Dosya olarak kaydet: PDF - TIFF - WORD
Görüntüleme Ayarları:

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

BİRİNCİ BÖLÜM

KARAR

ALİ SAKARYABAŞVURUSU

BİRİNCİ BÖLÜM

KARAR

Başkan : Burhan ÜSTÜN

Üyeler : Nuri NECİPOĞLU

Hicabi DURSUN

Rıdvan GÜLEÇ

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

Raportör : Özgür DUMAN

Başvurucu : Ali SAKARYA

Vekili : Av. Fatma Neyire ÖZMEN

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru; bir kamu iktisadi teşebbüsünde avukat olarak çalışan başvurucunun emekli olmadan önceki dönemde kurumu temsilen sonuçlandırdığı davalarda kurum lehine hükmedilen vekâlet ücretlerinin, kamu avukatı - serbest çalışan avukat ayrımı yapılmadan tamamının ödenmesinin meşru beklenti oluşturmasına karşın ödenmemesi ve söz konusu vekâlet ücreti alacaklarının tahsiline ilişkin idari ve yargısal süreçlerden bir sonuç alınamaması nedeniyle mülkiyet hakkının; yargılamanın makul bir sürede sonuçlanmaması nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlali iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 3/2/2014tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.

3. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 29/9/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

4. Bölüm Başkanı tarafından 29/12/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 26/2/2016 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.

6. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 4/3/2016 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını 14/3/2016 tarihinde ibraz etmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

A. Olaylar

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

8. Başvurucu Devlet Hava Meydanları İşletmesi Genel Müdürlüğünün (DHMİ) Hukuk Müşavirliği biriminde "Kurum Avukatı" olarak çalışmakta iken 23/9/2003 tarihinde görevinden istifa ettiğini bildirmiş ve ayrıca istifa dilekçesinde; çalıştığı süre içinde tahakkuk edip de dağıtım kuralları gereği ödenmediğini belirttiği 25.000 TL tutarında vekâlet ücretinin tarafına ödenmesini talep etmiştir.

9. Başvurucu 25.000 TL vekâlet ücretinin ödenmesi istemiyle 10/10/2003 tarihinde DHMİ aleyhine Ankara Barosu Hakem Kuruluna başvurmuştur. Baro Hakem Kurulu, avukatlık sözleşmesinden ve vekâlet ücretinden kaynaklanan anlaşmazlıklarınhakem yoluyla çözümüne ilişkin 19/3/1969 tarihli ve 1136 sayılı Avukatlık Kanunu'nun 167. maddesinin Anayasa Mahkemesinin 3/3/2004 tarihli ve E.2003/98, K.2004/31 sayılı kararı ile iptal edilmesi üzerine baro hakem kurullarının uyuşmazlığa bakma görevinin sona erdiğini gerekçe göstererek dosyayı - başvuru formu ve eklerinde belirtilmeyen bir tarihte - Ankara 8. Asliye Hukuk Mahkemesine göndermiştir.

10. Mahkeme 23/11/2005 tarihli ve E.2004/462, K.2005/373 sayılı kararı ile davanın kısmen kabulüne ve kısmen reddine, 9.916,37 TL'nin dava tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacıya verilmesine, fazlaya ilişkin istemin ise reddine karar vermiştir.

11. Karar temyiz edilmiş, Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 26/2/2007 tarihli ve E.2006/3417, K.2007/2289 sayılı ilamıyla hükmün bozulmasına karar verilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:

"Taraflar arasındaki uyuşmazlık eksik ödenen vekalet ücreti alacağına ilişkin olup idari bir işlemden kaynaklanmaktadır. S omut olayda kamu kurumu niteliğinde olan davalıya husumet yöneltilerek kurumu belli doğrultuda ücret alacağının ödenmesine ilişkin idari işlem tesis etmeye zorlayıcı hüküm kurulması amaçlandığına göre, talebin idari nitelik taşıdığı kabul edilmelidir. Bu tür bir uyuşmazlığın ise idari yargı yerinde çözümlenmesi gerekir. 2577 sayılı İdari Yargılama Usul Kanunu uyarınca “idari eylem ve işlemlerden dolayı zarar görenler tarafından açılacak tam yargı davaları” idari dava türlerinden olarak belirlenmiştir. Şu durumda davalı DHMİ İşletme Genel Müdürlüğü hakkındaki dava 2577 sayılı Yasanın 2. maddesi gereğince adalet mahkemelerinin görev sınırları dışında kaldığından yargı yolu bakımından dilekçenin reddine karar vermek gerekirken işin esasının incelenmiş olması bozmayı gerektirmiştir."

