Taraflar arasındaki "rekabet yasağı sözleşmesine dayalı cezai şart" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Manisa 2.Asliye Hukuk Mahkemesince “dilekçenin görev yönünden reddine, kararın kesinleşmesi ve talep halinde dosyanın görevli ve yetkili Manisa İş Mahkemesine gönderilmesine” dair verilen 26.05.2009 gün ve 2007/511 E-2009/206 K.sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 11.Hukuk Dairesinin 25.01.2011 gün ve 2009/12088-2011/718 sayılı ilamı ile;
("...Davacı vekili, müvekkilinin Türkiye'nin en büyük elektronik üreticilerinden olduğunu, davalının ise 2005 yılı Kasım ayında müvekkili şirkette araştırma geliştirme genel müdür yardımcısı olarak göreve başladığını, 13.04.2007 tarihinde ise iş sözleşmesini feshettiğini, aynı tarihte davalının rekabet etmeme ve gizlilik taahhüdünü imzaladığını, buna göre ayrıldığı tarihten itibaren 1 yıl süre davacı şirket ile aynı alanda faaliyet gösteren herhangi bir şirkette doğrudan veya dolaylı olarak görev almamayı taahhüt ettiğini, buna rağmen 2007 yılı Haziran ayında davalının U. Elektronik Araştırma Geliştirme bölümünde danışman olarak çalışmaya başladığı duyumunu aldıklarını, davalının Borçlar Kanunu'nun 348-351 maddeleri gereğince cezai şart ödemesinin gerektiğini ileri sürerek, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla 230.000 TL'nin 13.04.2007 tarihinden itibaren reeskont faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili, dava konusu olayların taraflar arasında var olan iş ilişkisine dayandırıldığını, bu durumda davaya bakmanın iş mahkemesinin görevine girdiğini savunarak, davanın reddini istemiştir.
Mahkemece, davanın iş ilişkisinden kaynaklandığı, bu tür davaların özel nitelikteki 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu'na göre iş mahkemelerinde görülmesinin esas olduğu gerekçesiyle dava dilekçesinin görev yönünden reddine, karar kesinleştiğinde ve talep halinde dosyanın Manisa İş Mahkemesine gönderilmesine karar verilmiştir.
Kararı, davacı vekili temyiz etmiştir.
Dava rekabet yasağının ihlalinden doğduğu ileri sürülen cezai şartın tahsili istemine ilişkin olup, davacı tarafça davalının imzaladığı rekabet etmeme ve gizlilik taahhüdü ile işten ayrıldığı tarihten itibaren bir yıl içinde televizyon üretimi yapan firmalarda çalışmayacağını taahhüt etmesine rağmen akdin sona ermesinden sonra aynı alanda faaliyet gösteren başka bir şirkette çalıştığı ve rekabet yasağını ihlal ettiği iddiasıyla işbu dava açılmıştır.
