-
Git
: -
-
ᴀ⇣ Yazı karakterini küçült
On İki Levha Yayıncılık
Yayın tarihi:
Ekim 2022
Son Güncelleme:
Ekim 2022
ISBN:
978-625-432-286-0
eISBN:
978-625-432-289-1
Baskı:
9
Sürüm:
1
Aşağıda bir kısmını gördüğünüz bu dokümana sadece pakete abone olan üyelerimiz erişebilir.
II. Hak Ehliyetinde Eşitlik İlkesi ve Ayrıkları
MK 8 kuralının Anayasalara yakışan bir söylemle “herkes kişiliğine bağlı, dokunulmaz,…
Ayırt etme gücünden yoksunluğun ve yaş küçüklüğünün yol açtığı eşitsizlik ile başlayalım:…
Ayırt etme gücünden yoksunları ve küçükleri korumayı amaç bilen bu eşitlik ayrıkları…
Acaba nitelikleri gereği yasal temsilci ana baba aracılığıyla kullanılmaya elverişli olmayan kişiye sıkı biçimde bağlı anayasal temel hakların, sözgelimi, düşünce açıklama, inanç, örgütlenme, toplanma, meslek ve okul seçme özgürlüklerinin kullanılıp yaşama geçirilebilmesi için de Anayasa’da ve yasada öngörülmediği halde, aynen ciddi hukuki işlemlerde olduğu gibi, belirli bir yaş sınırı (anayasal temel hak erginliği =…
Anayasal temel hak ve özgürlüklerin kullanılabilmeleri için belirli bir yaşa ulaşmayı şart koşmak, küçükler için anayasal haklardan yararlanma olanağını (anayasal hak ehliyetini) “de facto” (fiilen) yok saymak anlamına gelir. Oysa küçüklerin de düşünce, inanç, toplanma, örgütlenme, meslek ve okul seçme özgürlükleri vardır ve bu özgürlükleri onların ellerinden alınmamalıdır.…
Buna her şeyden önce Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin, Anayasa m. 12’nin ve aynı doğrultudaki MK 8 kuralının varlığı engeldir.…
Kaldı ki MK 16 kuralı da “kişiye sıkı biçimde bağlı hakların” küçük yaşta çocuklar tarafından yasal temsilcisinin (velinin) oluru alınmaksızın kullanılabileceğini belirtmekle, tipik birer kişiye sıkı biçimde bağlı hak oluşturan ifade, inanç, örgütlenme, toplanma ve gösteri yürüyüşü düzenleme gibi temel çocuk hakları bakımından özel bir erginlik yaşının aranmayacağını açıkça vurgulamış bulunmaktadır.…
Anayasal temel hakkın sahibi küçük çocuğun bu hakkı fiilen kullanabilecek olgunluk yaşına ulaşmamış olması bu gerçeği değiştiremez. Nitekim bugüne kadar hiç kimsenin aklına ayırt etme gücünden yoksun bir yaşlıdan anayasal özgürlükleri esirgemek gelmemiştir. Anayasanın siyasal yurttaş hakları için öngördüğü yaş sınırlamaları (m. 67 III, 76 I) “kıyas dayanağı” (argumentum per analogiam) değil de “aksine sonuç çıkarma” (argumentum e contrario) dayanağı oluşturur.…
Yalnız bir çekince gözden kaçırılmamalıdır: Yasa koyucunun, aynen Medeni Kanun’da, örneğin geride anılan önemli işlemlerde, ayrıca sürücü ehliyetinde, silah ve av ruhsatında yaptığı gibi, birtakım ciddi, riskli, sakıncalı işler ve işlemler için anayasal özgürlükleri yaşça sınırlama olanağı hiç kuşkusuz mevcuttur; buna diyecek yoktur!…
Ama yasa koyucu, bu gibi yaş sınırlamalarını öngörürken, MK’da, taşıt sürme ehliyetinde ve silah ile av ruhsatında yaptığı gibi, Anayasa’nın 13’üncü maddesinde anılan “sınırlamaları sınırlayıcı” ölçütlere, en başta da çağdaş demokratik ölçütlere ve ölçülülük ilkesine uymak zorundadır.…
Bizde çocuğun din özgürlüğünün (MK 341 III) ve toplantı ile gösteri yürüyüşü özgürlüğünün (Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri K. 9/20) erginlik yaşı olan on sekiz yaşından başlatılması ne yazık ki bu anlamda çağdaş demokrasi standartlarına ve ölçülülük ilkesine uygun bir temel hak (yaş) sınırlaması sayılamaz.(2)…
Cinsiyet ayrımının yol açtığı eşitsizliğe gelince: Bu eşitsizlik anayasal eşitlik…
Anayasa Mahkemesi’nin evlenen kadının bekarlık soyadını bağımsızca taşıyabilmesini ve ayrıca bu adını aile adı olarak da kabul ettirebilmesini engelleyen Medeni Kanun kurallarını (MK 187/321) Anayasa’nın eşitlik ilkesine hiç de aykırı bulmaması (Resmi Gazete Sayı 21.10.2011, Sayı 28091) mahkeme üyelerinin evvelce vermiş oldukları kararlarda su üstüne çıkan sağlıksız kadın erkek eşitliği ve aile anlayışı karşısında hiç de yadırganmamalıdır. Anayasa Mahkemesi bu kararında kadınla erkeğin eşit konumda olmadığını erkek egemen anlayışın etkisinde kalarak kabul etmiştir. Nitekim bu eşitsizliği her fırsatta ailenin kutsallığı, ulusların değer yargıları, inanç ve düşünce kalıpları, insani ve ahlaki değerler, gelenek, görenek, dil ve din gibi ideolojik gerekçelere dayandırmıştır.…
Ama Anayasa Mahkemesi bu kararında sadece “ideoloji” yapmakla kalmamış aynı zamanda “demagoji” de yapmıştır.…
Şöyle ki soyadı rejimindeki mevcut eşitsizliğin soy sopun, kimliğin güvenilir biçimde saptanmasının ve nüfus kayıtlarının düzenli tutulmasının ve sağlam aile birliğinin bir gereği olduğunu da ileri sürmüştür. Bu sözde gerekçenin (hakçası demagojinin) konuyla yakından uzaktan hiçbir ilgisi yoktur. Hukuk metodolojisinde “ignoratia elenchi” ya da “metabasis” denen mantık yanlışına hukuk öğrencileri için bundan güzel örnek verilemez. Bir kere, babanın ya da ananın soyadının seçilmesiyle kimlik ve nüfus düzeni arasında hiçbir mantıksal bağ kurulamaz.…
Sonra aile birliğinin ve bütünlüğünün eşitlikçi bir soyadı düzenlemesiyle bozulabileceği kaygısı da yersizdir. Onlarca ülkedeki uygulama bunu apaçık kanıtlamaktadır.…