12. Bozma ilamına uyan Mahkeme, 19/7/2007 tarihli ve E.2004/230, K.2007/259 sayılı kararı ile, uyuşmazlığın çözümü bakımından idari yargı yerinin görevli olduğu gerekçesiyle davanın yargı yolu yanılgısı nedeniyle reddine karar vermiştir.

13. Başvurucu bunun üzerine eksik ödendiğini belirttiği - daha önceki aşamalarda 25.000 TL istenilmekle birlikte - 22.000 TL tutarındaki vekâlet ücretinin tahsili istemiyle DHMİ aleyhine 1/11/2007 tarihinde Ankara 8. İdare Mahkemesinde tam yargı davası açmıştır. Mahkeme, 6/10/2008 tarihli ve E.2007/1317, K.2008/1366 sayılı kararı ile davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:

"Uyuşmazlığın çözümü için, 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararname'ye tabi olarak kamu personeli statüsünde görev yapan ve ücret ve özlük hakları anılan Kanun Hükmünde Kararname ile düzenlenen davacının, 1136 sayılı Yasa’nın 10/5/2001 tarihli Resmi Gazete yayımlanan 4667 sayılı Yasa’nın 77. maddesi ile değişik 164. maddesinin son fıkrası hükmünden yararlanıp yararlanmayacağının ortaya konulması gerekmektedir.

Kamu Kurumu avukatlarının müvekkillerinin, tek yanlı olarak yaptırım gücünü uygulama yetkisine sahip bulunan devlet kurumları olduğu ve görevlerinin devlet hizmetinin yürütümü sırasında ortaya çıkan hukuksal sorunların çözümüyle ilgili olduğu dikkate alındığında, hem temsil ettikleri şahıslar (devlet kurumları) hem yaptıkları iş (kamu hizmeti) serbest avukatlara göre farklılık arz etmektedir.

Bu durumda, 657 sayılı Yasa'da kurum avukatlarına verilecek vekalet ücretine ilişkin olarak farklı bir düzenleme yapılmadığı sürece, 1136 sayılı Avukatlık Yasası'nda 4667 sayılı Yasa uyarınca yapılan değişikliğin kamu personeli statüsünde bulunan kurum avukatlarına ve bu arada davacıya ödenen vekalet ücretine uygulanan sınırlamayı kaldırdığından sözetmek mümkün değilidir.

Uyuşmazlık konusu olayda, davacıya yukarıda yer alan mevzuat hükümleri uyarınca ödeme yapıldığından davacının vekalet ücretinin tazmin edilmesi yolundaki talebinde hukuka uyarlık bulunmamaktadır.

Diğer taraftan, davacı istifa etmiş olması nedeniyle 657 sayılı Yasa hükümlerinin hakkında uygulanmayacağını iddia etmekte ise de; davacının istifa etmiş olması görev yaptığı sürede içerisinde bağlı olduğu mevzuat hükümlerinin uygulanabilirliğini etkilemeyeceğinden bu iddia yerinde görülmemiştir."

14. Temyiz edilen karar Danıştay Onbirinci Dairesinin 6/12/2011 tarihli ve E.2008/16145, K.2011/7220 sayılı ilamıyla onanmıştır.

15. Başvurucunun karar düzeltme istemi aynı Dairenin 21/11/2013 tarihli ve E.2012/4518, K.2013/10716 sayılı ilamıyla reddedilmiştir.

16. Nihai karar başvurucu vekiline 13/1/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir.

17. Başvurucu 3/2/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

B. İlgili Hukuk

18. 1136 sayılı Kanun’un "Avukatlık Ücreti"kenar başlıklı 164. maddesinin birinci ve beşinci fıkraları şöyledir:

“Avukatlık ücreti, avukatın hukukî yardımının karşılığı olan meblâğı veya değeri ifade eder.”

“Dava sonunda, kararla tarifeye dayanılarak karşı tarafa yüklenecek vekâlet ücreti avukata aittir. Bu ücret, iş sahibinin borcu nedeniyle takas ve mahsup edilemez, haczedilemez.”

19. 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun "Mali Hükümler" başlıklı 5. Kısmında yer alan "Kapsam" kenar başlıklı 146. maddesinin ikinci fıkrası şöyledir:

"Memurlara kanun, tüzük ve yönetmeliklerin ve amirlerin tayin ettiği görevler karşılığında bu Kanunla sağlanan haklar dışında ücret ödenemez, hiçbir yarar sağlanamaz. (Gençlik ve Spor hizmetleri uygulamasında fiilen görevlendirilecekler hariç.)"

