Dosya olarak kaydet: PDF - WORD
Görüntüleme Ayarları:

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

GENEL KURUL

KARAR

GENEL KURUL

KARAR

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, tutuklama kararının hukuki şartlarının oluşmadığı, tutuklama ve tutukluluğun devamına ilişkin kararların gerekçesiz olduğu, dosyaya ilişkin gizlilik kararı bulunması nedeniyle etkin bir savunma yapılamadığı ve isnat edilen suç hakkında geç bilgilendirilme ve müdafiden yararlandırılmama nedenleriyle kişi özgürlüğü ve güvenliği ile adil yargılanma haklarının ihlal edildiği iddiaları hakkındadır.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru, 4/1/2013 tarihinde Ankara 4. Ağır Ceza Mahkemesi aracılığıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde belirlenen eksiklikler tamamlatılmış ve başvuruda, Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir.

3. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 27/1/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına ve dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.

4. Bölüm Başkanı tarafından 6/3/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve başvurunun belgelerinin bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir.

5.  Başvuru konusu olay ve olgular 6/3/2014 tarihinde Adalet Bakanlığına bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı, görüşünü 16/4/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.

6. Adalet Bakanlığı tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş başvurucuya 28/4/2014 tarihinde bildirilmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı 6/5/2014 tarihinde beyanda bulunmuştur.

7. Birinci Bölüm tarafından 24/6/2015 tarihinde yapılan toplantıda başvurunun, niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün 28. maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca görüşülmek üzere Genel Kurula sevkine karar verilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

A. Olaylar

8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:

9. Başvurucu, devlet memuru olup aynı zamanda Kamu Emekçileri Sendikasına (KESK) bağlı Tüm-Bel-Sen Genel Sekreteri’dir.

10. Başvurucu, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturma kapsamında yasa dışı PKK/KCK örgütü yapılanması çerçevesinde hareket ettiği iddia edilen Demokratik Emek Platformu (DEMEP) içerisinde faaliyette bulunduğu iddiasıyla 25/6/2012 tarihinde gözaltına alınmıştır. Aynı gün başvurucunun evinde arama yapılmıştır.

11. Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi, 21/6/2012 tarihli ve 2012/653 Değişik İş sayılı kararıyla 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 153. maddesinin (2) numaralı fıkrası gereğince itiraz yolu açık olmak üzere soruşturma dosyası hakkında gizlilik kararı vermiştir.

12. Başvurucu, Ankara 12. Ağır Ceza Mahkemesindeki sorgusu sırasında soruşturma dosyası hakkında verilen gizlilik kararının kaldırılmasından sonra savunma yapmak istediğini belirtmiş; Mahkeme, soruşturmanın devam etmekte olduğunu ve talebin soruşturmanın akıbetini etkileyebilecek nitelikte olması nedeniyle 28/6/2012 tarihli ve 2012/24 Sorgu sayılı ara kararıyla bu talebi reddetmiştir.

13.  Başvurucu, 21 şüpheli ile birlikte 27-28/6/2012 tarihlerinde Cumhuriyet savcısı tarafından ifadesi alındıktan sonra Ankara 12. Ağır Ceza Mahkemesinin 28/6/2012 tarihli ve 2012/24 Sorgu sayılı kararıyla “üzerlerine atılı suçların vasfı ve mahiyeti, atılı suçların CMK 100/3. maddesinde yazılı suçlardan olması, atılı suçlardaki ceza üst sınırına göre şüphelilerin delilleri karartma ve kaçma şüphelerinin bulunması” gerekçe gösterilerek silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmıştır.

14. Başvurucunun tutuklama kararına karşı itirazı, Ankara 12. Ağır Ceza Mahkemesinin 10/7/2012 tarihli ve 2012/376 Değişik İş sayılı kararıyla “itiraza konu kararda usul ve yasaya aykırılık görülmediği” gerekçesiyle kesin olarak reddedilmiştir.

15.  Başvurucunun, 5271 sayılı Kanun’da 6352 sayılı Kanun’la yapılan değişiklikler sonrasında 20/7/2012 tarihli dilekçesi ile tahliye talepli başvurusu Terörle Mücadele Kanunu’nun (TMK) 10. maddesiyle görevli Ankara (2) No.lu Hâkimliğinin 20/7/2012 tarihli ve 2012/8 Değişik İş sayılı kararıyla “Şüphelilerin üzerine atılı silahlı terör örgütüne üye olma suçunun niteliği, bu suçla ilgili kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların bulunması, teknik takip evraklarının mahiyeti, delillerin tamamen toplanmamış olması nedeniyle karartılma ve kaçma tehlikesinin bulunması, suçların CMK 100/3. maddesinde sayılan suçlardan olması, şüphelinin tutuklanmasını gerektiren sebeplerde ve delillerde değişiklik olmaması, dosyaya şüpheliler lehine yeni bir delil girmemiş olması, adli kontrol hükümlerinin uygulanmasının yetersiz kalacağı” gerekçeleriyle reddedilmiş ve tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir

16.  Başvurucunun itirazı üzerine TMK’nın 10. maddesiyle görevli Ankara (2) No.lu Hâkimliğinin 9/8/2012 tarihli ve 2012/37 Değişik İş sayılı kararıyla “itiraza konu kararda usul ve yasaya aykırılık görülmediği” gerekçesiyle itiraz kesin olarak reddedilmiştir.

17.  Başvurucunun 10/10/2012 tarihli tahliye talebi, TMK’nın 10. maddesiyle görevli Ankara (1) No.lu Hâkimliğinin 15/10/2012 tarihli ve 2012/135 Değişik İş sayılı kararıyla  “Şüphelilerin üzerine atılı suçlama ile haklarında yapılan soruşturmada atılı suç ile ilgili kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların bulunması, delillerin tamamen toplanmamış olması nedeniyle karartılma ve kaçma tehlikesinin bulunması, suçların CMK 100/3. maddesinde sayılan suçlardan olması, şüphelilerin tutuklanmasını gerektiren sebeplerde ve delillerde değişiklik olmaması, dosyaya şüpheliler lehine yeni bir delil girmemiş olması, adli kontrol hükümlerinin uygulanmasının yetersiz kalacağı” gerekçeleriyle reddedilmiştir.

18. Başvurucu, ret kararını 6/12/2012 tarihinde öğrendiğini beyan etmiştir.

19. Başvurucu 4/1/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur.

20. Başvurucunun da aralarında olduğu 72 sanık hakkında, isnat edilen suçla ilgili olarak Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 28/1/2013 tarihli ve 2011/1268 Soruşturma sayılı iddianamesiyle Ankara 13. Ağır Ceza Mahkemesinin E.2013/14 sayılı dosyasında kamu davası açılmıştır.

21. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 28/1/2013 tarihli iddianamesinde suç örgütünün amacı, faaliyetleri, işleyişi ve yapısı ayrıntılı olarak anlatılmıştır:

“Terör örgütü üye ve sempatizanları sivil toplum örgütleri ve siyasi partiler şeklinde örgütlenirken, Kamuda çalışan sempatizanların örgütlenme zorluğu nedeniyle sendikal faaliyetler, yasal kamuflaj olarak kullanılarak örgütlenme faaliyetleri bu alanda da sürdürülmüştür. Sendikalar vasıtasıyla sendika üyelerinin kontrol altına alınarak başta seçimlerde örgüt ile ilişkili siyasi partinin oy oranının artırılması olmak üzere siyasi alanda örgütsel taleplerin kabulü bakımından elinde grev silahı bulunan işçi memur yapısı baskı unsuru olarak kullanılmak istenmektedir.

DEMEP, çeşitli iş kollarında çalışan kesimlerin sendikal haklarının takipçisi olmaktan ziyade, bu kesimlerin örgütsel faaliyetlerin içine çekilerek terör örgütü güdümünde devlete karşı baskı yaratmak amacıyla kurulmuş bir terör örgütü yapılanmasıdır.

Memurlar ile birlikte işçi sınıfının örgütlenmelerinin yasal düzenlemesinin bulunması nedeniyle, yasaların sağlamış olduğu haklar istismar edilerek örgütsel faaliyetlerde kullanılması amaçlanmakta, yasal olarak kurulmuş sendikaları terör örgütünün hizmetinde kullanmak için KESK'e bağlı sendikalar içerisinde örgütlenildiği ve faaliyet gösterildiği anlaşılmaktadır. Nitekim geçmiş dönemde KESK ve bağlı sendikalar hiç bir şekilde terör örgütü ile ilişkili siyasi parti veya sivil toplum örgütlerinin düzenlediği etkinliklere kurum olarak katılmamışken, bu soruşturmada aşağıda açıklanacak eylemlerde şüphelilerin çok sayıda örgütsel toplantı ve etkinliklere terör örgütü KCK'nın talimatları doğrultusunda katıldıkları veya bizzat düzenledikleri tespit edilmiştir.

Soruşturma kapsamında yapılan teknik takip ve teknik izlemelerde şüphelilerin KESK'e bağlı olan EĞİTİM SEN, SES, TÜMBEL-SEN, BES, ESM, TARIMORKAM-SEN, HABER-SEN, YAPIYOL-SEN, BTS, KÜLTÜRSANAT-SEN ve DİVES olmak üzere KESK'e bağlı iş kollarına ait sendikalarda, terör örgütü KCK'nın nihai amacını benimseyen, tüzüğünde (madde 6 ilkeler) "faaliyetlerini KKK (Kürdistan Demokratik Konfederalizmi) sistemi esas alarak tüm çalışmaları bu anlayış ve yaklaşımla yürütür" şeklinde belirtilen nihai amacına ulaşmak amacıyla oluşturulan siyasi ve sosyal alanda faaliyet gösteren ve kendisini DEMEP yani KCK/TM-DEMEP yapılanması içinde yer alarak faaliyet gösterdikleri anlaşılmıştır.

Şüpheliler her ne kadar sadece sendikal faaliyet yürüttüklerini belirtmişler ise de, KESK'in tüzüğünde DEMEP veya DEKAB adlı her hangi bir organının bulunmadığı, diğer yandan tamamı kamu çalışanı olan şüphelilerin maddi gelirlerinin belli olması, gün içerisindeki mesailerinin dışında örgütsel çalışma için yoğun mesai harcamak zorunda kalmaları, haklarında soruşturma yapılması halinde işlerini kaybetme risklerinin bulunduğunu bilmelerine rağmen büyük bir örgütsel disiplinle faaliyetlerine devam etmelerinin KCK-TM/DEMEP yapılanmasının KCK içerisindeki en organize örgütsel ideolojiye en sadık ve niteliği itibariyle en tehlikeli birimlerden biri olduğu açıkça anlaşılmaktadır. Aşağıda şüphelilerin eylemleri kısmında açıklanacak DEMEP faaliyetleri incelendiğinde örgütün ne kadar iyi organize olduğu net olarak ortaya çıkacaktır.”şeklinde değerlendirmeler yer almaktadır. Her şüpheli yönünden isnada dayanak teşkil eden eylemlere ve delillere iddianamenin devamında yer verilmiştir.

22. İddianamede, başvurucu hakkında “Şüphelinin PKK/KCK terör örgütü TM yapısına bağlı olarak, çalışma alanında örgütün yerleşmesi ve yayılması amacıyla oluşturulan KCK/DEMEP yapılanması üyesi olduğu tespit edilmiştir. KCK/DEMEP yapısı içinde aşağıdaki eylem ve etkinliklere katılmış, eylemler aynı tarihli teknik izleme tutanaklarıyla tespit edilmiştir. Şüphelinin atılı terör örgütü üyesi olmak eylemi aşağıda açıklanan, dosyada mevcut delillerle sabit olmuştur.” şeklinde iddiada bulunulmuştur (bkz. iddianame 6. Bölüm s.49).

