TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
İKİNCİ BÖLÜM
KARAR
İKİNCİ BÖLÜM
KARAR
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvurucu, Aralık/2001 dönemine ilişkin olarak ihtirazi kayıtla verdiği beyanname üzerinden banka ve sigorta muameleleri vergisi tahakkuk ettirilmesi işleminin iptali istemiyle açtığı davada verilen karar nedeniyle Anayasa'nın 35. maddesinde tanımlanan mülkiyet hakkının ve 36. maddesinde tanımlanan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, tazminat talebinde bulunmuştur.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru, 26/6/2013 tarihinde İstanbul Bölge İdare Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede belirlenen eksiklikler tamamlatılmış ve başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumunun bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 13/12/2013 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm tarafından 6/2/2014 tarihinde yapılan toplantıda kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiş, Adalet Bakanlığı 7/4/2014 tarihli yazı ile görüşünü sunmuştur.
6. Adalet Bakanlığının görüş yazısı 17/4/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş, başvurucu 2/5/2014 tarihli yazı ile karşı beyanda bulunmuştur.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu, 2001 yılı Aralık ayına ilişkin banka ve sigorta muameleleri vergisini ihtirazi kayıtla 15/1/2002 tarihinde posta yoluyla beyan etmiş ve aynı tarihte vergisini ödemiş, daha sonra ihtirazi kayıt talebi ilgi gösterilerek, iadenin yerine getirilemeyeceğinin 2/7/2002 tarihinde bildirilmesi üzerine, 24/7/2002 tarihinde işlemin iptali istemiyle İstanbul 5. Vergi Mahkemesinde dava açmış, anılan Mahkeme 24/12/2002 tarih ve E.2002/1608, K.2002/2747 sayılı kararı ile davayı kabul ederek, dava konusu tahakkuk işleminin iptaline karar vermiştir.
9. Bu kararın davalı idarece temyizi üzerine Danıştay Yedinci Dairesi 28/12/2005 tarih ve E.2003/1468, K.2005/3446 sayılı kararı ile dava açma süresi geçtikten sonra açılan davada süre aşımı bulunduğu gerekçesiyle İstanbul 5. Vergi Mahkemesi kararını bozmuştur.
10. Bu karara karşı başvurucunun yaptığı karar düzeltme başvurusu neticesinde Danıştay Yedinci Dairesi 24/9/2007 tarih ve E.2006/3702, K.2007/3711 sayılı kararı ile karar düzeltme talebini kabul etmiş ve tahakkuk işleminin başvurucuya tebliğ edilip edilmediği ile dava konusu işlemle ilgi kurulan ve 30/1/2002 tarihini taşıyan bir dilekçenin bulunup bulunmadığı, bu dilekçenin 15/1/2002 tarihinde postayla verilen ihtirazi kayıt dilekçesi olup olmadığının araştırılması gerekirken bu hususlar araştırılmaksızın verilen Mahkeme kararında isabet görülmediği gerekçesiyle kararı tekrar bozmuştur.
11. İstanbul 5. Vergi Mahkemesi 16/7/2008 tarih ve E.2007/3635, K.2008/1656 sayılı kararı ile davanın süre aşımı nedeniyle reddine karar vermiştir. Karar gerekçesi şöyledir:
".ihtirazı kayıt beyanı, yükümlülerin kendi beyan ettikleri matrahlar üzerinden yapılan tahakkuklara karşı dava açmalarına olanak sağlayan istisnai bir durum olup ihtirazi kayıt beyanı bu niteliği itibariyle idarenin yeni bir işlem tesis etmesini gerektiren, yada ihtirazi kaydın kabul edilmediğinin açıkça yada zımni olarak yükümlüye bildirilmesi zorunluluğu içeren bir başvuru niteliğinde bulunmamaktadır.
Bir başka ifadeyle yükümlüler ihtirazi kayıtla beyanda bulunmakla idareden bir işlem tesis edilmesini, var olan bir işlemin değiştirilmesini, kaldırılmasını, yerine yeni bir işlem tesis edilmesini istememekte, sadece ihtirazi kayıt koymakla kendi beyanına yada kendi iradesiyle yaptığı ödeme gibi bir işleme karşı dava açma hakkı kazanmakta olup ihtirazi kayıt müessesesi bu amaçla öngörülmüş ve kabul edilmiş bir müessesedir.
Yine sözü edilen düzenlemeler uyarınca yükümlüler tarafından beyanname verilmiş olmakla tahakkuk edecek vergilerin nevi ve miktarı da bilinmektedir. Zira idarece beyanname üzerinden farklı bir işlem yapılması, farklı bir şekilde tahakkuk verilmesi hukuken mümkün bulunmamakta olup idarece farklı bir işlem tesisi ancak tarhiyat yapılması ile mümkün olacaktır.
Bundan dolayı beyannamenin tevdii üzerine idarenin tahakkuk fişi ile vergileri tahakkuk ettirmesi zorunlu ise de tahakkuk fişinin ayrıca yükümlüye tebliğine gerek ve ihtiyaç bulunmamaktadır. Zira tebliğ işlemi, yükümlülerin hukuki durumunda değişiklik meydana getiren işlemler için ve yükümlülerin bu hukuki durumlarında meydana gelen değişikliklerden haberdar edilerek yasal haklarını kullanmalarını sağlamak için öngörülen yasal bir zorunluluktur. Tahakkuk fişi düzenlenmesi ile idarece, tek yanlı kamu gücüne dayalı olarak kesin ve yürütülmesi zorunlu bir işlem tesis edilmemekte kişilerin iradesine uygun olarak iradesi doğrultusunda kamusal bir görev yerine getirilmektedir.
213 sayılı Vergi Usul Kanununun sözü edilen 25 ve 27. maddeleri ile 93. maddelerinde yer verilen düzenlemelerden de bu sonuca varmak mümkün bulunmaktadır. Zira anılan maddelerde, beyannameyi veren kimsenin tahakkuk fişini almamasının verginin tahakkukuna engel olmayacağı belirtilmekte ve tahakkuk fişinin normal posta yoluyla tebliğ edileceği de değil gönderileceği belirtilmekte ve açıkça tahakkuk fişinden gayrı vergilendirme ile ilgili işlemlerin iadeli taahhütlü olarak tebliğ edileceği belirtilmekle de bu hususa işaret edilmektedir.
