İPTAL DAVASINI AÇAN : Türkiye Büyük Millet Meclisi Üyeleri Emine Ülker TARHAN ve Muharrem İNCE ile birlikte 115 milletvekili
İTİRAZ YOLUNA BAŞVURAN : Yozgat İdare Mahkemesi (E.2012/31)
DAVA VE İTİRAZIN KONUSU : 24.10.2011 günlü, 661 sayılı Avrupa Birliği Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararname’nin;
A- İlk ve esas incelemelerinde 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 59. ve 60. maddeleri uyarınca Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim KILIÇ’ın reddine,
B- 26., 27., 28., 29., 30., 31., 32., 33., 34., 35., 36., 37., 38., 39., 40., 41., 42., 102. ve 103. maddeleri dışındaki tüm maddeleri ile eki cetvel ve listelerin,
C- 1- 9. maddesiyle 3.6.2011 günlü, 640 sayılı Gümrük ve Ticaret Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’ye eklenen 37/A maddesinin (4) numaralı fıkrasının,
2- 13. maddesiyle 9.6.1930 günlü, 1700 sayılı Dahiliye Memurları Kanunu’nun 2. maddesinin birinci fıkrasının (B) bendine eklenen “Kaymakam adaylığı yazılı sınavına daha önce mülakatta üç kez başarısız olanlar katılamazlar.” biçimindeki cümlenin,
3- 16. maddesiyle değiştirilen 4.6.1937 günlü, 3201 sayılı Emniyet Teşkilatı Kanunu’nun 85. maddesinin,
4- 18. maddesiyle 3201 sayılı Kanun’a eklenen Ek Madde 29’un birinci fıkrasının;
a- Birinci cümlesinde yer alan “…ile diğer niteliklere…” ibaresinin,
b- İkinci cümlesinin,
5- 19. maddesiyle 3201 sayılı Kanun’un 55., 82., 84. ve Ek 28. maddelerinde yapılan değişikliklerin,
6- 20. maddesiyle 3201 sayılı Kanun’a eklenen Geçici Madde 22’nin ikinci fıkrasının,
7- 21. maddesiyle 19.6.1976 günlü, 2015 sayılı Atatürk Orman Çiftliği Arazisinden 167 Dönüm 500 Metrekarelik Kısmının Ankara Belediyesine Satılması Hakkında Kanun’un 1. maddesinin ikinci fıkrasına eklenen cümlenin,
8- 29. maddesiyle değiştirilen 10.10.1984 günlü, 3056 sayılı Başbakanlık Teşkilatı Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabulü Hakkında Kanun’un 20. maddesinin ikinci fıkrasının ikinci cümlesinin,
9- 57. maddesinin;
a- (a) bendiyle 4.1.2002 günlü, 4734 sayılı Kamu İhale Kanunu’nun 53. maddesinin (c) fıkrasında yapılan değişikliğin,
b- (b) bendiyle 4734 sayılı Kanun’un 53. maddesinin (g) fıkrasının birinci cümlesinde yapılan değişikliğin,
c- (c) bendiyle 4734 sayılı Kanun’un 53. maddesinin (h) fıkrasının birinci bendinde yapılan değişikliğin,
10- 58. maddesiyle 4734 sayılı Kanun’a eklenen Geçici Madde 12’nin,
Anayasa’nın Başlangıç’ı ile 2., 5., 7., 8., 10., 36., 70., 87., 91., 128. ve 167. maddelerine aykırılığı ileri sürülerek iptallerine ve iptal davası sonuçlanıncaya kadar yürürlüklerinin durdurulmasına karar verilmesi istemidir.
I- REDDİ HÂKİM, İPTAL DAVASI VE YÜRÜRLÜĞÜN DURDURULMASI İLE İTİRAZ BAŞVURUSUNUN GEREKÇELERİ
A- Reddi Hâkim, İptal ve Yürürlüğün Durdurulması İstemlerini İçeren Dava Dilekçesinin Gerekçe Bölümü Şöyledir:
“HAKİMİN REDDİ TALEBİ
Anayasanın “Hak arama hürriyeti” başlıklı 36 ncı maddesinde, “adil yargılanma hakkı” düzenlenmiş; 138 inci maddesinde ise, “Hâkimler görevlerinde bağımsızdırlar; Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdanî kanaatlerine göre hüküm verirler.” denilmiştir.
Yargıçların bağımsızlığına gerekçe oluşturan, Anayasa, yasa ve hukuka uygun olarak vicdanî kanaatlerine göre hüküm vermesine ilişkin bu kuraldan yargıçların tarafsızlığı anlaşılmalıdır. Yargıçlara yönelik “meslek ahlakı standartlarını” oluşturmak amacıyla belirlenen ve Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun 27.06.2006 gün ve 315 sayılı kararıyla benimsenen, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komisyonu’nun 23 Nisan 2003 tarihli oturumunda kabul ettiği 2003/43 sayılı “Birleşmiş Milletler Bangolar Yargı Etiği İlkeleri”de yargıcın bağımsızlığı ile tarafsızlığına ilişkin bağlayıcı hükümler içermektedir.
Birleşmiş Milletler Bangolar Yargı Etiği İlkelerinin “Bağımsızlık” ve “Tarafsızlık” değerleri şöyledir:
“Değer 1: BAĞIMSIZLIK
İlke: Yargı bağımsızlığı, hukuk devletinin ön koşulu ve âdil yargılanmanın temel garantisidir. Bundan dolayı hâkim, hem bireysel hem de kurumsal yönleriyle yargı bağımsızlığını temsil ve muhafaza etmelidir.
