DAVA TÜRÜ : TAPU İPTALİ VE TESCİL
Taraflar arasında görülen davada;
Davacılar, miras bırakanın 47 ada 1 sayılı parselin 185/576 payını ve 720 ada 16 sayılı parselin 1/2 payını davalı K1'e; 36 ada 81 parsel sayılı taşınmazdaki 480/960 payını ve eşit şekilde diğer davalılara vekili aracılığıyla ve satış suretiyle 7.12.1995 tarihinde temlik ettiğini, ancak yapılan işlemlerin mirasçılardan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğunu ileri sürüp, tapu iptali ve tescil isteğinde bulunmuşlardır.
Davalılar, iddiaların doğru olmadığını, gerçek şahıslar olup bedellerinin davalı K2 tarafından ödendiğini, dava konusu 1 ve 16 sayılı parsellerden aynı işlemle davacı K8'in de muristen pay satın aldığını ve iddiaların yazılı delille ispatı gerektiğini belirterek, davanın reddini savunmuşlardır.
Mahkemece,iddiların kanıtlanamadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Karar, davacılar vekili tarafından süresinde duruşma istekli temyiz edilmiş olmakla, duruşma günü olarak saptanan 8.7.2008 Salı günü için yapılan tebligat üzerine temyiz eden vs. vekili Avukat K3 ile temyiz edilen vs.vekili Avukat K4 geldiler duruşmaya başlandı, süresinde verildiği ve kayıt olunduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra gelen vekillerin sözlü açıklamaları dinlendi, duruşmanın bittiği bildirildi, iş karara bırakıldı. Bilahare Tetkik Hakimi K5'in tarafından düzenlenen rapor okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelenerek gereği görüşülüp düşünüldü:
-KARAR-
Dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptal ve tescil isteğine ilişkindir.
Mahkemece, davanın reddine karar verilmiştir.
Dosya içeriği ve toplanan delillerden; davacıların miras bırakanı K8'in 9.1.1991 tarihinde davalı K7'ın babası olan dava dışı K6'ye vekil tayin ettiği ve adı geçen vekili aracılığıyla çekişmeli 47 ada 1 sayılı parseldeki pay ile 720 ada 16 parsel sayılı taşınmazını, davacılardan K8 ile davalılardan K1'e 36 ada 81 sayılı parseldeki payını ise, diğer davalılar K2 ve K7'a 7.12.1995 tarihinde ve satış suretiyle temlik ettiği anlaşılmaktadır.
Davacılar, miras bırakanın yapmış olduğu bu temliklerin, mirasçılardan mal kaçırma amaçlı ve muvazalı olarak gerçekleştirildiğini ileri sürerek eldeki davayı açmışlardır.
Bilindiği üzere; uygulamada ve öğretide "muris muvazaası" olarak tanımlanan muvazaa,niteliği itibariyle nisbi (mevsuf-vasıflı) muvazaa türü dür. Söz konusu Muvazaada miras bırakan gerçekten sözleşme yapmak ve tapulu taşınmazını devretmek istemektedir. Ancak mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmak için esas amacını gizleyerek, gerçekte bağışlamak istediği tapulu taşınmazını, tapuda yaptığı resmi sözleşmede iradesini satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi doğrultusunda açıklamak suretiyle devretmektedir.
Bu durumda yerleşmiş Yargıtay İçtihatlarında ve l-4-1974 tarih 1/2 sayılı İnançları Birleştirme Kararında açıklandığı üzere görünürdeki sözleşme tarafların gerçek iradelerine uymadığından, gizli bağış sözleşmeside Medeni Kanunun 706, Borçlar Kanunun 213 ve Tapu Kanunun 26. maddelerinde öngörülen şekil koşullarından yoksun bulunduğundan, saklı pay sahibi olsun veya olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılar dava açarak resmi sözleşmenin muvazaa nedeni ile geçersizliğinin tesbitini ve buna dayanılarak oluşturulan tapu kaydının iptalini isteyebilirler.
Hemen belirtmek gerekir ki; bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi, davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün diğer bir söyleyişle miras bırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır. Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanılması yanında birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmeside büyük önem taşımaktadır. Bunun içinde ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, miras bırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alış gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile miras bırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır.
Somut olaya gelince; davacıların, miras bırakanın evlatlığı K9'in çocukları oldukları; davalıların ise, miras bırakanın amcasının torunları ve torun çocuğu oldukları dosya kapsamıyla sabittir.
Hemen belirtilmelidir ki, Türk Medeni Kanununun 500.maddesi hükmü uyarınca, evlatlığın miras bırakandan önce ölmesi halinde evlatlığın füruunun miras bırakana mirasçı olacaklarında kuşku yoktur.
Öte yandan; miras bırakanın varlıklı ve ekonomik gücünün yerinde olduğu, mal satmaya ihtiyacının bulunmadığı, çekişmeli taşınmazları da ölene kadar tasarrufunda bulundurduğu Bağ-Kur'a kayıtlı olarak sosyal güvencesinin bulunduğu, dosyaya getirtilen tedavi ve harcamalara ilişkin belgelerin akit tarihine göre çok sonra düzenlenmiş oldukları görülmektedir.
Belirlenen bu olgular yukarıda değinilen ilkelerle birlikte irdelenip değerlendirildiğinde; miras bırakanın temlikteki iradesinin gerçekten satış olmayıp, mirasçıdan mal kaçırmaya yönelik bulunduğu kabul edilmesidir.
Hal böyle olunca, davanın kabulü gerekirken yanılgılı değerlendirme ile yazılı olduğu üzere hüküm kurulmuş olması doğru değildir.Davacıların temyiz itirazları yerindedir.Kabulü ile hükmün açıklanan nedenlerden ötürü HUMK.'nun 428.maddesi gerenice BOZULMASINA, 13.12.2007 tarihinde yürürlüğe giren avukatlık ücret tarifesinin 14. maddesi gereğince gelen temyiz eden vekili için 550.00.-YTL. duruşma avukatlık parasının temyiz edilenden alınmasına, alınan harcın temyiz edene geri verilmesine, 8.7.2008 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.