir tarihi itibariyle, 197 sayılı Motorlu Taşıtlar Vergisi Kanunu hükümleri uyarınca eski malikin vergi mükellefiyeti sona erer, yeni malikin vergi mükellefiyeti başlar.
Yapılan satış ve devir işlemi üzerine noterler tarafından yeni malik adına bir ay süreyle geçerli tescile ilişkin geçici belge düzenlenir.
.
Satış ve devir işlemlerinin bildiriminden itibaren bir aylık süre içerisinde ilgili trafik tescil kuruluşu veya Emniyet Genel Müdürlüğünün uygun gördüğü kamu kurum veya kuruluşları tarafından yeni malik adına tescil belgesi düzenlenerek elden veya posta aracılığıyla teslim edilir. Tescil belgesinin bir ay içerisinde teslim edilememesi halinde yeni malike sorumluluk yüklenemez.
."
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
24. Mahkemenin 17/12/2015 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvurucunun 9/5/2013 tarihli ve 2013/3044 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
25. Başvurucu, yasal yollarla yurt dışından getirilen, gümrük işlemleri tamamlanan, doğrulama belgeleri, trafik ve noter satışları gibi aşamalardan geçen ve yasal engel konulmayan, kaçak olmadığı ancak usulsüz olduğu gümrük müfettişlerince tespit edilen; devletin resmî kurumlarınca, yurda girişinden satış ve tesciline kadar hiçbir aşamasında kaçak olduğu yönünde işlem yapılmayan taşıta iyi niyetli üçüncü kişi olarak kendisi satın aldıktan sonra el konulduğunu fakat aracın veya bedelinin kendisine iade edilmediğini, öte yandan hakkındaki ceza yargılamasının çok uzun sürdüğünü, bu şekilde mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini iddia etmiş; 70.000 TL maddi ve 30.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
a. Mülkiyet Hakkının İhlali İddiası
26. Bakanlık görüş yazısında, yurt dışından getirilen ve trafik tescil işlemleri yapılarak üçüncü kişilere satılan taşıtların yurda giriş ve trafik tescil işlemlerinin gerçeği yansıtmadığının sonradan anlaşılması durumunda bu araçlar için trafikten men ve el koyma işlemi uygulanmasında hukuka aykırılık bulunmadığı ancak bu durumda iyi niyetli üçüncü kişinin, hizmet kusuruna dayanarak idareye ve idari yargı merciine başvurabileceği, başvurucunun böyle bir yola gittiği bilinmemekle birlikte hizmet kusurunun tespiti durumunda mahkemelerin iyi niyetli üçüncü kişiler lehine tazminata hükmettiğinin görüldüğü belirtilmiştir.
27. Başvurucu bu görüşlere katılmadığını beyan etmiştir.
28. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) müsadere yoluyla mülkiyet hakkına yapılan müdahalelere ilişkin kararlarında, istikrarlı olarak müsadere yoluyla yapılan müdahalenin Sözleşme'ye Ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesinin gereklerini karşılayıp karşılamadığı bakımından esastan inceleme yapmaktadır (AGOSI/Birleşik Krallık, B. No: 9118/80, 24/1/1986, §§ 52-61; Microintelect Ood/Bulgaristan, B. No: 34129/03, 4/3/2014, §§ 46-50; Ünsped Paket Servisi San. ve Tic. A.Ş./Bulgaristan, B. No: 3503/08, 13/1/2015, §§ 45-47).
29. Anayasa Mahkemesi de başvurucunun müsaderenin adil olmadığını ileri sürdüğünü gözeterek değerlendirme yapacaktır. Bu durumda başvurucunun; devletin resmî kurumlarının, yurda girişinden satış ve tescile kadar hiçbir aşamada kaçak olduğu yönünde işlem yapmadığı taşıta, iyi niyetli üçüncü kişi olarak satın aldıktan sonra gümrük kaçağı olduğu gerekçesiyle el konulduğuna, buna rağmen aracın veya bedelinin kendisine iade edilmeyerek mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin şikâyeti açıkça dayanaktan yoksun olmadığı gibi başka bir kabul edilemezlik nedeni de bulunmadığından başvurunun bu şikâyete ilişkin kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Makul Sürede Yargılama Yapılmadığı İddiası
30. Başvurucunun yargılamanın uzunluğuyla ilgili şikâyeti de açıkça dayanaktan yoksun olmadığı gibi bu şikâyet için diğer kabul edilemezlik nedenlerinden herhangi biri de bulunmamaktadır. Bu nedenle başvurunun bu kısmına ilişkin olarak kabul edilebilirlik kararı verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
a. Mülkiyet Hakkının İhlali İddiası
31. Başvurucu; ruhsat,trafik belgeleri, yurda giriş ve gümrük işlemleri tamamlanan, doğrulama belgeleri ve noter satışları gibi aşamalardan geçen, kısaca devletin resmî kurumlarınınyurda girişinden satış ve tesciline kadar hiçbir aşamada kaçak olduğu yönünde işlem yapmadığı ve yasal engel koymadığı bir araca,iyi niyetli üçüncü kişi olarak satın aldıktan sonra gümrük kaçağı olduğu gerekçesi ile el konulduğunu, buna rağmen aracın veya bedelinin kendisine iade edilmediğini, bu suretle mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
32. Bakanlık, görüş yazısında uyuşmazlığın esası bakımından değerlendirme yapılması durumunda, AİHM çeşitli nedenlerle zapt edilen malları mülkiyet hakkı kapsamında değerlendirmekle birlikte, bu müdahaleleri mülkiyet hakkının ihlali olarak görmeyip Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) Ek 1 No.lu Protokol'ün birinci maddesinin (2) numaralı fıkrası kapsamında kabul ettiğini, bu fıkranın devletlere genel çıkarı korumak amacıyla mülkiyetin kullanımının kontrolü amacıyla gerekli gördükleri tedbirleri alma hakkı tanıdığına vurgu yaptığını, bu tedbirlerin Sözleşme'ye taraf devletlerin hemen hemen hepsinde yer almasını da dikkate alarak AİHM'in bu konuda esnek davrandığını, bu hususların esas yönünden yapılacak değerlendirmelerde göz önünde bulundurulması gerektiğini ifade etmiştir.
33. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı başvuru formundaki beyanlarını tekrar etmiştir.
34. Anayasa'nın "Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması" kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:
"Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."
35. Anayasa'nın "Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:
"Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.
Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.
Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz."
36. Sözleşme'ye Ek 1 No.lu Protokol'ün "Mülkiyetin korunması" kenar başlıklı 1. maddesi şöyledir:
"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.
Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez."
37. Mülkiyet hakkı, kişiye başkasının hakkına zarar vermemek ve yasaların koyduğu sınırlamalara uymak koşuluyla sahibi olduğu şeyi dilediği gibi kullanma, ürünlerden yararlanma ve tasarruf olanağı verir (AYM, E.2002/112, K.2003/133, 10/4/2003).
38. Mutlak değil, sınırlanabilir bir hak olan mülkiyet hakkı Anayasa'da yer alan temel hak ve özgürlüklerin sınırlama rejimine tabidir. Anayasa'nın 35. maddesinin birinci fıkrasında genel olarak hak tanınmakta, ikinci ve üçüncü fıkralarında da sınırlama ve güvence ölçütleri gösterilmektedir. Bu sınırlama ve güvencelerin Anayasa'nın 13. maddesinde yer alan ölçütler çerçevesinde değerlendirilmesi gerekmektedir.
39. Mülkiyet hakkına getirilen sınırlandırmanın Anayasa'nın 13. maddesinde öngörülen öze dokunmama, Anayasa'nın ilgili maddesinde belirtilen nedene dayanma, kanunlar tarafından öngörülme ve ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşullarına uygun olup olmadığının belirlenmesi gerekir.
40. Somut olayda çözümlenmesi gereken ilk mesele "mülkiyet hakkına" yönelik bir müdahalenin bulunup bulunmadığını belirlemektir. Sonraki aşamalarda varlığı kabul edilen müdahalenin kanuni dayanağı olup olmadığı, meşru amaçlara dayanıp dayanmadığı, amacı ve müdahalede kullanılan araçlar ile başvurucuya yüklenen külfetin ölçülü olup olmadığı hususlarının tespit edilmesi gerekir.
i. Mülkün Varlığı
41. Bireysel başvuru yoluyla mülkiyet hakkının ihlali iddiasının ileri sürülebilmesi için mülkiyetin konusu "sahip olunan bir mülk"e ihlal sonucunu doğuracak bir müdahalenin olması gerekmektedir (Selçuk Emiroğlu, B. No: 2013/5660, 20/3/2014, § 26).
42. Bu doğrultuda öncelikle mülkiyet hakkının kapsamına dâhil olabilecek mal varlığı değerlerinin belirlenmesi gerekir. Anayasa'nın 35. maddesi ile 1 No.lu Ek Protokol'ün 1. maddesinin koruma alanı içinde yer alan menfaatlerin kapsamına mevcut bir mülk girebileceği gibi kesin bir şekilde tanımlanmış alacak hakları da girebilir (AYM, E.2000/42, K.2001/361, 10/12/2001; AYM, E.2006/142, K.2008/148, 24/9/2008).
43. Taşınır eşyada mülkiyetin devri için borçlandırıcı işlemin yapılmasından sonra zilyetliğin naklinin (tasarruf işlemi) gerçekleştirilmesi gerekir. Bu tasarruf işlemi doğrudan doğruya eşyanın veya aracın teslimi yahut eşyanın, alıcının fiilî hâkimiyetine girmesi ile gerçekleşir.
44. Taşınır eşya olan motorlu araçlar, taşıdıkları önem ve risk nedeniyle hukuk düzeni tarafından diğer taşınır eşyaların tabi olduğu mülkiyetin devir şeklinden farklı olarak daha sıkı şekil şartlarına tabi tutulmuştur.
45. 2918 sayılı Kanun'un 20. maddesinin birinci fıkrasının (d) bendi şöyledir:
"Tescil edilmiş araçların her çeşit satış ve devirleri .... araç sahibi adına düzenlenmiş tescil belgesi. esas alınarak noterlerce yapılır..."
46. Trafik sicili; devlet eliyle resen tutulan, motorlu araçların teknik ve fiziki özellikleri ile üzerlerinde yer alan, başta mülkiyet hakkı olmak üzere ayni hakları ve çeşitli kısıtlamaları gösteren resmî bir kayıt sistemidir.
47. 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 7. maddesi şöyledir:
"Resmî sicil ve senetler, belgeledikleri olguların doğruluğuna kanıt oluşturur.
Bunların içeriğinin doğru olmadığının ispatı, kanunlarda başka bir hüküm bulunmadıkça herhangi bir şekle bağlı değildir."
48. Trafik sicili, 4721 sayılı Kanun'un 7. maddesinde belirtilen resmî sicillerden sayılırken bu sicile dayanılarak oluşturulan araç tescil belgeleri de (ruhsatname) aynı madde gereğince resmî senetlerden sayılır. Dolayısıyla belgeledikleri olguların doğruluğuna kanıt oluşturur. Trafik sicili, içerdiği hususların doğruluğuna ilişkin karine teşkil eder.
49. Trafik siciline tescilli araçlarda, noterde yapılan satış veya devir işleminin sonrasında aracın zilyetliği alıcıya devredildiğinde mülkiyeti de geçmiş olacaktır.
50. 2918 sayılı Kanun'un 20. maddesine göre henüz tescili yapılmamış motorlu araçların mülkiyet devirleri ise taşınır mülkiyetin devrine ilişkin esaslarla genel olarak aynıdır. Diğer bir deyişle mülkiyeti devretmeyi amaçlayan sözleşmenin yapılmasından sonra mülkiyeti devir amacıyla zilyetliğin naklinin gerçekleşmesi ile motorlu aracın mülkiyeti alıcıya geçmiş olacaktır. Ankara 1. Asliye Ceza Mahkemesince gönderilen ve 1/10/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesi kayıtlarına giren belgelere göre başvurucu, aracın trafik siciline tescilinden önce Ankara 27. Noterliğinin 24/11/2000 tarihli ve 22741 sayılı Kati Satış Senedi ile aracı satın almış; söz konusu belgede aracı fiilen teslim aldığını beyan etmiştir. Ödemeleri takiben araç üzerindeki zilyetliğin kendisine devredilmesi ile malik olan başvurucu 27/11/2000 tarihinde de aracın trafik tescil işlemlerini gerçekleştirmiştir. Bu yönüyle trafik sicilindeki tescil kurucu değil, açıklayıcı niteliktedir.