Uygulama:
1.1 Hâkim, doğrudan ya da dolayısıyla her hangi bir sebeple ya da her hangi bir yerden gelen müdâhale, tehdit, baskı, teşvik ve tüm hâricî etkilerden uzak, hâkimin olayları değerlendirmesi temelinde, vicdânî hukuk anlayışı ile uyum içerisinde bağımsız olarak yargısal işlevini yerine getirmelidir.
1.2 Hâkim, genelde toplumdan, özelde ise karar vermek zorunda olduğu ihtilâfın taraflarından bağımsızdır.
1.3 Hâkim, yasama ve yürütme organlarının etkisi ve bu organlarla uygun olmayan ilişkilerden fiîlen uzak olmakla kalmayıp, aynı zamanda öyle görünmelidir de.
1.4 Hâkim, yargısal görevlerini yerine getirirken, tek başına karar vermek zorunda olduğu hususlarda diğer yargıçlardan da bağımsızdır.
1.5 Hâkim, yargının kurumsal ve eylemsel bağımsızlığını sürdürmek ve arttırmak için, yargısal görevlerinin ifasına yönelik koruma tedbirlerini almalı ve bunları artırmalıdır.
1.6 Hâkim, yargı bağımsızlığını sürdürmede esas olan yargıya yönelik kamusal güveni güçlendirmek amacıyla, yargı etiği ile ilgili yüksek standartlar sergilemeli ve bunları ilerletmelidir.
Değer 2: TARAFSIZLIK
İlke: Tarafsızlık, yargı görevinin tam ve doğru bir şekilde yerine getirilmesinin esasıdır. Bu prensip, sadece bizâtihî karar için değil aynı zamanda kararın oluşturulduğu süreç açısından da geçerlidir.
Uygulama:
1. Hâkim, yargısal görevlerini tarafsız, önyargısız ve iltimassız olarak yerine getirmelidir.
2. Hâkim, mahkemede ve mahkeme dışında, yargı ve yargıç tarafsızlığı açısından kamuoyu, hukuk mesleği ve dava taraflarının güvenini sağlayacak ve artıracak davranışlar içerisinde olmalıdır.
3. Hâkim, duruşma ve karar aşamalarında, kendisini yargılamadan zorunlu olarak el çektirecek olasılıkları makul ölçüler içerisinde asgariye indirecek şekilde hareket etmelidir.
4. Hâkim, önündeki bir dava veya önüne gelme ihtimâli olan bir konu hakkında, bilerek ve isteyerek; yargılama aşamasının sonuçlarını veya sürecin açıkça âdilânelik vasfını makul ölçüler çerçevesinde etkileyecek veya zayıflatacak hiçbir yorumda bulunmamalıdır. Ayrıca hâkim, her hangi bir şahsın ya da meselenin âdil yargılanmasını etkileyebilecek alenî olsun veya olmasın her hangi bir yorum da yapmamalıdır.
5. Hâkim, tarafsız olarak karar veremeyeceği durumda veya makul olarak düşünme yeteneği olan bir kişide tarafsız olarak karar veremeyeceği izlenimi yaratması halinde, yargılamanın her hangi bir aşamasına katılmaktan çekinmelidir. Sınırlı sayıda sayılmamakla birlikte bu durum aşağıdaki ihtimâllerde söz konusu olur:
6. Hâkimin, yargılama aşamasında delil kâbilinden tartışılan olaylarla ilgili kişisel bir bilgiye sahip olması veya davanın bir tarafıyla ilgili gerçek bir önyargı veya tarafgirlik içerisinde olması veya,
7. Hâkimin ihtilâf konusu davada, olaya ilişkin bir tanıklığının olması ya da daha önceden bu konuda avukat olarak hizmet vermiş olması veya,
8. Hâkim ya da hâkimin ailesinden birisinin ihtilâf konusu dava sonuçlarıyla ilgili ekonomik bir çıkarının olması. Davaya bakmaya devam edecek yeni bir mahkemenin kurulamaması halinde veya hiçbir şeyin yapılmamasının durumun aciliyeti nedeniyle ciddi şekilde adaletsizliğe yol açacağı halde hâkime, görevden el çektirmek gerekmez.”
Birleşmiş Milletler Bangolar Yargı Etiği İlkelerinin yukarıda aynen yer verilen “Bağımsızlık” ve “Tarafsızlık” değerleri hiçbir yoruma ve ek açıklamaya ihtiyaç göstermeyecek derecede açıktır.
Kamuoyunda Wikileaks belgeleri olarak bilinen ve bir internet sitesinde (http://www.wikileaks.ch/origin/186_18.html) yer alan 03 ANKARA 4862 kodlu yazıda, “ 4. (C) Kapsamlı reformların önde gelen savunucularından, Anayasa Mahkemesi Hakimi Haşim Kılıç, 1 Ağustos tarihinde bize özel olarak CHP’nin mevcut problemleri için kendini suçlaması gerektiğini aktarmıştır. CHP, muhalefet etmek görüntüsünü vererek ya da çok çekişme yarattıktan sonra isteksizce “her şeyi” – demokrasi yanlısı ortaya atılan tüm reformları - kabul ederek, kendisi için prensipsiz ve erişilemez bir imaj yaratmakta. CHP, Hükümet doğru şeyi yapsa bile, sanki tek işinin AK Parti Hükümetinin yaptığı her şeye muhalefet etmek gibi davranmak olduğunu söylemiştir. Bu da seçmenleri kaçırıyor demiştir.” ifadeleri yer almaktadır.