Bu durumda; ihtirazi kayıtla verilen beyanname üzerine, ihtirazi kayıtla beyanda bulunulduğu tarihten itibaren 30 gün içinde dava açılması gerekli ve zorunlu olup olayda davacı tarafından 15.01.2002 tarihinde ihtirazi kayıtla iadeli taahhütlü olarak beyanda bulunulması, iadeli taahhütlü olarak beyanda bulunulmasının mümkün ve bu halde postaya veriliş tarihinin beyan tarihi olması karşısında iadeli taahhütlü olarak beyanda bulunulduğu ve ödeme yapıldığı 15.01.2002 tarihinden itibaren 30 gün içinde en son 14.02.2002 tarihinde dava açılması gerekli ve zorunlu iken bu süre geçirilerek 24.7.2002 tarihinde açılan davanın süre aşımı nedeniyle esasının incelenmesi olanağı bulunmadığı ve davanın süreden reddi gerektiği sonucuna varılmıştır.
Öte yandan idarece 04.02.2002 tarihinde tahakkuk fişi düzenlenmiş ise de bu tarihte tahakkuk fişi düzenlenmesinin sebebi PTT ile gönderilen beyannamenin ve ihtirazi kaydın 30.01.2002 tarihinde idare kayıtlarına girmesi olup her halükarda idarece bu tarihte tahakkuk fişi düzenlenmiş olduğundan tahakkuk fişinin düzenlendiği 04.02.2002 tarihinden itibaren 30 gün içinde dava açılması gerektiği düşünülebilecek olsa dahi bu halde de dava açma süresi geçirildikten sonra dava açıldığı açıktır.
Kaldı ki; idarece iade yönünden yapılan inceleme sonucu düzenlenen vergi tekniği raporu da 19.06.2002 tarihinde tebliğ edilmiş durumda olup bu durumda davacının tahakkuku en geç bu tarih itibariyle bildiğinin kabulü gerekmektedir, 19.06.2002 tarihinden itibaren de 30 günlük dava açma süresi geçirildikten sonra 24.07.2002 tarihinde dava açılması karşısında davanın bu haliyle de süresinde olmadığı meydandadır.
İdarece, davacının, 30.01.2002 gün ve 12105 sayılı dilekçesine yer verilerek 02.07.2002 tarih ve 18259 sayılı yazı ile iadenin yerine getirilemeyeceği davacıya bildirilmiş ise de idarenin yazısında belirttiği 30.01.2002 gün ve 12105 sayılı davacı dilekçesinin, ara kararı cevabından, ihtirazi kayıt beyanı ve PTT ile gönderilen beyannamenin idare kayıtlarına intikal ettiği tarih olduğunun anlaşılması, bir başka deyişle davacının söz konusu yazıda yer verilen dilekçesinin ihtirazi kayıt beyanı dışında farklı ve yeni bir başvuru olmaması, bu itibarla davacının ihtirazi kayıtla beyandan sonra 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 11. maddesi uyarınca yapılmış bir başvurusu bulunduğundan söz edilmesine hukuken olanak bulunmaması, yine söz konusu dilekçenin yeni bir işlem tesisi başvurusu olarak değerlendirilmesinin ve davalı idarenin 02.07.2002 gün ve 18259 sayılı yazısının bu kapsamda yeni tesis edilmiş idari davaya konu olabilecek bir işlem mahiyetinde olmaması, 02.07.2002 gün ve 18259 sayılı yazının esasında zorunlu olmamakla birlikte idarece ihtirazi kaydın ve iadenin neden yapılmadığının izahı mahiyetinde ve tekrar niteliğinde bilgilendirici bir işlem olduğunun görülmesi karşısında bu yazı ile yeni bir dava açma süresi başladığının kabulüne de olanak görülmemiştir.
Açıklanan nedenlerle davanın 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 14/6 ve 15/1-b maddeleri uyarınca SÜREDEN REDDİNE,."
12. Bu karara karşı yapılan temyiz başvurusu üzerine Danıştay Yedinci Dairesinin 29/4/2010 tarih ve E.2008/6106, K.2010/2066 sayılı kararı ile İlk Derece Mahkemesi kararının bozulmasına karar verilmiştir. Karar gerekçesi şöyledir:
".davacı banka tarafından15.1.2002 gününde vergi dairesine ödenen Aralık/2001 dönemine ait banka ve sigorta muameleleri vergisinin, 5422 sayılı Kurumlar Vergisi Kanununun geçici 29'uncu maddesinin 3'üncü fıkrası uyarınca ödenmemesi gerektiği halde ödendiği belirtilerek, iadesi istemiyle 2577 sayılı Kanunun 10'uncu maddesine göre 15.1.2002 günlü olup, 30.1.2002 gününde idare kaydına intikal eden dilekçe ile yapılan başvurunun 2.7.2002 tarihli işlemle iade talebinin yerine getirilemeyeceği gerekçesiyle reddedilerek aynı gün tebliği üzerine, yukarıda sözü edilen 10'uncu maddesinde yer alan, ilgililerin yetkili idari makamlarca verilen cevabın tebliğinden itibaren süresi içerisinde dava açabilecekleri hükmü uyarınca, anılan işlemin iptali istemiyle 24.7.2002 gününde açılmış olan davada; Mahkemece, işin esası incelenmek suretiyle karar verilmesi gerekirken, davanın süre aşımı nedeniyle reddi yolundaki temyize konu mahkeme kararında hukuki isabet görülmemiştir."
13. Bu karara karşı davalı idarece karar düzeltme yoluna başvurulması üzerine Danıştay Yedinci Dairesi 26/3/2013 tarih ve E.2011/2195, K.2013/1471 sayılı kararı ile bu kez davalı idarenin karar düzeltme talebini kabul ederek kendi bozma kararını kaldırmış ve İstanbul 5. Vergi Mahkemesi kararının onanmasına karar vermiş, karar başvurucuya 27/5/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir.
14. Başvurucu, 26/6/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur.
15. Diğer taraftan başvurucu, banka ve sigorta muameleleri vergisinden muaf olduğundan bahisle vergi tahakkukunun terkini talebiyle idare nezdinde düzeltme ve şikayet başvurusunda bulunmuş, bu başvuruların reddi üzerine açtığı dava, İstanbul 3. Vergi Mahkemesinin 28/12/2007 tarih ve E.2007/196, K.2007/3278 sayılı kararı ile reddedilmiş, bu kararı temyizen inceleyen Danıştay Yedinci Dairesi de 26/3/2013 tarih ve E.2008/1260, K.2013/1473 sayılı kararı ile Mahkeme kararının onanmasına karar vermiştir.
16. Bu karara karşı yapılan karar düzeltme başvurusu, Anayasa Mahkemesine yapılan bireysel başvurudan sonra anılan Dairenin 26/12/2013 tarih ve E.2013/5147, K.2013/7882 sayılı kararı ile reddedilmiştir.
B. İlgili Hukuk
17. 4/1/1961 tarih ve 213 sayılı Vergi Usul Kanunu'nun 25. maddesi şöyledir:
"Vergi kanunlarına göre beyan üzerinden alınan vergiler "Tahakkuk fişi" ile tarh ve tahakkuk ettirilir.
