Tarımsal Arazilerin Miras Yoluyla İntikali
Doç. Dr. Ömer BAĞCI(1)
Herşeyden önce ifade etmek isteriz ki, bu konunun seçilmesinin amacı, eşya hukuku ve miras hukuku sistemimize köklü değişiklikler getiren 5403 sayılı Kanun’un miras hukuku ile ilgili olmak üzere öngördüğü esaslı yenilikleri ortaya koymaktır. Öte yandan, incelemekte olduğumuz konuya ilişkin doktrin tartışmalarının ve keza içtihatların belirli bir olgunluğa erişmiş olduğu da söylenemeyecektir. Elimizdeki sınırlı kaynağa rağmen bu alanda çalışma yapmamızın bir amacı da, konunun teorik düzeyde daha çok tartışılmasına ve ileri de oluşacak içtihat hukukuna katkı sağlama düşüncesi olmuştur.
Bilindiği üzere, Türk Miras Hukuku’nun esasına ilişkin ana düzenlemeler 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nda vücut bulmuştur. Bu vesile ile yasal mirasçılık ve iradi mirasçılık kurumunun yasal dayanaklarının da Türk Medeni Kanunu olduğu söylenmelidir. Yasal mirasçılık bakımından kabul edilen külli halefiyet ilkesi gereğince, mirasbırakanın gerek hakları, alacakları, menkulleri ve gayrimenkulleri gerekse borçları yasanın öngördüğü bir düzen içinde mirasçılara bir bütün olarak intikal eder. Yargıtay 3. Hukuk Dairesi’nin 2010/8845 E. 2010/9127 K. sayılı ve 24.05.2010 tarihli kararında “Miras açılınca, mirasçılar onun tamamına sahip olurlar. Kanunda açıkça yazılı haller müstesna olmak üzere, müteveffanın alacakları ve bilcümle hakları ve zilyed bulunduğu malları, mirasçılarına intikal eder ve bu mirasçılar müteveffanın borçlarından şahsen mesul olurlar (Külli halefiyet ilkesi)” denmek suretiyle, bu gerçek apaçık bir şekilde ifade edilmiştir. Tereke dediğimiz bu özel malvarlığının mirasçılara bütün olarak intikali için başkaca herhangi bir işlem yapılmasına da gerek yoktur.
Ne var ki, bütün birlikte hak sahipliklerinde ve toplu mülkiyet ilişkilerinde görülen ferdiliğe geçiş süreci miras hukuku bakımından bir takım özellikler arzeder. Gerçi, 5403 sayılı Yasa ile getirilen düzenlemelere kadar, Türk Sayfa 72 Medeni Kanunu’nun 658 vd. maddelerini bir kenara bırakacak olursak, yasa koyucunun mirasçıların kişiliği ve miras bırakılan malın niteliği ile ilgilendiği söylenemeyecektir. Öyle ki, bütün mirasçılar tereke değerleri üzerinde elbirliği ile malik kabul edilmiş; tasfiye de ana hatları ile bu mülkiyet çeşidinin özellikleri nazara alınarak yapılmak istenmiş; tereke kapsamındaki malların “nakden” değil de “aynen” taksimi kural olarak benimsenmiştir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 2008/14-676 E., 2008/695 K. sayılı ve 12.11.2008 tarihli kararında “Miras ortaklığı da kanundan doğan bir elbirliği mülkiyetidir” denerek miras ilişkilerine hakim olan mülkiyet sistemi açıklanmıştır. Yine, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 2010/1-282 E., 2010/315 K. sayılı ve 02.06.2010 tarihli bir başka kararında miras ortaklığının tabi olduğu bu mülkiyet çeşidinin özellikleri şöylece sıralanmıştır: “Bilindiği üzere; elbirliği (iştirak) halinde mülkiyet, yasa veya yasada belirtilen sözleşmeler uyarınca aralarında ortaklık bağı bulunan kişilerin, bu ortaklık nedeniyle bir mala veya hakka birlikte malik olma durumudur. MK’nun 701-703. Maddelerinde düzenlenen bu tür mülkiyetin (ortaklığın) tüzel kişiliği olmadığı gibi eşya üzerinde ortaklardan her birinin doğrudan doğruya bir hakkı da yoktur. Mülkiyet bir bütün olarak ortaklardan tümüne aittir”.