Kamuoyuna yansıyan ve Anayasa Mahkemesi Başkanı Sayın Haşim Kılıç tarafından da yalanlanmayan belgeye dayalı bilgilere göre, Sayın Başkanın Cumhuriyet Halk Partisi hakkında Amerika Birleşik Devletlerinin Ankara Büyükelçiliği yetkililerine olumsuz değer yargılarında bulunduğu anlaşılmış, bu konudaki gizli görüşmenin kamuoyuna yansıması ile de Sayın Başkanın Cumhuriyet Halk Partisinin tarafı olduğu bir davada tarafsız karar veremeyeceği izlenimi doğmuştur.
Yasama ve yürütme organlarının siyasi söylemlerinden ve bu organlarla uygun olmayan ilişkilerden fiilen uzak olmakla kalmayıp, aynı zamanda öyle görünmesi de gereken bir yüksek yargıcın, hem de yabancı bir ülkenin Büyükelçiliğine iç siyasete ilişkin değerlendirmelerde bulunmasındaki tuhaf ötesi gariplik bir yana, yasaları, yasa gücünde kararnameleri, TBMM İçtüzüğünü, Anayasaya şekil ve esas bakımından; Anayasa değişikliklerini ise şekil bakımından denetlemek ve bireysel başvuruları karara bağlamakla Anayasal olarak görevli Anayasa Mahkemesinin bir üyesinin, TBMM’nin çıkardığı yasaları, yasa gücünde kararnameleri, TBMM İçtüzüğünü ve Anayasa değişikliklerini gerek gördüğü durumlarda Anayasa Mahkemesine taşımakla Anayasal olarak yetkilendirilmiş Anamuhalefet Partisi hakkında şikayetvari olumsuz görüş beyan etmenin de ötesinde, hiç kimseyi yüceltmeyecek sözler söylemesi; yargıcın bireysel bağımsızlığını koruyamadığını, karar vermek zorunda olduğu ihtilafın taraflarından bağımsız kalamadığını, sadece bizatihi karar için değil, aynı zamanda kararın oluşturulduğu süreç açısından da geçerli olan tarafsızlık ilkesiyle bağdaşmayan eylemler içinde bulunduğunu, mahkemede ve mahkeme dışında, yargı ve yargıç tarafsızlığı açısından kamuoyu, hukuk mesleği ve dava taraflarının güvenini sağlayacak ve artıracak davranışlar içerisinde bulunmadığını; önüne gelme ihtimâli olan davalar hakkında, yargılama aşamasının sonuçlarını veya sürecin açıkça adilanelik vasfını makul ölçüler çerçevesinde etkileyecek veya zayıflatacak yorumlarda bulunduğunu, hiçbir yoruma ihtiyaç göstermeyecek açıklıkta ortaya koymaktadır.
Somut olayda, ekte yer alan belgeler ve bu belgeler çerçevesinde kamuoyu önünde yapılan aleni tartışma ve değerlendirmeler karşısında, Sayın Başkan Haşim Kılıç’ın derin bir sessizliğe bürünerek, usulen yalanlama yoluna dahi gitmemiş olması, kamuoyunda ABD Ankara Büyükelçiliğine Cumhuriyet Halk Partisini şikayet eder mahiyetteki sözleri söylediği ve olumsuz değerlendirmelerde bulunduğu ve dolayısıyla davanın bir tarafıyla ilgili gerçek bir önyargı veya tarafgirlik içerisinde olduğu şeklinde anlaşılmış ve Sayın Haşim Kılıç’ın Cumhuriyet Halk Partisinin tarafı olduğu işbu davada bir yargıç tarafsızlığı ile karar veremeyeceğine ilişkin ciddi kuşkuların yerleşmesine yol açmıştır.
25 Nisan 2011 tarihinde Anayasa Mahkemesinin 49 ncu Kuruluş Günü Töreninde yapılan açılış konuşmasındaki şu sözler de Sayın Haşim Kılıç’a aittir:
“Anayasanın 175 inci maddesinde Anayasa değişikliği için öngörülen nitelikli çoğunluk anlayışının içinde, uzlaşmaya dönük örtülü bir yaklaşım olduğu düşünülebilirse de, bu, çoğunluğu elde edenlerin azınlıkta kalan diğer görüşleri ve farklılıkları yok sayma, dışlama ya da dayatma yolunu haklı kılamaz. Ancak, nitelikli çoğunluk dışındaki görüş sahiplerinin de bu gücü bloke etme, etkisizleştirme gibi davranış sergilemelerine de izin verilemez. Doğal hukukla örtüşen evrensel değerler üzerinde geniş katılımlı bir iradeyi oluşturmak zor değildir. Yeter ki demokrasinin müzakere imkânlarından faydalanarak çözüm bulma iradesi samimiyetle ortaya konulabilsin. Toplumun tanıklığında ortaya konulan bu samimi duruşlar, çoğunlukçu, dayatmacı ve “ben yaptım oldu” noktasındaki düşünce sahiplerinin haksızlığını açıkça ortaya koyacaktır. Siyaset kurumları, geçmişte yaşanan fahiş hatalarla hesaplaşarak, sorunlara çözüm önerilerini cesaretle sunabilmelidirler. Ümit ediyorum ki bu gayret, Anayasa Mahkemesi’ne dava açmak suretiyle sorun çözme kolaycılığını da ortadan kaldıracaktır.”