Bu esasa göre, vergi dairesince beyannamenin alınması üzerine bir tahakuk fişi tanzim olunur ve bunun bir nüshası mükellefe veyahut beyannameyi mükellef namına vergi dairesine tevdi edene verilir. Bu suretle vergi tahakkuk etmiş olur. Tahakkuk fişinin mükellefe verilen nüshası aynı zamanda beyannamenin makbuzu yerine geçer.
Lüzum görülen hallerde beyana dayanan vergi tahakkuk fişi yerine ihbarname ile tebliğ olunabilir. Kanunen belli hallerde tebliğ tekalif cetvelinin ilaniyle yapılır."
18. 213 sayılı Kanun'un 28. maddesinin birinci ve ikinci fıkraları şöyledir:
"Beyannamenin posta ile gönderilmesi halinde de tahakkuk fişi kesilir. Bu takdirde, tahakkuk fişinin mükellefe verilecek nüshası, kapalı bir zarf içinde, mükellefin beyannamede gösterdiği adrese gönderilir ve fişin dairede kalan nüsnasına posta zimmet defterinin tarih ve numarası işaret olunur.
Beyannamenin elektronik ortamda gönderilmesi halinde tahakkuk fişi elektronik ortamda düzenlenir ve mükellef veya elektronik ortamda beyanname gönderme yetkisi verilmiş gerçek veya tüzel kişiye elektronik ortamda iletilir. Bu ileti, tahakkuk fişinin mükellefe tebliği yerine geçer."
19. 213 sayılı Kanun'un 93. maddesi şöyledir:
"Tahakkuk fişinden gayri, vergilendirme ile ilgili olup, hüküm ifade eden bilümum vesikalar ve yazılar adresleri bilinen gerçek ve tüzel kişilere posta vasıtasiyle ilmühaberli taahhütlü olarak, adresleri bilinmiyenlere ilan yolu ile tebliğ edilir.
Şu kadar ki, ilgilinin kabul etmesi şartiyle, tebliğin daire veya komisyonda yapılması caizdir."
20. 213 sayılı Kanun'un 114. maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:
"Beyannamenin posta ile gönderilmesi halinde, beyan edilen vergi tahakkuk işleminin bitmesi beklenmeksizin vadesinde ödenir."
21. 213 sayılı Kanun'un 378. maddesi şöyledir:
"Vergi mahkemesinde dava açabilmek için verginin tarh edilmesi, cezanın kesilmesi, tadilat ve takdir komisyonları kararlarının tebliğ edilmiş olması; tevkif yoluyla alınan vergilerde istihkak sahiplerine ödemenin yapılmış ve ödemeyi yapan tarafından verginin kesilmiş olması lazımdır.
Mükellefler beyan ettikleri matrahlara ve bu matrahlar üzerinden tarh edilen vergilere karşı dava açamazlar. Bu Kanunun vergi hatalarına ait hükümleri mahfuzdur."
22. 6/1/1982 tarih ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 7. maddesi şöyledir:
"1. Dava açma süresi, özel kanunlarında ayrı süre gösterilmeyen hallerde Danıştayda ve idare mahkemelerinde altmış ve vergi mahkemelerinde otuz gündür.
2. Bu süreler;
a) İdari uyuşmazlıklarda; yazılı bildirimin yapıldığı,
b) Vergi, resim ve harçlar ile benzeri mali yükümler ve bunların zam ve cezalarından doğan uyuşmazlıklarda: Tahakkuku tahsile bağlı olan vergilerde tahsilatın; tebliğ yapılan hallerde veya tebliğ yerine geçen işlemlerde tebliğin; tevkif yoluyla alınan vergilerde istihkak sahiplerine ödemenin; tescile bağlı vergilerde tescilin yapıldığı ve idarenin dava açması gereken konularda ise ilgili merci veya komisyon kararının idareye geldiği;
Tarihi izleyen günden başlar."
23. 2577 sayılı Kanun'un 8. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
"Süreler, tebliğ, yayın veya ilan tarihini izleyen günden itibaren işlemeye başlar."
24. 2577 sayılı Kanun'un 10. maddesi şöyledir:
"1. İlgililer, haklarında idari davaya konu olabilecek bir işlem veya eylemin yapılması için idari makamlara başvurabilirler.
2. Altmış gün içinde bir cevap verilmezse istek reddedilmiş sayılır. İlgililer altmış günün bittiği tarihten itibaren dava açma süresi içinde, konusuna göre Danıştaya, idare ve vergi mahkemelerine dava açabilirler. Altmış günlük süre içinde idarece verilen cevap kesin değilse ilgili bu cevabı, isteminin reddi sayarak dava açabileceği gibi, kesin cevabı da bekleyebilir. Bu takdirde dava açma süresi işlemez. Ancak, bekleme süresi başvuru tarihinden itibaren altı ayı geçemez. Dava açılmaması veya davanın süreden reddi hallerinde, altmış günlük sürenin bitmesinden sonra yetkili idari makamlarca cevap verilirse, cevabın tebliğinden itibaren altmış gün içinde dava açabilirler."
25. 2577 sayılı Kanun'un 11. maddesi şöyledir:
"1. İlgililer tarafından idari dava açılmadan önce, idari işlemin kaldırılması, geri alınması değiştirilmesi veya yeni bir işlem yapılması üst makamdan, üst makam yoksa işlemi yapmış olan makamdan, idari dava açma süresi içinde istenebilir. Bu başvurma, işlemeye başlamış olan idari dava açma süresini durdurur.
2. Altmış gün içinde bir cevap verilmezse istek reddedilmiş sayılır.
3. İsteğin reddedilmesi veya reddedilmiş sayılması halinde dava açma süresi yeniden işlemeye başlar ve başvurma tarihine kadar geçmiş süre de hesaba katılır."
26. 2577 sayılı Kanun'un 14. maddesi şöyledir:
".
3. (Değişik: 5/4/1990 - 3622/5 md.) Dilekçeler, Danıştayda daire başkanının görevlendireceği bir tetkik hakimi, idare ve vergi mahkemelerinde ise mahkeme başkanı veya görevlendireceği bir üye tarafından:
.
e) Süre aşımı,
.
Yönlerinden sırasıyla incelenir.
.
6. Yukarıdaki hususların ilk incelemeden sonra tespit edilmesi halinde de davanın her safhasında 15 nci madde hükmü uygulanır."