23. Başvurucunun 15/4/2012 tarihinde 10.00-18.30 saatleri arasında EĞİTİM-SEN Genel Merkezinde yapılan KCK/DEMEP Türkiye Meclisi Toplantısı’nda “…Ben de arkadaşları selamlıyorum. Açıkçası gündem ile ilgili şöyle bi eleştiri var. Ben de yerinde buluyorum bu eleştiriyi. Bugünkü toplantıyı, toplantının ardından ben salonda bulunduğumu söylemek istiyorum. Çalıştay yapmak… bundan sonra ilk defa teknik anlamda çok da iyi iş yapmışlar. Arkadaşlara teşekkür etmek lazım. Ama biz çalıştay yapıyorsak, bunun altyapısını da hazırlayalım. Buraya hazırlıklı gelelim. Ankara’da yaşayan biri olarak söylüyorum. Bu iletişimimizin kopuk olduğunu düşünüyorum. Şimdi açıkçası bütün arkadaşlar şöyle bir, ben şuna da bağlıyorum. ÖNDERLİĞİN (KCK/TM mensuplarının aralarında PKK/KCK terör örgütünden bahsederken PARTİ, ÖRGÜT ve HAREKET şeklinde isimler kullandıkları, örgütün hükümlü elebaşı Abdullah Öcalan’dan bahsederken ise ÖNDERLİK ifadesini kullandıkları bilinmektedir) uzun süre eleştirilerinden biriydi, “herşey benim üzerimden ve herşey benden bekleniyor.” (teröristbaşının avukatları ile yaptığı görüşmelerde geçen konuşması) söylemi gerçek bir söylem. 8 aydır bir tecrit yaşanıyor ve ordan görüşme notları veya herhangi başka bir yazı gelmediği için biz eğitimleri yarıda bıraktık. Ve ordan beslenemediği için mecbur biraz bir bütün olarak emek hareketi için de geçerli başka alanlar için de geçerli ben biraz muğlâklık yaşandığını düşünüyorum ve bu eleştirinin bugün daha da anlamlaştığını düşünüyorum…”  şeklinde konuşma yaptığı tespit edilmiştir.

24. İddianamede, yapılan değerlendirme neticesinde başvurucunun da aralarında bulunduğu şüphelilerin “…PKK/KCK-TM-DEMEP yapılanmasında faaliyet yürüten ve toplantıya katılan şahısların esas amacının DEMOKRATİK ÖZERKLİK olduğu ve bu yönde çalışmaların yapılması konusunda görüş alışverişinde bulunup özellikle eğitim ve sağlık konusunda örgüt elemanları yetiştirip bu elemanların sayesinde halka demokratik özerkliğin anlatılmasını sağlama çalışmalarının olması gerektiğini belirtikleri, PKK/KCK terör örgütünün nihai hedefi olan bağımsız Kürdistan hedefinin yapılacak olan demokratik özerklikten geçtiğini belirttikleri, PKK/KCK terör örgütünden HAREKET olarak, terör örgütü elebaşısı Abdullah Öcalan’dan ÖNDERLİK ve ÖNDERLERİ olarak bahsettikleri, Devletin yapmış olduğu çalışmalardan dolayı kendilerinin ve PKK/KCK terör örgütünün rahatsız olduğunu, bunun karşısında yapılanma içerisinde faaliyet yürüten şahısların daha fazla mücadele etmeleri şeklinde konuşma yaptıkları, PKK/KCK terör örgütünün amaç ve ideolojileri doğrultusunda kurmak istedikleri sözde Kürdistan için silahlı mücadeleden önce halkın her alanda örgütlenmesinin gerektiğini belirttikleri, PKK/KCK terör örgütünün elebaşısı Abdullah Öcalan’ın avukatları ile görüştürülmemesini protesto etmek için açlık grevlerine destek vermeleri gerektiğini belirttikleri, PKK/KCK terör örgütüne yönelik ülke genelinde düzenlenen operasyonlara karşı eylemlerin yapılmasını belirttikleri”nin anlaşıldığı ifade edilmiştir (bkz. iddianame 6. Bölüm s.53).

25. Suçlamaya ilişkin deliller olarak iddianamede, teknik takip ve teknik izleme tutanakları, arama el koyma tutanakları, fotoğraflı görüntü ve ses kaydı çözüm tutanakları, el konulan CD, DVD, Flash Bellek inceleme tutanakları, el konulan yazılı örgütsel doküman içeriği, şüphelilerin örgütsel faaliyetlerine ilişkin elde edilen elektronik doküman içeriği ve dosya kapsamı belirtilmektedir (bkz. iddianame 6. Bölüm s.49-63).

26. Başvurucu, Ankara 13. Ağır Ceza Mahkemesinin E.2013/14 sayılı dosyası kapsamında 10/4/2013 tarihinde yapılan ilk duruşma sonunda “atılı suçun niteliği, tutuklu kaldıkları süre ve dosya kapsamına göre tutukluluklarının devamını gerektirir nedenler bulunmadığı” gerekçeleriyle tahliye edilmiştir.

27. Başvurucu hakkındaki dava, 6526 sayılı Kanun’la yapılan değişiklikler nedeniyle Ankara 6. Ağır Ceza Mahkemesine devredilmiştir. Dava, anılan Mahkemenin E.2014/147 sayılı dosyasında görülmektedir.

B. İlgili Hukuk

28. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk CezaKanunu’nun 314. maddesi

29. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 100. ve 101. maddeleri şöyledir:

“Madde 100 - (1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez.

(2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:

a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa.

b) Şüpheli veya sanığın davranışları;

1. Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme,

2. Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,

Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa.

(3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:

a) 26.9.2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan;

11. Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar (madde 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315),

…”

Madde 101 - (1) Soruşturma evresinde şüphelinin tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından, kovuşturma evresinde sanığın tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine veya re'sen mahkemece karar verilir. Bu istemlerde mutlaka gerekçe gösterilir ve adlî kontrol uygulamasının yetersiz kalacağını belirten hukukî ve fiilî nedenlere yer verilir.

(2) (Değişik: 2/7/2012-6352/97 md.)Tutuklamaya, tutuklamanın devamına veya bu husustaki bir tahliye isteminin reddine ilişkin kararlarda;

a) Kuvvetli suç şüphesini,

b) Tutuklama nedenlerinin varlığını,

c) Tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu,

gösteren deliller somut olgularla gerekçelendirilerek açıkça gösterilir. Kararın içeriği şüpheli veya sanığa sözlü olarak bildirilir, ayrıca bir örneği yazılmak suretiyle kendilerine verilir ve bu husus kararda belirtilir.

…”

30. 5271 sayılı Kanun’un 150. maddesi şöyledir:

“(Değişik madde: 6/12/2006 tarih ve 5560 sayılı Kanun’un 21.md)

(1) Şüpheli veya sanıktan kendisine bir müdafi seçmesi istenir. Şüpheli veya sanık, müdafi seçebilecek durumda olmadığını beyan ederse, istemi halinde bir müdafi görevlendirilir.

(2) Müdafii bulunmayan şüpheli veya sanık; çocuk, kendisini savunamayacak derecede malul veya sağır ve dilsiz ise, istemi aranmaksızın bir müdafi görevlendirilir.

(3) Alt sınırı beş yıldan fazla hapis cezasını gerektiren suçlardan dolayı yapılan soruşturma ve kovuşturmada ikinci fıkra hükmü uygulanır.

(4) Zorunlu müdafilikle ilgili diğer hususlar, Türkiye Barolar Birliğinin görüşü alınarak çıkarılacak yönetmelikle düzenlenir.”

31. 5271 sayılı Kanun’un 153. maddesinin (1), (2), ve (3) numaralı fıkraları şöyledir:

“Madde 153- (1) Müdafi, soruşturma evresinde dosya içeriğini inceleyebilir ve istediği belgelerin bir örneğini harçsız olarak alabilir.

(2) Müdafiin dosya içeriğini incelemesi veya belgelerden örnek alması, soruşturmanın amacını tehlikeye düşürebilecek ise, Cumhuriyet savcısının istemi üzerine, sulh ceza hâkiminin kararıyla bu yetkisi kısıtlanabilir.

(3)Yakalanan kişinin veya şüphelinin ifadesini içeren tutanak ile bilirkişi raporları ve adı geçenlerin hazır bulunmaya yetkili oldukları diğer adlî işlemlere iliksin tutanaklar hakkında, ikinci fıkra hükmü uygulanmaz.”

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

32. Mahkemenin 14/7/2015 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 4/1/2013 tarihli ve 2013/385 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

33. Başvurucu, suçla ilgili inandırıcı nedenler bulunmadığı hâlde sadece sendikal faaliyetleri nedeniyle tutuklandığını, hakkında verilen tutuklama kararının hukuki şartlarının oluşmadığını, tutuklama ve tutukluluğun devamına ilişkin kararların gerekçesiz olduğunu, dosyaya ilişkin gizlilik kararı bulunması nedeniyle etkin bir savunma yapamadığını, soruşturmadaki gizlilik kararının makul olmayan bir süredir devam ettiğini, kendisine isnat edilen suçlar hakkında karar verecek olan mahkemeye çıkartılması için gereken makul sürenin de aşıldığını, yakalanması ve evinin aranması esnasında kendisine isnat edilen suçlar hakkında bilgilendirilmediğini, avukatlarına ulaşmasının engellendiğini, isnat edilen suçlardan ancak yakalanmasından dört gün sonra sorgusu esnasında haberdar olduğunu belirterek Anayasa’nın 19. ve 36. maddelerinde tanımlanan, kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı ile adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiş, tutukluluk hâlinin sona erdirilmesi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

B. Değerlendirme

1. Kabul Edilebilirlik

a. Tutuklamanın Hukuki Olmadığı İddiası

34. Başvurucu,  kuvvetli suç şüphesi ve tutuklama nedenleri bulunmadığı hâlde özgürlüğünden mahrum bırakıldığını iddia etmiştir.

35. Bakanlık görüş yazısında, başvurucu hakkında verilen ilk tutuklama kararında suçun vasıf ve mahiyeti, suçun kanunda öngörülen cezasına göre delilleri karartma ve kaçma şüphesinin bulunmasına vurgu yapıldığı, silahlı terör örgütüne üye olma suçundan iddianame ile kamu davası açıldığı, iddianamede başvurucu hakkındaki delillerin ayrıntılı olarak açıklandığının göz önünde bulundurulması gerektiği belirtilmiştir.

36. Başvurucu, Adalet Bakanlığının görüşüne katılmadığını belirtmiştir.

37. Anayasa'nın 19. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:

"Suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan kişiler, ancak kaçmalarını, delillerin yok edilmesini veya değiştirilmesini önlemek maksadıyla veya bunlar gibi tutuklamayı zorunlu kılan ve kanunda gösterilen diğer hallerde hakim kararıyla tutuklanabilir. Hakim kararı olmadan yakalama, ancak suçüstü halinde veya gecikmesinde sakınca bulunan hallerde yapılabilir; bunun şartlarını kanun gösterir.”

38. 6216 sayılı Kanun’un “Bireysel başvuruların kabul edilebilirlik şartları ve incelenmesi” kenar başlıklı 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

“Mahkeme, … açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”

39. Anayasa’nın 19. maddesinin birinci fıkrasında herkesin kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkına sahip olduğu ilke olarak konduktan sonra ikinci ve üçüncü fıkralarında şekil ve şartları kanunda gösterilmek şartıyla kişilerin özgürlüğünden mahrum bırakılabileceği durumlar sınırlı olarak sayılmıştır. Dolayısıyla kişinin özgürlük ve güvenlik hakkının kısıtlanması ancak Anayasa’nın anılan maddesi kapsamında belirlenen durumlardan herhangi birinin varlığı hâlinde söz konusu olabilir (Ramazan Aras, B. No: 2012/239, 2/7/2013, § 43).

40. Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasında, suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan kişilerin; ancak kaçmalarını, delillerin yok edilmesini veya değiştirilmesini önlemek maksadıyla veya tutuklamayı zorunlu kılan ve kanunda gösterilen diğer hâllerde hâkim kararıyla tutuklanabilecekleri hükme bağlanmıştır. Buna göre bir kişinin tutuklanabilmesi öncelikli olarak suç işlediği hususunda kuvvetli belirti bulunmasına bağlıdır. Bu unsur, tutuklama tedbiri için olmazsa olmaz niteliktedir. Bunun için suçlamanın kuvvetli sayılabilecek inandırıcı delillerle desteklenmesi gerekir. İnandırıcı delil sayılabilecek olgu ve bilgilerin niteliği büyük ölçüde somut olayın kendine özgü şartlarına bağlıdır (Hanefi Avcı, B. No: 2013/2814, 18/6/2014, § 46).

41.  Buna bağlı olarak yakalama veya tutuklama anındaki deliller, kişinin suçla itham edilebilmesini sağlayacak düzeyde olmayabilir. Zira tutukluluğun amacı, yürütülen soruşturma ve/veya kovuşturma sırasında kişinin tutuklanmasının temelini oluşturan şüphelerin doğruluğunu kanıtlayarak veya ortadan kaldırarak adli süreci daha sağlıklı bir şekilde yürütmek ve ilerletmektir. Buna göre suç isnadına esas teşkil edecek şüpheye dayanak oluşturan olgular ile ceza yargılamasının sonraki aşamalarında tartışılacak olan ve mahkûmiyete gerekçe oluşturacak olguların aynı düzeyde değerlendirilmemesi gerekir (Mustafa Ali Balbay, B. No: 2012/1272, 4/12/2013, § 73).

42.  Tutuklamaya ve tutukluluğun devamına ilişkin hususlar 5271 sayılı Kanun’un 100. ve devamı maddelerinde düzenlenmiştir. Bu düzenlemeye göre kişi ancak hakkında suç işlediğine dair kuvvetli şüphenin varlığını gösteren olguların ve bir tutuklama nedeninin bulunması hâlinde tutuklanabilir. Maddede tutuklama nedenlerinin neler olduğu da belirtilmiştir. Buna göre, (a) şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa (b) şüpheli veya sanığın davranışları; 1) delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme 2) tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa tutukluluk kararı verilebilecektir. Düzenlemede ayrıca, işlendiği konusunda kuvvetli şüphe bulunması hâlinde tutuklama nedeninin varsayılabileceği suçlar belirtilmiştir.

43. Diğer yandan Anayasa’da yer alan hak ve özgürlükler ihlal edilmediği sürece derece mahkemelerinin kararlarındaki kanun hükümlerinin yorumlanmasına ya da maddi veya hukuki hatalara dair hususlar bireysel başvuru incelemesinde ele alınamaz. Tutukluluk konusundaki kanun hükümlerinin yorumu ve somut olaylara uygulanması da derece mahkemelerinin takdir yetkisi kapsamındadır. Ancak kanun veya Anayasa’ya bariz şekilde aykırı yorumlar ile delillerin takdirinde açıkça keyfîlik bulunması hâlinde hak ve özgürlük ihlaline sebebiyet veren bu tür kararların bireysel başvuruda incelenmesi gerekir. Aksinin kabulü bireysel başvurunun getiriliş amacıyla bağdaşmaz (Ramazan Aras, § 49).

44. Aynı soruşturma dosyasında tutuklu bulunan Mehmet Sıddık Akın ve diğerleri başvurusunda Mahkeme, kuvvetli suç şüphesi bulunmadığı hâlde tutuklama kararı verildiğine ilişkin başvurunun “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemezlik kararı vermiştir (bkz. Mehmet Sıddık Akın ve diğerleri, B. No: 2013/97, 11/12/2014).

45. Somut olayda başvurucu, yürütülen soruşturma kapsamında 25/6/2012 tarihinde gözaltına alınmış ve 21 şüpheli ile birlikte silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmıştır. Tutuklama kararının gerekçelerinde isnat edilen suçlamaya ilişkin suçun vasfı ve mahiyeti, 5271 sayılı Kanun’un 100. maddesinin (3) numaralı fıkrasında yazılı suç kapsamında kalması, suç için öngörülen ceza miktarına göre şüphelilerin delilleri karartma ve kaçma şüphelerinin bulunması gösterilmiştir. Başvurucu ise atılı suçlamayı kabul etmemiştir. Ayrıca başvurucuya isnat edilen suçla ilgili deliller iddianamede; teknik takip ve teknik izleme tutanakları, arama el koyma tutanakları, fotoğraflı görüntü ve ses kaydı çözüm tutanakları el konulan CD, DVD, Flash Bellek inceleme tutanakları, el konulan yazılı örgütsel doküman içeriği, şüphelilerin örgütsel faaliyetlerine ilişkin elde edilen elektronik doküman içeriği olarak belirtilmiştir. Bu deliller kapsamında Cumhuriyet savcısı ve hâkim tarafından başvurucunun ifadesi alınmış ve isnat edilen suç kapsamında tutuklanmasına karar verilmiştir.

46. Başvurucunun, suçla ilgili inandırıcı nedenler bulunmadığı hâlde sadece sendikal faaliyetleri nedeniyle tutuklandığı iddiasının yerinde olmadığı, gösterilen deliller ve tutuklama kararlarında yer alan gerekçeler dikkate alındığında tutuklamanın kuvvetli şüphe olgusunu karşıladığı, böylece tutuklama nedenlerinin oluştuğu, isnat edilen suça ilişkin somut olgular olmadan tutuklama kararı verildiğine yönelik şikâyetinin de dayanaktan yoksun olduğu sonucuna varılmıştır.

47. Açıklanan nedenlerle, başvurunun bu kısmının “açıkça dayanaktan yoksun olması” sebebiyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Soruşturma Dosyasına Erişim İmkânından Yoksun Bırakılma İddiası

48. Başvurucu, soruşturma dosyasında gizlilik kararı bulunması nedeniyle etkin bir savunma yapamadığını iddia etmiştir.

49. Bakanlık görüş yazısında, başvurucu hakkında Ankara 6. Ağır Ceza Mahkemesinde görülen 2104/137 sayılı dosya içerisinde soruşturmaya ilişkin herhangi bir gizlilik kararının bulunmadığı ifade edilmiştir.

50.  Başvurucu, Adalet Bakanlığının görüşüne katılmadığını, dosyada gizlilik kararının bulunduğunu, buna ilişkin belgenin Bakanlık görüşüne cevap dilekçesinde ibraz edildiğini ifade etmiştir.

51.  Anayasa'nın 19. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:

Yakalanan veya tutuklanan kişilere, yakalama veya tutuklama sebepleri ve haklarındaki iddialar herhalde yazılı ve bunun hemen mümkün olmaması halinde sözlü olarak derhal, toplu suçlarda en geç hakim huzuruna çıkarılıncaya kadar bildirilir.”

52. Sözleşmenin 5. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:

“Yakalama veya tutulma nedeniyle özgürlüğünden yoksun kılınan herkes, özgürlük kısıtlamasının yasaya uygunluğu hakkında kısa bir süre içinde karar vermesi ve yasaya aykırı görülmesi halinde, kendisini serbest bırakması için bir mahkemeye başvurma hakkına sahiptir.”

53.  Anayasa’nın 19. maddesinin dördüncü fıkrası, yakalanan veya tutuklanan kimseye yakalama veya tutuklama sebeplerinin ve haklarındaki iddiaların hemen yazılı olarak bildirilmesini, yazılı bildirimin mümkün olmaması hâlinde sözlü olarak derhâl, toplu suçlarda ise en geç hâkim huzuruna çıkarılıncaya kadar bildirilmesini öngörmektedir.

54.  Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre yakalanan bir kimseye, yakalanmasının temel maddi ve hukuki sebepleri, teknik olmayan ve anlayabileceği basit bir dille açıklanmalı ve böylece kişi, eğer uygun görürse yakalanmasının Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 5. maddesinin (4) numaralı fıkrası kapsamında kanuna uygunluğuna itiraz etmek üzere mahkemeye başvurma imkânına sahip olabilmelidir. Sözleşme’nin 5. maddesinin (2) numaralı fıkrası, verilen bilgilerin yakalanan kişiye isnat edilen suçların tam bir listesini içermesini gerektirmemektedir (Bordovskiy/Rusya, B. No: 49491/99, 8/2/2005,§56;Nowak/Ukrayna, B. No: 60846/10, 31/3/2011,§ 63).

55.  Tutuklama işlemiyle sonuçlanan durumlarda, savcı ve sorgu hâkiminin ifade alması sırasında kişiye temel deliller açıklanmış ve müdafisi tarafından tutukluluğa yapılan itirazda,  bu delillere atıfta bulunulmuş olması hâlinde dosyada salt gizlilik kararının varlığı Sözleşme’nin 5. maddesinin (4) numaralı fıkrasının ihlalini doğurmaz (bkz. Ceviz/Türkiye, B. No: 8140/08, 17/7/2012, § 43). Böyle bir durumda kişi, tutukluluğa temel teşkil eden belgelerin içeriği hakkında yeterli bilgiye sahiptir.

56. Başvurucu ve diğer şüpheliler hakkında 28/1/2013 tarihinde Ankara 13. Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davası açılmış ve 10/4/2013 tarihinde yapılan ilk duruşmada başvurucu aynı gün tahliye edilmiştir.

57.  Başvurucunun sorgu sürecinde alınan savunması incelendiğinde Emniyet ve Cumhuriyet Savcılığında alınan ifade sırasında, yaptıkları işlemlerin kendisine sorulduğu ve bu şekilde hakkındaki suç isnadına temel teşkil eden belge ve bilgilerden haberdar olarak müdafisiyle birlikte ayrıntılı şekilde savunma yaptıkları görülmektedir. Yine başvurucunun tutukluluğuna yapılan itirazda suça konu konuşmaların kaydedildiği toplantıya bilhassa atıfta bulunulmuştur. Dolayısıyla başvurucunun ve müdafisinin tutukluluğa temel teşkil eden belgelere erişimlerinin olduğu anlaşılmaktadır.

58.  Suç işlendiği şüphesine bağlı olarak özgürlükten yoksun bırakılmanın ilk aşamasındayapılan yargısal denetimin kapsamı ile suçlamalara dayanak olan temel unsurların başvurucuya veya müdafisine bildirilmiş ve başvurucuya bunlara itiraz etme imkânı verilmiş olması dikkate alındığında salt kısıtlılık kararı nedeniyle (bkz. § 11) soruşturma dosyasına erişim imkânından yoksun bırakıldığı iddiasının açıkça dayanaktan yoksun olduğu sonucuna varılmıştır.

59.  Açıklanan nedenlerle, başvurucunun, soruşturma dosyasına erişim imkânı verilmediğine ilişkin iddiasının “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

c. Yakalama ve Arama Sırasında Müdafi Yardımından Yararlandırılmama ve Suçlamadan Haberdar Edilmeme İddiası

60. Başvurucu, yakalanması ve evinin aranması esnasında kendisine isnat edilen suçlar hakkında bilgilendirilmediğini ve avukatlarına ulaşmasının engellendiğini iddia etmiştir.