51. Anayasa'nın 35. maddesinde yer verilen mülkiyet kavramı, kapsam itibarıyla 4721 sayılı Kanun'da yer alan mülkiyet kavramı ile sınırlı olmadığı gibi trafik siciline tescilli araç mülkiyetinin Anayasa'nın 35. maddesindeki güvence kapsamına girdiğine kuşku yoktur.
52. Anayasa'nın 35. maddesi kapsamındaki hakkının ihlal edildiğini ileri süren başvurucu, böyle bir hakkın varlığını kanıtlamak zorundadır. Bu nedenle öncelikle başvurucunun, Anayasa'nın 35. maddesi uyarınca korunmayı gerektiren mülkiyete ilişkin bir menfaate sahip olup olmadığı noktasındaki hukuki durumunun değerlendirilmesi gerekir (İhsan Vurucuoğlu, B. No: 2013/539, 16/5/2013, §§ 30, 31).
53. Başvuru konusu olayda yukarıda ayrıntılı bir şekilde ifade edildiği gibi başvurucunun otomobili 24/11/2000 tarihinde satın aldığı, 27/11/2000 tarihinde de aracın trafik tescil işlemlerini gerçekleştirdiği dikkate alındığında Mahkemece müsaderesine karar verilen araç üzerinde Anayasa'nın 35. maddesi kapsamında mülkiyet hakkının varlığı konusunda şüphe bulunmamaktadır.
ii. Müdahalenin Mevcudiyeti
54. Anayasa'nın 35. maddesi ve Sözleşme'ye Ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesi, paralel düzenlemelerle mülkiyet hakkına yer vermiştir.
55. Sözleşme'ye Ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesi üç temel kuraldan oluşmaktadır. Birinci kural genel olarak mülkiyetten barışçıl yararlanma veya mülkiyete saygı ilkesidir. Bu husus birinci fıkranın ilk cümlesinde düzenlenmiştir. İkinci kural mülkiyetten yoksun bırakmayı düzenler ve bunu belirli koşullara bağlı kılar. Bu da aynı fıkranın ikinci cümlesinde düzenlenmiştir. Üçüncü kural ise devletlere kamu yararına uygun olarak ve bu amacın gerektirdiği ölçüde yasaların uygulanması yoluyla mülkiyetin kullanımını kontrol etme yetkisi tanır, bu ise ikinci fıkrada yer almaktadır (Sporrong ve Lönnroth/İsveç, B. No: 7151/75, 7152/75, 23/9/1982, § 61).
56. Anayasa'nın 35. maddesinin birinci fıkrası 1 No.lu Ek Protokol'ün 1. maddesindeki düzenlemeye paralel şekilde mülkiyet hakkını tanımış, ikinci ve üçüncü fıkralarında ise mülkiyet hakkının sınırlandırılması ve bu sınırlandırmanın ölçütünü belirtmiştir.
57. AİHM'in müsadere yoluyla yapılan müdahalelere ilişkin genel yaklaşımı; müsaderenin, mülkten yoksun bırakmayı içerse dahi Sözleşme'ye Ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesinin ikinci paragrafı kapsamında bir "ceza" olarak uygulandığı ve bu amacı gözeterek mülkiyetin kullanımının kontrolü olarak değerlendirilmesi gerektiği yönündedir (Frizen/Rusya, B. No: 52824/00, 24/3/2005, § 31; Veits/Estonya, B. No: 12951/11, 15/1/2015, § 70 ve AGOSI/Birleşik Krallık, B. No: 9118/80, 24/1/1986, § 51).
58. Başvurucunun maliki olduğu aracın müsaderesinin, mülkünün elinden alınması sonucunu doğurduğundan Anayasa'nın 35. maddesi anlamında sahip olunan mülkiyet hakkına müdahale oluşturduğuna kuşku yoktur.
iii. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı
59. Mülkiyet hakkına yapılan müdahale, Anayasa'nın 13. maddesinde belirtilen şartlar yerine getirilmediği müddetçe Anayasa'nın 35. maddesinin ihlaline yol açacaktır. Bu itibarla sınırlamanın Anayasa'nın 13. maddesinde öngörülen koşullara uygun olup olmadığının belirlenmesi gerekir.
1. Kanunilik
60. Anayasa'nın 35. maddesinde mülkiyet hakkına getirilecek sınırlamaların kamu yararı amacıyla ve kanunla yapılması gerektiği hüküm altına alınırken Sözleşme'ye Ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesi mülkiyetten yoksun bırakmanın kamu yararıyla, yasada öngörülen koşullarla ve uluslararası sözleşmelere uygun olarak yapılabileceğini öngörmektedir. AİHM, yasada öngörülen koşulları, bir diğer ifadeyle hukukiliği geniş yorumlayarak istikrar kazanmış yargı kararlarına dayanan içtihat yoluyla geliştirilmiş ilkelerin de hukukilik şartını karşılayabildiğini kabul ederken (Malonei/İngiltere, B. No: 8691/79, 2/8/1984, §§ 66-68) Anayasa, tüm sınırlandırmaların mutlak manada kanunla yapılacağını öngörerek Sözleşme'den daha geniş bir koruma sağlamaktadır (Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 31).
61. 5607 sayılı Kanun'un 13. maddesinin (1) numaralı fıkrasına göre bu Kanun'da tanımlanan suçlarla ilgili olarak 5237 sayılı Kanun'un eşya ve kazanç müsaderesine ilişkin hükümleri uygulanır. Aynı maddenin (2) numaralı fıkrasına göre kamu davasının düşmesine karar verilmesi, sadece suç konusu eşya ile ilgili olarak müsadere hükümlerinin uygulanmasına engel teşkil etmez. 5237 sayılı Kanun'un 54. maddesinin (4) numaralı fıkrasına göre de üretimi, bulundurulması, kullanılması, taşınması, alım ve satımı suç oluşturan eşya müsadere edilir.
62. Mahkeme tarafından, başvurucunun satın aldığı aracın gümrük kaçağı eşya olduğu gerekçesiyle 5607 sayılı Kanun'un 13. maddesi delaletiyle 5237 sayılı Kanun'un 54. maddesinin (4) numaralı fıkrası uyarınca müsaderesine karar verilmiş; başvurucunun bu kararı temyiz etmesi üzerine Yargıtay 7. Ceza Dairesi 29/11/2012 tarihli ve E.2012/3094, K.2012/29937 sayılı kararı ile Mahkeme kararını onamıştır. Bu nedenle başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin "kanunlar tarafından öngörülme" ölçütünü karşıladığı sonucuna varılmıştır.