Anayasa Mahkemesinin Sayın Başkanı Haşim Kılıç’a göre, Anayasanın 175 inci maddesinde aranan nitelikli çoğunluk, uzlaşmaya dönük açık bir kural değil, sadece örtülü bir yaklaşım olarak düşünülebilir ve Anayasal olarak yetkilendirilmiş Anamuhalefet partisinin, siyasal iktidarın çoğunlukçu, dayatmacı ve “ben yaptım oldu” anlayışıyla çıkardığı yasal düzenlemeleri, iptali istemiyle Anayasa Mahkemesine götürmesi, “Anayasa Mahkemesine dava açmak suretiyle sorun çözme kolaycılığı”dır.
CHP’nin Anayasa Mahkemesine dava açmasına ilişkin olarak kamuoyunda kahve sohbeti düzeyinde sürdürülen güncel siyasi tartışmalar esnasında, sadece Anayasa Mahkemesine iptal davası açma yetkisi bulunan Anamuhalefet Partisini aşağılamayı ve toplum nezdinde itibarsızlaştırmayı değil, aynı zamanda Başkanı olduğu Yüksek Mahkemenin demokratik sistem içindeki işlevi ile Anayasal varlık nedenini de sorgulayan bu sözleri, herhangi bir siyaset insanı değil, Anayasa Mahkemesinin Sayın Başkanı söyleyebilmiştir. Dahası bu sözler, günümüz Türkiye’sinin kâbusu olduğu üzere, dostlar arasında yapılan özel bir sohbetin ortam veya telefon dinlemesi suretiyle elde edilmesi ve medyaya servisi yoluyla kamuoyuna yansımamış; yazılı ve görsel tüm medyanın takip ettiği Yüksek Mahkemenin 49 ncu Kuruluş Günü Töreninde -6223 sayılı Yetki Yasasının siyasal iktidarın sayısal çoğunluğuna dayalı olarak kabul edildiği 06.04.2011 tarihinden 20 gün sonra 25.04.2011 tarihinde- yapılmıştır.
Demokratik siyasal sistemlerde bir siyasi partinin muhatabı, diğer siyasi partilerdir. Bu bağlamda, herhangi bir siyasi parti hakkında siyasi değerlendirme, eleştiri ve suçlamaları yapacak olanların da halkın oylarına talip olan diğer siyasi partiler olacağında kuşku yoktur. Anayasasında demokratik hukuk devleti ile kuvvetler ayrılığı ilkelerini benimsemiş ve yargıç bağımsızlığı ile tarafsızlığına yer vermiş bir ülkede, Anayasa Mahkemesi Başkanının herhangi bir siyasi partiyi bırakınız suçlamayı, eleştirmesi dahi hiçbir şekilde mümkün olamaz. Hele bu suçlamanın, Başkanı olduğu Mahkemenin demokrasilerdeki işlevi ile varlık nedenini de yok sayarak Anayasa Mahkemesine dava açmak gibi Anayasal bir hakkın kullanımı, muhalefet görevinin bir parçası ve temel hak ve özgürlükler ile halkın çıkarlarını korumanın gereği ile ilgili olması, açıklanabilir olmanın uzağındadır.
Anayasa Mahkemesinin Sayın Başkanının amacı ve hedefi, “kör kör parmağım gözüne” kadar açık ve herhangi bir yoruma ihtiyaç duymayacak kadar belirgin bir şekilde Anamuhalefet Partisini, “Anayasa Mahkemesine dava açmak suretiyle sorun çözme kolaycılığı” ile suçlaması; hukuksal konumu ve statüsü ile mesleki deneyimi göz önüne alındığında, ancak, Anamuhalefet Partisine karşı alt benliğe yerleşmiş katı önyargının, üst benliğin kontrol işlevini parçalayarak açığa çıkacak derecede güçlü olmasıyla mümkün olabilir ve bu durum tarafsızlığın yitirildiğinin en belirgin göstergesidir.
Öte yandan, Sayın Haşim Kılıç Anayasa Mahkemesi üyeliğine seçildiği 1990 yılından bu yana, Bakanlar Kuruluna KHK çıkarma yetkisi veren 9 adet yetki yasasının iptali başvurularına üye ve başkan sıfatıyla katılmıştır.
Bu Yetki Yasaları ve Anayasa Mahkemesi kararları ile Sayın Haşim Kılıç’ın kullandığı oylar şöyledir:
1) 06.06.1991 günlü ve 3755 sayılı Yetki Kanununun iptali için Sosyaldemokrat Halkçı Parti’nin açtığı davada, AYM 12.12.1991 günlü ve E.1991/27, K.1991/50 sayılı Kararı ile 3755 sayılı Yetki Yasasını, Anayasanın 91 inci ve 153 üncü maddelerine aykırı bulunarak OYÇOKLUĞU ile iptal etmiş; Sayın Haşim KILIÇ, karşıoy kullanmıştır.
2) 24.06.1993 günlü 3911 sayılı Yetki Kanununun iptali için Anavatan Partisinin açtığı davada, AYM 16.09.1993 tarihli ve E.1993/6, K.1993/28 sayılı Kararı ile 3911 sayılı Yetki Yasası, “verilen yetkinin belirsiz olduğu”, “yetki yasasında bulunması gereken öğeleri içermediği”, “verilen yetkinin önemli, ivedi ve zorunlu olup olmadığının tespitinin olanaksız olduğu”, “yasama yetkisinin devri niteliğinde olduğu” gerekçeleriyle Anayasanın Başlangıcı ile 2 nci ve 91 inci maddelerine aykırı bularak OYBİRLİĞİ ile iptal etmiş; Sayın Haşim KILIÇ iptal gerekçelerinin tamamına katılmıştır.