27. 2577 sayılı Kanun'un 27. maddesinin olay tarihinde yürürlükte bulunan (3) numaralı fıkrası şöyledir:
"Vergi mahkemelerinde, vergi uyuşmazlıklarından doğan davaların açılması, tarh edilen vergi, resim ve harçlar ile benzeri mali yükümlerin ve bunların zam ve cezalarının dava konusu edilen bölümünün tahsil işlemlerini durdurur. Ancak, 26'ncı maddenin 3'üncü fıkrasına göre işlemden kaldırılan vergi davası dosyalarında tahsil işlemi devam eder. Bu şekilde işlemden kaldırılan dosyanın yeniden işleme konulması ile ihtirazi kayıtla verilen beyannameler üzerine yapılan işlemlerle tahsilat işlemlerinden dolayı açılan davalar, tahsil işlemini durdurmaz. Bunlar hakkında yürütmenin durdurulması istenebilir."
28. 2577 sayılı Kanun'un 54. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
"Danıştay dava daireleri ve İdari veya Vergi Dava Daireleri Kurullarının temyiz üzerine verdikleri kararlar ile bölge idare mahkemelerinin itiraz üzerine verdikleri kararlar hakkında, bir defaya mahsus olmak üzere kararın tebliğ tarihini izleyen onbeş gün içinde taraflarca;
a) Kararın esasına etkisi olan iddia ve itirazların, kararda karşılanmamış olması,
b) Bir kararda birbirine aykırı hükümler bulunması,
c) Kararın usul ve kanuna aykırı bulunması,
d) (Değişik: 5/4/1990 - 3622/23 md.) Hükmün esasını etkileyen belgelerde hile ve sahtekarlığın ortaya çıkmış olması,
Hallerinde kararın düzeltilmesi istenebilir."
29. 6/1/1982 tarih ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 1. maddesinin (2) numaralı fıkrası, 14. maddesinin (4) numaralı fıkrası, 20. maddesinin (5) numaralı fıkrası, 49. maddesinin (3) numaralı fıkrası ile 60. maddesi.
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
30. Mahkemenin 16/4/2015 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 26/6/2013 tarih ve 2013/4553 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
31. Başvurucu, hatalı yapılan yargılama nedeniyle 40.809.297,45 TL zararının bulunduğunu, yargılamanın makul sürede bitirilmediğini, bozma kararında belirtilen çerçevenin dışına çıkılarak İstanbul 5. Vergi Mahkemesince süre ret kararı verildiğini, aşırı şekilci davranılarak hakkın özüne dokunulduğunu belirterek, Anayasa'nın 35. maddesinde tanımlanan mülkiyet hakkının ve 36. maddesinde tanımlanan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, ihlalin giderilmesi için yeniden yargılama yapılmasına karar verilmesi, aksi halde vergi ve gecikme faizinden oluşan 40.809.297,45 TL ödemenin tahsil tarihinden itibaren işletilecek yasal faiziyle birlikte tazminine karar verilmesi talebinde bulunmuştur.
B. Değerlendirme
32. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı değildir. Başvurucu, hatalı yapılan yargılama nedeniyle 40.809.297,45 TL zararının bulunduğunu ve bu nedenle mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmekte ise de bu iddia İstanbul 5. Vergi Mahkemesinde açılan davanın süre aşımı yönünden reddedilmesiyle ilgilidir. Bu nedenle başvuru, mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği ve davanın makul sürede sonuçlandırılmadığı iddiaları çerçevesinde değerlendirilmiştir.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
a. Mahkemeye Erişim Hakkının İhlali İddiası
33. Başvurucu, açtığı davanın süresinde olmadığı gerekçesiyle reddedilmesinin aşırı şekilci bir yaklaşım olduğunu ve hakkın özüne dokunduğunu, Danıştay Yedinci Dairesinin bozma gerekçesinin dışına çıkılarak karar verildiğini belirterek, Anayasa'nın 36. maddesinde tanımlanan hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
34. Bakanlık görüşünde, başvurucu tarafından banka ve sigorta muameleleri vergisinin ihtirazi kayıt beyan edilerek ödemesinden sonra, tahakkuk eden verginin iptali istemiyle açılan davada, İlk Derece Mahkemesi tarafından verilen süreaşımı nedeniyle ret kararının Danıştay'ın onamasıyla kesinleştiği, davanın süresinde açılıp açılmadığına ilişkin değerlendirmenin, 2577 sayılı Kanun'un 14. maddesinin (6) numaralı fıkrası gereğince resen ve davanın her aşamasında göz önüne alınması gereken bir husus olduğu, süre ret kararının aşırı şekilci davranılarak verilmesi suretiyle hakkın özüne dokunulduğu iddiası değerlendirilirken, yukarıda açıklanan hususların Anayasa Mahkemesinin dikkatine sunulması gerektiği ifade edilmiştir.
35. Başvurucu, bu kısma ilişkin Bakanlık görüşüne cevap vermemiştir.
36. Anayasa'nın "Hak arama hürriyeti" kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir."
37. Anayasa'nın "Temel hak ve hürriyetlerin korunması" kenar başlıklı 40. maddesi şöyledir:
"Anayasa ile tanınmış hak ve hürriyetleri ihlâl edilen herkes, yetkili makama geciktirilmeden başvurma imkânının sağlanmasını isteme hakkına sahiptir.
(Ek fıkra: 3.10.2001-4709/16 md.) Devlet, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorundadır.
Kişinin, resmî görevliler tarafından vâki haksız işlemler sonucu uğradığı zarar da, kanuna göre, Devletçe tazmin edilir. Devletin sorumlu olan ilgili görevliye rücu hakkı saklıdır."
38. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Adil yargılanma hakkı" kenar başlıklı 6. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
"Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini istemek hakkına sahiptir. ."
39. Anılan kurallar uyarınca, ilke olarak derece mahkemeleri önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile derece mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun esas yönünden adil olup olmaması bireysel başvuru incelemesine konu olamaz. Bunun tek istisnası, derece mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda bariz takdir hatası veya açık keyfilik içermesi ve bu durumun kendiliğinden bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlükleri ihlal etmiş olmasıdır. Bu çerçevede, kanun yolu şikâyeti niteliğindeki başvurular, bariz takdir hatası veya açık keyfilik bulunmadıkça Anayasa Mahkemesince incelenemez (Necati Gündüz ve Recep Gündüz, B. No: 2012/1027, 12/2/2013, § 26).
40. Adil yargılanma hakkının en temel unsurlarından biri olan mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına gelmektedir (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 52). Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), mahkemeye etkili erişim hakkını "hukukun üstünlüğü" ilkesinin temel unsurlarından biri olarak kabul etmekte ve mahkemeye etkili erişim hakkının, mahkemeye başvuru konusunda tutarlı bir sistemin var olmasını ve dava açmak isteyen kişilerin mahkemeye ulaşmada açık, pratik ve etkili fırsatlara sahip olmasını gerektirdiğini ifade etmektedir. Bu sebeple hukuki belirsizliklerin ya da uygulamadaki belirsizliklerin tarafların mahkemeye erişimine zarar verdiği durumlarda bu hakkın ihlâl edildiğine karar verilmektedir (Geffre/Fransa, B. No: 51307/99, 23/1/2003, § 34).