20. 657 sayılı Kanun'un 146. maddesinin 2/11/2011 tarihli ve 659 sayılı Genel Bütçe Kapsamındaki Kamu İdareleri ile Özel Bütçeli İdarelerde Hukuk Hizmetlerinin Yürütülmesine İlişkin KHK'nın 19. maddesi ile yürürlükten kaldırılmadan önceki üçüncü fıkrası şöyledir:

"Ancak, 2/1/1961 tarihli ve 196 sayılı Kanunun 2 nci maddesi, 7/6/1926 tarihli ve 904 sayılı Kanuna 30/1/1957 tarihli ve 6893 sayılı Kanunla eklenen ek 5 inci maddenin birinci ve ikinci fıkraları, 19/7/1972 tarihli ve 1615 sayılı Kanunun 161 inci maddesi, 13/1/1943 tarihli ve 4358 sayılı Kanunun değişik 14 üncü maddesi ve 2/2/1929 tarihli ve 1389 sayılı Kanun ile Katma Bütçeli Kurumların, İl Özel İdareleri ve Belediyeler ile bunlara bağlı birliklerin davalarını sonuçlandıran avukat ve saireye verilecek vekalet ücretine ilişkin sair kanun hükümleri saklıdır. (Değişik cümle: 20/3/1997-KHK-570/8 md.) Şu kadar ki, vekalet ücretinin yıllık tutarı, hukuk müşavirleri ve avukatlar için 10000, diğerleri için 6000 gösterge rakamının memur aylıklarına uygulanan katsayı ile çarpımı sonucu bulunacak aylık brüt tutarının oniki katını geçemez.(1) Bu esasa göre yapılacak dağıtım sonunda artan miktar merkezde bir hesapta toplanarak Maliye ve Gümrük Bakanlığınca hazırlanacak bir yönetmeliğe göre diğer avukatlar arasında, yukarıdaki miktarı aşmamak üzere eşit olarak dağıtılır."

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

21. Mahkemenin 26/10/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

22. Başvurucu DHMİ bünyesinde "Kurum Avukatı" olarak görev yaptığını, görev yaptığı süre boyunca dağıtım kuralları gerekçe gösterilerek vekâlet ücretlerinin eksik ödendiğini, 23/9/2003 tarihinde bu kurumdaki görevinden istifa ettiğini ve çalıştığı döneme ilişkin eksik ödenen vekâlet ücretlerinin tarafına ödenmesini talep ettiğini, bu talebi karşılanmayınca Baro Hakem Kuruluna başvurduğunu, yasa değişikliği nedeniyle Baro Hakem Kurulunun görevi sona erince dosyanın gönderildiği Ankara 8. Asliye Hukuk Mahkemesince davanın yargı yolu yönünden reddedildiğini, bunun üzerine Ankara 8. İdare Mahkemesinde açtığı tam yargı davasının ise esastan reddedildiğini ifade etmiştir.

23. Başvurucu 1136 sayılı Kanun'un 164. maddesinin beşinci fıkrasına göre vekâlet ücretinin avukata ait olduğunu, bu hükmün serbest çalışan avukatlar yanında kamu kurumlarında görev yapan avukatları da kapsadığını, ancak bu kanun hükmüne rağmen çalıştığı döneme ait vekâlet ücretinin kamu kurumunda çalışan avukat olduğu gerekçesiyle kendisine eksik ödendiğini belirterek mülkiyet hakkının; ayrıca bu alacağına kavuşmak için Baro Hakem Kuruluna başvurduğu 10/10/2003 tarihinden Danıştayca karar düzeltme isteminin reddedildiği 13/1/2014 tarihleri arasında on bir yıla yakın zaman geçtiğini ve bu sürenin ise makul olmadığını belirterek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş; ihlallerin tespiti ile makul sürede yargılanma hakkının ihlali nedeniyle 20.000 TL manevi tazminata hükmedilmesi ve eksik ödendiğini ileri sürdüğü 22.000 TL vekâlet ücreti alacağının 32.384 TL işlemiş faizi ile birlikte ödenmesi talebinde bulunmuştur.

B. Değerlendirme

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

24. Başvurucu, istifa etmeden önce avukat olarak görev yaptığı bir kamu kurumu olan DHMİ lehine sonuçlandırdığı davalarda bu kurum lehine hükmedilen vekâlet ücretlerinin tamamının kendisine ödenmesi gerektiğini ileri sürmüştür. Başvurucu bu iddiasını, 1136 sayılı Kanun'un 164. maddesinin beşinci fıkrasındaki; dava sonunda karşı tarafa yüklenecek vekâlet ücretinin avukata ait olduğu yönündeki hükme dayandırmıştır. Başvurucunun iddiasına göre anılan kanun hükmü uyarınca avukatı olarak İdareyi temsil edip sonuçlandırdığı davalarda İdare lehine hükmedilen "vekâlet ücretlerinin tamamının tarafına ödenmesi" yönünde bir "meşru beklentisi" bulunmaktadır. Bu nedenle, başvurucunun söz konusu vekâlet ücretlerinin tamamının kendisine ödenmesi yönünde "meşru bir beklentisi" olduğu hâlde ödenmediği iddiasının mülkiyet hakkı kapsamında incelenmesi gerekmektedir.