3)18.05.1994 günlü ve 3990 sayılı Yetki Kanununun iptali için Anavatan Partisinin açtığı davada, AYM 05.07.1994 tarihli ve K.1994/44-2 sayılı Kararı ile 3990 sayılı Yetki Yasası, “verilen KHK çıkarma yetkisinin ivedi, zorunlu ve önemli durumlara ilişkin olmadığı”, “yasama yetkisinin devri niteliğinde olduğu”, “öngörülen amaç, konu ve kapsamın somut ve belirgin nitelikte olmadığı” gerekçeleriyle Anayasanın 7 nci, 87 nci ve 91 inci maddelerine aykırı bularak OYBİRLİĞİ ile İptal etmiş; Sayın Haşim KILIÇ, iptali yönünde oy kullanmakla beraber, KHK çıkarma yetkisinin ivedi, zorunlu ve önemli durumlara ilişkin olması gerektiği görüşüne katılmamıştır.
4) 31.05.1995 günlü ve 4109 sayılı Yetki Kanununun iptali için TBMM Üyeleri Hasan KORKMAZCAN, Bülent ECEVİT ve 113 Milletvekilinin açtığı davada, AYM 04.07.1995 günlü ve E.1995/35, K.1995/26 sayılı Kararı ile 4109 sayılı Yetki Yasasını, “erkler ayrılığı”, “demokratik hukuk devleti” “yasama yetkisinin devredilemeyeceği” ilkelerine aykırı olduğu, “nerelerin il, nerelerin ilçe olacağı konusunda belirsizlik yarattığı”, “kapsam ve ilkelerinin belirsiz olduğu” gerekçeleriyle Anayasanın Başlangıcı ile 2 nci, 7 nci, 87 nci ve 91 inci maddelerine aykırı bularak OYBİRLİĞİ ile iptal etmiş; Sayın Haşim KILIÇ iptal gerekçelerinin tamamına katılmıştır.
5) 08.06.1995 günlü ve 4113 sayılı Yetki Kanununun iptali için Anavatan Partisinin açtığı davada, AYM 19.09.1995 tarihli ve E.1995/39, K.1995/45 sayılı Kararı ile 4113 sayılı Yetki Yasasını, “yetki yasasında, çıkarılacak KHK’lerin konu, amaç, kapsam ve ilkelerinin belirgin ve somut biçimde gösterilmemesi”, “yasama yetkisinin devrini doğurması” gerekçeleriyle Anayasanın 2 nci, 7 nci, 87 nci ve 91 inci maddelerine aykırı bulunarak OYBİRLİĞİ ile iptal etmiş; Sayın Haşim KILIÇ iptal gerekçelerinin tamamına katılmıştır.
6) 31.08.1996 günlü ve 4183 sayılı Yetki Kanununun iptali için Sayın Cumhurbaşkanı Süleyman DEMİREL’in açtığı davada, AYM 02.10.1996 günlü ve E.1996/61, K.1996/35 sayılı Kararı ile 4183 sayılı Yetki Yasasını, “amaç, kapsam ve ilkelerin belirsiz olduğu”, “Bakanlar Kurulu’na geniş kapsamlı KHK çıkarma yetkisi verildiği”, “yürütme organına, TBMM’ne ait bulunan yasama yetkisini sınırsız biçimde kullanma olanağı ve yürütmeye yasama karşısında üstünlük tanındığı” gerekçeleriyle, Anayasanın 2 nci, 7 nci, 87 nci ve 91 inci maddelerine aykırı bularak OYBİRLİĞİ ile iptal etmiş; Sayın Haşim KILIÇ iptal gerekçelerinin tamamına katılmıştır.
7) 29.06.2000 günlü ve 4588 sayılı Yetki Kanununun iptali için Fazilet Partisinin açtığı davada, AYM 05.10.2000 tarihli ve E.2000/45, K.2000/27 sayılı Kararı ile 4588 sayılı Yetki Yasasını, “sınırlarının geniş ve belirsiz olması”, “yasama yetkisinin yürütme organına devri anlamına gelmesi”, “verilen yetkinin önemli, ivedi ve zorunlu durumları içerip içermediğinin tespitine imkan vermemesi” gerekçeleriyle Anayasanın Başlangıç’ının dördüncü paragrafı ile 2 nci, 7 nci, 87 nci ve 91 inci maddelerine aykırı bulunarak OYÇOKLUĞU ile iptal etmiş; Sayın Haşim KILIÇ iptali yönünde oy kullanmış ve iptal gerekçelerinin tamamına katılmıştır.
8) 21.12.2000 günlü ve 4615 sayılı Yetki Kanununun iptali için Fazilet Partisinin açtığı davada, AYM 20.03.2001 tarihli ve E.2001/9, K.2001/56 sayılı Kararı ile 4615 sayılı Yasanın 1 inci ve 2 nci maddelerinde yer alan “idari” ibaresini, “idarî hak kavramının, memurların ve diğer kamu görevlilerinin malî ve sosyal hakları dışında kalan tüm haklarını ifade etmesi nedeniyle belirsizlik içermesi”, “idari haklara ilişkin düzenlemelerin Anayasanın 91 inci maddesindeki yasak alan içinde olması” “Malî ve sosyal haklar dışındaki idarî hak kavramı içinde nitelenebilecek konuların önemli, zorunlu ve ivedi durumlar kapsamında düşünülemeyeceği” gerekçeleriyle Anayasanın Başlangıcı ile 2 nci, 7 nci, 87 nci ve 91 inci maddelerine aykırı bularak oyçokluğu ile iptal etmiş; Sayın Haşim Kılıç iptali yönünde oy kullanmış ve iptal gerekçelerinin tamamına katılmıştır.
