Dosya olarak kaydet: PDF - TIFF - WORD
Görüntüleme Ayarları:

Kararı veren

Yargıtay Dairesi : Ceza Genel Kurulu

Mahkemesi :Ceza Dairesi

Görevi kötüye kullanma suçundan sanık ...'in beraatine ilişkin ilk derece mahkemesi sıfatıyla yargılama yapan Yargıtay 5. Ceza Dairesince verilen 07.04.2021 tarihli ve 18-16 sayılı hükmün sanık tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 5. Ceza Dairesince 24.09.2021 tarih ve 18-16 sayı ile temyiz isteminin reddine karar verilmiş, bu kararın sanık tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının “Onama” istemli 10.12.2021 tarihli ve 152302 sayılı tebliğnamesi ile Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.

TÜRK MİLLETİ ADINA

CEZA GENEL KURULU KARARI

Temyiz incelemesi yapan Ceza Genel Kurulunca dosya incelenip görüşülerek gereği düşünüldü:

Ceza Genel Kurulunca yapılacak temyiz incelemesi; sanığın temyiz isteminin süresinde olup olmadığının belirlenmesine ilişkindir.

İlk derece mahkemesi sıfatıyla görevi kötüye kullanma suçundan yargılama yapan Yargıtay 5. Ceza Dairesinde yargılama aşamasında başka bir suçtan hükümlü olan sanığın Antalya L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğü aracılığıyla verdiği 28.08.2017 tarihli dilekçeyle ve Antalya 1. Ağır Ceza Mahkemesinde 18.01.2018 tarihli duruşmada savunmasını yapması için baro tarafından kendisine müdafi görevlendirilmesini talep etmesi üzerine, Özel Dairece sanığa CMK’nın 150/1. maddesi uyarınca müdafi görevlendirilmesi için Ankara Baro Başkanlığına 01.02.2018 tarihinde müzekkere yazıldığı, sonrasında sanığa müdafi atandığı, Özel Dairece 07.04.2021 tarihinde sanığın yokluğunda verilen ve sanık müdafisine tefhim edilen hükmün sanık tarafından verilen beraat kararının gerekçesine yönelik olarak 20.09.2021 tarihinde temyiz edildiği, sanık müdafisi tarafından temyiz nedenlerini bildirir bir dilekçe sunulmadığı,

İlk derece mahkemesi sıfatıyla yargılama yapan Yargıtay 5. Ceza Dairesince 24.09.2021 tarihli ek karar ile sanık tarafından kanuni temyiz süresinin geçmesinden sonra temyiz isteminde bulunulduğundan temyiz talebinin reddine karar verildiği, bu kararın sanığa 11.11.2021 tarihinde tebliğ edildiği, sanığın ek kararı 24.11.2021 tarihinde temyiz ettiği,

Anlaşılmaktadır.

Temyiz incelemesinin isabetli bir şekilde çözümlenebilmesi için "adil yargılanma hakkı", Anayasanın “Hak arama hürriyeti” başlıklı 36. maddesi ve “Temel hak ve hürriyetlerin korunması” başlıklı 40. maddesi, "kanun yollarına başvurma hakkı" ve "temyiz kanun yolu" kavramları ile müdafiye tebligat konusunun ayrı ayrı değerlendirilmesi gerekmektedir.

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6. maddesinde hüküm altına alınan "adil yargılanma hakkı" hukukun üstünlüğü ile adalete erişimi koruyan ve kişilerin ceza muhakemesinin ilk aşaması olan soruşturmanın başından itibaren açık ve adil bir şekilde yargılanmalarını teminat altına alan mutlak bir hak olup, kişilerin hukuk devleti kuralları içinde makul sürede yargılanmasını öngörür. Adil yargılanma hakkı hukuk devleti ilkesinin bir gereği olup, bireyler için bir hak, devlet için ise bir görevdir. Adil yargılanma hakkının amacı, yargılamanın doğru, hakkaniyete uygun ve adil bir biçimde yerine getirilmesini sağlamaktır.

Adil yargılama, ceza muhakemesi hukukunda, sanığa ve mağdura tanınan hakların tümü ve insan hakları ihlal edilmeden yapılan yargılama olarak tanımlanmakta olup, soruşturma ve kovuşturma evrelerinin tamamında geçerli olan bir hak olarak karşımıza çıkmaktadır.