41. Mahkemeye erişim hakkı, kural olarak mutlak bir hak olmayıp, sınırlandırılabilen bir haktır. Bununla birlikte getirilecek sınırlandırmaların, hakkın özünü zedeleyecek şekilde kısıtlamaması, meşru bir amaç izlemesi, açık ve ölçülü olması ve başvurucu üzerinde ağır bir yük oluşturmaması gerekir (Serkan Acar, B. No: 2013/1613, 2/10/2013, § 38). Devletler bir davanın açılabilirliğine ilişkin olarak takdir yetkilerine dayanarak bazı sınırlamalar getirebilir ve bu davalar niteliği gereği düzenleyici işlemlere konu olabilir. Bununla birlikte, bu sınırlamalar dava açmak isteyen bir kişinin mahkemeye erişim hakkının özüne zarar verecek seviyeye ulaşmamalıdır (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Edificaciones March Gallego S.A./İspanya, B. No: 28028/95, 19/2/1998, § 34 ve Rodríguez Valín/İspanya, B. No: 47792/99, 11/10/2001, § 22).
42. Mahkemeye erişimi aşırı derecede zorlaştıran ya da imkânsız hale getiren uygulamalar mahkemeye erişim hakkını ihlal edebilir. Bununla birlikte dava açma ya da kanun yollarına başvuru için belli sürelerin öngörülmesi, bu süreler dava açmayı imkânsız kılacak ölçüde kısa olmadıkça hukuki belirlilik ilkesinin bir gereğidir ve mahkemeye erişim hakkına aykırılık oluşturmaz. Ne var ki, öngörülen süre koşullarının açıkça hukuka aykırı olarak yanlış uygulanması ya da yanlış hesaplanması nedeniyle kişiler dava açma ya da kanun yollarına başvuru hakkını kullanamamışsa mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğini kabul etmek gerekir (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Osu/İtalya, B. No: 36534/97, 11/7/2002, §§ 36-40).
43. Belli bir hakkın mahkemede ileri sürülebilmesi ya da hak arama hürriyeti kapsamında bir davanın açılabilmesi için öngörülecek süreler hukuk güvenliği ilkesi gereği olup, adil yargılanma hakkının ihlali olarak değerlendirilemez. Anılan süreler, mahkemelerin zamanın geçmesi nedeniyle güvenilirliği kalmayan, eksik ya da ulaşılması zor kanıtlara dayanarak uzak geçmişte meydana gelmiş olaylar hakkında karar vermelerini istemekle oluşabilecek adaletsizliklerin önüne geçmek ve hukuk güvenliğini sağlamak gibi önemli ve meşru amaçlara hizmet ederler. Süre sınırlaması getiren bu müdahaleler, devletin takdir yetkisi içinde olup, ulaşılmak istenen meşru amaçla orantılı oldukça ve hakkın özünü zedelemedikçe Anayasa'da yer alan hak arama hürriyetini engellemiş sayılmazlar (Benzer yöndeki AİHM kararı için bkz. Stubbings ve Diğerleri/Birleşik Krallık, B. No: 22083/93, 22095/93; 22/10/1996, § 51).
44. Bunun yanında bir mahkemeye başvuru hakkının yasal bir takım şartlara tabi tutulması kabul edilebilir olsa da, mahkemeler usul kurallarını uygularken bir yandan âdil yargılanma hakkını ihlâl edebilecek aşırı şekilcilikten, diğer yandan da yasalar tarafından düzenlenen usul kurallarının ortadan kaldırılması sonucunu doğurabilecek aşırı gevşeklikten kaçınmalıdırlar (Walchli/Fransa, B. No: 35787/03, 26/7/2007, § 29).
45. Anayasa'nın 40. maddesinin ikinci fıkrasında Devletin işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorunda olduğu ifade edilmiştir.
46. Anayasa'nın 125. maddesinin üçüncü fıkrasında da idarî işlemlere karşı açılacak davalarda sürenin, yazılı bildirim tarihinden başlayacağı açık bir şekilde hükme bağlanmıştır.
47. 2577 sayılı Kanun'un 7. maddesi ile vergi uyuşmazlıklarında; tahakkuku tahsilâta bağlı vergilerde tahsilâtın, tebliğ yapılan hallerde veya tebliğ yerine geçen işlemlerde tebliğin, tevkif yoluyla alınan vergilerde istihkak sahiplerine ödemenin, tescile bağlı vergilerde tescilin yapıldığı ve idarenin dava açması gereken konularda ise ilgili merci veya komisyon kararının idareye geldiği tarihi izleyen günden başlayacağı hükme bağlanmıştır.
48. Beyana dayanan vergilendirme, vergi kanunlarında gösterilen tespit şekillerine göre belirlenen matrahlar ve oranlar üzerinden hesaplanan verginin, mükellefler tarafından, vergi kanunlarında öngörülen zamanda bir beyanname ile bildirilmesini, bildirilen bu verginin kural olarak, tahakkuk fişi düzenlenmek suretiyle tarh edilmesini ifade etmektedir.
49. Vergi mevzuatının uygulanması sonucunda tesis edilen ve idari davaya konu edilebilecek işlemler 213 sayılı Kanun'un 378. maddesinin birinci fıkrasında düzenlenmiştir. Buna göre vergi mahkemesinde dava açılabilmesi için verginin tarh edilmesi, cezanın kesilmesi, tadilat ve takdir komisyonu kararlarının tebliğ edilmiş olması, tevkif yoluyla alınan vergilerde istihkak sahiplerine ödemenin yapılmış olması ve ödemeyi yapan tarafından verginin kesilmiş olması zorunludur. Maddenin ikinci fıkrasında ise, mükelleflerin beyan ettikleri matrahlara ve bu matrahlar üzerinden tarh edilen vergilere karşı dava açamayacakları, ancak bu Kanun'un vergi hatalarına ait hükümlerinin saklı olduğu hükme bağlanmış, aynı Kanun'un altıncı kısmının "vergi hatalarını düzeltme ve reddiyat " başlıklı üçüncü bölümünde ise vergi hatalarıyla ilgili olarak idari uyuşmazlık çıkarma yöntemine ilişkin kurallara yer verilmiştir.
50. Mükelleflerin beyan ettikleri matrahlara ve bu matrahlar üzerinden tarh edilen vergilere karşı dava açamayacakları kuralının istisnalarından birisini oluşturan 2577 sayılı Kanun'un 27. maddesinin olay tarihinde yürürlükte bulunan (3) numaralı fıkrasında yer alan düzenleme uyarınca, ihtirazi kayıtla verilen beyannameler üzerinden tarh edilen vergilere karşı dava açılabileceği anlaşılmaktadır.