61. Bakanlık görüş yazısında, başvurucunun yakalanması sırasında suçlamanın kendisine anlatıldığı ve başvurucunun müdafi yardımından yararlandığı ifade edilmiştir.

62.  Başvurucu, Adalet Bakanlığının bu görüşüne cevap verme gereği duymadığını belirtmiştir.

63. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder. Başvurucunun şikâyeti, yakalanması ve evinin aranması esnasında kendisine isnat edilen suçlar hakkında bilgilendirilmediği ve avukatlarına ulaşmasının engellendiği iddiası ile ilgilidir. Bu nedenle başvurunun Anayasa’nın 36. maddesi çerçevesinde incelenmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.

64. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:

Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır.”

65.  30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un “Bireysel başvuru hakkı” kenar başlıklı 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

“İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir.”

66.  Anılan Anayasa ve Kanun hükümlerine göre bireysel başvuru yoluyla Anayasa Mahkemesine başvurabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması gerekir. Temel hak ve özgürlüklere saygı, devletin tüm organlarının anayasal ödevi olup bu ödevin ihmal edilmesi nedeniyle ortaya çıkan hak ihlallerinin düzeltilmesi idari ve yargısal makamların görevidir. Bu nedenle temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddialarının öncelikle derece mahkemeleri önünde ileri sürülmesi, bu makamlar tarafından değerlendirilmesi ve bir çözüme kavuşturulması esastır (Ayşe Zıraman ve Cennet Yeşilyurt, B. No: 2012/403, 26/3/2013, § 16).

67.  Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru, iddia edilen hak ihlallerinin derece mahkemelerince düzeltilmemesi hâlinde başvurulabilecek ikincil nitelikte bir kanun yoludur. Bireysel başvuru yolunun ikincil niteliği gereği Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunabilmek için öncelikle olağan kanun yollarının tüketilmesi zorunludur. Bu ilke uyarınca başvurucunun Anayasa Mahkemesi önüne getirdiği şikâyetini öncelikle ve süresinde yetkili idari ve yargısal mercilere usulüne uygun olarak iletmesi, bu konuda sahip olduğu bilgi ve kanıtlarını zamanında bu makamlara sunması ve aynı zamanda bu süreçte dava ve başvurusunu takip etmek için gerekli özeni göstermiş olması gerekir (Ayşe Zıraman ve Cennet Yeşilyurt, § 17).

68.  Somut olayda başvurucu hakkındaki yargılamanın henüz sonuçlanmadığı, dolayısıyla adil yargılanma hakkı kapsamında ileri sürülen bu iddiaların yargılama sürecinde ve kanun yolunda incelenmesi imkânının bulunduğu anlaşılmaktadır.

69. Buna göre başvurucunun yakalanması ve evinin aranması esnasında kendisine isnat edilen suçlar hakkında bilgilendirilmemesi ve avukatlarına ulaşmasının engellenmesi sebebiyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiası ile ilgili olarak yargısal başvuru yollarının tüketilmediği anlaşıldığından başvurunun bu kısmının “başvuru yollarının tüketilmemesi” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

d. Tutukluluk Süresinin Makul Olmadığı İddiası

70. Başvurucu, kuvvetli suç şüphesi bulunmadığı hâlde gerekçesiz olarak tutukluluğun devamına karar verildiğini ve tutuklu kaldığı sürenin makul olmadığını iddia etmiştir.

71. Bakanlık görüş yazısında, başvurucu hakkında verilen tutukluluğun devamına ilişkin ara kararlarda yeterli gerekçenin gösterildiği belirtilmiştir.

72. Başvurucu, Adalet Bakanlığının görüşüne katılmadığını belirtmiştir.

73. Başvurucunun şikâyeti açıkça dayanaktan yoksun değildir. Ayrıca başka bir kabul edilemezlik nedeni de bulunmadığından başvurunun bu kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

74. Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrası şöyledir:

“Tutuklanan kişilerin, makul süre içinde yargılanmayı ve soruşturma veya kovuşturma sırasında serbest bırakılmayı isteme hakları vardır. Serbest bırakılma ilgilinin yargılama süresince duruşmada hazır bulunmasını veya hükmün yerine getirilmesini sağlamak için bir güvenceye bağlanabilir.

75.  Bu hükümle, bir ceza soruşturması kapsamında tutuklanan kişilerin, yargılamanın makul sürede bitirilmesini ve soruşturma veya kovuşturma sırasında serbest bırakılmayı isteme hakları güvence altına alınmıştır.

76.  Tutukluluk süresinin makul olup olmadığı her davanın kendi özelliklerine göre değerlendirilmelidir. Anayasanın 38. maddesinde “Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz.” şeklinde ifadesini bulan masumiyet karinesi, yargılama süresince kişinin hürriyetinin esas, tutukluluğun ise istisna olmasını gerektirmektedir. Masumiyet karinesine rağmen tutukluluğun devamı, ancak kişi hürriyetine nazaran daha ağır bir kamu yararının mevcut olması durumunda haklı görülebilir. Bu nedenle bir davada tutukluluğun makul süreyi aşmamasını gözetmek, öncelikle derece mahkemelerinin görevidir. Bu amaçla belirtilen kamu yararı gereğini etkileyen tüm olayların derece mahkemeleri tarafından değerlendirilmesi ile serbest bırakılma taleplerine ilişkin kararlarda bu olgu ve olayların ortaya konulması gerekir (Murat Narman, B. No: 2012/1137, 2/7/2013, § 61- 62).

77.  Tutuklama tedbirine, kişilerin suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunmasının yanı sıra bu kişilerin kaçmalarını, delillerin yok edilmesini veya değiştirilmesini önlemek maksadıyla başvurulabilir. Başlangıçtaki tutuklama nedenleri belli bir süreye kadar tutmanın devamı için yeterli görülebilirse de bu süre geçtikten sonra uzatmaya ilişkin kararlarda tutuklama nedenlerinin hâlâ devam ettiğinin gerekçeleriyle birlikte gösterilmesi gerekir (Murat Narman, § 63).

78. Diğer taraftan kişi özgürlüğü, adli makamlarla güvenlik görevlilerinin özellikle organize suçlarla etkili bir şekilde mücadelesini aşırı derecede güçleştirmeye neden olabilecek biçimde yorumlanmamalıdır. Nitekim AİHM, Sözleşme’nin 5. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (c) bendinin, Sözleşme’ye taraf devletlerin güvenlik görevlilerinin bilhassa organize olanlar olmak üzere suçlulukla etkili olarak mücadelesini aşırı derecede güçleştirmeye sebep olabilecek biçimde uygulanmaması gerektiğini vurgulamaktadır (Hanefi Avcı, § 69).

79. Makul sürenin hesaplanmasında sürenin başlangıcı, başvurucunun daha önce yakalanıp gözaltına alındığı durumlarda gözaltına alındığı tarih, doğrudan tutuklandığı durumlarda ise tutuklama tarihidir. Sürenin sonu ise kural olarak kişinin serbest bırakıldığı tarihtir (Murat Narman,  § 66).

80. Aynı soruşturma dosyasından tutuklu bulunan Mehmet Sıddık Akın ve diğerleri başvurusunda Mahkeme, tutukluluk süresinin makul olmadığına ilişkin başvurunun kabul edilebilir olduğuna ancak Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrasının ihlal edilmediğine karar vermiştir (bkz. Mehmet Sıddık Akın ve diğerleri, § 42).

81. Somut olayda başvurucu 25/6/2012 tarihinde gözaltına alınmış ve daha sonra 28/6/2012 tarihinde tutuklanmıştır. Başvurucu, 10/4/2013 tarihinde yapılan ilk duruşma sonunda serbest bırakılmıştır. Bu durumda makul süre açısından dikkate alınması gereken tutukluluk süresi 9 ay 15 gündür.

82. Başvurucuya isnat edilen suçun niteliği, hakkında soruşturma yürütülen kişi sayısı, soruşturma konusunun kapsamı, tutukluluk sürecinin sadece soruşturma aşamasında ve davanın ilk duruşmasına kadar devam etmesi ile isnat edilen suçla ilgili şüphenin varlığını objektif olarak ortaya koyan deliller ve tutukluluğun devam ettiği süreler dikkate alınarak Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrasının ihlal edilmediği sonucuna varılmıştır.

83. Açıklanan nedenlerle, kuvvetli suç şüphesi bulunmadığı hâlde gerekçesiz olarak tutukluluk hâlinin devamına karar verildiği yönündeki şikâyet bakımından Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrasının ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.

84. K1, K2, K3 ve K4 bu görüşe katılmamışlardır.

V. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Başvurunun,

1. Tutuklamanın hukuki olmadığı iddiasına ilişkin kısmının “açıkça dayanaktan yoksun olması”,

2. Soruşturma dosyasına erişim imkânından yoksun bırakılma iddiasına ilişkin kısmının “açıkça dayanaktan yoksun olması”,

3. Yakalama ve arama sırasında müdafi yardımından yararlandırılmama ve suçlamadan haberdar edilmeme iddiasına ilişkin kısmının “başvuru yollarının tüketilmemiş olması”,

nedenleriyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA, OYBİRLİĞİYLE,

4. Tutukluluk süresinin makul olmadığı iddiasına ilişkin kısmının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA, OYBİRLİĞİYLE,

5. Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrasının İHLAL EDİLMEDİĞİNE, K1, K2, K3 ve K4’ın karşı oylarıyla, OYÇOKLUĞUYLA,

B. Yargılama giderlerinin başvurucu üzerinde bırakılmasına, OYBİRLİĞİYLE,

14/7/2015 tarihinde karar verildi.

KARŞIOY GEREKÇESİ

1.Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu’na (KESK) bağlı Tüm-Bel-Sen Genel Sekreteri olan başvurucu, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nca yürütülen soruşturma kapsamında yasa dışı PKK/KCK terör örgütü yapılanması çerçevesinde hareket ettiği iddia edilen Demokratik Emek Platformu (DEMEP) içerisinde faaliyette bulunduğu iddiasıyla gözaltına alınmış ve daha sonra silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmıştır. Tutukluluğuna ve tutukluluğun devamına yönelik yaptığı itirazları mahkemece reddedilmiş olan başvurucu hakkında, 28/1/2013 tarihli iddianame ile dava açılmıştır. Başvurucu, 10/4/2013 tarihinde yapılan ilk duruşmada tahliye edilmiştir.

2. Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrasında tutuklanan kişilerin, yargılamanın makul sürede bitirilmesini ve soruşturma veya kovuşturma sırasında serbest bırakılmayı isteme haklarına sahip olduğu güvence altına alınmıştır. Anayasa'nın 38. maddesinde "Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz" şeklinde ifadesini bulan masumiyet karinesi, yargılama süresince kişinin hürriyetinin esas, tutukluluğun ise istisna olmasını gerektirmektedir. Tutukluluğun devamı ancak masumiyet karinesine rağmen Anayasa’nın 19. maddesinde güvence altına alınan kişi hürriyeti ve güvenliği hakkından daha ağır basan gerçek bir kamu yararının mevcut olması durumunda haklı bulunabilir (Mustafa Ali Balbay, B.No: 2012/1272, 4/12/2013, § 103).

3. Mahkememizin yerleşik içtihatlarında vurgulandığı üzere, yakalama veya tutuklama anındaki delil düzeyi ile ilerleyen aşamalarda kişinin suçla itham edilebilmesi, tutukluluk halinin devamı ve nihayet mahkumiyeti için gerekli delil düzeyi aynı değildir. Başka bir ifadeyle, suç isnadına esas teşkil edecek şüpheye dayanak oluşturan olgu ile ceza yargılamasının sonraki aşamalarında tartışılacak olan ve mahkumiyete gerekçe oluşturacak olguların aynı düzeyde değerlendirilmemesi gerekir (Mustafa Ali Balbay, § 73). Nitekim, somut başvuruda Mahkememiz çoğunluğu, başvurucunun inandırıcı nedenler ve suça ilişkin somut deliller bulunmadan tutuklandığına dair şikayeti oybirliğiyle açıkça dayanaktan yoksun bulmuştur (§ 46, 47).