Yargıtay 14. Hukuk Dairesi’nin 2014/8778 E., 2014/13158 K. sayılı ve 20.11.2014 tarihli bir kararında “Bu hükümlerden açıkça anlaşılacağı üzere hakim, miras yoluyla intikal eden terekenin tamamı ve terekedeki malların her birini göz önünde tutarak, olanak varsa taşınmazlardan her birinin tamamını bir mirasçıya vermek suretiyle paylaştırma yapabilir. Kanun koyucunun bu hükmü getirmekteki amacı öncelikle aynen paylaştırma isteyen mirasçılar arasındaki paylaşma konusundaki ihtilafın en uygun biçimde çözümlenmesi ve taşınmazların değerleri arasında fark bulunması halinde, gereğinde farkı para ödetmek yoluyla, denkleştirmenin sağlanmasıdır. Ayrıca payların özgülenmesinde mirasçıların anlaşması asıl olup, anlaşamazlarsa kura çekilecektir. Bu yolla aynen paylaştırmayı gerçekleştirme olanağı olan mahkemenin mirasçıları satışa zorlayacak bir yöntemi benimsemesi olanaklı olmadığı gibi açıklanan yasal düzenlemelere de aykırıdır. (...) Paydaşlığın (ortaklığın) giderilmesi davalarında mahkemece malın aynen bölünerek paylaştırılmasına karar verilebilmesi için taşınmazın yüzölçümü, niteliği, pay ve paydaş sayısı ile imar mevzuatına göre aynen bölüşmenin mümkün olup olmadığının araştırılması gerekir. Taşınmazın önemli ölçüde bir değer kaybına uğraması söz konusu ise aynen bölünerek paylaştırılmasına karar verilemez. Sayfa 73 Keza paydaşlar rıza göstermedikleri takdirde taşınmazın bir bölümü paylı bırakılamaz. Aynen bölünerek paylaştırmanın (taksimin) mümkün olması durumunda bölünen parçaların değerlerinin birbirine denk düşmemesi halinde eksik değerdeki parçaya para (ivaz) eklenerek denkleştirme sağlanır. Davada paydaşlar arasında anlaşma olmadıkça hakim kendiliğinden bazı taşınmazların bir kısım paydaşlara, kalanın diğer paydaşlara verilmesi şeklinde aynen bölünerek paylaştırmaya karar veremez” denmek suretiyle, miras ortaklığına giren taşınmazların nasıl ve hangi usuller izlenerek paylaştırılacağı açıklanmıştır. Mirasçılar arasındaki paylaşım için aynen taksim ilkesinin kabul edilmesi, doğaldır ki, bütün tereke değerlerinin yasal sınırlar izin verdiği müddetçe bölünmesi sonucunu da beraberinde getirmiştir. Bölebiliyorsan böl; herkes payını alsın; bölemiyorsan olduğu gibi sat ve parasını bölüştür şeklinde özetlenebilecek bu yaklaşım, Cumhuriyetimizin kurulmasından yaklaşık yüz yıllık bir süre geçmemiş olmasına rağmen, tarımsal arazilerin de işlevselliğini yitirecek ölçüde küçük parçalara ayrılmasını beraberinde getirmiş; keyfiyet, ülkenin milli tarım politikasını da olumsuz yönde etkileyecek bir özellik sergilemeye başlamıştır. Öyle ki, ABD’de 181, Almanya’da 45 ve İngiltere’de 53 hektar olan ortalama tarımsal işletme büyüklüğü Türkiye’de 6.8 hektara kadar düşmüştür. Bu sonucun ortaya çıkmasında, Türk Medeni Kanunu’nun 659 vd. hükümlerinin emredici nitelikte olmaması da büyük ölçüde etkili olmuştur.