25. Başvurucu ayrıca söz konusu kanun hükmünün, kamu kurumlarında çalışan avukatlar ile serbest çalışan avukatlar arasında bir ayrım gözetmeden bütün avukatları kapsadığını, ancak İdarenin bu hususu gözetmeden vekâlet ücretlerini kendisine eksik ödediğini belirtmektedir. Dolayısıyla başvurucu, serbest çalışan avukatlara vekâlet ücretlerinin tamamı ödendiği hâlde kendisine kamu kurumu avukatı olduğu gerekçesiyle eksik ödenmek suretiyle ayrımcılık yapıldığından da yakınmaktadır.

26. Başvurucunun, ayrımcılık yasağının ihlal edildiğine yönelik iddialarının soyut olarak değerlendirilmesi mümkün olmayıp iddiaların Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (Sözleşme) kapsamında yer alan diğer temel hak ve özgürlüklerle bağlantılı olarak ele alınması gerekir (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 33). Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihatlarında da ayrımcılık yasağına ilişkin Sözleşme'nin 14. maddesinin Sözleşme kapsamındaki diğer hak ve özgürlükler ile bağlantılı olarak incelenmesi gerektiği belirtilmiştir (Karlheinz Schmidt/Almanya, B. No:13580/88, 18/7/1994, § 22).

27. Ayrımcılık yasağının ihlal edilip edilmediğinin tartışılabilmesi için kişinin hangi temel hak ve özgürlüğü konusunda hangi temele dayalı olarak ayrımcılığa maruz kaldığının gösterilmesi gerekir. Somut olayda başvurucu, kamu kurumunda çalışan bir avukat ile serbest çalışan avukat arasında vekâlet ücretlerinin ödenmesi konusunda ayrımcılık yapılarak mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Bu nedenle başvurucunun bu iddiaları da ayrımcılık yasağı ile bağlantılı olarak mülkiyet hakkı kapsamında incelenmiştir.

28. Başvurucunun eksik ödendiğini belirttiği vekâlet ücretlerinin tahsili istemiyle başvurduğu yargısal sürecin makul sürede sonuçlanmadığı iddiası ise adil yargılanma hakkı kapsamında incelenmiştir.

29. Başvurucu, kamu kurumunda avukat olarak çalıştığı dönemde vekâlet ücretlerinin eksik ödendiğini belirterek mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

30. Bakanlığın görüş yazısında, başvurucu tarafından talebine konu vekâlet ücreti hakkında somut nitelikte, istikrarlı bir içtihada dayanan yargı kararı veya olması gereken durumundan farklı yönde uygulama yapıldığına ilişkin herhangi bir belge sunulmadığı bildirilmiştir.

31. Başvurucu cevap dilekçesinde, 1136 sayılı Kanun'un 164. maddesinin beşinci fıkrasındaki hükmün maddi bir hukuk kuralı olup belirli şahıslara uygulanabilecek olan 657 sayılı Kanun'un 146. maddesindeki usulî hukuk kuralına üstünlük taşıdığını ve bu hükmün istifa eden kurum avukatlarına da uygulanamayacağını ifade etmiştir.

32. Öncelikle başvurucunun başvuruya konu olayda Anayasa ve Sözleşme'nin ortak koruma alanında yer alan mülkiyet hakkı kapsamında korunmaya değer bir menfaatinin bulunup bulunmadığının tartışılması gerekmektedir (Selçuk Emiroğlu, B. No: 2013/5660, 20/3/2014, § 25).

33. Anayasa'nın "Mülkiyet hakkı" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:

"Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.

Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz."

34. Belirli durumlarda bir "ekonomik değer" veya icrası mümkün bir "alacak" iddiasını elde etmeye yönelik "meşru bir beklenti", Anayasa'nın ve Sözleşme'nin ortak koruma alanında yer alan mülkiyet hakkı güvencesinden yararlanabilir. Meşru beklenti, makul bir şekilde ortaya konmuş icra edilebilir bir iddianın doğurduğu, ulusal mevzuatta belirli bir kanun hükmüne veya başarılı olma şansının yüksek olduğunu gösteren yerleşik ve istikrarlı bir yargı içtihadına dayanan yeterli somutluğa sahip nitelikteki bir beklentidir. Temelsiz bir hak kazanma beklentisi veya sadece ulusal hukukta mülkiyet hakkı kapsamında savunulabilir bir iddianın varlığı meşru beklentinin kabulü için yeterli değildir. (Kemal Yeler ve Ali Arslan Çelebi, B. No: 2012/636, 15/4/2014, § 37).