BK'nun 348'nci maddesi "İş sahibinin müşterilerini tanımak veya işlerin esrarına nüfus etmek hususlarında işçiyle müsait olan bir hizmet akdinde her iki taraf, akdin hitamından sonra işçinin kendi namına iş sahibi ile rekabet edecek bir iş yapmamasına ve rakip bir müessesede çalışmamasını ve böyle bir müessesede şerik veya sair sıfatla alakadar olmamasını şart edebilirler. Rekabet memmuniyetine dair olan şart, ancak işçinin müşterileri tanımasından ve esrara nüfusundan istifade ederek iş sahibine hissolunacak derecede bir zarar hükmüne sebebiyet verebilecek ise caizdir. İşçi akdin yapıldığı zamanda reşit değilse rekabet memnuniyetine dair olan şart batıldır" hükmünü haiz olup, madde metninden de anlaşılacağı üzere bu madde sözü edilen sırlara vakıf işçinin mukavele yapmak şartıyla işten ayrılması halinde aynı işi kendi adına yapmamasını, rakip bir müessesede çalışmamasını ve böyle bir müessesede şerik veya sair sıfatla alakadar olmamasını düzenlemektedir. Düzenleme hizmet sözleşmesi içinde yer almakla birlikte hizmet akdi süresince yapılmaması gereken bir hususu değil, hizmet akdinin sona ermesinden sonra yapılmaması gereken bir hususta düzenleme getirmektedir. Hizmet akdinin devamında yapılan bir sadakatsizlik bu ister sözleşme ile düzenlensin ister kanunla düzenlensin elbette ki iş mahkemesinde görülecek bir davanın konusunu oluşturacaktır. Oysa davada davacı taraf davalının akdin sona ermesinden sonra gerçekleşen eylemi nedeniyle cezai şart istemektedir. Uyuşmazlığın bu niteliği itibarıyla davanın iş mahkemesinde görülmesini gerektirir bir durum mevcut değildir. Ayrıca ticari sırrın ne olduğunun değerlendirilmesinin uzman mahkemelerce yapılması gerektiği de yadsınamaz bir gerçeklik olduğu gibi, "Rekabet Yasağı" kavramı da piyasa şartlarıyla sıkı sıkıya bağlı bulunan ticari bir konudur. Kaldı ki, TTK'nun 4'ncü maddesiyle yasa koyucu çok açık bir şekilde BK'nun 348 nci maddesinden kaynaklanan davaların mutlak ticari davalardan olduğunu öngörmüştür. Mutlak ticari davalar herhangi bir unsurun, bağlama noktasının veya sebebin davanın ticari niteliğini değiştirmediği, mahkemenin kanaatinin rol oynamadığı davalar olup Dairemizin yerleşmiş içtihatları da bu yoldadır (2008/7321 E- 2008/9007 K, 2000/8808 E - 2000/10150 K, 2006/9411 E - 2007/12223 K, 2007/4507 E -2008/6825 K, 2005/6508 E- 2006/9306 K). Ayrıca doktrinde de (Bkz.Prof.Dr. Polat Soyer, Rekabet Yasağı Sözleşmesi, Ankara 1994 s. 14) davanın mutlak ticari dava olduğu kabul edilmektedir. Nitekim bir kısım yazarlar (Bkz.Prof.Dr.S.Arkan, Ticari İşletme Hukuku, Onuncu Bası, s. 96) davanın mutlak ticari dava olduğunu, ancak böyle sayılmanın anlamsız olduğunu kabul etmektedir.
Açıklanan tüm bu nedenlerle mahkemece mutlak bir ticari dava olan davaya bakılmak gerekirken, anılan hususlar nazara alınmadan dava dilekçesinin görev yönünden reddine karar verilmesi bozmayı gerektirmiştir. ...”)
gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
TEMYİZ EDEN: Davacı vekili
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, Borçlar Kanunu 348 ve devamı maddelerinde düzenlenen rekabet yasağı sözleşmesinin ihlal edildiği iddiasına dayalı, sözleşmede kararlaştırılan cezai şartın tahsili istemine ilişkindir.
Yerel Mahkemece, dilekçenin görev yönünden reddine, kararın kesinleşmesi ve talep halinde dosyanın görevli ve yetkili Manisa İş Mahkemesine gönderilmesine dair verilen karar davacı vekilinin temyizi üzerine Özel Dairece, yukarıda başlık bölümünde gösterilen gerekçelerle bozulmuştur.
Mahkemece önceki kararda direnilmiş; hükmü davacı vekili temyize getirmiştir.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 348 ve devamı maddelerinden kaynaklanan davaların, 6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 4.maddesinde sayılan mutlak ticari dava niteliğinde olup olmadığı ve aynı Kanunun 5.maddesi uyarınca eldeki davaya bakma görevinin ticaret mahkemesine ait bulunup bulunmadığı noktasında toplanmaktadır.