Ceza yargılamasında adil yargılanma hakkının bir parçası olarak etkin başvuru yolu ve yöntemine verilen önem dikkate alındığında, Anayasa'nın 40. maddesinin ikinci fıkrası, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi'nin (İHAS) 13. maddesi ve CMK'nın 34. maddesinin ikinci fıkrası ile 232. maddesinin altıncı fıkrasına uygun olarak kararın tebliğinin şeklî değil, faydalı, amacına uygun, hak arama hürriyetini ve etkin başvuru hakkını engellemeyecek biçimde yapılması gerekmektedir.

Anayasanın “Hak arama hürriyeti” başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası; “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı ve davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”; “Temel hak ve hürriyetlerin korunması” başlıklı 40. maddesine 4709 sayılı Kanun'un 16. maddesiyle eklenen ikinci fıkrasında da, “Devlet, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorundadır.” şeklinde hükümlere yer verilmiş, 40. maddenin ikinci fıkrasının gerekçesinde bireylerin yargı ya da idari makamlar önünde sonuna kadar haklarını arayabilmelerine kolaylık ve imkân sağlanmasının amaçlandığı, son derece dağınık mevzuat karşısında kanun yolu, mercisi ve sürelerin belirtilmesinin hak arama, hak ve hürriyetlerin korunması açısından zorunluluk hâline geldiği belirtilmiştir.

Genel olarak pozitif hukukça tanınmış hakların ön koşulu ve usuli güvencesi olarak anlaşılması gereken ve yargıya başvurma olanağını her olayda ve aşamada gerekli kılan hak arama özgürlüğü, Anayasa Mahkemesinin 19.09.1991 tarihli ve 2-30 sayılı kararında belirtildiği üzere sav ve savunma hakkı şeklinde birbirini tamamlayan iki unsurdan oluşmakta, hukuksal olanakları kapsamlı biçimde sağlama ve bu konuda tüm yollardan yararlanma haklarını içermektedir (Mesut Aydın, Anayasa Mahkemesi Kararlarında Hak Arama Özgürlüğü, Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, Yıl: 2006, S. 3, s. 4-10.). Bu bakımdan içerdiği sav unsuru nedeniyle davaya katılma hakkı, hak arama hürriyeti ile yakından ilgilidir.

CMK’nın "Kanun yollarına başvurma hakkı" başlıklı 260. maddesinin ilk fıkrasında;

“Hâkim ve mahkeme kararlarına karşı Cumhuriyet savcısı, şüpheli, sanık ve bu Kanuna göre katılan sıfatını almış olanlar ile katılma isteği karara bağlanmamış, reddedilmiş veya katılan sıfatını alabilecek surette suçtan zarar görmüş bulunanlar için kanun yolları açıktır." denilmek suretiyle sanıkların kanun yoluna başvuru haklarının bulunduğu açıkça kabul edilmiştir.

Aynı Kanun'un "Avukatın başvurma hakkı" başlıklı 261. maddesi ise;

“Avukat, müdafiliğini veya vekilliğini üstlendiği kişilerin açık arzusuna aykırı olmamak koşuluyla kanun yollarına başvurabilir." şeklinde düzenlenerek müdafinin ve vekilin kanun yoluna başvuru haklarının bulunduğu açıkça kabul edilmiştir.

Temyiz kanun yolu, kural olarak bölge adliye mahkemesi ceza daireleri tarafından verilen hükümlerle, bu dairelerin hükme esas teşkil eden ara kararlarına ve 6706 sayılı Cezai Konularda Uluslararası Adli İşbirliği Kanunu'nun 18. maddesi uyarınca iade taleplerine ilişkin ağır ceza mahkemeleri tarafından verilen kararlara karşı başvurulan bir olağan kanun yoludur.

Öte yandan 2797 sayılı Yargıtay Kanunu’nun 15. maddesinin 3. fıkrası ile “İlk derece mahkemesi olarak ilgili dairelerce verilen hükümlerin temyiz yoluyla incelemesini yapmak” görevi Yargıtay Ceza Genel Kuruluna verilmiştir.