35. Dolayısıyla Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma kapsamında olan meşru beklentiye dayalı mülkiyet hakkının tespiti mevcut hukuk sisteminde iddia edilen mülkiyet iddiasının tanınmasına bağlı olup bu tanıma ise mevzuat hükümleri ve yargı kararları ile yapılabilecektir (Üçgen Nakliyat Ticaret Ltd. Şti., B. No: 2013/845, 20/11/2014, § 37).

36. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğinden şikâyet eden bir kimse, önce böyle bir hakkının var olduğunu kanıtlamak zorundadır (Cemile Ünlü, B. No: 2013/382, 16/4/2013, § 26).

37. Başvuruya konu somut davada başvurucu, DHMİ bünyesinde "Kurum Avukatı" olarak görev yaptığı dönemde İdareyi temsilen sonuçlandırdığı davalarda İdare lehine hükmedilen vekâlet ücretlerinin 657 sayılı Kanun'un 146. maddesinin üçüncü fıkrasında öngörülen dağıtım kuralları gerekçe gösterilerek eksik ödendiğini, halbuki 1136 sayılı Kanun'un 164. maddesinin beşinci fıkrasına göre vekâlet ücretinin avukata ait olduğunu belirterek, eksik ödendiğini ileri sürdüğü vekâlet ücretlerinin ödenmesi yönünde talepte bulunmuştur. Başvuru konusu olayda ihtilaf konusu; bir kamu iktisadi teşebbüsü olan DHMİ bünyesinde avukat olarak çalışan başvurucuya, serbest çalışan avukatlarda olduğu gibi sonuçlandırdığı davalarda temsil ettiği İdare lehine hükmedilen vekâlet ücretlerinin tamamının ödenip ödenmeyeceğine ilişkindir.

38. Anayasa'nın ve Sözleşme’nin ortak koruma alanında yer alan mülkiyet hakkının kamu kurumunda çalışan avukatlara aylık ve ücretleri yanında ayrıca “vekâlet ücreti” ödenmesine ilişkin olarak bir güvence sağlamadığı açıktır. Bununla birlikte bireyler ancak belirtilen ücretin ödenmesi konusunda kanuni düzenleme veya içtihatlarda yeterli dayanağın olması hâlinde, bu yöndeki talepleri mülkiyet hakkı kapsamında kabul edilerek sağlanan güvencelerden yararlandırılabilir. Öyleyse bu aşamada değerlendirilmesi gereken husus, başvurucunun vekâleten İdareyi temsil ettiği davalarda mahkemelerce İdare lehine hükmedilen vekâlet ücretlerinin tamamının kurum avukatı sıfatıyla başvurucuya ödenmesi gerektiği iddiasının kanuni düzenlemeler veya yargısal içtihatlar ile desteklenip desteklenmediği, böylece başvurucunun iddiasının Anayasa'nın 35. maddesi kapsamındaki güvence hükmüne uygulama alanı sağlayacak yeterlilikte meşru beklenti oluşturup oluşturmadığıdır.

39. 1136 sayılı Kanun’un "Avukatlık Ücreti" kenar başlıklı 164. maddesinin beşinci fıkrasında, dava sonunda, kararla tarifeye dayanılarak karşı tarafa yüklenecek vekâlet ücretinin avukata ait olduğu belirtilmiştir.

40. Öte yandan, 657 sayılı Kanun'un 146. maddesinin olay tarihinde yürürlükte bulunan üçüncü fıkrası uyarınca, kamu kurum ve kuruluşlarının davalarını sonuçlandıran avukat ve saireye verilecek vekâlet ücreti maddede belirtilen kıstaslara göre hesaplanacak üst limitle sınırlanmıştır. İdare lehine hükmedilen vekâlet ücretlerinden kamu avukatlarına verilebilecek limiti aşan miktarın merkezde bir hesapta toplanarak Maliye ve Gümrük Bakanlığınca hazırlanacak bir yönetmeliğe göre diğer avukatlar arasında, söz konusu limiti aşmamak üzere eşit olarak dağıtılması öngörülmüştür.

41. Görüldüğü üzere, idareler lehine hükmedilen vekâlet ücretinin kamu avukatlarına verilip verilmeyeceği ve hangi esaslara göre verileceğine ilişkin olarak uygulanma potansiyeli bulunan, diğer bir ifadeyle çatışan iki farklı kanun hükmü bulunmaktadır. Birbiriyle çatışan bu hükümlerden hangisinin kamu avukatlarına uygulanacağının belirlenmesi görev ve yetkisi derece mahkemelerine aittir. Anayasa Mahkemesince derece mahkemelerinin yerine geçilerek çatışan bu hükümlerden hangisinin uygulanması gerektiğinin saptanması bireysel başvurunun ikincilliği ilkesiyle bağdaşmaz.