Öncelikle rekabet kavramı ve genel olarak rekabete ilişkin yasal düzenlemelere değinilmesinde yarar bulunmaktadır:
Ticari hayatta rekabetin, işletmelerin verimini arttırıcı, üretilen mal ve hizmetlerin kalitesini yükseltici ve fiyatları düşürücü fonksiyonları bulunduğu ileri sürülmekte olup, bu yönüyle yararlı olan rekabetin dürüstlük kuralları içinde yapılması ve kötüye kullanılmaması gerekir. (Arkan Sabih Ticari İşletme Hukuku ,Bankacılık Enstitüsü, 2011, s:308).
Hizmet akdinin sona ermesinden sonra işçiyi işverene karşı rekabet oluşturacak faaliyetlerden kaçınmakla yükümlü kılan rekabet yasağı sözleşmesi, piyasa ekonomisinin ve teknolojideki gelişmelerin bir ürünü olarak yirminci yüzyıldan itibaren önem kazanmaya başlamıştır (Soyer Polat, Rekabet Yasağı Sözleşmesi, Ankara 1994, S: 3).
818 Sayılı Borçlar Kanunu(BK)’nun 48.maddesinde, haksız rekabete ilişkin genel düzenleme yapılmış olup; 455.maddesinde ticari mümessiller ve ticari vekiller, 526. maddesinde ise adi ortaklar bakımından özel düzenlemeler bulunmaktadır. 6762 Sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 56-65 maddelerinde haksız rekabete ilişkin genel düzenlemeler ve anılan Kanun’un 172, 250, 547.maddelerinde de özel düzenlemeler yer almaktadır (Uygur Turgut, Borçlar Kanunu, Seçkin Yayınları,2003,s:7435).
818 sayılı Borçlar Kanunu’nun Hizmet Akdi’ni açıklayan 10.Bab’ının içinde, “Rekabet Memnuiyeti” başlığı altında 348 ve devamı maddeleri bu yükümlülüğe ilişkin düzenlemeleri içermektedir.
BK'nun 348.maddesinde :
“İş sahibinin müşterilerini tanımak veya işlerinin esrarına nüfuz etmek hususlarında işçiye müsait olan bir hizmet akdinde her iki taraf, akdin hitamından sonra, işçinin kendi namına iş sahibi ile rekabet edecek bir iş yapamamasını ve rakip bir müessesede çalışamamasını ve böyle bir müessesede şerik veya sair sıfatla alakadar olamamasını, şart edebilirler.
Rekabet memnuiyetine dair olan şart, ancak işçinin müşterileri tanımasından ve esrara nüfuzundan istifade ederek iş sahibine hissolunacak derecede bir zarar husulüne sebebiyet verebilecek ise, caizdir.
İşçi, akdin yapıldığı zamanda reşit değil ise rekabet memnuiyetine dair olan şart batıldır.”
hükmünü içermektedir.
Madde metninde de açıkça “…akdin hitamından sonra…” sözcükleriyle ifade edildiği üzere BK’nun 348.maddesinde düzenlenen rekabet yasağı, hizmet akdi son bulduktan sonra geçecek döneme ilişkindir.
Hizmet akdi devam ederken, haksız rekabet hususunda bu hüküm değil; hizmet akdi hükümleri ve haksız rekabete ilişkin genel hükümler uygulanır.
Diğer taraftan, 6762 Sayılı Türk Ticaret Kanunu(TTK)’nun 4.maddesinde;
“…Tarafların tacir olup olmadıklarına bakılmaksızın:…(3.) Borçlar Kanunu’nun, …rekabet memnuiyetine dair 348 ve 352,…maddelerinde;…tanzim olunan hususlardan doğan hukuk davaları ticari dava sayılır.”
hükmü bulunmaktadır.
Aynı Kanunun 5.maddesine göre ise :
“Ticari davalara bakma görevi ticaret mahkemelerine aittir.”