Tarımsal arazilerin mirasa konu olması halinde, mirasçılar arasında serbestçe paylaşıma tabi olmalarının önüne geçmek ve böylelikle tarımsal işletmelerin işlevsel hale gelmelerini sağlamak amacıyla 5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Hakkında Kanun’da 6537 sayılı Kanun ile önemli değişiklikler yapılmış; diğer yandan, TMK’nun 659-668 hükümleri ilga edilmiştir. 6537 sayılı Kanunla getirilen düzenlemeler emredici niteliktedir ve tarımsal araziler bakımından “mülkiyetin devri” sistemine dayanmaktadır. Böylelikle, getirilen düzenlemenin emredici nitelikte olmasından dolayı, mirasçılar, tereke değerleri içinde yer alan bir tarımsal arazi hakkında yine kanunda belirlenmiş seçeneklerden birini uygulamak zorunda bırakılmaktadır.
Tarımsal arazilerin miras yoluyla intikali hususunun ve bu arada mülkiyetin devri sisteminin, 5403 sayılı Kanun’un 8. maddesinde düzenlendiğini söylemek isteriz. Buna göre; mirasın açılması, tarımsal arazinin varlığı ve devri isteyen kişinin talepte bulunmuş olması, mülkiyet devrinin uygulan- Sayfa 74 ması için yeterlidir. Bilindiği üzere, miras, mirasbırakanın ölümü ile birlikte açılır. Kanaatimizce, yeter gelirli olsun ya da olmasın bütün tarımsal araziler Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Hakkında Kanun’un 8. maddesine tabidir. Öte yandan, mirasçılardan hiçbirisinin talebi olmaz ise mahkeme re’sen devri gerçekleştiremeyecektir. Hiçbir mirasçı mülkiyetin kendisine devri hususunda talepde bulunmazsa, arazinin satışı yoluyla bedelin paylaştırılması yoluna gidilecektir.
Bu vesile ile mülkiyet devrinin rızai ve kazai olmak üzere iki şekilde ortaya çıkabileceği söylenmelidir. Buna göre, mirasçılar, aralarında anlaşarak, mirasın açılmasından itibaren bir yıllık süre içinde mülkiyetin devrine karar verebilecektir. Tarımsal arazinin, yeter gelirli olsun ya da olmasın mirasçılardan birisine; yeter gelirli olması şartı ile de birden fazla mirasçıya devri mümkündür. Öte yandan, tarımsal arazinin mülkiyeti, mirasçılar tarafından kurulan aile malları veya kazanç paylı aile malları ortaklığına devir edilebilecektir. Son olarak, tarımsal arazinin, mirasçıların miras payları nispetinde ortak olarak kuracakları bir limited şirket ile üçüncü kişilere devrinin de mümkün olduğunu söylemek isteriz.