42. Başvurucu, idareler lehine hükmedilen vekâlet ücretinin kamu avukatlarına ödenmesinde 1136 sayılı Kanun’un 164. maddesinin beşinci fıkrasının uygulanması gerektiğini ve dolayısıyla idare lehine hükmedilen vekalet ücretinin tamamının hiçbir kesintiye tabi tutulmadan kendisine ödenmesinin zorunlu olduğunu ileri sürmüş, ancak bu yolda istikrarlı bir içtihada dayanan yargı kararı sunmakta başarısız olmuştur. Dolayısıyla başvurucunun, meşru beklenti olarak nitelendirmeye yetecek somutlukta bir mülkün varlığını ispat yükümlülüğünü yerine getirdiğinden söz edilemeyeceğindenAnayasa'nın 35. maddesinde düzenlenen mülkiyet hakkına ilişkin korumadan yararlandırılmasının mümkün olmadığı sonucuna ulaşılmıştır.

43. Başvurucu ayrıca 1136 sayılı Kanun'un 164. maddesinin beşinci fıkrasındaki düzenlemenin serbest çalışan avukatlar yanında kamu kurumlarında ve kamu iktisadi teşebbüslerinde çalışan avukatları da kapsadığını, buna göre mahkemelerce hükmedilen vekâlet ücretlerinin tamamının davalarda idareyi temsil eden avukatlara ödenmesi gerektiğini belirterek 657 sayılı Kanun'daki vekâlet ücretine ilişkin dağıtım kurallarına göre eksik ödeme yapılmak suretiyle ayrımcılık yasağı bağlamında mülkiyet hakkının ihlal edildiğinden de yakınmış ise de bir mülkiyet hakkının mevcut olmadığı sonucuna ulaşıldığından mülkiyet hakkının ayrımcılık yasağıyla bağlantılı olarak incelenebilmesi mümkün değildir.

44. AİHM de, mülkiyet hakkının ayrımcılık yasağı ile bağlantılı olarak incelenebilmesi için öncelikle Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün 1. maddesi kapsamında korunması gereken bir mülkiyet hakkının mevcut olması gerektiğini belirtmektedir (Vilho Eskelinen ve diğerleri/Finlandiya, §§ 94, 95; Guberina/Hırvatistan, B. No: 23682/13, 22/3/2016, § 75; Fabian/Macaristan, B. No: 78117/13, 15/12/2015, §§ 25-34).

45. Açıklanan nedenlerle başvurucunun Anayasa’nın 35. maddesi kapsamına giren korunmaya değer bir menfaatinin bulunmadığı anlaşıldığından, mülkiyet hakkının ihlaline ilişkin başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin konu bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

b.Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

46. Başvurucu, kurum avukatı olarak görev yaptığı dönemde eksik ödendiğini ileri sürdüğü vekâlet ücreti alacağının tahsili istemiyle başvurduğu yargısal süreç bakımından yargılamanın makul sürede sonuçlanmadığı gerekçesiyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

47. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

48. Başvurucu eksik ödendiğini belirttiği vekâlet ücreti alacağının tahsiline ilişkin tarafı olduğu yargısal sürecin 2003 yılından beri devam ettiğini belirterek makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

49. Bakanlığın görüş yazısında, daha önce benzer olayda görüş bildirildiğinden bu konuda yeniden görüş bildirilmesine gerek olmadığı belirtilmiştir.

50. Anayasa ve Sözleşme'nin ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün olmayıp (Onurhan Solmaz, § 18) Sözleşme metni ile AİHM kararlarından ortaya çıkan ve adil yargılanma hakkının somut görünümleri olan alt ilke ve haklar, Anayasa'nın 36. maddesinde yer verilen adil yargılanma hakkının da unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de Anayasa'nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı birçok kararında, ilgili hükmü Sözleşme'nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle Sözleşme'nin lafzi içeriğinde yer alan ve AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara, Anayasa'nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir. Somut başvurunun dayanağını oluşturan makul sürede yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup ayrıca davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten Anayasa'nın 141. maddesinin de Anayasa'nın bütünselliği ilkesi gereği makul sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde dikkate alınması gerektiği açıktır (Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 38, 39).

51. Davanın karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar bir davanın süresinin makul olup olmadığının tespitinde gözönünde bulundurulması gereken kriterlerdir (Güher Ergun ve diğerleri, §§ 41-45).