CMK’nın "Temyiz istemi ve süresi" başlığını taşıyan 291. maddesi hüküm tarihi itibarıyla;

"(1) Temyiz istemi, hükmün açıklanmasından itibaren onbeş gün içinde hükmü veren mahkemeye bir dilekçe verilmesi veya zabıt kâtibine bir beyanda bulunulması suretiyle yapılır; beyan tutanağa geçirilir ve tutanak hâkime onaylattırılır. Tutuklu bulunan sanık hakkında 263 üncü madde hükmü saklıdır.

(2) Hüküm, temyiz yoluna başvurma hakkı olanların yokluğunda açıklanmışsa, süre tebliğ tarihinden başlar.",

CMK’nın "Temyiz başvurusunun içeriği" başlığını taşıyan 294. maddesi;

"(1) Temyiz eden, hükmün neden dolayı bozulmasını istediğini temyiz başvurusunda göstermek zorundadır.

(2) Temyiz sebebi, ancak hükmün hukukî yönüne ilişkin olabilir.",

CMK’nın "Temyiz gerekçesi" başlığını taşıyan 295. maddesi ise;

"(1) Temyiz başvurusunda temyiz nedenleri gösterilmemişse temyiz başvurusu için belirlenen sürenin bitmesinden veya gerekçeli kararın tebliğinden itibaren yedi içinde hükmü temyiz olunan bölge adliye mahkemesine bu nedenleri içeren bir ek dilekçe verilir. Cumhuriyet savcısı temyiz dilekçesinde, temyiz isteğinin sanığın yararına veya aleyhine olduğunu açıkça belirtir.

(2) Temyiz, sanık tarafından yapılmış ise, ek dilekçe kendisi veya müdafii tarafından imza edilerek verilir.

(3) Müdafii yoksa sanık, tutanağa bağlanmak üzere zabıt kâtibine yapacağı bir beyanla gerekçesini açıklayabilir; tutanak hâkime onaylatılır. Sanığın yasal temsilcisi ve eşi hakkında 262 nci madde, tutuklu sanık hakkında ise 263 üncü madde hükümleri saklıdır.",

Hükümlerini içermektedir.

5271 sayılı CMK’nın “Temyiz isteminin kabule değer sayılmamasından dolayı hükmü veren mahkemece reddi” başlığını taşıyan 296. maddesi;

“(1) Temyiz istemi, kanunî sürenin geçmesinden sonra yapılmış veya temyiz edilemeyecek bir hüküm temyiz edilmiş veya temyiz edenin buna hakkı yoksa, hükmü temyiz olunan bölge adliye veya ilk derece mahkemesi bir karar ile temyiz istemini reddeder.

(2) Temyiz eden, ret kararının kendisine tebliğinden itibaren yedi gün içinde Yargıtaydan bu hususta bir karar vermesini isteyebilir. Bu takdirde dosya Yargıtaya gönderilir. Ancak, bu nedenden dolayı hükmün infazı ertelenemez.” şeklinde düzenlenmiştir.

"Davasız yargılama olmaz" ilkesi ve CMK’nın 296. maddesinin birinci fıkrası gereğince temyiz incelemesi yapılabilmesi için aleyhine temyiz yoluna başvurulabilecek bir hükme karşı, hak sahibi tarafından, süresi içerisinde, temyiz davası açılması yani temyiz isteminde bulunulmuş olması gerekir.

Ceza Muhakemesi Kanunu'nda, istinaf yoluna başvurabilecek kişiler açıkça ve ayrıca düzenlenmiş olmasına karşın, temyiz yoluna başvurabilecek kişilere ilişkin bir düzenleme bulunmamaktadır. Ancak temyiz de olağan bir kanun yolu olup kanun yollarına ilişkin genel hükümlere göre başvurma hakkı olanlar temyiz kanun yoluna başvurabilirler. Buna göre; Cumhuriyet savcısı, şüpheli, sanık, katılan sıfatını almış olanlar ile katılma isteği karara bağlanmamış, reddedilmiş veya katılan sıfatını alabilecek surette suçtan zarar görmüş bulunanlar, verilen hüküm veya karar nedeniyle hukuki hakları zarar gören üçüncü kişiler, şüpheli veya sanığın yasal temsilcisi ve eşinin temyiz kanun yollarına başvuru hakkı bulunmaktadır.