Mirasçılar kendi aralarında anlaşamazlar ise kazai devir gündeme gelecek ve mirasçılardan birisinin bile istemi üzerine mesele sulh hakimi tarafından çözüme bağlanacaktır. Bununla birlikte, sulh mahkemesinin tam bir serbesti içinde hareket edemeyeceği; Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Hakkında Kanun’un 8-C-II maddesi a, b ve c bentlerinde yer verilen çözümlerden birisini tercih etmek zorunda olduğu söylenmelidir. Kanunda yapılan sayım tahdididir ve mahkeme, tarımsal arazinin mirasçılardan birisine veya mirasçılara devri ile satışına hükmedebilecektir. Mirasçılara devir usulü, mirasçılar arasında ehil mirasçı olup olmamasına göre farklılık arzetmektedir. Tek bir ehil mirasçı olması ve onun talepde bulunması halinde kendisine devir yapılacaktır. Birden çok ehil mirasçı olması halinde öncelik, asgari geçimini araziden sağlayan ehil mirasçıya aittir; bu da yoksa en yüksek bedeli veren ehil mirasçıya devir yapılır. Mirasçılardan hiçbirisi ehil değil ise ya da ehil mirasçılar olmakla birlikte bunlardan hiçbirisi talepde bulunmamışsa yine en yüksek bedeli veren mirasçıya mülkiyetin devri asıldır. Hiçbir mirasçı taşınmazın kendisine devrini talep etmiyorsa satış usulüne başvurulacaktır. Yasa koyucu, tarımsal arazilerin mirasçı veya mirasçılara devri halinde diğer mirasçılara ödemelerin nasıl yapılacağı hususunda da ayrıntılı düzenlemeler sevketmiştir. Sayfa 75
Üzülerek söylemek isteriz ki, “toprağın korunması, geliştirilmesi, tarım arazilerinin sınıflandırılması, asgari tarımsal arazi ve yeter gelirli tarımsal arazi büyüklüklerinin belirlenmesi ve bölünmelerin önlenmesi, tarımsal arazi ve yeter gelirli tarımsal arazilerin çevre öncelikli sürdürülebilir kalkınma ilkesine uygun olarak planlı kullanımını sağlayacak usul ve esasları belirlemek” gibi deyim yerinde ise devrim niteliğindeki ulvi bir amacın gerçekleşmesini hedef almış önemli bir düzenlemeye ilişkin içtihatlar aradan geçen zamana rağmen yok denecek kadar azdır. Tarımsal arazilerin miras yoluyla intikali hususunda durum özellikle böyledir. Biz, T.C. Tarım ve Orman Bakanlığı’nın mirasçılara karşı sahip olduğu dava hakkını fiili olarak kullanmaya başlamamasının bu sonucun ortaya çıkmasında etkili olduğunu düşünmekteyiz. Bununla birlikte, Yargıtay 12. Hukuk Dairesi’nin 2013/35744 E., 2014/2564 K. sayılı ve 30.01.2014 tarihli bir kararında, 5403 sayılı Kanun’un 8. maddesinin emredici nitelikte ve kamu düzeninden olduğu belirtilmiştir. Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 15. Hukuk Dairesi’nin 2017/137 E., 2017/102 K. sayılı ve 21.02.2017 tarihli bir kararında ise, ortaklığın giderilmesi istenen bir taşınmaz ile ilgili olmak üzere, taşınmazın tarımsal arazi ve yeterli tarımsal arazi olup olmadığı; mirasçıların ehil olup olmadıkları; birden fazla ehil mirasçı varsa bu mirasçılardan asgari geçimini bu yeterli gelirli tarım arazisinden sağlayan mirasçının bulunup bulunmadığı hususları araştırılmadan ve asgari geçimini yeter tarım arazisinden sağlayan mirasçı bulunmaması halinde mirasçılardan taşınmazı satın almak isteyen varsa bu şahıslardan taşınmazların değeri konusunda teklifler toplanmadan ortaklığın giderilemeyeceğini ifade etmiş; keza, ehil mirasçının tespitinin satış memurluğuna bırakılamayacağına hükmetmiştir.
Biz, tarımsal arazilerin mülkiyetinin özellikle ehil mirasçılara devri esasına dayanan bu düzenlemelerin uygulamada doğabilecek sıkıntılara rağmen temelde olumlu sonuçlar doğuracağını; zaman içinde, meselenin ülkemizin milli tarım politikasını da olumlu yönde etkileyecek yönde bir çözüme kavuşacağını düşünmekteyiz. Sayfa 76
Dipnotlar
- (1)
Hasan Kalyoncu Üniversitesi Hukuk Fakültesi Medeni Hukuk Anabilim Dalı Öğretim Üyesi.