2. Meşru Amaç
63. 5607 sayılı Kanun'a göre kaçakçılık, ülkeye ithali ya da ülkeden ihracı yasak olan veya ithal ve ihracı gümrük işlemlerine tabi olan bir eşyayı gümrük işlemleri yaptırılmadan ithal veya ihraç etmek, bu eşyayı ülke içinde satmak veya satın almaktır.
64. Günümüzde uluslararası ticaretin giderek artması ve serbestleşmesi, toplum ve çevre sağlığını olumsuz yönde etkileyen, ülke ekonomisi ve güvenliğini tehdit eden her türlü kaçakçılık faaliyetlerindeki artışı da beraberinde getirmiştir. Ülke ticaretinin ve güvenliğinin korunması ve kontrolü ile haksız rekabetin önlenmesi amacıyla kaçakçılıkla mücadele etmek için ülkeler tarafından hukuki düzenlemelerle gerekli önlemler alındığı gibi bu türden fiillerle mücadelede etkinliğin artırılması maksadıyla uluslararası anlaşmalar da yapılmaktadır. Bu yüzden kaçakçılıkla mücadelede etkinliğin artırılması gayesiyle "kaçak eşya"nın müsadere edilmesinin kamu yararı amacı taşıdığı değerlendirilmektedir (Osman Bayrak, B.No:2013/3803, 25/2/2015,§ 81).
65. Başvuru konusu olayda, başvurucu adına trafik siciline tescilli aracın Mahkemece "kaçak eşya" niteliğinde olduğu gerekçesine dayanılarak müsadere edilmesi ile ithali yasak olan eşyanın ülkeye girişine engel olunması ve kaçakçılığın önlenmesi amaçlanmıştır. Kaçakçılığın önlenmesinin kamu yararına olduğunda kuşku bulunmamaktadır. Dolayısıyla bu yönden başvurucuya ait aracın mülkiyetinin kamuya geçirilmesinin meşru bir amaç taşıdığı sonucuna varılmıştır.
3. Ölçülülük
66. Son olarak başvurucuya ait aracın mahkeme kararıyla müsadere edilmesi ile "mülkiyet hakkına" yapılan müdahale arasında makul bir dengenin gözetilip gözetilmediği değerlendirilmelidir.
67. Anayasa'nın 13. maddesinde ifade edilen "ölçülülük ilkesi", temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin başvurularda öncelikli olarak dikkate alınması gereken bir güvencedir. Ölçülülük, temel hak ve özgürlüklerin sınırlanma amaçları ile araç arasındaki ilişkiyi yansıtır. Ölçülülük denetimi, ulaşılmak istenen amaçtan yola çıkılarak bu amaca ulaşılmak için seçilen aracın denetlenmesidir. Bu sebeple mülkiyet hakkına getirilen müdahalelerde hedeflenen amaca ulaşabilmek için seçilen müdahalenin elverişli, gerekli ve orantılı olup olmadığı değerlendirilmelidir (Osman Bayrak, §§ 73, 74).
68. Bu bağlamda başvuru konusu olay bakımından yapılacak değerlendirmelerin temel ekseni, müdahaleye neden olan başvurucuya ait aracın "kaçak eşya" niteliğinde kabul edilerek müsadere edilmesinin mülkiyet hakkını kısıtlama bakımından "ölçülülük ilkesi"ne uygun olup olmadığı olacaktır.
69. Başvuru konusu olayda başvurucu, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturma kapsamında 20/2/2002 tarihinde aracına el konularak tarafına yediemin bırakıldığını, Başsavcılıkça "kaçakçılık" suçunu işlediği iddiasıyla 20/1/2003 tarihinde hakkında açılan kamu davasının Ankara 1. Asliye Ceza Mahkemesince 16/9/2010 tarihinde zamanaşımı nedeniyle düşmesine karar verildiği hâlde dava konusu aracın müsaderesine hükmedildiğini, müsadere kararının mahkûmiyet hükmünün sonucu olabileceğini, hakkında kesinleşmiş mahkûmiyet hükmü bulunmamasına rağmen aracın müsadere edildiğini belirterek mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
70. Somut olayda Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca el konulan aracın Ankara 1. Asliye Ceza Mahkemesince "kaçak eşya" olduğu kabul edilerek müsaderesine karar verilmesi nedeniyle mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin ölçülü olup olmadığı değerlendirilmelidir.
71. Sözleşme'ye Ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesi, kural olarak usule ilişkin güvenceleri içermemekle beraber başvurucuya, keyfî müdahalelerden korunmak amacıyla mülkiyet hakkına yapılan müdahaleye karşı yetkili makamlar önünde etkin bir biçimde itiraz edebilme olanağının tanınıp tanınmadığı güvencesini kapsamaktadır (AGOSİ/Birleşik Krallık, § 60; Saccocia/Avusturya, 69917/01, B. No: 18/12/2008, § 89; Microintelect Ood/Bulgaristan, § 48). Ayrıca müsadere yoluyla müdahale nedeniyle uğranılan zararın giderimine dair etkin bir tazminat yolunun var olup olmadığı da ölçülülük bakımından irdelenmelidir (AGOSİ/Birleşik Krallık, § 53,Microintelect Ood/Bulgaristan, § 48; Andonoski/Makedonya, B. No: 16225/08, 17/9/2015, § 48).
72. Başvurucu ve diğer iki şüpheli hakkında "kaçakçılık" suçunu işledikleri iddiasıyla Ankara 1. Asliye Ceza Mahkemesinde açılan kamu davasında yapılan yargılama sonunda, 16/9/2010 tarihli karar ile başvurucu ve diğer sanıklar hakkında "kaçakçılık" suçundan açılan kamu davasının, 765 sayılı mülga Kanun'un 102. maddesinin birinci fıkrasının (4) numaralı bendi ile 104. maddesinin (2) numaralı bendi ve 5271 sayılı Kanun'un 223. maddesinin (8) numaralı fıkrası gereği zamanaşımı nedeniyle düşürülmesine; Ankara 9. Ağır Ceza Mahkemesinin 28/7/2009 tarihli mahkûmiyet kararına göre suça konu aracın sahte belgelerle yurt dışından getirildiği, mevcut hâli ile ithalat şartını taşımadığı ve kaçak olduğu gerekçesiyle 5607 sayılı Kanun'un 13. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları delaletiyle 5237 sayılı Kanun'un 54. maddesinin (4) numaralı fıkrası uyarınca müsaderesine karar verilmiş; Yargıtay 7. Ceza Dairesinin 29/11/2012 tarihli ilamıyla hüküm onanmıştır.