6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 4.maddesi, bir davanın ticari dava niteliği taşıyıp taşımadığının belirlenmesinde üç ayrı kıstas öngörmektedir:
Bunlardan ilki, anılan Kanun’un saydığı belirli hükümlerde düzenlenen hususlarla ilgili davaların başka hiçbir şart aranmaksızın mutlak olarak ticari dava sayılması; ikincisi, bir ticari işletmeyi ilgilendirmesi; üçüncüsü ise, ticari iş kavramından faydalanılarak ticari dava niteliği tanınmasıdır.
Maddenin gerekçesinde de belirtildiği üzere “öz ticaret hayatına mahsus olup ayrı bir ihtisas cephesi arzeden” hususlardan doğan davalar mutlak ticari dava olarak sayılmış olup; mutlak dava terimi, tarafların sıfatı veya işlem ve fiilin ilgili olduğu işletmenin ticari olup olmadığı olgusu dikkate alınmaksızın bu davaların kendiliğinden ticari dava niteliğini taşıdığını ortaya koymaktadır. Borçlar Kanunu’nda hizmetlinin rekabet yasağı ile ilgili 348-352 maddelerinden doğan davalar, rekabet yasağı kavramının ticaret mahkemesince daha isabetli olarak değerlendirilebileceği düşünülerek ticari sayılmıştır (Poroy-Yasaman,Ticari İşletme Hukuku,Vedat Kitapçılık, 10. bası, s: 103-104).
Öte yandan; 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun 1.maddesi uyarınca;
“İş Kanununa göre işçi sayılan kişilerle işverenler arasında iş akdinden ya da İş Kanununa dayanan her türlü hak iddialarından doğan hukuk davalarına iş mahkemelerinde bakılır.”
Hemen burada İş Mahkemelerinin tarihsel gelişimi ve görev alanı üzerinde durmakta yarar vardır:
Türk hukukunda iş ve çalışma hayatı ilk olarak 1924 yılında yürürlüğe giren ve hafta tatiline ilişkin Kanun ile düzenlenmiş; bu Kanun sonrasında ise 1926 yılında yürürlüğe giren 818 sayılı Borçlar Kanunu ile ayrıntılı düzenleme getirilmiştir.
Çalışma hayatında meydana gelen değişiklikler ve işçilerin özel ihtiyaçları nedeniyle, Anayasa’nın sosyal devlet ilkesinin bir gereği olarak, kanun koyucunun gittikçe artan oranda bu alana düzenleyici olarak müdahalesi gereğinin doğması ile birlikte 1967 yılında 931 sayılı İş Kanunu yürürlüğe girmiş; ne var ki bu Kanun Anayasa Mahkemesince iptal edilmiştir. Bunun üzerine 1971 yılında yürürlüğe giren 1475 sayılı Kanun çıkarılmış; son olarak 2003’te halen yürürlükte bulunan 4857 sayılı İş Kanunu yürürlüğe girmiştir.
Özel nitelikteki bu Kanunların hiçbiri Borçlar Kanunu’nun iş ve çalışma hayatına ilişkin hükümlerini yürürlükten kaldırmamış; aksine İş Kanunu hükümlerine aykırı olmamak üzere iş akdinden kaynaklanan uyuşmazlıklara ve İş Kanunları kapsamı dışında kalan hizmet akitlerine uygulanacağı hususu kanun koyucu tarafından açıkça vurgulanmıştır.
İş akdinin kurulması ile doğan sadakat borcu, işçi tarafından işverenin çıkarlarını koruma ve gözetme borcudur. Rekabet etmeme borcu ise, iş akdinin sonuçlarından olan; işçinin, işverene sadakat borcunun olumsuz yönünü ifade eder.