52. Anayasa’nın 36. maddesi ve Sözleşme’nin 6. maddesi uyarınca medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin uyuşmazlıkların makul sürede karara bağlanması gerekir. Hukuk sisteminde yer alan mevzuat hükümleri gereğince “kamu hukuku” alanına dâhil olan ancak sonucu itibarıyla özel nitelikteki haklar ve yükümlülükler üzerinde belirleyici olan uyuşmazlıkları konu alan davalar da Anayasa’nın 36. maddesi ve Sözleşme’nin 6. maddesinin koruma kapsamına girmektedir. Bu anlamda belirtilen düzenlemelerde yer verilen güvenceler, başvurucunun haklarına zarar verdiği iddia edilen idari bir kararın iptali veya bu karar nedeniyle uğranılan zararın tazmini talebiyle açılan davalara da uygulanacaktır. Başvuruya konu tam yargı davasının eksik ödendiği iddia edilen vekâlet ücretine ilişkin alacağın tahsilini konu alan bir uyuşmazlık olduğu görüldüğünden somut yargılama faaliyetinin medeni hak ve yükümlülükleri konu alan bir yargılama olduğuna kuşku yoktur (Selahattin Akyıl, B. No: 2012/1198, 7/11/2013, § 44).

53. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili makul süre değerlendirmesinde sürenin başlangıcı kural olarak uyuşmazlığı karara bağlayacak yargılama sürecinin işletilmeye başlandığı, başka bir deyişle davanın ikame edildiği tarihtir (Güher Ergun ve diğerleri, § 50). Ancak bazı özel durumlarda uyuşmazlığın ortaya çıktığı daha önceki bir tarih de başlangıç tarihi olarak kabul edilebilmektedir. Bu durum özellikle, yargısal süreç öncesinde ilgili idareye müracaat edilmesinin söz konusu olduğu başvurular bakımından geçerlidir (Selahattin Akyıl, § 45). Somut başvuru açısından bu tarih, başvurucunun DHMİ Genel Müdürlüğüne müracaat ettiği 23/9/2003 tarihidir.

54. Sürenin bitiş tarihi ise çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde yargılamanın sona erme tarihidir (Güher Ergun ve diğerleri, § 52; Ersin Ceyhan, B. No: 2013/695, 9/1/2014, § 35). Somut başvuru açısından bu tarih, Ankara 8. İdare Mahkemesince verilen hükmün onanmasına dair ilama karşı yapılan karar düzeltme isteminin Danıştay Onbirinci Dairesince reddedildiği 21/11/2013 tarihidir.

55. Başvuruya konu olayda, başvurucu 23/9/2003 tarihinde görev yaptığı DHMİ'ne başvuruda bulunarak eksik ödendiğini ileri sürdüğü vekâlet ücretlerinin tarafına ödenmesini talep etmiş, bu talebinin İdarece karşılanmaması üzerine 1136 sayılı Kanun'un 167. maddesi kapsamında 10/10/2003 tarihinde Ankara Barosu Hakem Kuruluna başvuruda bulunmuştur. Ancak anılan maddenin Anayasa Mahkemesince iptal edilmesi üzerine Hakem Kurulu dosyayı Ankara 8. Asliye Hukuk Mahkemesine göndermiştir. Mahkeme ise 23/11/2005 tarihli kararı ile davanın kısmen kabulüne ve kısmen reddine karar vermiş; temyiz edilen karar, Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 26/2/2007 tarihli ilamıyla, davanın idari nitelikli olup uyuşmazlığın çözümünde idari yargı yerinin görevli olduğu gerekçesiyle bozulmuştur. Mahkeme 19/7/2007 tarihli kararı ile bozma ilamına uymuş ve yargı yolu yanılgısı nedeniyle davanın reddine karar vermiştir. Bu karar doğrultusunda 1/11/2007 tarihinde açılan ve Ankara 8. İdare Mahkemesinde görülen tam yargı davasında Mahkeme 6/10/2008 tarihli kararı ile davanın reddine karar vermiş, temyiz edilen karar Danıştay Onbirinci Dairesinin 6/12/2011 tarihli ilamıyla onanmış, karar düzeltme istemi de aynı Dairenin 21/11/2013 tarihli ilamıyla reddedilmiştir.