51. Başvurucu, açtığı davanın süre aşımı nedeniyle reddedilmesinin aşırı şekilci bir yorum olduğundan ve hakkın özüne dokunduğundan şikâyet etmektedir.
52. Bireysel başvuruya konu olan ve sonuç itibarı ile süre aşımı nedeniyle reddedilen davada başvurucu, düzenlediği ihtirazi kayıtlı beyannamesini 15/1/2002 tarihinde posta yoluyla vergi dairesine göndermiş ve aynı tarihte beyan ettiği vergiyi ödemiştir. Başvurucu ihtirazi kayıtla gönderdiği beyannameye konu vergiye karşı, kendisine gönderilen 2/7/2002 tarih ve 18259 sayılı yazı ile iadenin yerine getirilemeyeceğine ilişkin yazının tebliği üzerine 2577 sayılı Kanun'da öngörülen 30 günlük dava açma süresi içinde dava açmıştır. İlk Derece Mahkemesi ise ihtirazi kayıtla verilen beyannamelere karşı beyannamenin verildiği tarihten itibaren süresi içinde dava açılması gerektiği, zira ihtirazi kayıt beyanı üzerine idarenin yeni bir işlem tesis etmediği, bu kaydın beyanname ile verilen vergilere karşı dava açabilmenin ön şartını oluşturduğunu ifade ettikten sonra davanın hangi sebeplerle süresinde açılmadığını belirtmiştir. Mahkeme öncelikle beyannamenin postaya verildiği ve beyan edilen verginin ödendiği tarih olan 15/1/2002 tarihinden itibaren 30 gün içinde dava açılması gerekirken bu sürenin geçirilmesinden sonra açılan davanın süresinde olmadığı, ikinci olarak 4/2/2002 tarihinde düzenlenen tahakkuk fişinin düzenlenme tarihinden itibaren 30 gün içinde dava açılması gerekirken bu sürenin de geçirildiği, son olarak ise başvurucunun ihtirazi kayıtla verdiği beyannamede belirttiği iadeye ilişkin talebe yönelik yapılan inceleme sonucu düzenlenen vergi tekniği raporunun tebliğ tarihi olan 19/6/2002 tarihinden itibaren de 30 gün içinde davanın açılmadığı gerekçeleriyle davayı süre aşımı nedeniyle reddetmiştir.
53. AİHM, süre koşulu gibi dava açmaya ilişkin usul koşulları birden fazla yoruma neden olabilecek nitelikte ise, mahkemeye erişim hakkı kapsamında o yorumlardan birinin davayı açmak isteyen kişileri engelleyecek şekilde katı bir şekilde kullanılmaması veya söz konusu koşulların katı bir uygulamaya tabi olmaması gerektiğini ifade etmiştir (Bkz. Beles/Çek Cumhuriyeti, B. No: 47273/99, 12/11/2002, § 51; Tricard/Fransa, B. No: 40472/98, 10/7/2001, § 33).
54. İdari işlemlerin sürekli bir biçimde dava açılma tehdidi altında kalmasını engellemek, kamu hizmetinin hızlı ve etkin biçimde yürütülmesini sağlamak düşüncesi ile idari davaların açılma süresi kanunlarla düzenlenmiş; Anayasa'nın 125. maddesi ve çeşitli usul kanunları uyarınca bu sürelerin işlemeye başlaması idari işlemlerin yazılı bildirimine bağlanmıştır. Yazılı bildirim esasının anayasal kural olarak düzenlenmesinin temel amacı, idari işlemler karşısında kişilerin hak ve çıkarlarının yargısal yolla korunması; bunun sağlanması için de dava açma hakkının kullanılmasının anayasal güvence altına alınmasıdır. Başka bir ifade ile yazılı bildirimin önemi, özellikle kişilerin menfaatlerini ihlal eden idari işlemlere karşı dava açma hakkının kullanılmasında ortaya çıkmaktadır Usul kurallarının, hukuki güvenliğin sağlanması ve yargılamanın düzgün bir şekilde yürütülmesi sonucu adaletin tecelli etmesine hizmet etmek yerine kişilerin davalarının yetkili bir mahkeme tarafından görülmesi bakımından bir çeşit engel haline gelmeleri durumunda mahkemeye erişim hakkı ihlal edilmiş olacaktır (Kamil Koç, B. No: 2012/660, 7/11/2013, § § 66-68).
55. Bir kanuni düzenlemenin bireylerin davranışını ona göre düzenleyebileceği kadar kesinlik içermesi, kişinin gerektiği takdirde hukuki yardım almak suretiyle, bu kanunun düzenlediği alanda belli bir eylem nedeniyle ortaya çıkacak sonuçları makul bir düzeyde öngörebilmesi gerekmektedir. Öngörülebilirliğin mutlak ölçüde olması gerekmez. Kanunun açıklığı arzu edilir bir durum olmakla birlikte bazen aşırı bir katılığı da beraberinde getirebilir. Oysa hukukun ortaya çıkan değişikliklere uyarlanabilmesi gerekmektedir. Birçok kanun, işin doğası gereği, yorumlanması ve uygulanması pratik gerçekliğe bağlı olan yoruma açık formüller içermektedir (Kamil Koç, B. No: 2012/660, 7/11/2013, § 71).
56. Başvuru konusu olayda, davaya bakan İlk Derece Mahkemesi, öncelikle ihtirazi kayıt ile verilen beyanname üzerine düzenlenen tahakkuk fişinin hukuki niteliğini ortaya koymuş ve daha sonra beyan edilen verginin iadesi yönünden yapılan ihtirazi kaydın neden yerinde görülmediğine ilişkin başta, başvurucuya 19/6/2002 tarihinde tebliğ edilen vergi tekniği inceleme raporu olmak üzere üç farklı neden ile davanın süresinde açılmadığı sonucuna varmak suretiyle davayı karara bağlamıştır. Mahkeme kararın son kısmında da ihtirazi kayıtla verilen beyanname dışında verginin iadesine ilişkin bir başvurunun yapılmadığını, başvurucuya tebliğ edilen 2/7/2002 tarih ve 18259 sayılı yazının da bilgilendirme niteliğinde olduğunu ve idari davaya konu olacak bir işlem niteliğinde olmadığı gerekçesiyle bu yazının dava açma süresine bir etkisinin bulunmadığını belirtmiştir.