Devletin, iş ilişkilerini düzenlerken nasıl işçiyi koruma amacıyla özel mahiyette maddi hukuk kuralları vazetmesi gerekiyorsa, bir hukuk uyuşmazlığı olarak iş uyuşmazlıklarının çözümünü de genel yargıdan ayırması, İş Hukukuna has yani bu hukukun amacına hizmet edecek şekilde kolay, hızlı ve ekonomik usul kurallarıyla yargılayan uzman özel (spesifik) bir yargıya bırakması gerekmektedir. İşte bu gerek, çoğu ülkede olduğu gibi Türkiye’de de iş davalarının, bu alanda uzman, özel mahkemelerde; iş mahkemelerinde ve genel yargılama usullerinden farklı bir usule göre görülmesini, yani bir iş yargısının varlığını, zorunluluğunu ifade eder (Prof. Dr. H. Mollamahmutoğlu, İş Hukuku, Turhan Yayınları, 2004, S:103).
5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun 1.maddesi ve Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kurulu’nun 29.06.1960 gün, 1960/13 ve 1960/15 sayılı kararında; İş Mahkemelerinin, işçi sayılan kimselerle (Kanunun değiştirilen 2'nci maddesinin C, D ve E fıkralarında istisna edilen işlerde çalışanlar hariç) işveren veya işveren vekilleri arasında “iş akdinden doğan” veya “iş kanuna dayanan” her türlü hak iddialarından doğan hukuki uyuşmazlıkların bu mahkemelerde çözümleneceği açıklanmıştır.
Buna göre; iş mahkemeleri, iş akdinden doğan münasebetlerden çıkan davaların bu konularda özel bilgiye sahip mahkemelerde görülmesi amacıyla kurulmuştur. İşçi sayılan kimselerle (Kanunla değiştirilen 2.maddesinin C, D ve E fıkralarında istisna edilen işlerde çalışanlar hariç) işveren arasında iş akdinden veya iş kanununa dayanan her türlü hak iddialarından doğan hukuki uyuşmazlıklar bu mahkemelerde çözümlenecektir.
O halde, 1950 yılında yürürlüğe giren 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu uyarınca; bir uyuşmazlığın iş mahkemelerinde görülebilmesi için, işçi sayılan kişilerle işveren arasında iş akdinden doğan veya iş kanununa dayanan her türlü hak iddialarından doğan hukuki uyuşmazlığın bulunması gerekir.
Nitekim, aynı hususlara Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 05.02.2003 gün, 2003/82-65 sayılı kararında da işaret edilmiştir.
Görülmektedir ki; iş uyuşmazlıkları, özel nitelikte hukuki uyuşmazlıklardır. 5521 sayılı Kanunun 1.maddesinde iş mahkemelerinin görev alanına giren hukuki uyuşmazlıklar olarak iş uyuşmazlıkları, “İş kanununa göre işçi sayılan kimselerle…işveren veya vekilleri arasında iş akdinden veya İş Kanununa dayanan her türlü hak iddialarından doğan hukuk uyuşmazlıkları…” olarak belirtilmektedir.
Şu halde iş mahkemelerinin görev alanına giren hukuk uyuşmazlıkları olarak iş uyuşmazlıkları, tarafları ve konusu kanunla belirlenmiş; yani belirli nitelikte uyuşmazlıklar olup, görev kuralları kamu düzenine ilişkin olduğundan, içeriği keyfi surette doldurulamayacak uyuşmazlıklardır. Bu nedenledir ki, bir hukuk mahkemesi olarak iş mahkemeleri, iş sözleşmesi veya İş Kanunundan doğmuş olsa dahi idari ve cezai uyuşmazlıklara doğal olarak bakamayacağı gibi İş Kanunu kapsamı dışında kalan işçilerle onları çalıştıran işverenler arasındaki uyuşmazlıklara da, iş sözleşmesinden kaynaklanmış olsalar dahi, bakamayacaktır.Bu sonuncu türden uyuşmazlıklar, tarafları işçi ve işveren, kaynağı da iş sözleşmesi olduğu halde iş uyuşmazlığı olarak nitelenemez ve bu itibarla da bu uyuşmazlıkları konu edinen davalar iş davası olarak değerlendirilemez; genel olarak hukuk uyuşmazlıkları ve hukuk davaları içinde yer alırlar(Prof.Dr.H.Mollamahmutoğlu, İş Hukuku, Turhan Yayınları, 2004, S:104-105).