73. Bu durumda başvurucunun, yargılamanın taraflarından biri olmakla müsadere talebine karşı savunma ve itirazlarını ileri sürebilme olanağı bulabildiği görülmüş; Ankara 1. Asliye Ceza Mahkemesi kararında belirtildiği üzere başvurucuya ait aracın"kaçak eşya" niteliğinde olduğu, sahte belgelerle ülkeye getirildiği, nitekim Ankara 9. Ağır Ceza Mahkemesince de suça konu aracın sahte belgelerle yurt dışından getirildiği gerekçesiyle"resmî belgede sahtecilik" suçundan başvurucu hakkında mahkûmiyet kararı verildiği anlaşılmıştır. Dolayısıyla Sözleşme'ye Ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesinin öngördüğü güvence kapsamında yetkili makamlar önünde etkin bir biçimde itiraz edebilme olanağının başvurucuya tanındığı anlaşılmaktadır.
74. AİHM'e göre "kaçak eşya", müsaderenin konusu olabilir. Bununla birlikte AİHM, müsaderenin adil olabilmesi için kaçak eşyanın malikinin davranışı ile kanunun ihlali arasında bir illiyet bağının olması gerektiğini ve "iyi niyetli" eşya malikine müsadere edilen eşyaları geri kazanabilme olanağının tanınması (AGOSİ/Birleşik Krallık, § 53) veya tazmin edilmesi (Microintelect Ood/Bulgaristan, § 48) gerektiğini belirtmektedir. Bu kural aynı zamanda kaçakçılık suçundan mahkûm edilmeyen eşya maliki için de uygulanmalıdır (Jucys/Litvanya, B. No: 5457/03, 8/1/2008, § 36).
75. Bu ilkeler çerçevesinde hukuk sistemimizde kaçak eşyanın "iyi niyetli" maliki yönünden müsadere edilen eşyaların geri kazanılmasına veya tazminine yönelik etkin bir hukuk yolunun mevcut olup olmadığı irdelenmelidir.
76. Danıştay Onuncu Dairesinin 16/12/2009 tarihli ve E.2007/62, K.2009/10528 sayılı kararı şöyledir:
"Yurda giriş yaptıktan sonra trafik tescil işlemleri yapılan ve bu şekilde üçüncü kişilere satılan taşıtların yurda giriş işlemlerinin veya trafik tescil işlemlerinin gerçeği yansıtmadığının sonradan anlaşılması halinde bu araçların trafikten men edilerek el konulmasında hukuka aykırılık bulunmamaktadır.
Ancak, bir aracın trafiğe çıkabilmesi için yasal işlemlerin tümünün tamamlamış olması, söz konusu araçların başkalarına satış ve devrine herhangi bir engel bulunmaması durumunda, bu araçları satın ve devir alan iyiniyetli üçüncü kişilerin sahibi bulundukları araçlara sonradan el konulması halinde uğradıkları zararların hizmet kusuru ilkesi uyarınca ilgili idarelerden tazmini gerekmektedir."
77. Danıştay Onuncu Dairesinin 8/5/2007 tarihli ve E.2005/1011, K.2007/2423 sayılı kararı şöyledir:
"Uyuşmazlıkta, Emniyet Genel Müdürlüğünün, kendisine yetkili makamlar tarafından sunulan belgelere istinaden kayıt ve tescil işlemleri yapmasında hizmet kusuru bulunmasa bile Emniyet Genel Müdürlüğünce usulüne uygun olarak tescil işlemleri yapılan aracı satın alan kişinin bu kayıtlar nedeniyle uğradığı zararın kusursuz sorumluluk ilkesi uyarınca tazmin edilmesi gerekmektedir.
Öte yandan, gümrük idaresinin, araç ithalatı sırasında kullanılan belgelerin gerçeğe uygun olup olmadığını inceleme ve denetleme yetkisi bulunduğundan, bu inceleme ve araştırma nedeniyle hizmet kusuru işlediğinden söz edilemeyeceği açık olmakla birlikte, ithaline müsade ettiği aracı satın alan davacının, olayda herhangi bir kusurunun bulunmaması ve aracın ithali ile ilgili işlemlerde bir ilgisinin tespit edilememesi karşısında uğradığı zararın kusursuz sorumluluk ilkesi uyarınca tazmin edilmesi gerekmektedir.
Buna göre, yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca davacının uğradığı zarara karşılık takdiren belirlenecek bir miktarda manevi tazminata hükmedilmesi gerekirken davanın reddi yolunda verilen kararda hukuki isabet görülmemiştir."
78. Bu durumda müsadere nedeniyle uğranılan zararın tazminine dair etkin bir tazminat yolunun bulunduğu anlaşılmaktadır. Ancak başvuru konusu olayda başvurucu, aracının müsadere edilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğini iddia etmekle birlikte zararının giderilmesine yönelik derece mahkemeleri nezdinde bir tazminat talebinde bulunmamıştır.
79. Dolayısıyla Ankara 9. Ağır Ceza Mahkemesinin kesinleşen kararıyla "resmî belgede sahtecilik" yapılarak ülkeye getirilen aracın "kaçak eşya" niteliğinde olduğu gerekçesiyle müsadere edilmesinin, kamu yararı amacına uygun olup tazmin yolunu içeren yeterli güvencelerin varlığı da gözetildiğinde, başvurucuyu kişisel ve aşırı bir yük altına sokmadığı, müdahalenin amacı ile başvurucuya yüklenen külfetin orantılı olduğu sonucuna varılmıştır.
80. Yukarıdaki hususlar dikkate alındığında başvurucuya ait aracın "kaçak eşya" olarak nitelendirilerek müsadere edilmesinin mülkiyet hakkına yönelik orantısız bir müdahale olmadığı ve bu bağlamda ölçülülük ilkesine aykırı olmadığı kanaatine varılmıştır. Bu sebeplerle başvurucunun Anayasa'nın 35. maddesinde düzenlenen mülkiyet hakkının ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.