CMK’nın 291. maddesine göre; temyiz davası açılması için on beş günlük bir süre öngörülmüştür. Hükmün yüze karşı açıklanmasından itibaren bu süre içinde temyiz kanun yoluna başvurulması şarttır. Kural olarak temyiz başvurusunun yazılı şekilde olması yani hükmü veren mahkemeye verilecek bir dilekçe ile yapılması gerekir. Ancak zabıt katibine beyanda bulunmak suretiyle sözlü başvuruda bulunmak da mümkündür. Bu durumda beyan tutanağa geçirilir ve tutanak hâkim tarafından onaylanır.

Hüküm, temyiz kanun yoluna başvurma hakkı olanların yokluğunda açıklanmış ise karar tarihi itibarıyla süre tebliğ tarihinden itibaren başlayacaktır.

Öte yandan, Ceza Genel Kurulunun çoğu kararında yer verildiği üzere, ilgili kişinin yüzüne karşı verilen bir hükme yönelik yasal temyiz süresi, tefhimle birlikte başlamakta olup sonradan yapılan karar tebliği, temyiz süresini yeniden başlatmayacaktır. Ancak, tefhim ile birlikte temyiz süresinin işlemeye başlaması için kanun yolu bildiriminin Kanun'un öngördüğü şekilde ve ilgiliyi yanıltmayacak biçimde yapılması gerekmektedir. Anayasa'nın 40/2. maddesi ile 5271 sayılı CMK'nın 34/2, 231/2 ve 232/6. maddeleri uyarınca gerek yüze karşı, gerekse yoklukta verilen hüküm ve kararlarda, başvurulacak kanun yolu süresi, başvuru yapılacak merci ile başvuru şeklinin hiçbir duraksamaya yer vermeyecek biçimde açıkça belirtilmesi zorunludur. Yanılgılı bildirim nedeniyle temyiz hakkının etkin kullanılmasının engellendiği hâllerde temyiz isteminde bulunanın bu yanılgısından faydalanması gerektiğinin kabulünde zorunluluk bulunmaktadır. Örneğin, yasal temyiz süresi yedi gün olduğu hâlde Yerel Mahkemece, kanun yolu süresinin on beş gün şeklinde hatalı olarak gösterildiği durumlarda temyiz edenin yedinci günden sonra verdiği dilekçesinin kabul edilerek temyiz incelemesi yapılması gerektiği gözden uzak tutulmamalıdır.

Gelinen bu aşamada Tebligat Kanunu'nun 11. maddesi ve madde gerekçesi, Ceza Muhakemesi Kanunu'nun ilgili hükümleri ile CMK'nın 35/2. maddesi arasındaki ilişkinin irdelenmesinde yarar bulunmaktadır.

7201 sayılı Tebligat Kanunu’nun “Vekile ve kanuni mümesile tebligat” başlıklı 11. maddesinin birinci fıkrası;

“Vekil vasıtasıyla takip edilen işlerde tebligat vekile yapılır. Vekil birden çok ise bunlardan birine tebligat yapılması yeterlidir. Eğer tebligat birden fazla vekile yapılmış ise, bunlardan ilkine yapılan tebliğ tarihi asıl tebliğ tarihi sayılır. Ancak, Ceza Muhakemeleri Usulu Kanununun, kararların sanıklara tebliğ edilmelerine ilişkin hükümleri saklıdır.”,

CMK'nın 35/2. maddesi ise ''Koruma tedbirlerine ilişkin olanlar hariç, aleyhine kanun yoluna başvurulabilecek hâkim veya mahkeme kararları, hazır bulunamayan ilgilisine tebliğ olunur'',

Şeklinde düzenlenmiştir.

Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 35/2. maddesinde müdafisi bulunan sanık hakkında verilen ve kanun yollarına başvurulması mümkün bir hükmün sadece sanığa tebliğ edileceğine, müdafisinin tebliğ alma hak ve görevinin kanun tarafından kaldırıldığına ilişkin açık bir düzenlemenin yer almadığı, bu doğrultuda bu madde ile birlikte Tebligat Kanunu’nun 11. maddesinin birinci fıkrasının birinci cümlesinin amir ve emredici konumunun sürdüğü anlaşılmaktadır. Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 35/2. maddesi bu anlamda bir istisna olmadığından temyiz hakkının kullanılabilmesiyle ilgili hukuki sürece bir etkisi bulunmamaktadır. Aksi kabulün temyiz hakkının kullanımının şart ve usulleriyle ilgili bir karışıklığa sebebiyet verebileceği, temyiz hakkı gibi ceza muhakemesinde özel önem taşıyan bir hakkın kullanımında sanığı müdafi yardımından yoksun bırakabileceği, bu durumun müdafiden yararlanma hakkının özüne dokunan bir sonuç yaratacağı, kanun koyucunun amacının bu yönde olmasının düşünülemeyeceği, öte yandan T.C. Anayasası’nın 40/2. maddesinin yukarıda yer verilen gerekçesi çerçevesinde temyiz hakkının kullanılmasının şart ve usullerine ilişkin ayrıntılı düzenlemeler getiren kanunun temyiz konusunda açık bir istisna getirmemiş olması kendi sistematiğiyle de bağdaştığı sonucunu doğurmaktadır. Tebligat Kanunu’nun 11. maddesinin birinci fıkrasının son cümlesi ile birlikte Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 35/2. maddesi birlikte değerlendirildiğinde; gerekçeli kararın sanıklara tebliğinin gerekli olduğu, ancak bu hususun temyiz hakkının kullanılabilmesinin ön koşulu olmadığı, yapılan tebliğin temyiz süresini yeniden başlatmayacağı, Tebligat Kanunu’nun 11. maddesinde 1985 yılında yapılan değişiklikten sonra gelişen yorum ve uygulamanın da bu yönde olduğu anlaşılmaktadır. Bu uygulama anılan madde gerekçesinde yer alan ve müdafi ile vekil arasındaki farkı açıklayan doktrinde genel kabul görmüş yaklaşımlara da aykırı değildir, zira bu görüş kapsamında da ilgili kararların sanıklara tebliğ edilmesinin kanuni bir görev olduğu kabul edilmektedir.

Bu açıklamalar ışığında inceleme konusunun değerlendirilmesinde;

Yargılama aşamasında talebi üzerine CMK’nın 150/1. maddesine göre kendisine müdafi atanan sanığın yokluğunda ve müdafisinin huzurunda 07.04.2021 tarihinde verilen beraat hükmünün gerekçesine yönelik olarak sanığın 20.09.2021 tarihinde temyiz talebinde bulunduğu, sanık müdafisi tarafından temyiz nedenlerini bildirir bir dilekçe sunulmadığı, ilk derece mahkemesi sıfatıyla yargılama yapan Yargıtay 5. Ceza Dairesince 24.09.2021 tarihinde temyiz talebinin süresinde yapılmadığından bahisle temyiz talebinin reddine karar verildiği, bu kararın sanığa 11.11.2021 tarihinde tebliğ edildiği, anılan kararın da 24.11.2021 tarihinde sanık tarafından temyiz edildiği anlaşılmakla; hakkında verilen hükmü öğrenen sanık tarafından temyiz talebinde bulunulmuş ise de sanığın talebi üzerine CMK’nın 150/1. maddesine göre sanığa müdafi atanması, sanık müdafisinin yargılama aşamasında görev alması, Tebligat Kanunu’nun 11. maddesi uyarınca vekil vasıtasıyla takip edilen işlerde tebligatın vekile yapılacağının düzenlenmesi ve 07.04.2021 tarihli gerekçeli kararın sanık müdafisine tefhim edilmesine rağmen sanık müdafisinin temyiz isteminde bulunmaması karşısında; sanığın 20.09.2021 tarihli dilekçeyle yapmış olduğu temyiz talebinin süresinde olmadığı kabul edilmelidir.

Bu itibarla sanığın temyiz isteminin süresinde olmadığına ilişkin Özel Dairece verilen ret kararının onanmasına karar verilmelidir.

SONUÇ:

Açıklanan nedenlerle;

1- Yargıtay 5. Ceza Dairesince verilen sanığın temyiz isteminin süresinde olmadığına ilişkin 24.09.2021 tarihli ve 18-16 sayılı temyiz isteminin reddi kararının ONANMASINA,

2- Dosyanın, Yargıtay 5. Ceza Dairesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİ EDİLMESİNE, 18.01.2022 tarihinde yapılan müzakerede oy birliğiyle karar verildi.