9) 06.04.2011 tarihli ve 6223 sayılı Yetki Kanununun iptali için Cumhuriyet Halk Partisinin açtığı davada, AYM’nin 27.10.2011 tarihli ve E.2011/60, K.2011/147 sayılı Kararı ile 14 üyenin oyunun 7’ye 7 çıkması nedeniyle iptal isteminin reddi yönünde oy kullanan Mahkeme Başkanı Sayın Haşim KILIÇ’ın kullandığı oyun üstün sayılmasından dolayı iptal istemi reddedilmiştir.
Her dosyanın kendi içinde değerlendirilmesi gerekeceği kural olmakla birlikte, Sayın Haşim Kılıç’ın Yetki Yasaları konusunda 1993 yılından bu yana istikrar kazanmış görüşünden ve bu görüşlerindeki, “sınırlarının geniş ve belirsiz olması”, “yürütme organına, TBMM’ne ait bulunan yasama yetkisini sınırsız biçimde kullanma olanağı ve yürütmeye yasama karşısında üstünlük tanınması” “verilen yetkinin önemli, ivedi ve zorunlu durumları içerip içermediğinin tespitine imkan vermemesi” gerekçelerinden dönerek iptal isteminin reddi yönünde oy kullanması, kamuoyunda AKP’yi Anayasa Mahkemesi Başkanının kurtarması şeklinde değerlendirilmiş ve bu değerlendirme Sayın Haşim Kılıç’ın Cumhuriyet Halk Partisinin tarafı olduğu davalarda yargıç tarafsızlığı ile karar veremeyeceğine ilişkin yerleşen ciddi kuşkuları pekiştirmiştir.
Yukarıda açıklanan nedenlerle, 30.03.2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanunun 59 uncu maddesinin (1) numaralı fıkrasının (d) bendinde yer alan, Başkan ve üyelerin istişari görüş ve düşüncesini ifade etmiş olduğu dava ve işlere bakamayacaklarına ilişkin kural ile 60 ıncı maddesinin (1) numaralı fıkrasındaki, “Başkan ve üyeler tarafsız hareket edemeyecekleri kanısını haklı kılan hâllerin olduğu iddiası ile reddolunabilirler.” hükmüne dayanarak Anayasa Mahkemesi Başkanı Sayın Haşim Kılıç hakkında reddi hâkim talebinde bulunuyoruz.”
“…
III. GEREKÇELER
1) 21.10.2011 Tarihli ve 661 Sayılı “Avrupa Birliği Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararname”nin 26 ncı ile 42 nci ve 102 nci ile 103 üncü Maddeleri Hariç Tümünün ve Ayrı Ayrı Tüm Maddeleri ile Ekindeki Cetvel ve Listelerin Anayasaya Aykırılığı
Anayasanın Başlangıcının dördüncü fıkrasında, “Kuvvetler ayırımının, Devlet organları arasında üstünlük sıralaması anlamına gelmeyip, belli Devlet yetkilerinin kullanılmasından ibaret ve bununla sınırlı medeni bir işbölümü ve işbirliği olduğu ve üstünlüğün ancak Anayasa ve kanunlarda bulunduğu;” belirtildikten sonra 2 nci maddesinde Cumhuriyetin nitelikleri arasında “hukuk devleti” ilkesine yer verilmiş; 6 ncı maddesinde, hiç kimse ve hiçbir organın kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamayacağı; 7 nci maddesinde, Yasama yetkisinin Türk Milleti adına Türkiye Büyük Millet meclisine ait olduğu ve bu yetkinin devredilemeyeceği; 8 inci maddesinde, yürütme yetkisi ve görevinin Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu tarafından Anayasa ve yasalara uygun olarak yerine getirileceği kuralları getirilmiş; 87 nci maddesinde, Bakanlar Kuruluna “belli konularda” KHK çıkarma yetkisi verilmesi TBMM’nin görevleri arasında sayılmış; 91 inci maddesinin ikinci fıkrasında ise, yetki kanununun, çıkarılacak kanun hükmünde kararnamenin, amacını, kapsamını, ilkelerini, kullanma süresini ve süresi içinde birden fazla kararname çıkarılıp çıkarılmayacağını göstereceği hükme bağlanmıştır.
Anayasa Mahkemesinin 05.10.2000 tarih ve E.2000/45, K.2000/27 sayılı Kararında da vurgulandığı üzere, Anayasanın 7 nci, 87 nci ve 91 inci maddelerinin birlikte değerlendirilmesi sonucunda, yasama yetkisinin genel ve asli bir yetki olması, TBMM’ye ait bulunması ve devredilememesi karşısında KHK çıkarma yetkisinin kendine özgü ve ayrık bir yetki olduğu anlaşılabilmektedir. Dolayısıyla yetki yasalarının, yasama yetkisinin devri anlamına gelecek ya da bu izlenimi doğuracak biçimde yaygınlaştırılıp genelleştirilmemesi gerekir. KHK’ler ancak ivedilik gerektiren belli konularda, kısa süreli yetki yasaları temel alınarak etkin önlemler ve zorunlu düzenlemeler için yürürlüğe konulmak durumundadır.
Anayasanın 91 inci maddesinin Danışma Meclisi’nde görüşülmesi sırasında KHK çıkarabilmesi için hükümete yetki verilmesinin nedeni, “... çok acele hallerde hükümetin elinde uygulanacak bir seri kural olmadığı için, acele olarak çıkarılıp ve hemen olayın üstüne gidilmesi gereken hallerde çıkarılması için bu düzenleme getirilmiştir ...” biçiminde açıklanırken; Anayasa Komisyonu Başkanınca da, “Kanun hükmünde kararname, yasama meclisinin acil bir durumda, kanun yapmak için geçecek sürede çıkaracağı kanun ihtiyacı, halledilmesi gereken meseleyi çözemeyeceğine; o zaman çok geç kalınacağı endişesinden kaynaklanan bir müessesedir ve bu müessese bunun için kurulmuştur.” denilerek aynı doğrultuda görüş bildirilmiştir.