57. 213 sayılı Kanun'un 25. maddesinde beyan üzerine alınan vergilerin tahakkuk fişi ile tarh ve tahakkuk ettirileceği, 28. maddesinde beyannamenin posta ile gönderilmesi halinde de tahakkuk fişinin düzenleneceği ve bu durumda tahakkuk fişinin mükellefe verilecek nüshasının beyannamede gösterilen adrese posta ile gönderileceği, elektronik ortamda gönderilen beyannameler için düzenlenecek tahakkuk fişinin yine elektronik ortamda gönderileceği ve bunun tebliğ yerine geçeceği, 93. maddesinde tahakkuk fişi dışında vergilendirmeye ilişkin hüküm ifade eden vesika ve yazıların adresi bilinen mükelleflere posta yoluyla taahhütlü olarak, adresi bilinmeyen mükelleflere ise ilan yoluyla tebliğ olunacağı, 111. maddesinde ise beyannamenin posta ile gönderilmesi halinde beyan edilen verginin, tahakkuk işleminin bitmesi beklenmeksizin vadesinde ödeneceği kural altına alınmıştır.
58. Beyana dayanan vergilerde vergi beyannamesine ihtirazi kayıt konulması, beyannamede hesaplanan verginin tümü ya da bir kısmının tahakkukuna karşı çıkılarak, ihtirazi kaydın konusunu oluşturan nedenin tarhı yapan idare tarafından kabul edilmemesi halinde, beyanname üzerinden tarh edilen verginin ihtirazi kayıt konulan kısmının dava konusu edilebilmesini olanaklı kılmaktadır (Danıştay Vergi Dava Daireleri Kurulu E.2012/286, K.2013/558, K.T.27/11/2013).
59. Vergi beyannamesine ihtirazi kayıt konulması yalnızca beyan edilen verginin tamamına veya bir kısmına karşı dava açma hakkının sağlanması için bir ön şart olup, usul hükümlerinin uygulanmamasına yönelik bir etkiye ve verginin vadesinde ödenmesine engel olmadığı gibi, 213 sayılı Kanun'un 25. maddesinde, posta yoluyla gönderilen beyannameler için düzenlenen tahakkuk fişinin ilgiliye gönderileceği belirtilmiş ise de aynı Kanun'un 93. maddesinde, tahakkuk fişinin ilgiliye tebliğ edilmesinin gerekmediği kural altına alınmıştır.
60. Davaya bakan İlk Derece Mahkemesi, öncelikle ihtirazi kayıt ile verilen beyanname üzerine düzenlenen tahakkuk fişinin hukuki niteliğini ortaya koymuş ve daha sonra da üçüncüsü beyan edilen verginin iadesi yönünden yapılan ihtirazi kaydın neden yerinde görülmediğine ilişkin başta, başvurucuya tebliğ edilen vergi tekniği inceleme raporu olmak üzere üç farklı neden ile davanın süresinde açılmadığını karara bağlamıştır. Mahkeme kararın son kısmında da ihtirazi kayıtla verilen beyanname dışında verginin iadesine ilişkin bir başvurunun yapılmadığı, başvurucuya tebliğ edilen 2/7/2002 tarih ve 18259 sayılı yazının da bilgilendirme niteliğinde olduğu ve idari davaya konu olacak bir işlem niteliğinde olmadığı gerekçesiyle, bu yazının dava açma süresine bir etkisinin bulunmadığını da belirtmiştir.
61. Başvuru konusu olayda İlk Derece Mahkemesi ve sonuç itibarıyla Danıştay, mevzuat hükümlerini değerlendirmek suretiyle dava açma süresinin olayda geçirildiği sonucuna ulaşmış olup, yapılan değerlendirme ve ulaşılan sonuç, dava açmayı imkânsız kılacak nitelikte aşırı şekilci bir yaklaşım olmadığı gibi belirtilen kanun hükümlerine önceden öngörülmeyecek şekilde olağanın dışında bir anlam vermek suretiyle sonuca ulaşıldığına dair bir uygulama olarak da değerlendirilmemiştir.
62. Diğer taraftan başvurucu Danıştay Yedinci Dairesinin bozma kararında belirttiği hususların dışına çıkılarak İlk Derece Mahkemesince değerlendirme yapılmak suretiyle davanın süre aşımı nedeniyle reddedildiğini de ileri sürmüştür.
63. 2577 sayılı Kanun'un 14. maddesinde davanın süresinde açılıp açılmadığının ilk inceleme konusu olduğu, ancak bu durumun ilk incelemeden sonra tespit edilmesi halinde de süre aşımı nedeniyle davanın reddine karar verilebileceği düzenlenmiş olup, başvuru konusu olayda da Danıştay Yedinci Dairesinin bozma kararında belirttiği husus da araştırılmak suretiyle İlk Derece Mahkemesince davanın süresinde açılmadığı yönünde sonuca ulaşıldığı görülmekle, başvurucunun bu iddiasının mahkeme kararının sonucuna ilişkin olduğu anlaşılmaktadır.
64. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun mahkemeye erişim hakkına yönelik başvuru konusu olayda usul kuralları önceden öngörülmeyecek şekilde olağanın dışında farklı yorumlanmadığı gibi Derece Mahkemesi kararlarının bariz takdir hatası veya açık bir keyfilik de içermediği anlaşıldığından, başvurunun bu kısmının diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin "açıkça dayanaktan yoksun olması" nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Davanın Makul Sürede Sonuçlandırılmadığı İddiası
65. Başvurucu, açtığı davanın makul sürede sonuçlandırılmadığını belirterek Anayasa'nın 36. maddesinde tanımlanan hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş olup, bu şikâyet açıkça dayanaktan yoksun olmadığı gibi diğer kabul edilemezlik nedenlerinden herhangi biri de bulunmamaktadır. Bu nedenle, başvurunun bu bölümüne ilişkin olarak kabul edilebilirlik kararı verilmesi gerekir.
2. Esas Yönden
66. Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün olmayıp (K2, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18), Sözleşme metni ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarından ortaya çıkan ve adil yargılanma hakkının somut görünümleri olan alt ilke ve haklar, esasen Anayasa'nın 36. maddesinde yer verilen adil yargılanma hakkının da unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de Anayasa'nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı birçok kararında, ilgili hükmü Sözleşme'nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle, Sözleşme'nin lafzi içeriğinde yer alan ve AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara, Anayasa'nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir. Somut başvurunun dayanağını oluşturan makul sürede yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup, ayrıca davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten Anayasa'nın 141. maddesinin de, Anayasa'nın bütünselliği ilkesi gereği, makul sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması gerektiği açıktır (K1 ve Diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 38-39).
67. Davanın karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir davanın süresinin makul olup olmadığının tespitinde göz önünde bulundurulması gereken kriterlerdir (K1 ve Diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 41-45).