Serdar ÖZGÜLDÜR, Serruh KALELİ ve Celal Mümtaz AKINCI bu görüşe katılmamışlardır.
b. Yargılamanın Makul Sürede Sonuçlandırılmadığı iddiası
81. Başvurucu, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturma kapsamında 20/2/2002 tarihinde idaresindeki araca el konularak ifadesinin alındığını, Başsavcılıkça 20/1/2003 tarihinde hakkında açılan kamu davasının makul sürede sonuçlanmadığını belirterek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
82. Bakanlık, makul sürede yargılanma hakkının ihlali iddialarına ilişkin olarak görüş sunulmayacağını bildirmiştir.
83. Anayasa ve Sözleşme'nin ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün olmayıp (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18), Sözleşme metni ile AİHM kararlarından ortaya çıkan ve adil yargılanma hakkının somut görünümleri olan alt ilke ve haklar, Anayasa'nın 36. maddesinde yer verilen adil yargılanma hakkının da unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de Anayasa'nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı birçok kararında -ilgili hükmü Sözleşme'nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle- Sözleşme'nin lafzi içeriğinde yer alan ve AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara, Anayasa'nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir. Somut başvurunun dayanağını oluşturan makul sürede yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup ayrıca davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten Anayasa'nın 141. maddesinin de -Anayasa'nın bütünselliği ilkesi gereği- makul sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde gözönünde bulundurulması gerektiği açıktır (Güher Ergun ve diğerleri B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 38, 39).
84. Davanın karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir davanın süresinin makul olup olmadığının tespitinde gözönünde bulundurulması gereken kriterlerdir (Güher Ergun ve diğerleri, §§ 41-45).
85. Anayasa'nın 36. ve Sözleşme'nin 6. maddesi uyarınca kişilere, cezai alanda yöneltilen suçlamaların da (suç isnadı) makul sürede karara bağlanmasını isteme hakkı tanınmıştır. İsnat olunan fiil, ceza kanunlarında suç olarak nitelendirilmiş ve yargılama aşamasında ceza hukukunun kuralları uygulanmış ise ayrıca bir uygulanabilirlik incelemesi yapılmaksızın kendiliğinden adil yargılanma hakkı kapsamına girer (Burak Edis, B. No: 2012/625, 9/1/2014, § 31). Başvuru konusu olayda, başvurucu hakkında "kaçakçılık" suçunu işlediği iddiasıyla soruşturma başlatılmıştır. Başvurucu hakkında isnat olunan suç 7/1/1932 tarihli ve 1918 sayılı mülga Kaçakçılığın Men ve Takibine Dair Kanun'un 25. maddesinin üçüncü fıkrası ile 33. maddesinin üçüncü fıkrasında hapis ve adli para cezasını gerektirir şekilde tanımlanmıştır. Bu çerçevede başvurucu hakkındaki suç isnadına dayalı yargılamanın Anayasa'nın 36. maddesinin güvencesi kapsamına girdiği konusunda kuşku bulunmamaktadır (Burak Edis, § 32).
86. Ceza muhakemesinde yargılama süresinin makul olup olmadığı değerlendirilirken sürenin başlangıcı, bir kişiye suç işlediği iddiasının yetkili makamlar tarafından bildirilmesi veya isnattan ilk olarak etkilendiği arama ve gözaltı gibi birtakım tedbirlerin uygulanması anıdır (Ersin Ceyhan, B. No: 2013/695, 9/1/2014, § 35). Somut başvuru açısından bu tarih, başvurucunun idaresindeki araca el konularak ifadesinin alındığı 20/2/2002'dir. Ceza yargılamasında sürenin sona erdiği tarih ise suç isnadının nihai olarak karara bağlandığı tarih olup somut başvuru açısından bu tarih, Yargıtay 7. Ceza Dairesinin Ankara 1. Asliye Ceza Mahkemesinin kararını onadığı 29/11/2012'dir.
87. Başvuruya konu yargılama sürecinin incelenmesi neticesinde 20/2/2002 tarihinde idaresindeki araca el konularak ifadesi alınan başvurucu ile diğer iki şüpheli hakkında "kaçakçılık" suçunu işledikleri iddiasıyla Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 20/1/2003 tarihli iddianamesi ile kamu davası açıldığı belirlenmiştir. Yargılamaya başlayan Ankara 1. Asliye Ceza Mahkemesince başvurucunun savunmasının alındığı, Ankara Gümrükler Başmüdürlüğüne yazı yazılarak el konulan aracın muafiyet hükümleri kapsamında ithalinin mümkün olup olmadığı hususunda bilgi istendiği, el konulan araç üzerinde bilirkişi refakatiyle keşif yapıldığı, muafiyet hükümlerinden yararlanarak ithal edilen söz konusu araç hakkındaki kayıtların tespiti amacıyla Kırgızistan adli makamlarına yazılan talimat cevabının uzun süre beklendiği, sonuç alınamaması üzerine 15/2/2006 tarihli karar ile başvurucu açısından suçun unsurlarının oluşmadığı, diğer iki sanık yönünden ise suçun işlendiği hususunda kesin ve inandırıcı delil bulunamadığından beraatlerine ve suça konu aracın ruhsat sahibine iadesine karar verildiği tespit edilmiştir. Katılan idarenin temyizi üzerine hükmün, Yargıtay 7. Ceza Dairesinin 31/3/2010 tarihli ilamı ile bozulduğu, bozma üzerine yapılan yargılamada Mahkemece 16/9/2010 tarihli karar ile başvurucu hakkında "kaçakçılık" suçundan açılan kamu davasının zamanaşımı nedeniyle düşmesine, suça konu aracın müsaderesine karar verildiği, başvurucunun temyizi üzerine kararın Yargıtay 7. Ceza Dairesinin 29/11/2012 tarihli ilamı ile onandığı anlaşılmıştır.
88. 5271 sayılı Kanun'un öngördüğü yargılama usullerine tabi mahkemeler nezdindeki yargılamaların makul sürede tamamlanmadığı yönündeki iddialar, daha önce bireysel başvuru konusu yapılmış ve Anayasa Mahkemesi tarafından makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönünde kararlar verilmiştir (Burak Edis, §§ 23-41; Ersin Ceyhan, §§ 24-40).