Yetki yasasında Bakanlar Kuruluna verilen yetkinin “amaç”, “kapsam” ve “ilkeleri”nin belirlenmesinden amaç, bu yetki ile Bakanlar Kurulunun neleri gerçekleştirebileceğinin açıklığa kavuşturulmasıdır. KHK’nin, amacı, kapsamı ve ilkeleri de konusu gibi geniş içerikli, her yöne çekilebilecek, yuvarlak ve genel anlatımlarla gösterilmemeli, değişik biçimlerde yorumlamaya elverişli olmamalıdır. Verilen yetkinin konu, amaç, kapsam ve ilkeler yönünden belirgin duruma getirilmesi, başka bir anlatımla somutlaştırılması, yürürlüğe konulacak KHK’lerin yetki yasası kapsamı içinde kalıp kalmadıklarının, 91 inci maddede belirlenen yasak alana girip girmediklerinin, önemli, ivedi ve zorunlu bir durum için düzenlenip düzenlenmediklerinin saptanabilmesi yönünden gereklidir.
Anayasa Mahkemesinin 1990’lardan bu yana verdiği kararlarda, TBMM’nin Bakanlar Kuruluna KHK çıkarma yetkisi vermesi için, “ivedilik, “zorunluluk” ve “önemlilik” gibi üç koşulun birlikte bulunması gerekeceğine yönelik içtihat oluşturduğu gözlenmektedir (06.02.1990 günlü ve E.1988/62, K.1990/3). Yüksek Mahkeme, 16.10.1993 günlü ve E.1993/26, K.1993/28 sayılı kararında ise, “KHK’lar, ancak ivedilik isteyen belli konularda, kısa süreli yetki yasaları temel alınarak etkin önlemler ve zorunlu düzenlemeler için yürürlüğe konur.” demiştir. İvedilik koşulu ile etkin önlemler ve zorunlu düzenlemeleri taşımayan hususlarda KHK çıkarma yetkisi verilmesinin yasama yetkisinin devri anlamına geleceği açıktır.
Nitekim; 1990 yılından bu yana, Bakanlar Kuruluna KHK çıkarma yetkisi veren 9 adet yetki yasasının iptali için Anayasa Mahkemesine yapılan başvurulardan, sonuncusu olan 6223 sayılı Yetki Yasası hariç, 06.06.1991 günlü ve 3755 sayılı, 24.06.1993 günlü ve 3911 sayılı, 18.05.1994 günlü ve 3990 sayılı, 31.05.1995 günlü ve 4109 sayılı, 08.06.1995 günlü ve 4113 sayılı 31.08.1996 günlü ve 4183 sayılı, 29.06.2000 günlü ve 4588 sayılı, 21.12.2000 günlü ve 4615 sayılı Yetki Yasaları; Anayasa Mahkemesinin sırasıyla 12.12.1991 günlü ve E.1991/27, K.1991/50 sayılı; 16.09.1993 tarihli ve E.1993/6, K.1993/28 sayılı; 05.07.1994 tarihli ve K.1994/44-2 sayılı; 04.07.1995 günlü ve E.1995/35, K.1995/26 sayılı; 19.09.1995 tarihli ve E.1995/39, K.1995/45 sayılı; 02.10.1996 günlü ve E.1996/61, K.1996/35 sayılı; 05.10.2000 tarihli ve E.2000/45, K.2000/27, 20.03.2001 günlü ve E.2001/9, K.2001/56 sayılı kararları ile iptal edilmiştir.
Yüksek Mahkemenin anılan 05.10.2000 tarih ve E.2000/45, K.2000/27 sayılı Kararında;
“Anayasanın 87 nci maddesine göre, ancak, belli konularda KHK çıkarma yetkisi verilmesi gerekirken dava konusu Yasa’yla her konuyu kapsayacak biçimde genel bir yetki verilmiştir. Bakanlar Kurulu, ayrık tutulan iki kurum dışında tüm kamu kurum ve kuruluşlarını yeniden örgütleyebilecek, bunların görev ve yetkilerini yeniden düzenleyebilecek, memurlar ve diğer kamu görevlilerinin ücret, aylık, disiplin ve cezaları ile emeklileri hakkında kanun ve KHK’lerde değişiklik yapabilecek, Devletin gelirleri ve harcamalarına ilişkin tüm mevzuatı ‘kamu malî yönetimi’ kavramı içinde değerlendirerek yeni kurallar getirebilecektir. Sınırları geniş ve belirsiz konularda düzenleme yapmak üzere Bakanlar Kurulu’na KHK çıkarma yetkisi verilmesi, Anayasanın 87 nci maddesinde belirtilen ‘belli konu’larda verilen yetki olarak değerlendirilemez.
Öte yandan, yasa, Anayasanın 91 inci maddesinde belirtilen öğeleri de içermemektedir. Yasa’nın 1 inci maddesinde çıkarılacak KHK’lerin “kapsam” ve konusu içiçe girmiş, kapsamının çok geniş ve sınırsız olması nedeniyle de verilen yetkinin 91 inci maddede öngörülen yasak alana girip girmediğinin denetimi olanaksız hale gelmiştir. Konu ve kapsamdaki bu sınırsızlık ve belirsizlik, TBMM’ne ait olan yasama yetkisinin yürütme organına devri anlamına gelir. Amaç, konu, ilke ve kapsamla ilgili sınırların belirli olması gerekirken bunlara uyulmadan KHK çıkarma yetkisi verilmesi Anayasanın 7 nci maddesine aykırılık oluşturur.