4. Tutuklamanın başlangıcındaki nedenler belli bir süreye kadar tutukluluğun devamı için yeterli görülebilirse de bu süre geçtikten sonra, uzatmaya ilişkin kararlarda tutuklama nedenlerinin hâlâ devam ettiğinin gerekçeleriyle birlikte gösterilmesi gerekir (Murat Narman, B.No: 2012/1137, 2/7/2013, § 63).

5. Başvurucunun 10/12/2012 tarihli tahliye talebi, ilgili mahkeme tarafından "şüphelilerin üzerine atılı suçlama ile haklarında yapılan soruşturmada atılı suç ile ilgili kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların bulunması, delillerin tamamen toplanmamış olması nedeniyle karartılma ve kaçma tehlikesinin bulunması, suçların CMK/3 maddesinde sayılan suçlardan olması, şüphelilerin tutuklanmasını gerektiren sebeplerde ve delillerde değişiklik olmaması, dosyaya şüpheliler lehine yeni bir delil girmemiş olması, adli kontrol hükümlerinin uygulanmasının yetersiz kalacağı" gerekçeleriyle reddedilmiştir. Görüldüğü üzere, derece mahkemesi başvurucunun kişisel durumunu hiç bir şekilde dikkate almadan, genel ifadelerle tahliye talebini reddetmiştir.

6. Başvurucunun tutukluluğu 9 ay 15 gün sürmüştür. İsnat edilen suçun niteliği ve soruşturma konusunun kapsamı gibi gerekçeler bu kadar uzun bir süre tutukluluğu tek başına haklı gösteremez. Nitekim, başvurucu daha ilk duruşmada, tutukluluğunun devamına neden olan bu gibi gerekçelerin haklılığını sorgulatacak şekilde, “atılı suçun niteliği, tutuklu kaldıkları süre ve dosya kapsamına göre tutukluluklarının devamını gerektirir nedenler bulunmadığı” gerekçeleriyle tahliye edilmiştir.

7. Tutukluluk sürelerinin makul olup olmadığı değerlendirilirken, söz konusu tedbirin kişilerin sendikal faaliyetler ve gazetecilik gibi kamusal yönü de olan faaliyetlerine olumsuz etkileri de dikkate alınmalıdır. Başvurucu, memur sendikacılığı içinde yer alan ve muhalif eylem ve söylemleriyle bilinen bir sendikada yönetici konumundadır. Başvurucunun 9 ay 15 gün süre ile tutuklu kalması sendikal faaliyetlere katılımını engellemiştir.

8. Bilindiği üzere, demokratik bir toplumsal düzenin kurulması ve sürdürülmesinde hayati bir işleve sahip olan sivil toplumun en önemli örgütlenmelerinden biri de sendikalardır. Sendikalar sadece üyelerinin iktisadi hak ve çıkarlarını koruyan ve geliştiren dar kapsamlı meslek örgütleri değildir. Başta siyasi tartışmalar olmak üzere üyelerini ve toplumu ilgilendiren çeşitli konularda faaliyetlerde bulunmak, görüş açıklamak ve eylem yapmak sendikal hareketin doğasında vardır. Şiddet içermeyen ve şiddeti teşvik etmeyen ama içinde son derece radikal ve muhalif fikirler barındıran siyasi bir söylem veya eylem sendikal faaliyet kapsamında değerlendirilebilir.

9. Sendika üye ve yöneticileri, gerçekleştirdikleri faaliyetlerin, siyasi içerikli konuşma, açıklama ve eylemlerin makul olmayan bir süre devam edebilecek tutuklama riski doğuracağını düşünürlerse, bu gibi faaliyetlere katılmaktan veya bunları düzenlemekten kaçınma eğilimine gireceklerdir. Bu da demokratik toplum düzeninin yerleşmesine zarar verecek şekilde caydırıcı etki yaratacaktır.

10. Başvurucunun 9 ay 15 gün süre ile tutuklu kalmasının kendisini sendikal faaliyetlerden alıkoyduğu ve bu kadar uzun süren tutukluluğun kişiler açısından sendikal faaliyetler üzerindeki olası caydırıcı etkisi de dikkate alındığında, tahliye talebinin reddine ilişkin gerekçelerin "ilgili ve yeterli" olduğu, dolayısıyla tutukluluk süresinin makul olduğu söylenemez.

Bu gerekçelerle Anayasa'nın 19. maddesinin yedinci fıkrasının ihlal edilmediği yönündeki çoğunluk görüşüne katılmıyoruz.

KARŞIOY GEREKÇESİ

1. Başvurucu, kuvvetli suç şüphesi bulunmadığı halde sadece sendikal faaliyetler nedeniyle tutuklandığını, hakkında verilen tutuklama kararının hukuki şartlarının oluşmadığını, tutuklama ve tutukluluğun devamına ilişkin kararların gerekçesiz olduğunu ve tutuklu kaldığı sürenin makul olmadığını iddia etmiştir.

2. Mahkememiz çoğunluğu tarafından, makul süre açısından dikkate alınması gereken tutukluluk süresinin 9 ay 15 gün olduğu belirtildikten sonra, başvurucuya isnat edilen suçun niteliği, hakkında soruşturma yürütülen kişi sayısı, soruşturma konusunun kapsamı, tutukluluk sürecinin sadece soruşturma aşamasında ve davanın ilk duruşmasına kadar devam etmesi ile isnat edilen suçla ilgili şüphenin varlığını objektif olarak ortaya koyan deliller ve tutukluluğun devam ettiği süreler dikkate alınarak Anayasa’nın 19. maddesinin yedinci fıkrasının ihlal edilmediği sonucuna varılmıştır.

3. Anayasa’nın 19. maddesinin birinci fıkrasında herkesin kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkına sahip olduğu ilke olarak belirtildikten sonra, ikinci ve üçüncü fıkralarında şekil ve şartları kanunda gösterilmek şartıyla kişilerin özgürlüklerinden mahrum bırakılabileceği durumlar sınırlı olarak sayılmıştır. Dolayısıyla kişinin özgürlük ve güvenlik hakkının kısıtlanması ancak Anayasa’nın anılan maddesi kapsamında belirlenen durumlardan herhangi birinin varlığı halinde söz konusu olabilir (B. No: 2012/239, 2/7/2013, § 43).

4. Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasında, suçluluğu hakkında kuvvetli belirti bulunan kişilerin, ancak kaçmalarını, delillerin yok edilmesini veya değiştirilmesini önlemek maksadıyla veya bunlar gibi tutuklamayı zorunlu kılan ve kanunda gösterilen diğer hallerde hâkim kararıyla tutuklanabilecekleri hükme bağlanmıştır. Buna göre bir kişinin tutuklanabilmesi öncelikli olarak suç işlediği hususunda kuvvetli belirti bulunmasına bağlıdır. Bu, tutuklama tedbiri için aranan olmazsa olmaz unsurdur. Bunun için suçlamanın kuvvetli sayılabilecek inandırıcı delillerle desteklenmesi gerekir. İnandırıcı delil sayılabilecek olgu ve bilgilerin niteliği büyük ölçüde somut olayın kendine özgü şartlarına bağlıdır. Bu kapsamda kuvvetli şüphe yargılama makamlarının sezgilerine, korkularına, ideolojik, dini, siyasi veya ahlaki önyargılarına dayanamaz, mutlaka objektif maddi olgularla desteklenmelidir.

5. Kanuna uygun tutuklamanın koşulları olan kuvvetli suç şüphesi, kaçma ve delil karartma olasılığının bulunması şeklindeki tutuklama nedenleri tutukluluk durumunun her aşamasında birlikte varlığı gereken zorunlu koşullardır. Tutuklama nedenleri ile ilgili bu koşulların da her bir şüpheli açısından somut olarak değerlendirilmesi ve gerekçeye yansıtılması gerekir. AİHS sisteminden farklı olarak ulusal mevzuatımızda bu konuda ilk tutuklama kararı ile sonraki tutukluluk incelemeleri arasında herhangi bir ayırım öngörülmemiştir.

6.  5271 sayılı Kanun’un 101. maddesine göre tutuklamaya, tutuklamanın devamına veya tahliye isteminin reddine ilişkin kararlarda, kuvvetli suç şüphesini, kaçma ve delil karartma olasılığını, tutuklama nedenlerinin varlığını ve tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu gösteren delillerin somut olgularla gerekçelendirilerek açıkça gösterilmesi gerekir. Ancak gerekçe sayesinde tutuklamanın yasal nedenlerle yapılıp yapılmadığı anlaşılabileceği gibi; sanığın ve müdafiin tutuklamanın nedeni konusunda bilgi edinerek savunmasını hakkıyla yapabilmesi, itiraz merciinin de buna göre inceleme yapabilmesi yine gerekçe sayesinde mümkün olacaktır.

7.  Gerekçe, kararın akla uygun, çelişkisiz ve inandırıcı biçimde açıklaması demektir. Bu nedenle, sadece tutuklama nedeninin, yani kaçma veya delilleri karartma şüphesi bulunduğunun belirtilmiş olması, kanundaki terimlerin tekrarlanması kararın gerekçeli olduğu anlamına gelmez. Tutuklama kararı verilirken, isnat olunan suçların niteliğinin yanında, kişinin özel durumunun dikkate alınması, tutuklama yerine uygulanabilecek alternatif koruma tedbirlerinin ölçülülük ilkesi çerçevesinde değerlendirilmesi ve bu anlamda tutukluluk gerekçelerinin kişiselleştirilmesi de bir zorunluluktur.

8. Tutukluluk, 5271 sayılı Kanun’un 100. ve devamı maddelerinde düzenlenmiştir. 100. maddeye göre kişi ancak hakkında suç işlediğine dair kuvvetli şüphelerin varlığını gösteren olguların ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde tutuklanabilir. Maddede tutuklama nedenlerinin neler olduğu da belirtilmiştir. Buna göre, (a) şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa, (b) şüpheli veya sanığın davranışları; 1) delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, 2) tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa tutukluluk kararı verilebilecektir. Kuralda ayrıca işlendiği konusunda kuvvetli şüphe bulunması halinde tutuklama nedeninin varsayılabileceği suçlar bir liste halinde belirtilmiştir.

9. Bir koruma tedbiri olan tutuklama bir kimsenin suçluluğu hakkında kesin karar verilmesinden önce özgürlüğünün geçici olarak kaldırılmasıdır. Bu özelliğiyle geçici bir tedbir olan tutuklamanın bir ceza olmadığı, cezalandırma maksadıyla kullanılamayacağı, asıl olanın tutuksuz yargılama olduğu gözden uzak tutulmamalıdır.

10.  Cezalandırmada olduğu gibi koruma tedbirlerinin uygulanmasında da ölçülülük ilkesi önemli bir işleve sahip olmalıdır. Ölçülülük ilkesi, kişi hürriyetinin kısıtlanması sonucunu doğuran koruma tedbirlerinin hafiften ağıra doğru giden sıralama içinde uygulama yapılmasını gerektirir. Ceza muhakemesinin amacına daha hafif bir tedbirle ulaşılması mümkün ise öncelikle o tedbirin uygulanması gerekir. Aksi takdirde kişi özgürlüğüne yapılan müdahale ölçülülük ilkesine aykırı bir uygulama olacaktır.

