Borçlunun üçüncü kişiye ifa “yükümü” ile “hakkı” yüzde yüz örtüşmediği içindir ki…
Borçlunun alacaklı veya onun edimi almaya izinli temsilcisi yerine, doğrudan doğruya…
Böylesine kural dışı bir sözleşmesel yüküme en başta “tam (eksiksiz) üçüncü kişi…
Üçüncü kişiye edimde bulunma yükümü, böylesine “sosyal destek ve yardım sağlama”…
Anımsanacağı gibi, bu hukuki üçgen, aynı zamanda, borçlu yerine üçüncü kişinin ifada bulunmasına da örnek oluşturur. (§ 2 N 3) Yalnız orada pas geçilen “borçlu’’ iken, burada pas geçilen “alacaklı”dır. Aslında pas geçilen hep aynı kişidir; perakendecidir, tüketicidir. Yalnız birinde (üçüncü kişinin ifası olgusunda) …
Eklemek gerekir ki bu gibi edim kestirmelerinde, borçlu için “üçüncü kişiye karşı” ifada bulunma “yükümünün” mü (eksiksiz, tam üçüncü kişi yararına sözleşme), yoksa sadece “olanağının” (hakkının) mı (eksik üçüncü kişi yararına sözleşme) öngörüldüğü, çözümü belirli üçlü ilişkinin somut özelliklerine ve tarafların istencine bağlı bir yorum sorunudur. (BK 129 II)…
Borçlunun alacaklı yerine üçüncü kişiye ifada bulunma yükümüne kaynaklık edebilecek…
Havale ve akreditif üçgeninde, ödeme talimatını veren kişiyle üçüncü kişi (lehdar) arasındaki “karşılık ilişkisi” (Valutaverhältnis), talimatı veren kişiyle talimatı alan kişi (banka) arasındaki “kapama ilişkisi” (Deckungsverhältnis) ve talimat alıcısı bankayla üçüncü kişi (lehdar) arasındaki “tenfiz (edim) ilişkisi” özenle birbirinden ayrı tutulması gerekli üç ilişkidir. Ödeme talimatının banka tarafından kabulü, bankanın lehdar üçüncü kişiye karşı tenfiz (edim) ilişkisinde soyut bir borç altına girdiği anlamına gelir. Onun bu soyut borçlanmadan sonra lehdar üçüncü kişiye karşı savunmaları ister istemez sınırlı kalır. İfa ve itfa da ancak bankanın lehdara karşı ödemeyi (havale tutarını lehdann hesabına geçirmeyi) gerçekleştirdiği anda tamamlanmış olur. Havale ve akreditif üçgeninde ilişkiler şöyledir: …
Sırası gelmişken, üçüncü kişiye (lehdara) eksiksiz bir talep hakkını mucizevi biçimde kazandıran tam üçüncü kişi yararına sözleşmeye kısaca değinelim. Eski hukukların tanımadığı üçüncü kişi yararına sözleşmeyi özgün ve ilginç kılan özellik, üçüncü kişinin, kendi bilgisi ve isteği dışında, salt böyle bir sözleşmeyi kuranlar öyle istedi diye, borçludan edimi doğrudan ve kestirmeden talep etme olanağına kavuşturulmasıdır. Hele üçüncü kişinin bu sihirli üçgende hak sahibi sayılabilmek için fiil ehliyetine sahip olmak şöyle dursun, hak ehliyetine sahip bir kişi olarak bile mevcut olmasının gerekmemesi (gelecekte doğacağı umulan bir varlığın da lehdar olarak atanabilmesi) bu ilginç hukuki icadın özgünlüğünü büsbütün artırmaktadır.…
Gelgelelim, üçüncü kişi yararına sözleşmeyi ilginç kılan özellik bundan ibaret de değildir. Bu sözleşmede lehdar, hakkını, alacağı devralan birisi gibi söz verdiren alacaklıdan halefiyet (türeme) yoluyla (devren) kazanmış sayılmaz da “aslından” (sıfırdan) kazanmış sayılır. Lehdarın kazandığı hak, söz verdiren alacaklının malvarlığından ya da terekesinden kopup ayrılmakta, böylece bir “farazi mantıksal an” için bile söz verdiren alacaklının malvarlığında ya da terekesinde yer almaksızın, doğruca lehdarın kucağına, adeta havadan düşmektedir. (tart.) Bu dolaysız iktisap dogmasının pratik önemi kendisini cebri icra hukukunda ve miras hukukunda gösterir; bu dogma sayesinde bu alanlarda üçüncü kişi yararına sözleşme lehdarına eşsiz ayrıcalıklar sağlanır(23).…
Üçüncü kişi yararına sözleşme üçgeninde iki hukuki ilişkiyi özenle birbirinden ayırmak gerekir: Bunlardan biri, edimi lehdara karşı yerine getireceğine söz veren borçluyla söz verdiren alacaklı arasındaki “kapama ilişkisi”dir. (Deckungsverhältnis) Kapama ilişkisi deyimi, söz veren borçlunun lehdara karşı yüklendiği edimin açığının (hesabın) söz verdirence karşılanıp kapatılacağı düşüncesinden çıkmış olsa gerektir.…
İkinci ilişkiyse söz verdiren alacaklı ile lehdar üçüncü kişi arasındaki “karşılık” ya da “kazandırma” ilişkisidir. İşte bu gizli iç ilişki, lehdarın hakkı kazanmasının nedenini (causa’sını, karşılığını) kapsar. (Valutaverhältnis)…
Üçüncü kişi yararına sözleşme üçgeninde ortaya çıkan sorunlardan belki de en önemlisi, kapama ilişkisinde herhangi bir hukuki eksiklik ve aksaklık olduğunda, her nasılsa yerine getirilmiş olan edimin haksız zenginleşme kurallarına göre tasfiyesinin kimler arasında gerçekleşeceği sorunudur. Bu soruna ileride (§ 25 N 21’de) çözüm aranacaktır.…
Tartışmalı olan başka bir konu, üçüncü kişiye, aslında alacak hakkını koruyup saklı tutan “alacaklı” adına değil de doğrudan doğruya “kendi” adına edimi alma yetkisinin (Einzugsermächtigung) alacaklı tarafından verilebilip verilemeyeceğidir. Böyle bir yetkilendirme de borçluyu, yetkili üçüncü kişiye ödemede bulunma yükümü altına sokar. Böylece borçlunun karşısına iki alacaklı birden çıkarılmış olur. Bu işlem, üçüncü kişi yararına sözleşme sayılamaz; çünkü yetkiyi üçüncü kişiye sağlayan alacaklı, edimi isteme hakkının özünü (aslını) kendi şahsında, kendisi için saklı tutmaktadır. Alacaklı, üçüncü kişiye herhangi bir dolaylı kazandırmada bulunmayı amaçlamış değildir. Bu yetkinin havaleden eksik yanı, borçluya, üçüncü kişiye ödemede bulunma konusunda herhangi bir yetkinin verilmemesi; fazla yanıysa, üçüncü kişiye, borçludan edimi isteme hakkı vermesi, dolayısıyla, borçluya da üçüncü kişiye edimde bulunma yükümü yüklemesidir. Öte yandan, bu yetkinin alacağın devrinden eksik yanı, alacak hakkının tümüyle devredilmeyip alacaklıda saklı kalmasıdır. Temsilden eksik yanına gelince, o da, üçüncü kişiye “alacaklı adına” edimi alma yetkisinin sağlanmamasında yatar. …