Hemen belirtmelidir ki, 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu, 3008 sayılı İş Kanunu yürürlükteyken çıkarılmıştır. O nedenle, Bu Kanunun 1. maddesinde yer alan ”(O kanunun değiştirilen ikinci maddesinin Ç, D ve E fıkralarında istisna edilen işlerde çalışanlar hariç) olmak üzere işçi sayılan kimseler işveren veya işveren vekilleri arasında iş akdinden veya İş Kanununa dayanan her türlü hak iddialarından doğan uyuşmazlıkların çözülmesi ile görevli olarak lüzum görülen yerlerde iş mahkemeleri kurulur” hükmü bugün 4857 sayılı İş Kanununa göre tanımlanan ve 4. maddede sayılanlar dışında kalan işçiler olarak anlaşılmalıdır.
5521 sayılı Kanunda yer alan “işçi sayılan” tabiri, İş Kanunu kapsamında bulunan işçi olarak yorumlanmalıdır.
Bu durumda, 4857 sayılı İş Kanununun İstisnalar başlıklı 4.maddesinde sayılan kişiler ile belirtilen işlerde çalışanlar tarafından açılacak davalarda iş mahkemeleri değil, genel mahkemeler görevlidir.
Açıklanan hususlara, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 22.09.2008 gün ve 2008/9-517 E., 2008/566 K. sayılı ve 21.09.2011 gün ve 2011/9-508 2011/545K. sayılı kararlarında da işaret edilmiştir.
Vurgulamakta yarar vardır ki, işçi işe alındığı andan işten çıkarılacağı ana kadar işverene karşı rekabet yapamaz. Zira, söz konusu zaman parçası içinde yapılmış rekabet, sadakat borcuna aykırılık oluşturur. İşçinin İş Kanunu’nun 25./II. b,d ve e bentleri gereğince doğruluk ve bağlılığa uymayan davranışlarda bulunması sadakat borcunun ihlali olarak kabul edilmiş; bu halde işverenin iş akdini feshedebileceği gibi tazminat da isteyebileceği hükme bağlanmıştır.
Rekabet etmeme borcu ise işçinin öteki borçları gibi her iş sözleşmesi için söz konusu olan borçlardan değildir. İş akdinin devamı süresince işçinin işverenle rekabet etmemesi sadakat borcu içinde yer alan bir yükümlülüktür. Buna karşılık, taraflar iş ilişkisi devam ederken sözleşmenin bitiminden sonra işçinin rekabet etmeyeceğine ilişkin bir hükmün iş akdine konulmasını veya bu konuda ayrı bir sözleşme (rekabet yasağı sözleşmesi) yapılmasını kararlaştırabilirler. İş akdi sona erdikten sonra işçinin işverenle rekabet etmeme borcu ancak böyle bir yükümlülük sözleşme ile kararlaştırıldığı takdirde söz konusu olmaktadır(Prof. Dr. S. Süzek, İş Hukuku, Beta Yayınları, 2005, S:277).
Bu noktada, iş görme ve sadakat borçları ile rekabet etmeme borcu(rekabet yasağı) arasındaki ayrıma değinilmesinde yarar bulunmaktadır:
İş görme ve sadakat borçları, açıkça kararlaştırılmasa bile her iş sözleşmesinde vardır. Rekabet etmeme borcu ise, ancak iş sözleşmesi taraflarının açıkça kararlaştırmaları halinde ortaya çıkar.
Bundan başka, iş görme ve sadakat borçlarının yerine getirilmesi sadece sözleşmenin yürürlüğü sırasında söz konusudur. Buna karşılık BK’nunda düzenlenmiş olan rekabet etmeme borcu ise iş sözleşmesinden sonraki süre içinde yerine getirilir. Rekabet etmeme yükümüne ilişkin sözleşmenin yazılı şekilde yapılması, iş ve süre ile sınırlandırılmış olması, işçinin ekonomik geleceğini hakkaniyete aykırı olarak tehlikeye sokmaması ve işçinin reşit olması gerekir.