89. Başvurunun değerlendirilmesi neticesinde başvuruya konu ceza davası; hukuki meselenin çözümündeki güçlük, maddi olayların karmaşıklığı, delillerin toplanmasında karşılaşılan engeller, taraf sayısı gibi kriterler dikkate alındığında karmaşık olmaktan uzaktır. Başvurucunun tutum ve davranışlarıyla usule ilişkin haklarını kullanırken özensiz davranmasının yargılamanın önemli ölçüde uzamasına sebep olduğu da söylenemez. Anılan davaya bütün olarak bakıldığında somut başvuru açısından farklı bir karar verilmesini gerektirecek bir yön bulunmadığı ve 10 yıl 9 ayı aşan yargılama sürecinde makul olmayan bir gecikmenin olduğu sonucuna varılmıştır.
90. Açıklanan nedenlerle Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
91. Başvurucu, mülkiyet hakkının ihlali nedeniyle aracı satın almak için ödediği 38.000 DM ile yaptığı masrafların karşılığı olarak 2.000 TL'nin rayiç değeri olmak üzere toplam 70.000 TL maddi, makul sürede yargılama yapılmadığı için 30.000 TL manevi tazminata hükmedilmesini talep etmiştir.
92. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un "Kararlar" kenar başlıklı 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
"Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."
93. Başvurucunun tarafı olduğu uyuşmazlığa ilişkin olarak 10 yıl 9 ayı aşan yargılama süresi dikkate alındığında yargılama faaliyetinin uzunluğu sebebiyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya net 10.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.
94. Başvurucu tarafından mülkiyet hakkının ihlali nedeniyle maddi tazminat talebinde bulunulmuş olmakla beraber mülkiyet hakkının ihlali iddiasına ilişkin olarak Anayasa'nın 35. maddesinde düzenlenen mülkiyet hakkının ihlal edilmediğine karar verildiği dikkate alındığında başvurucunun maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.
95. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 198,35 TL harçtan oluşan yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,
2. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA OYBİRLİĞİYLE,
B. 1. Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLMEDİĞİNE Serdar ÖZGÜLDÜR, Serruh KALELİ ve Celal Mümtaz AKINCI'nın karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
2. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE OYBİRLİĞİYLE,
C. Başvurucuya net 10.000 TL manevi TAZMİNAT ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE OYBİRLİĞİYLE,
D. 198,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE, OYBİRLİĞİYLE,
E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına OYBİRLİĞİYLE
17/12/2015 tarihinde karar verildi.
KARŞI OY GEREKÇESİ
Dosyanın incelenmesinde; başvurucunun, bilahare mahkeme kanalıyla zaptolunan ve iyiniyetli olarak bir başkasından noter satışıyla devredildiği aracı sahte belgelerle yurda sokan kişiler arasında yer almadığı ve hakkında bu nedenle dava açılmadığı, hakkında kaçakçılık suçundan açılan davada da ilk derece mahkemesince anılan suçtan beraat ve suça konu otomobilin başvurucuya iadesine karar verildiği, vaki temyiz üzerine Yargıtayca, inceleme tarihi itibariyle dava zamanaşımı dolduğu, ancak dava konusu otomobilin müsaderesi ya da iadesi bakımından bir değerlendirme yapılması gerektiği gerekçesiyle hükmün bozulduğu, ilk derece mahkemesinin bozma ilamına uyarak kaçakçılık suçundan zamanaşımın dolması nedeniyle düşme kararı verdiği, başvurucunun maliki olduğu araç yönünden ise aracın gümrük kaçağı eşya olması itibariyle 5607 sayılı Kanun'un 13. ve 5237 sayılı 54/4. maddeleri uyarınca "müsadere" kararı verildiği, bu yöndeki karara gerekçe olarak da ".16.7.1997 tarihli ithalata sunulan Kırgızistan mülkiyet belgesinin sahte olduğu ve mevcut haliyle ithalat şartını taşımadığından kaçak olan bu aracın müsaderesi gerekeceği düşünülmekle ." şeklinde bir görüş serdedildiği ilk derece mahkemesi kararının bu kez Yargıtayca onamak suretiyle kesinleştiği anlaşılmaktadır.
2918 sayılı Trafik Yasası'nın 20. maddesinin (d) bendi, tescil edilmiş araçların her çeşit satış ve devirlerinin, araç sahibi adına düzenlenmiş tescil belgesi esas alınarak noterce yapılacağını ifade ederken Trafik sicili devlet eliyle resen tutulan, araç teknik özellikleri ve araç üzeri mülkiyet ve ayni hak ve varsa çeşitli kısıtlılıkları gösteren resmi kayıt sistemidir ve MK 7. maddesine göre bu belgeler belgeledikleri olguların doğruluğunu kanıtlarlar. Trafik siciline dayalı araç tescil belgesi de bu kapsamda resmi senettir. Üzerinde var olan hukuki güven mülkiyetin geçişine aracılık eder.
Başvurucunun 27.11.2000 tarihinde gerçekleştirdiği trafik tescil işlemi ile araç üzerindeki mülkiyet hakkının varlığı ve müsadere ile vaki hakkı müdahale konusu tartışmasızdır. Müsaderenin kanuniliği için kullanılan 5237 sayılı Yasa'nın 54. maddesinin dördüncü fıkrasında kural, alımı, satımı, kullanılması, bulundurulması, suç konusu olan eşyanın müsaderesine imkan verirken, aynı maddenin birinci fıkrasının ilk cümlesi bir suçun işlenmesinde kullanılan eşyanın müsaderesine ÜÇÜNCÜ İYİ NİYETLİ KİŞİLERE AİT OLMAMAK koşulu ile izin vermektedir. 5237 sayılı Yasa'nın gerekçesinde de kuralın Anayasa'da yer alan mülkiyet hakkını zedelememesi için yeniden düzenlendiğini, kişinin suç işlemine iştirak etmemesi, suçun işlenişinden haberdar olmaması durumunda sahibi bulunduğu eşya suç işlemesinde kullanılmış bile olsa müsadereye hükmedilemeyeceğini istisnasının kamu güvenliği, sağlığı veya genel ahlak ile ilgili konularda açısından kabul edilebileceğini belirtmektedir. Düzenlemenin asıl amacının da "müsaderenin" hukuki niteliğinin aslen bir güvenlik tedbiri olduğu hususuna yönelik olduğu, bu amaçla düzenlenmiş yasanın ilgili 54. maddenin üçüncü fıkrasında kullanılmış ama müsaderesi ile suça nazaran ağır sonuçlar doğuracak ve hakkaniyete aykırı olacağı anlaşılan eşyanın müsaderesine de hükmedilmeyebileceğini söylemektedir.