11. Tutukluluk konusundaki kanun hükümlerinin yorumu ve somut olaylara uygulanması derece mahkemelerinin takdir yetkisi kapsamında olmakla beraber kanun veya Anayasa’ya bariz şekilde aykırı yorumlara dayalı uygulamalar yapılması veya delillerin takdirinde açıkça keyfiliğin bulunması halinde hak ve özgürlük ihlaline sebebiyet veren bu tür kararların bireysel başvuruda incelenmesi gerekir. Aksinin kabulü bireysel başvurunun getiriliş amacıyla bağdaşmaz (B. No: 2012/239, 2/7/2013, § 49).

12. Somut olayda başvurucu devlet memuru olup, aynı zamanda Kamu Emekçileri Sendikası’na (KESK) bağlı Tüm-Bel-Sen Genel Sekreteridir.

13. Başvurucu, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturma kapsamında yasadışı PKK/KCK örgütü yapılanması çerçevesinde hareket ettiği iddia edilen Demokratik Emek Platformu (DEMEP) içerisinde faaliyette bulunduğu iddiasıyla 25/6/2012 tarihinde gözaltına alınmıştır. Aynı gün başvurucunun evinde arama yapılmış ve buna ilişkin arama ve el koyma tutanağı tanzim edilmiştir.

14. Başvurucu, 21 şüpheli ile birlikte 27-28/6/2012 tarihlerinde Cumhuriyet savcısı tarafından ifadesi alındıktan sonra Ankara 12. Ağır Ceza Mahkemesinin 28/6/2012 tarihli ve 2012/24 Sorgu sayılı kararıyla “üzerlerine atılı suçların vasfı ve mahiyeti, atılı suçların CMK 100/3. maddesinde yazılı suçlardan olması, atılı suçlardaki ceza üst sınırına göre şüphelilerin delilleri karartma ve kaçma şüphelerinin bulunması” gerekçe gösterilerek, silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmıştır. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 28/1/2013 tarihli iddianamesinde, suç örgütünün amacı, faaliyetleri, işleyişi ve yapısı ayrıntılı olarak anlatılmıştır:

“Terör örgütü üye ve sempatizanları sivil toplum örgütleri ve siyasi partiler şeklinde örgütlenirken, Kamuda çalışan sempatizanların örgütlenme zorluğu nedeniyle sendikal faaliyetler, yasal kamuflaj olarak kullanılarak örgütlenme faaliyetleri bu alanda da sürdürülmüştür. Sendikalar vasıtasıyla sendika üyelerinin kontrol altına alınarak başta seçimlerde örgüt ile ilişkili siyasi partinin oy oranının artırılması olmak üzere siyasi alanda örgütsel taleplerin kabulü bakımından elinde grev silahı bulunan işçi memur yapısı baskı unsuru olarak kullanılmak istenmektedir.

DEMEP, çeşitli iş kollarında çalışan kesimlerin sendikal haklarının takipçisi olmaktan ziyade, bu kesimlerin örgütsel faaliyetlerin içine çekilerek terör örgütü güdümünde devlete karşı baskı yaratmak amacıyla kurulmuş bir terör örgütü yapılanmasıdır.

Memurlar ile birlikte işçi sınıfının örgütlenmelerinin yasal düzenlemesinin bulunması nedeniyle, yasaların sağlamış olduğu haklar istismar edilerek örgütsel faaliyetlerde kullanılması amaçlanmakta, yasal olarak kurulmuş sendikaları terör örgütünün hizmetinde kullanmak için KESK'e bağlı sendikalar içerisinde örgütlenildiği ve faaliyet gösterildiği anlaşılmaktadır. Nitekim geçmiş dönemde KESK ve bağlı sendikalar hiç bir şekilde terör örgütü ile ilişkili siyasi parti veya sivil toplum örgütlerinin düzenlediği etkinliklere kurum olarak katılmamışken, bu soruşturmada aşağıda açıklanacak eylemlerde şüphelilerin çok sayıda örgütsel toplantı ve etkinliklere terör örgütü KCK'nın talimatları doğrultusunda katıldıkları veya bizzat düzenledikleri tespit edilmiştir.

Soruşturma kapsamında yapılan teknik takip ve teknik izlemelerde şüphelilerin KESK'e bağlı olan EĞİTİM_SEN, SES, TÜMBEL-SEN, BES, ESM, TARIMORKAM-SEN, HABER-SEN, YAPIYOL-SEN, BTS, KÜLTÜRSANAT-SEN ve DİVES olmak üzere KESK'e bağlı iş kollarına ait sendikalarda, terör örgütü KCK'nın nihai amacını benimseyen, tüzüğünde (madde 6 ilkeler) "faaliyetlerini KKK (Kürdistan Demokratik Konfederalizmi) sistemi esas alarak tüm çalışmaları bu anlayış ve yaklaşımla yürütür" şeklinde belirtilen nihai amacına ulaşmak amacıyla oluşturulan siyasi ve sosyal alanda faaliyet gösteren ve kendisini DEMEP yani KCK/TM-DEMEP yapılanması içinde yer alarak faaliyet gösterdikleri anlaşılmıştır.

Şüpheliler her ne kadar sadece sendikal faaliyet yürüttüklerini belirtmişler ise de, KESK'in tüzüğünde DEMEP veya DEKAB adlı her hangi bir organının bulunmadığı, diğer yandan tamamı kamu çalışanı olan şüphelilerin maddi gelirlerinin belli olması, gün içerisindeki mesailerinin dışında örgütsel çalışma için yoğun mesai harcamak zorunda kalmaları, haklarında soruşturma yapılması halinde işlerini kaybetme risklerinin bulunduğunu bilmelerine rağmen büyük bir örgütsel disiplinle faaliyetlerine devam etmelerinin KCK-TM/DEMEP yapılanmasının KCK içerisindeki en organize örgütsel ideolojiye en sadık ve niteliği itibariyle en tehlikeli birimlerden biri olduğu açıkça anlaşılmaktadır. Aşağıda şüphelilerin eylemleri kısmında açıklanacak DEMEP faaliyetleri incelendiğinde örgütün ne kadar iyi organize olduğu net olarak ortaya çıkacaktır.” şeklinde değerlendirmeler yer almaktadır. Her şüpheli yönünden isnada dayanak teşkil eden eylemlere ve delillere iddianamenin devamında yer verilmiştir.

15. İddianamede, başvurucu hakkında “Şüphelinin PKK/KCK terör örgütü TM yapısına bağlı olarak, çalışma alanında örgütün yerleşmesi ve yayılması amacıyla oluşturulan KCK/DEMEP yapılanması üyesi olduğu tespit edilmiştir. KCK/DEMEP yapısı içinde aşağıdaki eylem ve etkinliklere katılmış, eylemler aynı tarihli teknik izleme tutanaklarıyla tespit edilmiştir. Şüphelinin atılı terör örgütü üyesi olmak eylemi aşağıda açıklanan, dosyada mevcut delillerle sabit olmuştur.” şeklinde iddiada bulunulmuştur (bkz. iddianame, 6. Bölüm, s.49).

16. Tutuklama tedbirinin kanuna uygun kabul edilebilmesi için kuvvetli suç şüphesi ile birlikte tutuklama nedenlerinden en az birinin tutukluluğun her aşamasında birlikte mevcut olması zorunludur. 5271 sayılı Kanun’un 101. maddesine göre tutuklamaya, tutuklamanın devamına veya tahliye isteminin reddine ilişkin kararların gerekçelerinde, kuvvetli suç şüphesinin, tutuklama nedenlerinin varlığının ve tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu gösteren delillerin “somut olgularla gerekçelendirilerek açıkça gösterilmesi” gerekir.

17. Özgürlük hakkının temel amacı bireyin keyfi bir şekilde özgürlüğünden mahrum bırakılmamasını garanti altına almaktır (Benzer yöndeki AİHM yaklaşım için bkz: McKay/Birleşik Krallık [BD], B. No: 543/03, 3/10/2006, § 30). Bu açıdan istisnai durumlarda ve yalnızca kısıtlamayla ilgili ikna edici bir gerekçe bulunması durumunda özgürlük ve güvenlik hakkına getirilecek kısıtlamalara müsaade edilmesi mümkündür.

18. Gerekçe, kararın akla uygun, çelişkisiz, inandırıcı açıklaması demektir. Bu nedenle, somut olayda olduğu gibi, sadece tutuklama nedeninin, yani kaçma veya delilleri karartma şüphesi bulunduğunun belirtilmiş olması, kararın gerekçeli yazıldığı anlamına gelmez. Bu kapsamda tutuklama tedbirine başvurulmazsa kaçma ve delilleri karartmanın mümkün olabileceği konusunda objektif bir gözlemciyi ikna edebilecek maddi bilgi ve belgelerin karar gerekçesinde açıklanması ve gerekli kişiselleştirmelerin yapılması gerekir. Diğer bir ifadeyle kaçma ve delilleri karartma şüphesi ile bunu doğrulayan bilgi ve belgeler arasında mantıklı ve ikna edici bağlantı kurulması gerekir.

19. Adli makamlarca verilen tutuklama kararlarında herhangi bir gerekçenin bulunmaması, Anayasa’nın 19. maddesi çerçevesinde tutmanın keyfi olmaması prensibine açıkça aykırılık teşkil eder (Benzer yöndeki AİHM yaklaşımı için bkz: Stasaitis/Litvanya, B. No: 47679/99, 21/03/2002, §§ 66-67). Benzer şekilde aşırı şekilde kısa ya da sadece tutmaya izin veren yasal düzenlemeye atıfta bulunan bir tutuklama kararı, kişiyi keyfilikten yeterli ölçüde koruyamaz.

20. Kişi hürriyeti ve güvenliğine ilişkin sınırlamaların, kanunda belirtilen esas ve usule uygunluğunu sağlama yükümlülüğü ilke olarak idari organlara ve derece mahkemelerine aittir. İdare organları ve mahkemeler esas ve usule ilişkin hukuk kurallarına uymakla yükümlüdürler. Anayasa’nın 19. maddesinin amacı bireyi keyfi bir şekilde özgürlüğünden alıkoymaya karşı korumak olup, maddede öngörülen istisnai hâllerde kişi özgürlüğüne getirilecek sınırlamaların maddenin amacına uygun olması ve keyfi uygulamaya yol açmaması gerekir (B. No: 2013/1137, 2/7/2013, § 44).

21. Bu nedenle Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasında yer alan hürriyetten yoksun bırakmanın şekil ve şartlarının kanunda gösterilmesi kuralı gereğince, başvurucunun tutukluluk durumunun “kanuni” dayanağının bulunup bulunmadığı hususu “kanunilik şartı” olarak nitelendirilebilir. Bu düzenleme, Sözleşme’nin 5. maddesindeki düzenleme ile uyum içindedir (Benzer yöndeki AİHM yaklaşımı için bkz: Medvedyev ve Diğerleri/Fransa [BD], B No: 3394/03, 29/3/2010, § 79).

22. Tutuklama nedenleri 5271 sayılı Kanun’un 100. maddesinde sınırlı olarak sayılmış olup, bu nedenlerin genişletilmesi mümkün değildir (Sınırlı sayım konusundaki AİHM yaklaşımı için bkz: Khayredinov/Ukrayna,B. No: 38717/04, 14/10/2010, § 26).