İş sözleşmesi devam ederken, işçinin rekabet sayılacak davranışları ise “doğruluk ve bağlılığa uymayan davranışlar olup ”İş Kanunu’nun 25/II-e kapsamına girer ve işveren için haklı fesih nedeni oluşturur. Rekabet yasağına aykırı hareket edilmesi halinde ise işçi, BK.nun 351.maddesi gereğince zararı tazmin ile mükelleftir ( Çelik Nuri, İş Hukuk Dersleri, Beta Yayınları, 22.Bası, Ağustos s: 136-139; Tunçomağ Kenan, Centel Tankut, İş Hukukunun Esasları, Beta Yayınları, s:101; Mollamahmutoğlu Hamdi, İş Hukuku, Turhan Yayınevi, 2. Bası,s:367; Süzek Sarper, İş Hukuku, Beta Yayınları, 2.Bası, s:276-277).
Kanun koyucu bu kuralı rekabet yasağı sözleşmesinin ticari işletmeyi ilgilendirmesi nedeniyle getirmiş olup; öğretide rekabet yasağı sözleşmesi ile hizmet akdi arasındaki yakın ilişki nedeniyle iş mahkemelerinin görevli olması gerektiği her hizmet sözleşmesinin mutlaka bir ticari işletmeyi ilgilendireceğini kabul etmenin mümkün olmadığı, dolayısıyla esnaf düzeyindeki kişinin yaptığı hizmet sözleşmesinde yer alan rekabet yasağının ihlalinden doğan davanın da bu hüküm gereğince mutlak ticari dava sayılmasının anlamsız olduğu, bu tür bir sözleşmeden doğan uyuşmazlık “öz ticaret hayatına” ilişkin olmadığı gibi çözümünün de ayrı bir uzmanlığı gerektirmeyeceği görüşü de savunulmaktadır (Soyer Polat a.g.e.s:25; Arkan Sabih, Ticari İşletme Hukuku, Onuncu Bası, s. 96).
Yukarıdaki ayrıntılı açıklamalar göstermektedir ki, iş akdinin devamı sırasında işçinin sadakat borcundan kaynaklanan rekabet etmeme yasağına aykırılık halinde, bu tür davalara bakmakla görevli mahkeme iş mahkemesidir. İş akdinin sona ermesinden sonra rekabet yasağına aykırı hareket edilmesi halinde ise, buna dayalı olarak açılacak dava niteliği itibariyle 818 sayılı BK’nun 348. maddesi kapsamına girmekle ve bu kapsamdaki davalar TTK.nun 4/1-3 maddesinin açık hükmü karşısında tarafların sıfatına bakılmaksızın mutlak ticari davalardan olmakla, bu tür davaların ticaret mahkemesinde incelenip karara bağlanması gerekir.
Böylece iş ve ticaret mahkemelerinin görev alanlarına ilişkin kıstaslar ortaya konulduğuna göre, yapılan açıklamalar ışığında, somut olay irdelenerek, eldeki davanın 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 348 ve devamı maddeleri kapsamında değerlendirilip değerlendirilmeyeceğinin ve buna göre de davaya bakmakla görevli mahkemenin hangisi olduğunun belirlenmesine geçilmelidir:
Somut olay bu çerçevede irdelendiğinde:
Dava, rekabet yasağının ihlalinden doğduğu ileri sürülen cezai şartın tahsili istemine ilişkindir.
Davacı tarafça davalının imzaladığı rekabet etmeme ve gizlilik taahhüdü ile işten ayrıldığı tarihten itibaren bir yıl içinde televizyon üretimi yapan firmalarda çalışmayacağını taahhüt etmesine rağmen akdin sona ermesinden sonra aynı alanda faaliyet gösteren başka bir şirkette çalıştığı ve böylece rekabet yasağını ihlal ettiği iddiasıyla işbu dava açılmıştır
Davalının; taahhüdün düzenlendiği tarihte davacı şirkete ait işyerinde ve hizmet akdine dayalı olarak çalıştığı hususu tartışmasızdır.
