Üçüncü Bölüm
1961-1982 ANAYASALARINDA YURTTAŞLIK VE GAYRİMÜSLİMLERİN STATÜSÜ
1. 1961 Anayasasında Yurttaşlık Tanımı ve Gayrimüslimlere Yönelik Uygulamalar
27 Mayıs 1960 darbesi sonrasında oluşturulan Kurucu Meclis, yeni bir anayasa hazırlamak…
1.1. 1964 İkamet, Ticaret ve Seyrisefain Anlaşmasının İptali
Türkiye ile Yunanistan arasında mübadeleden sonra kurulan dostluk ortamının bir sonucu…
1964 yılına gelindiğinde ise Türkiye ile Yunanistan arasında Kıbrıs konusundan kaynaklanan…
Ancak Yunanistan tarafı Kıbrıs konusunda etkili olamamıştır. Zira iptal açıklamasından…
a) Yasaları ihlal ettiklerini kabul etmek…
b) Türkiye aleyhine faaliyetlerde bulunan bir dernek olduğu iddia edilen “Elliniki Enosis” üyesi olduklarını kabul etmek…
c) Kıbrıs’taki Yunan eylemcilere para gönderdiklerine kabul etmek…
d) Türkiye’yi kendi özgür iradeleriyle terk ettiklerini kabul etmek”…
hususları yer almıştır. Sınır dışı etmelerin başlamasından sonra Türkiye, 1955 yılında…
Kuşkusuz Anlaşma’nın iptali ve sonrasındaki uygulamalar Yunanistan pasaportu taşıyan…
1.2. Gayrimüslim Azınlık Vakıflarının Sorunları
1.2.1. Gayrimüslim Azınlık Vakıfları ve Derneklerinin Tüzel Kişiliklerine İlişkin Sorunlar
Türkiye’de gayrimüslim azınlığın geçmişten bugüne devam eden en büyük sorunlarından…
Cumhuriyet dönemine gelindiğinde ise cemaat vakıflarının kurulması yasaklanmıştır.…
Örneğin 20 Aralık 2000 tarihinde Ankara’da kurulan “Kurtuluş Kiliseleri Vakfı” tescil…
1.2.2. Gayrimüslim Azınlık Vakıflarının Mülkiyet Hakkına İlişkin Sorunlar
2762 sayılı Vakıflar Kanunu’nda gayrimüslim azınlık vakıflarının mülkiyet haklarına…
“Şimdiye kadar vakıflar idaresine hesap vermemiş olan bütün mütevelliler veya mütevelli heyetleri bu kanunun hükümleri yürümeğe başladığı günden itibaren üç ay içinde idare ettikleri vakıfların mahiyetlerini, varidat membalarını ve bunların sarf ve tahsis mahallerini,geçmiş son senenin varidat ve masraflarının miktar ve nevilerinin ve mütevelliliği hangi selahiyetli merciin intihap veya kararına müsteniden ve hangi tarihten beri yaptıklarını gösterir bir beyanname tanzimine ve mensup oldukları vakıflar dairesine vermeğe mecburdurlar”.…
Gayrimüslim cemaat vakıflarının mülkiyetle ilgili sorunlarının ana kaynağı bu maddedir.…
“Görülüyor ki, Türk olmayanların meydana getirdikleri tüzel kişiliklerin gayrimenkul iktisapları men edilmiştir…hükmi şahısların fertlere nazaran daha güçlü olmaları olmaları itibariyle bunların iktisaplarının tahdit edilmemesi halinde Devlet’in çeşitli tehlikelere maruz kalacağı ve türlü mahsurlar doğabileceği muhakkaktır…vakıf niteliği kazanan cemaatlere ait hayri, ilmi ve bedii amaçlar güden teşekküllerin düzenlenmiş vakıfnameleri bulunmadığı için 44. maddeye nazaran bunların süresinde verdikleri beyannamelerin vakıfname olarak kabulü zaruri bulunmuştur. Nasıl ki vakıfnamede mal iktisabı için sarahat olmayan hallerde vakıf hükmi şahsiyeti mal iktisap edemezse, beyannamelerinde bağış kabul edeceklerine dair açıklık bulunmayan hayri müesseseler dahi gerek doğrudan doğruya gerekse vasiyet yoluyla gayrimenkul iktisap edemezler…
Söz konusu karara karşı ilk derece mahkemesinin direnmesi üzerine aynı dosya 08.05.1974…
Bir diğer yüksek mahkeme olan Danıştay’ın da benzer yönde kararları mevcuttur. Örneğin…
“Vakfın taşınmaz mal edinip tapuya tescil ettirebilmesi için Vakıflar Genel Müdürlüğü’nden gerekli iznin alınmasının yasa gereği olduğu, cemaat vakıflarının akar olarak yeni taşınmaz edinebilmelerinin yasaların, vakfiyenin ya da vakfiye yerine geçen beyannamelerinin cevaz vermesine bağlı bulunduğu, dava dosyasının incelenmesinden ise davacı vakfın vakfiyesi yerine kaim 1936 beyannamesinde mal iktisap edilebileceğine dair bir hükmün bulunduğunun iddia ve ispat edilemediği…
şeklinde hüküm kurarak 1936 beyannamesinin vakıfname olduğu yönündeki Yargıtay içtihadını…
Gayrimüslim cemaat vakıflarıyla ilgili olarak değinilmesi gereken bir diğer nokta…
Gayrimüslim azınlık vakıflarının AİHM önündeki mülkiyet davalarına gelirsek, bunları…
Bir diğer dava Fener Rum Erkek Lisesi Vakfı ile Türkiye arasında görülen 34478/97…
“Mahkeme, 1952 ve 1958’deki edinimler sırasında başvuranın o dönemdeki Türk hukukuna göre bu işlemlerin yasal olduğuna inandığı konusunda şüphe duymamaktadır. Öte yandan, başvuranın taşınmaz mal edinebilme ehliyeti konusunda, 1974 içtihadının kabulüne kadar “hukuki güvenliği” de bulunmaktaydı.…
Sonuç olarak, bu taşınmaz malların iktisabından on altı ve yirmi iki yıl sonra kabul edilen bir içtihatla söz konusu taşınmazlara ilişkin bu tescillerin iptal edilmesi, başvuranın gözüyle bakıldığında öngörülebilir değildir. Gerçekten de, başvuran, taşınmaz mal edinme ehliyeti konusunda sessiz kalan yürürlükteki hukuki metinlerin yeniden yorumuyla varılan içtihatla, yıllar önce edindiği malik sıfatının iptal edilebileceğini haklı olarak öngöremeyecektir”…
Görüldüğü üzere AİHM, mülkiyet hakkına yapılan bu müdahalenin “öngörülebilir” olmadığından…