23. Anayasa Mahkemesinin sendika hakkını geniş olarak değerlendirdiği 18.9.2014 tarihli ve 2013/8463 sayılı Tayfun Cengiz kararında şu değerlendirmelere yer verilmiştir:

“(30.) Örgütlenme özgürlüğü, bireylerin kendi menfaatlerini korumak için kendilerini temsil eden kolektif bir oluşum meydana getirerek bir araya gelme özgürlüğünü ifade etmektedir. "Örgütlenme" kavramının Anayasa çerçevesinde özerk bir anlamı vardır ve bireylerin devamlı olarak ve eşgüdüm içerisinde yürüttükleri faaliyetlerin hukukumuzda örgütlenme olarak tanınmaması Anayasa hükümleri kapsamında örgütlenme özgürlüğünün zorunlu olarak gündeme gelmeyeceği anlamına gelmez.

(31.)Demokrasilerde vatandaşların bir araya gelerek ortak amaçları izleyebileceği örgütlerin varlığı sağlıklı bir toplumun önemli bir bileşenidir. Demokrasilerde böyle bir "örgüt", devlet tarafından saygı gösterilmesi ve korunması gereken temel haklara sahiptir. İstihdam alanında kendi üyelerinin menfaatlerinin korunmasını amaçlayan örgütler olan sendikalar, bireylerin kendi menfaatlerini korumak için kolektif oluşumlar meydana getirerek bir araya gelebilme özgürlüğü olan örgütlenme özgürlüğünün önemli bir parçasıdır.

(32.)Örgütlenme özgürlüğü, bireylere topluluk hâlinde siyasal, kültürel, sosyal ve ekonomik amaçlarını gerçekleştirme imkânı sağlar. Sendika hakkı da çalışanların, bireysel ve ortak çıkarlarını korumak amacıyla bir araya gelerek örgütlenebilme serbestisini gerektirmekte ve bu niteliğiyle bağımsız bir hak değil, örgütlenme özgürlüğünün bir şekli veya özel bir yönü olarak görülmektedir (Belçika Ulusal Polis Sendikası/Belçika, B. No: 4464/70, 27/10/1975 § 38).

(33.)Sendika hakkı ve sendikal faaliyetler Anayasa'nın Sosyal ve Ekonomik Haklar ve Ödevler bölümünde, 51 ila 54. maddeleri arasında düzenlenmiştir. Sendika kurma veya sendikalara üye olma özgürlüğü hakkı ise Anayasa'nın 51. maddesinde yer almaktadır.

(34.)Anayasa'nın "Sendika kurma hakkı" başlıklı 51. maddesi şöyledir:

"Çalışanlar ve işverenler, üyelerinin çalışma ilişkilerinde, ekonomik ve sosyal hak ve menfaatlerini korumak ve geliştirmek için önceden izin almaksızın sendikalar ve üst kuruluşlar kurma, bunlara serbestçe üye olma ve üyelikten serbestçe çekilme haklarına sahiptir. Hiç kimse bir sendikaya üye olmaya ya da üyelikten ayrılmaya zorlanamaz.

Sendika kurma hakkı ancak, millî güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlık ve genel ahlâk ile başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması sebepleriyle ve kanunla sınırlanabilir.

Sendika kurma hakkının kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunda gösterilir.

.

İşçi niteliği taşımayan kamu görevlilerinin bu alandaki haklarının kapsam, istisna ve sınırları gördükleri hizmetin niteliğine uygun olarak kanunla düzenlenir.

Sendika ve üst kuruluşlarının tüzükleri, yönetim ve işleyişleri, Cumhuriyetin temel niteliklerine ve demokrasi esaslarına aykırı olamaz."

(35.)Anayasa'nın 51-54. maddelerinde düzenlenen sendikal hak ve özgürlükler, benzer güvenceler getiren başta Örgütlenme Özgürlüğü Sözleşmesi ile Örgütlenme ve Toplu Pazarlık Hakkı Sözleşmesi olmak üzere ilgili Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) Sözleşmeleri ve Avrupa Sosyal Şartı ile tamamlanmaktadır. Anayasa'nın 51-54. maddelerinde düzenlenen sendikal hak ve özgürlüklerin kapsamı yorumlanırken bu belgelerde yer alan ve ilgili organlar tarafından yorumlanan güvencelerin de göz önüne alınması gerekir.  

(36.)  Anayasa'nın 51. maddesi, devlet için hem negatif hem de pozitif yükümlülükler getirmektedir. Devletin, 51. madde çerçevesinde, bireylerin ve sendikanın örgütlenme özgürlüğüne müdahale etmemeye yönelik negatif yükümlülüğü, 51. maddenin ikinci ila altıncı fıkralarında yer alan gerekçelerle müdahaleye izin veren koşullara tabi tutulmuştur. Öte yandan her ne kadar sendika hakkının asıl amacı, "bireyi, korunan hakkın kullanılmasında kamu makamlarının keyfi müdahalelerine karşı korumak ise de, bundan başka, korunan haklardan etkili bir şekilde yararlanmayı güvence altına almaya yönelik pozitif yükümlülükler de olabilir" (bkz.Wilson, Ulusal Gazeteciler Sendikası ve Diğerleri/Birleşik Krallık, B. No: 30668/96, 30671/96 ve 30678/96, 2/10/2002, § 41).

(37.)  Aslında, devletin pozitif ve negatif yükümlülükleri arasında kesin ayrımlar yapmak her zaman olanaklı değildir. Buna karşın devletin bu her iki yükümlülüğüne ilişkin olarak da uygulanacak ölçütlerde de bir değişiklik olmamaktadır. Devletin ister pozitif ve isterse de negatif yükümlülüğü söz konusu olsun bireyin ve bir bütün olarak toplumun çatışan menfaatleri arasında adil bir denge kurulması gerekmektedir (bkz. Sorensen ve Rasmussen/Danimarka, B. No: 52562/99 ve 52620/99, 11/1/2006 § 58). Anayasa Mahkemesi bu adil dengenin kurulup kurulmadığına karar verirken, kamu gücünü kullanan organların bu alanda belirli bir takdir marjına sahip olduğunu göz önünde bulunduracaktır.

(38.)  Sınırlanabilir bir hak olan sendika hakkı Anayasa'da yer alan temel hak ve özgürlüklerin sınırlama rejimine tabidir. Anayasa'nın 51. maddesinin ikinci ve izleyen fıkralarında sendika hakkına yönelik sınırlama sebeplerine yer verilmiştir. Ancak bu özgürlüklere yönelik sınırlamaların da bir sınırının olması gerektiği açıktır. Temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasında Anayasa'nın 13. maddesindeki ölçütler göz önüne alınmak zorundadır. Bu sebeple sendika hakkına getirilen sınırlandırmaların denetiminin Anayasa'nın 13. maddesinde yer alan ölçütler çerçevesinde ve Anayasa'nın 51. maddesi kapsamında yapılması gerekmektedir.”

24. 1982 Anayasasında belirtilen "demokratik toplum" kavramı, çağdaş ve özgürlükçü bir anlayışla yorumlanmalıdır. "Demokratik toplum" ölçütü, Anayasa'nın 13. maddesi ile AİHS'in bu ölçütün kullanıldığı 9., 10. ve 11. maddeleri arasındaki paralelliği açıkça yansıtmaktadır. Bu itibarla demokratik toplum ölçütü, çoğulculuk, hoşgörü ve açık fikirlilik temelinde yorumlanmalıdır (benzer yöndeki AİHM kararları için bkz.Handyside/Birleşik Krallık, B. No: 5493/72, 7/12/1976, § 49; Başkaya ve Okçuoğlu/Türkiye, B. No: 23536/94, 24408/94, 8/7/1999, § 61).

25. Nitekim Anayasa Mahkemesinin yerleşik içtihatları uyarınca, "Demokrasiler, temel hak ve özgürlüklerin en geniş ölçüde sağlanıp güvence altına alındığı rejimlerdir. Temel hak ve özgürlüklerin özüne dokunup tümüyle kullanılamaz hale getiren sınırlamalar, demokratik toplum düzeni gerekleriyle uyum içinde sayılamaz. Bu nedenle, temel hak ve özgürlükler, istisnaî olarak ve ancak özüne dokunmamak koşuluyla demokratik toplum düzeninin sürekliliği için zorunlu olduğu ölçüde ve ancak yasayla sınırlandırılabilirler."(AYM, E.2006/142, K.2008/148, K.T. 24/9/2008). Başka bir ifadeyle yapılan sınırlama hak ve özgürlüğün özüne dokunarak, kullanılmasını durduruyor veya aşırı derecede güçleştiriyorsa, etkisiz hale getiriyorsa veya ölçülülük ilkesine aykırı olarak sınırlama aracı ile amacı arasındaki denge bozuluyorsa demokratik toplum düzenine aykırı olacaktır (B. No: 2013/409, 25/6/2014, § 94).

26. Genel olarak örgütlenme özgürlüğü ve özel olarak da sendika hakkı Anayasa'da benimsenen temel değerlerden biri olan siyasal demokrasiyi somutlaştıran özgürlükler arasında yer alır ve demokratik toplumun temel değerlerinden birini oluşturur. Anayasa Mahkemesi daha önceki kararlarında demokrasinin temellerinin çoğulculuk, hoşgörü ve açık fikirlilik olduğunu vurgulamıştır (B. No: 2013/409, 25/6/2014, § 95).  Buna göre sendika hakkını kullanan bireyler, çoğulculuk, hoşgörü ve açık fikirlilik gibi, demokratik toplumun temel ilkelerinin korumasından yararlanırlar. Başka bir deyişle şiddete teşvik etme veya demokratik ilkelerin reddi söz konusu olmadığı sürece, sendika hakkı çerçevesinde dile getirilen bazı görüşler veya bunların dile getirilme biçimi yetkili makamların gözünde kabul edilemez olsa dahi, ifade, örgütlenme ve sendikal özgürlükleri ortadan kaldırmaya yönelik tedbirler demokrasiye hizmet edemez ve hatta tehlikeye düşürür. Hukukun üstünlüğüne dayanan demokratik bir toplumda, farklı düşüncelerin sendikal özgürlükler veya başka yollarla dile getirilmesine imkan tanınmalıdır (benzer değerlendirmeler için bkz. Oya Ataman/Türkiye, B. No: 74552/01, 5/3/2007, § 36).

27. Hak ve özgürlüklere yapılacak her türlü sınırlamada devreye girecek bir başka güvence de Anayasa'nın 13. maddesinde ifade edilen "ölçülülük ilkesi"dir. Bu ilke, temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin başvurularda öncelikli olarak dikkate alınması gereken bir güvencedir. Anayasa'nın 13. maddesinde demokratik toplum düzeninin gerekleri ve ölçülülük kriterleri iki ayrı ölçüt olarak düzenlenmiş olmakla birlikte bu iki ölçüt arasında ayrılmaz bir ilişki vardır. Nitekim Anayasa Mahkemesi amaç ile araç arasında makul bir ilişki ve dengenin bulunup bulunmadığını inceler (B. No: 2013/409, 25/6/2014, § 96).

28. Anayasa Mahkemesinin kararlarına göre ölçülülük, temel hak ve özgürlüklerin sınırlanma amaçları ile araç arasındaki ilişkiyi yansıtır. Ölçülülük denetimi, ulaşılmak istenen amaçtan yola çıkılarak bu amaca ulaşılmak için seçilen aracın denetlenmesidir (B. No: 2012/1051, 20/2/2014, § 84; B. No: 2013/409, 25/6/2014, § 97). Bu sebeple sendika hakkına yapılan müdahalelerde, hedeflenen amaca ulaşabilmek için seçilen müdahalenin elverişli, gerekli ve orantılı olup olmadığı değerlendirilmelidir.