Taraflar arasında düzenlenen “Rekabet Etmeme ve Gizlilik Taahhüdü” başlıklı ve davalı tarafından 13.04.2007 tarihinde imzalandığı iddia edilen belgede davalı ; “B…A.Ş'den ayrıldığı 13.04.2007 tarihinden itibaren bir yıl süre ile LCD ve Plazma TV üretim ve tasarımı yapan firmalarda doğrudan veya dolaylı olarak çalışmayacağını, hisse sahibi olmayacağını, ticari sır niteliğindeki her türlü bilgiyi süresiz olarak gizli tutacağını, bu yükümlülüklere uymadığı takdirde işten ayrılırken ödenen tutarın tamamını yasal faizi ile geri ödeyeceğini kabul ve taahhüt ettiğini” belirtmiştir.
Öte yandan, davalı Tibet M. tarafından B….A.Ş İnsan Kaynakları Yöneticiliği'ne hitaben yazılan 13.04.2007 tarihli belge kapsamında göre, davalı ; “gördüğü lüzum üzerine çalışmakta olduğu işyerinden 13.04.2007 tarihi itibari ile ayrılmak üzere iş sözleşmesini feshettiğini, istifasının kabulü ile yasal haklarının ödenmesini istediğini” bildirmiştir.
Eldeki dava, davalının imzaladığı “rekabet etmeme ve gizlilik taahhüdü” ile işten ayrıldığı tarihten itibaren, LCD ve Plazma TV üretim ve tasarımı yapan firmalarda doğrudan veya dolaylı olarak çalışmayacağını, hisse sahibi olmayacağını taahhüt etmesine karşın, akdin sona ermesinden sonra aynı alanda faaliyet gösteren başka bir şirkette çalıştığı ve rekabet yasağını ihlal ettiği, iddiasına dayanmaktadır.
Davaya dayanak alınan taahhüdün işçi ile işveren arasında düzenlenmiş olması, bu taahhüt nedeniyle çıkan uyuşmazlığın iş hukuku kapsamında kaldığını kabule yeterli değildir. Zira, bu taahhüt iş akdinin sona ermesi halinde yapılmaması gereken bir hususa ilişkin olmakla, iş hukukunun düzenleme alanı dışında kalmaktadır.
Gerek davalı işçinin açıklanan taahhüdünün kapsamı, gerek davalının davacıya ait işyerinden istifaen ayrılmış ve başka bir işyerinde çalışmaya başlamış olması ve gerekse de davacının istemi ile davanın açıklanan özelliğine göre; davalının rekabet yasağını ihlal eden davranışının açık biçimde iş akdinin sona ermesinden sonraki döneme ilişkin bulunduğu; bu davranışın, hizmet akdinin sona ermesinden sonra gerçekleşen rekabet yasağına aykırılığı düzenleyen, 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 348.maddesi kapsamında değerlendirilmesi gerektiği açıktır.
Bu kapsamda yer alan uyuşmazlıklara ilişkin davaların ise, 6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 4/1-3.maddesi gereğince mutlak ticari dava niteliği taşıdığında duraksama bulunmamaktadır.
Mutlak ticari davaların görülme yeri ise, açık biçimde ticaret mahkemeleridir.
O halde, mutlak ticari dava niteliğindeki eldeki davaya bakma görevi de ticaret mahkemesine ait olup; yerel mahkemenin, iş mahkemesinin davaya bakmakla görevli olduğundan bahisle, verdiği görevsizlik kararı usul ve yasaya aykırıdır.
Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında ve yukarıda gösterilen nedenlerden dolayı 6217 sayılı Kanunun 30.maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429.maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, 29.02.2012 gününde oyçokluğu ile karar verildi.