Devletin trafik tescil bilgilerinin sıhhatine güvenerek aracı bir başka kişiden noter kanalıyla devralan başvurucunun "iyiniyetli" sayılması gerektiği kuşkusuz olduğu gibi; sahte belgelerle araç ithal etme suçunun sanığı olmayan, kaçakçılık suçundan yargılanmakla beraber önce bu suçtan beraatine ve aracı iadesine karar verilen, bilahare Yargıtayın bu yöndeki bozma kararı üzerine hakkındaki bu dava zamanaşımı nedeniyle düşen başvurucunun mülkiyet hakkına vaki kamu müdahalesinin ölçülü ve haklı olduğu da kabul edilemez. Esasen davanın somutunda, ithal edilen araca ilişkin belgelerin Kırgızistan'dan celbinin birkaç yıl alınması karşısında, başvurucunun bu konuda müdebbir davranmadığı söylenemez. Devletin "gümrük kaçağı" gerekçesiyle iyi niyetli üçüncü kişilere ait araca el koyması ve bu konuda kendiliğinden bir tazmin-giderim mekanizması öngörmemesi nedeniyle; kamunun trafik tescil sistem ve kayıtlarına güvenerek araç satın alan kişilerin otomatik olarak uğradıkları zararı sineye çekmek zorunda oldukları söylenemez.
Devlet kayıtlarına güvenerek hayatını yönlendiren, hukuki iş ve işlemlere kalkışan iyi niyetli bireyin hukuka ve devlete olan güvenini sürdürmesi yanında devletinde bu güveni zedeleyici işlemlerden kaçınmak, mevzuata ve kayda olan inancının devamını sağlamak zorunluluğu, hukuk devleti olmanın gereklerindendir. Dolayısıyle, bu konumdaki kişilerin elkoyma (müsadere) kararından sonra davalı idare aleyhine hizmet kusuru vb. nedenlerle dava açarak uğradıkları zararların tazminini isteyebilecekleri yönündeki bir düşünce ihlal edilen mülkiyet hakkını telafi edici bir sistem olarak kabul edilmemelidir. Aslolanın hukuksuzluğu önlemek olduğunda, telafi etmek hak ihlalini meşru kılmayacaktır.
Açıklanan nedenlerle; dosyanın geçirdiği safahat itibariyle başvurucunun mülkiyet hakkına "ölçüsüz" bir biçimde müdahale de bulunulduğu ve Anayasa'nın 35. maddesinde düzenlenen mülkiyet hakkının ihlal edildiği kanaatine vardığımızdan, çoğunluğun aksi yöndeki kararına katılmıyoruz.
KARŞI OY GEREKÇESİ
1. Başvurucu, "kaçakçılık" suçu işlediği iddiası ile yargılandığı davanın makul sürede sonuçlanmadığı ve hakkında kesinleşmiş mahkumiyet hükmü bulunmamasına rağmen dava konusu aracın müsaderesine karar verildiğini belirterek, Anayasa'nın 35. ve 36. maddelerinde tanımlanan mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
2. Başvurucunun satın aldığı, yurt dışından getirilen otomobile kaçak olduğundan bahisle el konulmuş ve uzun bir yargılama sürecinden sonra "kaçakçılık" suçundan açılan davanın zamanaşımından düşürülmesine, aracın da müsaderesine karar verilmiştir.
3. Dosya incelendiğinde suça konu aracın yurtdışından başvurucu tarafından getirilmediği, yurtdışından mevzuata aykırı olarak getirilen aracın mevzuata aykırı olarak getirildiğini bilmeyen iyiniyetli üçüncü şahıs durumunda olan başvurucu tarafından noter satış senedi ile satın alındığı ve bu aracı kullanmakta iken araca el konulup dava açıldığı görülmektedir.
4. 2918 sayılı Trafik Kanunu'nda, tescil edilmiş araçların her türlü satış ve devir işlemlerinin, araç sahibi adına düzenlenmiş tescil belgesi esas alınarak noterlerce yapılacağı ifade edilmiştir. Buna göre trafik sicili de tapu sicili gibi resmi kayıt mahiyetindedir. Nitekim MK 7. maddesinde de, "Resmi sicil ve senetler, belgeledikleri olguların doğruluğuna kanıt oluşturur." denilerek resmi sicillere güven esası teyit edilmiştir.
5. Başvurucu hakkında açılan dava, zamanaşımı sebebiyle düşürülürken, adına trafik sicilinde kayıtlı aracın yurt dışından usulsüz olarak ithal edildiğinden bahisle 5607 sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu'nun 13. maddesi delaletiyle 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 54. maddesi 4. fıkrası uyarınca müsaderesine karar verilmiştir.
6. "Eşya Müsaderesi" başlıklı TCK 54. maddesinde, " İyiniyetli üçüncü kişilere ait olmamak koşuluyla" denilerekiyiniyetli üçüncü kişilerin korunması gerektiği ifade olunmaktadır.
7. Somut olayda başvurucu devletin trafik siciline güvenerek araç satın almış iyiniyetli üçüncü şahıs konumundadır. Belgelerde sahtecilik yaparak araç ithal eden kişiler hakkında Ankara 9. Ağır Ceza Mahkemesinde açılan dava sanıkları arasında başvurucu bulunmamaktadır. Başvurucu hakkında, 5607 sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu uyarınca dava açılmıştır. Açılan bu davada başvurucunun önce beraatına karar verilmiş, Yargıtay bozması sonra yapılan yargılama sürecinde de davanın zamanaşımı nedeniyle düşürülmesine karar verilmiştir. Sonuç itibariyle başvurucunun "kaçakçılık suçu" işlediği sabit değildir. Aynı zamanda da "iyiniyetli" olmadığı da keza saptanmış değildir.
8. Devletin tuttuğu sicillere güvenerek işlem yapan iyiniyetli kişilerin devlete ve yürürlükteki kurallara olan güveninin sağlanıp sürdürülmesi yanında devletin de bu güveni sarsacak işlem ve eylemlerden sakınmak, devlete ve kurallara olan güvenin devamını sağlamak yükümlülüğü "hukuk devleti " olmanın bir gereğidir.
9. Olayımızda zamanaşımı nedeniyle düşme kararına rağmen, iyiniyetli olmadığı saptanamayan başvurucuya ait otomobilin müsaderesine karar verilmesi, mülkiyet hakkına ölçüsüz bir müdahale niteliğinde olduğundan çoğunluk görüşüne katılmadım.