56. Başvurucunun Baro Hakem Kurulundan talepte bulunduğu 10/10/2003 tarihi itibarıyla yürürlükte olan vekâlet ücreti uyuşmazlıkları yönünden baro hakem kurullarının görevli olduğuna ilişkin kanun maddesinin iptal edilmesi üzerine dosyanın Hakem Kurulunca adli yargı yeri olan Ankara 8. Asliye Hukuk Mahkemesine gönderildiği, dosyanın gönderildiği Mahkemenin de ilk anda davanın reddine karar vermeyip yargılamaya devam ederek başvurucunun İdareye başvurduğu 23/9/2003 tarihinden itibaren iki yıl iki ay geçtikten sonra 23/11/2005 tarihinde davanın kısmen kabulüne karar verdiği ancak kararın temyiz edildiği ve yaklaşık bir yıl üç ay süren temyiz incelemesi sonrası 26/2/2007 tarihinde Yargıtayca verilen hükmün bozulduğu, bu defa Mahkemenin yaklaşık beş ay sonra verdiği 19/7/2007 tarihli kararı ile bozma ilamına uyduğu ve yargı yolu yanılgısı nedeniyle davanın reddine karar verdiği dikkate alındığında, başvurucunun Hakem Kuruluna başvurduğu 10/10/2003 tarihi ile idari yargı yerinde davayı açtığı 1/11/2007 tarihi arasında geçen yaklaşık dört yıl bir aylık süre bakımından yanlış yargı yoluna gidilerek yargılamanın gecikmesine yol açılmasının, başvurucunun hatalı tutumundan kaynaklandığından söz edilemeyeceği değerlendirilmiştir.

57. Öte yandan Ankara 8. İdare Mahkemesinde 1/11/2007 tarihinde açılan tam yargı davasında Mahkemenin 6/10/2008 tarihli kararı ile davanın reddine karar verilmiş olup ilk derece mahkemesinde yargılamanın yaklaşık on bir ay sürdüğü, ancak kararın temyizi üzerine Danıştay Onbirinci Dairesincehükmün 6/12/2011 tarihinde onandığı, bu durumda temyiz aşamasında geçen sürenin üç yıl iki ay olduğu, karar düzeltme isteminin de aynı Dairece 21/11/2013 tarihinde reddedildiği, dolayısıyla karar düzeltme aşamasında geçen sürenin de yaklaşık iki yıl olduğu görülmektedir.

58. Hukuk sistemimizde idari yargı alanında yer alan uyuşmazlıklara ilişkin dava sürelerinin makul yargılama süresini aştığı yönündeki tespitlere, AİHM tarafından verilen birçok ihlal kararında yer verilmiş olup özellikle idari yargı alanındaki yapısal sorunlar ve Danıştay nezdinde temyiz ve karar düzeltme incelemelerinde geçirilen uzun yargılama sürelerinin ihlal kararlarına temel oluşturduğu anlaşılmaktadır. Bu kapsamda idari yargı makamları nezdindeki yargılamaların makul sürede tamamlanmadığı yönündeki iddialar daha önce bireysel başvuru konusu yapılmış ve Anayasa Mahkemesi tarafından, özellikle 2577 sayılı Kanun’da yer alan usul hükümleri de dikkate alınarak makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönünde karar verilmiştir (Selahattin Akyıl, §§ 54-60).

59. Başvuruya konu davaya bir bütün olarak bakıldığında başvurucunun tutumunun yargılamanın uzamasına bir etkisi olduğunun tespit edilmediği, gerek Hakem Kurulunca dosyanın adli yargı yerine gönderilmesi ve Ankara 8. Asliye Hukuk Mahkemesince davanın bir Yargıtay bozma ilamı sonrası idari yargı yerinde açılması gerektiğinden bahisle reddine karar verilmesi gerekse de idari yargı yerinde görülmeye devam edilen davada Ankara 8. İdare Mahkemesinin kararına ilişkin temyiz ve karar düzeltme aşamalarında geçen süre dikkate alındığında ve yargılamanın özellikle bu nedenlerle uzadığı gözetildiğinde, 2577 sayılı Kanun’da yer alan usul hükümlerine tabi bir yargılama sürecine ilişkin somut başvuru açısından farklı bir karar verilmesini gerektirecek bir yön bulunmadığı, iki dereceli yargılama sisteminde yaklaşık on yıl iki ay süren yargılama sürecinde makul olmayan bir gecikmenin olduğu sonucuna varılmıştır.

60. Açıklanan nedenlerle başvurucunun Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden

61. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir. …

(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

62. Başvurucu makul sürede yargılanma hakkının ihlali nedeniyle 20.000 TL manevi tazminata hükmedilmesi ile eksik ödendiğini ileri sürdüğü 22.000 TL vekâlet ücreti alacağının 32.384 TL işlemiş faizi ile birlikte ödenmesi talebinde bulunmuştur.

63. Başvuruda makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.

64. Başvurucunun makul sürede yargılanma hakkının ihlali nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya net 10.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

65. Başvurucunun makul sürede yargılanma hakkına ilişkin maddi tazminat talebi bulunmayıp diğer ihlal iddiaları yönünden ise başvurunun kabul edilemez olduğuna karar verildiğinden başvurucunun diğer tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi gerekir.

66. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

V. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın konu bakımından yetkisizlik nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,

2. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının İHLALEDİLDİĞİNE,

C. Başvurucuya net 10.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

D. 206,10 TL harç ve 1.800 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 2.006,10 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

E. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

F. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 26/10/2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.