68. Anayasa'nın 36. maddesi ve Sözleşme'nin 6. maddesi uyarınca, medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin uyuşmazlıkların makul sürede karara bağlanması gerekir. Hukuk sisteminde yer alan mevzuat hükümleri gereğince "kamu hukuku" alanına dâhil olan, ancak sonucu itibarıyla özel nitelikteki haklar ve yükümlülükler üzerinde belirleyici olan uyuşmazlıkları konu alan davalar da, Anayasa'nın 36. maddesi ve Sözleşme'nin 6. maddesinin koruması kapsamına girmektedir. Bu anlamda, belirtilen düzenlemelerde yer verilen güvenceler, başvurucunun haklarına zarar verdiği iddia edilen idari bir kararın iptali talebiyle açılan davalara da uygulanacaktır. Başvuru konusu olaya bakıldığında Anayasa Mahkemesine yapılan başvuruya konu edilen dava vergi tahakkuk işleminin iptali istemiyle açılan davadır. Bu durumda, makul süre değerlendirmesinde sürenin başlangıç tarihi somut başvuru açısından davanın açıldığı tarih olan 24/7/2002 tarihidir.
69. Sürenin bitiş tarihi ise, çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde yargılamanın sona erme tarihidir. Bu kapsamda, somut yargılama faaliyeti açısından sürenin bitiş tarihinin, başvurucunun karar düzeltme talebi hakkında verilen Danıştay Yedinci Dairesinin E.2011/2195, K.2013/1471 sayılı kararının tarihi olan 26/3/2013 tarihi olduğu anlaşılmaktadır.
70. Başvuruya konu yargılama sürecinin incelenmesinden anlaşılacağı üzere, başvurucu, banka ve sigorta muameleleri vergisini ihtirazi kayıtla beyan ederek ödemiş, daha sonra ihtirazi kayıt talebi ilgi gösterilerek iadenin yerine getirilemeyeceğinin başvurucuya bildirilmesi üzerine 24/7/2002 tarihinde dava açılmış, İlk Derece Mahkemesi 24/12/2002 tarihinde tahakkuk işleminin iptaline karar vermiş, Danıştay Yedinci Dairesi 28/12/2005 tarihinde davanın süresinde açılmadığı gerekçesiyle kararı bozmuş, 24/9/2007 tarihinde ise başvurucunun karar düzeltme talebini kabul etmiş, ancak bu seferde davanın süresinde açılıp açılmadığının araştırılmadığı gerekçesiyle İlk Derece Mahkemesi kararını yeniden bozmuştur. İlk Derece Mahkemesi 16/7/2008 tarihli kararı ile davanın süre aşımı nedeniyle reddine karar vermiş, Danıştay Yedinci Dairesi 29/4/2010 tarihli kararı ile davanın süresinde açıldığı gerekçesiyle kararın yine bozulmasına karar vermiş, bu karara karşı yapılan karar düzeltme talebini ise 26/3/2013 tarihli kararı ile kabul ederek İlk Derece Mahkemesi kararının onanmasına karar vermiş ve uyuşmazlığa konu yargılama bu tarih itibarıyla bitmiştir.
71. İlgili yargılama evrakının incelenmesinden, başvuruya konu yargılama sürecinin idari yargı makamları nezdinde sürdüğü görülmekle, 2577 sayılı Kanun'da yer alan usul hükümlerine tabi bir yargılama faaliyetinin söz konusu olduğu ve idari yargı alanına dâhil uyuşmazlıkları konu alan yargılama faaliyetleri için geçerli genel usuli hükümler içeren 2577 sayılı Kanun'un muhtelif maddelerinin, uyuşmazlıkların makul sürede çözümlenmesi gerekliliğini ortaya koyduğu anlaşılmaktadır (§ 29).
72. Hukuk sistemimizde idari yargı alanında yer alan uyuşmazlıklara ilişkin dava sürelerinin makul yargılama süresini aştığı yönündeki tespitlere, AİHM tarafından verilen birçok ihlal kararında değinilmiş olup, özellikle idari yargı alanındaki yapısal sorunlar ve Danıştay nezdinde temyiz ve karar düzeltme incelemelerinde geçirilen uzun yargılama sürelerinin ihlal kararlarına temel oluşturduğu anlaşılmaktadır. Bu kapsamda idari yargı makamları nezdindeki yargılamaların makul sürede tamamlanmadığı yönündeki iddialar daha önce bireysel başvuru konusu yapılmış ve Anayasa Mahkemesi tarafından, özellikle 2577 sayılı Kanun'da yer alan usul hükümleri de göz önünde bulundurularak makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönünde karar verilmiştir (K3, B. No: 2012/1198, 7/11/2013, § 54-60).
73. Başvurunun değerlendirilmesi neticesinde, başvuruya konu uyuşmazlığın banka ve sigorta muameleleri vergisi tahakkuk işlemine yönelik olduğu, davaya bütün olarak bakıldığında, ilk önce süresinde açıldığı gerekçesiyle davanın esası hakkında karar verildiği, bu kararın kanun yolları incelemesinde ilgili Danıştay Dairesince farklı sonuçlara varıldığı, davaya yeniden bakan İlk Derece Mahkemesince verilen süre aşımı nedeniyle davanın reddine ilişkin karar hakkında da yine aynı Dairenin kanun yollarında birbirinden farklı ve istikrarsız kararlar verdiği ve sonuç itibarıyla karar düzeltme aşamasında İlk Derece Mahkemesi kararını onadığı ve davanın bu şekilde sonuçlandığı görülmekle, 2577 sayılı Kanun'da yer alan usul hükümlerine tabi bir yargılama sürecine ilişkin somut başvuru açısından farklı bir karar verilmesini gerektirecek bir yön bulunmadığı ve söz konusu yaklaşık 10 yıl 8 ay yargılama sürecinde Danıştay ilgili Dairesinin istikrarsız kararları nedeniyle makul olmayan bir gecikmenin olduğu sonucuna varılmıştır.
74. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
75. Başvurucu, ihlalin giderilmesi için yeniden yargılama yapılmasına karar verilmesi aksi halde vergi ve gecikme faizinden oluşan 40.809.297,45 TL ödemenin tahsil tarihinden itibaren işletilecek yasal faiziyle birlikte tazminini istemiş, ancak yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedeniyle herhangi bir tazminat talebinde bulunmamıştır.
76. 6216 sayılı Kanun'un "Kararlar" kenar başlıklı 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
"Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."
77. Başvurunun değerlendirilmesi neticesinde, makul sürede yargılanma hakkı yönünden Anayasa'nın 36. maddesinin ihlal edildiği tespit edilmiş olmakla birlikte, başvurucu tarafından talep edilen tazminat talebi ile tespit edilen ihlal arasında illiyet bağı bulunmadığı anlaşıldığından, başvurucu tarafından talep edilen maddi tazminatın ise reddine karar verilmesi gerekir.
78. Başvurucu tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 198,35 harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Başvurucunun,
1. Mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğiyönündeki iddiasının "açıkça dayanaktan yoksun olması" nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiasının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
3. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
B. Tespit edilen ihlal ile illiyet bağı bulunmadığından maddi tazminat talebinin REDDİNE,
C. 198,35 başvuru harcı ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
D. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,
16/4/2015 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.