29. Tutuklama ve tutukluluğun devamına ilişkin olarak verilen kararlarda davanın genel durumu yanında, tahliyesini talep eden kişinin özel durumunun dikkate alınması ve bu anlamda tutukluluk gerekçelerinin kişiselleştirilmesi bir zorunluluktur. Özellikle kişi hakkında uygulanan tutuklama tedbiri ile birlikte özgürlük ve güvenlik hakkı yanında ifade özgürlüğü, seçilme ve milletvekili olarak siyasi faaliyette bulunma hakkı, sendika hakkı gibi genel katılım içeren temel hak ve özgürlüklere de sınırlama getirildiği hallerde tedbirin ölçülü olup olmadığı ve gerekçelerin ilgili ve yeterli bulunup bulunmadığı hususları üzerinde hassasiyetle durulması gerekmektedir. Zira diğer koruma önlemlerine göre daha ağır sonuçlar doğuran tutuklama tedbirine yoğun ve geniş kapsamlı olarak başvurulmasının anılan temel hak ve özgürlüklerin içini boşaltabileceği ve işlevsiz hale getirebileceği göz ardı edilmemelidir.

30. Eldeki işte başvurucunun da aralarında bulunduğu kişiler hakkında düzenlenen iddianamede başvurucuyla ilgili bir isnada yer verilmemiş, genel olarak şüphelilerce yürütülen sendikal faaliyetlerin terör örgütünün amacına yönelik faaliyetler olduğu iddiasına dayanılmıştır. Devlet memuru olup, aynı zamanda Kamu Emekçileri Sendikasına(KESK) bağlı Tüm-Bel-Sen sekreteri olarak görev yapan başvurucuya isnad edilen eylem yasadışı PKK/KCK örgütü yapılanması çerçevesinde hareket ettiği iddia edilen Demokratik Emek Platformu (DEMEP) içerisinde faaliyette bulunmaktır.

31. Her ne kadar 25.6.2012 tarihinde gözaltına alınarak 28.6.2012 tarihinde tutuklanan başvurucu 10.4.2013 tarihinde yapılan ilk duruşmada serbest bırakılmış ise de, yapılan uygulamanın özgürlük ve güvenlik hakkı ile birlikte sendika hakkına bir müdahale teşkil ettiği açıktır. Başvurucu ile ilgili olarak verilen tutuklama ve tutukluluğun devamına ilişkin kararlarda somut olayın bu özelliklerinin göz ardı edildiği, kanuni ifadelerin tekrar edildiği ve bu anlamda gerekçelerin ilgili ve yeterli bulunmadığı görülmektedir.

32. Çoğunluk gerekçesinde başvurucunun şikayeti soyut olarak özgürlük ve güvenlik hakkı kapsamında makul süre yönünden değerlendirilmiş ve tutuklama işlemi ile başvurucunun sendika hakkına yapılan müdahalenin ölçülü olup olmadığı göz ardı edilmiştir.

33. AİHM de sendikal faaliyet kapsamında verilen hafif cezaların dahi sendikaya üye kişileri, çıkarlarını savunmak amacıyla yapılan sendikal faaliyetlere katılmaktan vazgeçirecek bir niteliğe sahip olduğunu kabul etmektedir (bkz. Kaya ve Seyhan/Türkiye, B. No: 30946/04, 15/12/2009, § 30; Karaçay/Türkiye, B. No: 6615/03, 27/6/2007, § 37; Ezelin/Fransa, B. No: 11800/85, 26/4/1991, § 43). İfade hürriyetinin kullanımına yapılan müdahalenin ölçülülük değerlendirmesinde, uygulanan yaptırımın ağırlık ve niteliğinin de dikkate alınması gerekir. AİHM, uygulanan yaptırım hafif olmasına rağmen eğer başvurucu üzerinde caydırıcı bir etki meydana getiriyorsa bunu sorunlu görmektedir. Anılan yaptırımın AİHM’e göre yukarıda belirtilen kriterler bağlamında haklı kılınmış olması gerekir (Axel Springer AG/Almanya [BD], B. No: 39954/08, 7/2/2012, § 95).

34. Kişilerin ceza kanunlarına aykırı davranışları söz konusu olduğunda kural olarak eylemi gerçekleştiren şahsın kimliği, mesleği ve özel nitelikleri önemli değildir. Ceza kanunları kanunda öngörülen istisnalar dışında herkese eşit olarak uygulanır. Tutuklama tedbiri bakımından da aynı açıklamalar geçerlidir. Ancak, kişi özgürlük ve güvenliği hakkını doğrudan etkileyen bu tedbire başvurulurken, uygulanan tedbir ile hakkında tedbir uygulanan kişinin veya olayın özelliğine göre özgürlük ve güvenlik hakkı yanında başka temel hak ve özgürlüklerin de sınırlandırılması veya ortadan kaldırılması sözkonusu olacaksa somut olayın özellikleri de gözetilmek suretiyle tedbir ile temel hak ve özgürlükler arasında adil bir denge kurulmalıdır.

35.  Nitekim Anayasa Mahkemesi Mustafa Ali Balbay (B.No:2012/1272, 4.12.2013) ve Mehmet Haberal (B.No:2012/849, 4.12.2013) kararlarında başvurucuların milletvekili sıfatı taşımaları nedeniyle tutukluluğun devamı kararlarında kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının yanında seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkının da gözetilmesi gerektiğini ifade etmiştir. Her iki kararda tekrarlanan gerekçenin ilgili bölümü şöyledir;

“Anayasa’nın 83. maddesinde 14. maddeye atıfla getirilen istisna, Anayasa’nın 67. maddesindeki seçilme hakkı da dikkate alındığında dar ve özgürlük lehine yorumlanmalıdır. Bu nedenle tutukluluğunun devamı hakkında karar verilen kişi milletvekili olduğu takdirde, çatışan değerlere bir yenisi eklenmekte ve kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının yanında, seçilmiş milletvekilinin tutuklu olması nedeniyle yasama faaliyetine katılamaması sonucu mahrum kalınan kamu yararının da dikkate alınması gerekmektedir. Bu çerçevede mahkemelerin milletvekili seçilen kişilerin tutukluluğunun devamına karar verirken hem kişi hürriyeti ve güvenliği hakkından hem de seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkının kullanılmasından kaynaklanan yarardan çok daha ağır basan korunacak bir yararın varlığını somut olgulara dayanarak göstermeleri gerekir. Bunun sonucu olarak makul sürenin aşılıp aşılmadığı incelenirken, başvurucunun milletvekili seçilmesiyle birlikte ileri sürmüş olduğu iddiaların tutukluluğun devamına ilişkin kararlarda gerektiği gibi değerlendirilip değerlendirilmediğine de bakılmalıdır. Dolayısıyla, başvurucunun seçilmiş bir milletvekili olarak siyasi faaliyette bulunma ve temsil hakkı ile davanın tutuklu sürdürülmesindeki kamu yararı arasında ölçülü bir denge kurulduğu takdirde, tutukluluğun devamına ilişkin gerekçelerin ilgili ve yeterli oldukları sonucuna varılabilir. 

Bu nedenle, seçimden önce soruşturmasına başlanılmış olmak kaydıyla Anayasa’nın 14. maddesi kapsamındaki bir suç isnadıyla yargılanan bir milletvekilinin tutukluluk halinin incelenmesi sırasında, bu koruma tedbirinin seçilme hakkını işlevsiz hale getirebileceği göz ardı edilmemelidir. Bütün Milleti temsil etmek üzere belli bir süre için seçilen milletvekilinin, şayet varsa, bu hakkını kullanmasına engel olmayacak koruma tedbirlerinin uygulanabilirliği üzerinde özenle durulmalıdır. 5271 sayılı Kanun’un 109. maddesinin (3) numaralı fıkrasında buna imkân tanıyan hükümlere yer verildiği, maddede 6352 sayılı Kanun’la yapılan değişiklikler sonucunda bunların sayısının artırıldığı görülmektedir. 

Tutuklamanın devamına karar verilirken, davanın genel durumu yanında, tahliyesini talep eden kişinin özel durumunun dikkate alınması ve bu anlamda tutukluluk gerekçelerinin kişiselleştirilmesi bir zorunluluktur. Başvurucunun tahliye taleplerini inceleyen mahkemeler, bu talepleri reddederken gerekçelerini yeterince kişiselleştirmemiş, aynı zamanda milletvekili seçilmiş olan başvurucunun kaçacağına ya da delilleri karartacağına dair inandırıcı somut olgular ortaya koyamamıştır.”

36.  Anayasa Mahkemesi Genel Kurulunun bu kararlarında benimsediği yaklaşım esas alındığında tutukluluğunun devamı hakkında karar verilen kişi bir milletvekili olduğu takdirde, çatışan değerlere bir yenisi eklenmekte ve kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının yanında, kişinin siyasi faaliyette bulunma ve temsil hakkını kullanamaması sonucu mahrum kalınan kamu yararının da dikkate alınması gerekmektedir. Aynı yaklaşım ifade ve örgütlenme özgürlüğünün başka bir alanını kapsayan sendika özgürlüğü bakımından geçerlidir.

37. Bu çerçevede mahkemelerin sendikal faaliyetlerle ilgili konularda tutukluluğun devamına karar verirken hem kişi hürriyeti ve güvenliği hakkından hem de sendika ve ifade özgürlüğünün kullanılmasından kaynaklanan yarardan çok daha ağır basan korunacak bir yararın varlığını somut olgulara dayanarak göstermeleri gerekir. Dolayısıyla, başvurucunun sendika ve ifade özgürlüğünü kullanması ile davanın tutuklu sürdürülmesindeki kamu yararı arasında ölçülü bir denge kurulduğu takdirde, tutukluluğun devamına ilişkin gerekçelerin ilgili ve yeterli oldukları sonucuna varılabilir.

38. Bu nedenle, bir suç isnadıyla yargılanan bir sendika üye veya temsilcisinin tutukluluk halinin incelenmesi sırasında, bu koruma tedbirinin sendika ve ifade özgürlüğünü işlevsiz hale getirebileceği göz ardı edilmemelidir. Öngörülen tedbir ile sınırlanması veya ortadan kaldırılması söz konusu olan temel hak ve özgürlük arasında yapılacak dengelemede, kişinin bu hak ve özgürlüğünü kullanmasına engel olmayacak diğer koruma tedbirlerinin uygulanabilirliği üzerinde özenle durulmalıdır. Bir suç sebebiyle yürütülen soruşturmada, 100. maddede belirtilen tutuklama sebeplerinin varlığı halinde, şüphelinin tutuklanması yerine adlî kontrol altına alınmasına karar verilebileceğini öngören 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 109. maddesinde buna imkân tanıyan hükümlere yer verildiği, maddede 6352 sayılı Kanun’la yapılan değişiklikler sonucunda bunların sayısının artırıldığı görülmektedir.

39. Başvuru konusu olayda, tutuklamanın devamına karar verilirken, davanın genel durumu yanında, tahliyesini talep eden kişinin özel durumunun dikkate alınması ve bu anlamda tutukluluk gerekçelerinin kişiselleştirilmesi bir zorunluluktur. Başvurucunun tahliye taleplerini inceleyen mahkemeler, bu talepleri reddederken gerekçelerini yeterince kişiselleştirmemiş, diğer alternatif koruma tedbirlerinin uygulanmasını ölçülülük açısından değerlendirmemiş, bir devlet memuru olup, aynı zamanda Kamu Emekçileri Sendikası’na (KESK) bağlı Tüm-Bel-Sen Genel Sekreteri olan başvurucunun kaçacağına ya da delilleri karartacağına dair inandırıcı somut olgular ortaya koyamamışlardır.

40. Belirtilen nedenlerle, başvurucunun bu başlık altında dile getirdiği şikâyetlerinin kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerektiğini düşündüğümüzden, çoğunluğun “başvurunun açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğu yönündeki görüşüne katılmadık