Yasa’nın 2 nci maddesinde, Bakanlar Kuruluna verilen yetkinin ivedi ve zorunlu hallerde kullanılması gerektiği belirtilmiştir. Yetkinin “önemli, ivedi ve zorunlu” durumlarla sınırlandırılması, dava konusu Yetki Yasası’nda olduğu gibi bunun takdirinin Bakanlar Kuruluna bırakılmasıyla değil, amacın, kapsamın ve konunun içeriği yönünden ivedi ve zorunlu olduğunun yasakoyucu tarafından saptanmasıyla olanaklıdır. Niteliği itibariyle uzun süreli ve çok yönlü çalışmayı gerektiren düzenlemeler ivedi ve zorunlu olarak nitelendirilemez. Dava konusu Yasa’nın amaç ve kapsamındaki genişlik ve sınırsızlık, verilen yetkinin önemli, ivedi ve zorunlu durumları içerip içermediğinin tespitine imkan vermemektedir.
Açıklanan nedenlerle Yetki Yasası’nın 1 inci maddesiyle 2 nci maddesinin birinci fıkrası Anayasanın Başlangıç’ının dördüncü paragrafı ile 2 nci, 7 nci, 87 nci ve 91 inci maddelerine aykırıdır. İptali gerekir.”
denilmiştir.
6223 sayılı Yetki Yasasının “Amaç ve kapsam” başlıklı 1 inci maddesinin (1) numaralı fıkrasının,
(a) bendinde, “Kamu hizmetlerinin bakanlıklar arasındaki dağılımının yeniden belirlenerek;” denildikten sonra; (1) numaralı alt bendinde, mevcut bakanlıkların birleştirilmesine veya kaldırılmasına, yeni bakanlıklar kurulmasına, anılan bakanlıkların bağlı, ilgili ve ilişkili kuruluşlarıyla hiyerarşik ilişkilerine; (2) numaralı alt bendinde, mevcut bağlı, ilgili ve ilişkili kuruluşların bağlılık ve ilgilerinin yeniden belirlenmesine veya bunların mevcut, birleştirilen veya yeni kurulan bakanlıklar bünyesinde hizmet birimi olarak yeniden düzenlenmesine; (3) numaralı alt bendinde, mevcut bakanlıklar ile birleştirilen veya yeni kurulan bakanlıkların görev, yetki, teşkilat ve kadrolarının düzenlenmesine, taşrada ve yurt dışında teşkilatlanma esaslarına;
(b) bendinde ise, kamu kurum ve kuruluşlarında istihdam edilen memurlar, işçiler, sözleşmeli personel ile diğer kamu görevlilerinin çalışmalarında etkinliği artırmak üzere, bunların atanma, nakil, görevlendirilme, seçilme, terfi, yükselme, görevden alınma ve emekliye sevk edilme usul ve esaslarına; “ilişkin konularda düzenlemelerde bulunmak üzere Bakanlar Kuruluna kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisi vermektir.” gibi belirsiz ve sınırsız ifadelere yer verilerek Yetki Yasasının amacı ortaya konmak istenmiştir.
Aynı maddenin (2) numaralı fıkrasında ise, Yetki Yasasının kapsamına ilişkin olarak, “Bu Kanuna göre çıkarılacak kanun hükmünde kararnameler;” denilip,
(a) bendinde, “Kamu hizmetlerinin bakanlıklar arasındaki dağılımının yeniden belirlenmesine ilişkin olarak;” ifadesinden sonra, 19 alt bent halinde 19 yasa ve KHK sayılmış ve (20) numaralı alt bendinde, “Diğer kanun ve kanun hükmünde kararnamelerin görev, yetki, merkez, taşra ve yurt dışında teşkilatlanma esasları, kadrolar, bağlı, ilgili ve ilişkili kuruluşların bağlılık ve ilgilerine ilişkin hükümlerinde, (…) yapılacak değişiklik ve yeni düzenlemeleri kapsar.” denilerek adeta teşkilatlanmaya ilişkin tüm yasa ve yasa gücünde kararnameler kapsama alınmak istenmiş;
(b) bendinde ise, “Kamu kurum ve kuruluşlarında istihdam edilen memurlar, işçiler, sözleşmeli personel ile diğer kamu görevlilerinin atanma, nakil, görevlendirilme, seçilme, terfi, yükselme, görevden alınma ve emekliye sevk edilme usul ve esaslarına ilişkin olarak;” denildikten sonra 6 alt bent halinde 5 yasa ve 1 KHK sayılmış ve (7) numaralı alt bendinde ise, “Diğer kanun ve kanun hükmünde kararnamelerin memurlar, işçiler, sözleşmeli personel ile diğer kamu görevlilerinin atanma, nakil, görevlendirme, seçilme, terfi, yükselme, görevden alınma ve emekliye sevk edilme usul ve esaslarına ilişkin hükümlerinde” ifadesiyle de neredeyse tüm kamu personeli hakkında Bakanlar Kuruluna her türlü düzenlemede bulunma yetkisi verilmesi hedeflenmiştir.
Oysa yetki yasalarının, Anayasanın belirlediği ögeleri belli bir içeriğe kavuşturarak somutlaştırması ve verilen yetkiyi hiçbir tartışmaya yol açmayacak açıklıkta belirleyerek Bakanlar Kurulu’na çerçeveyi çizmesi ve niteliği itibariyle uzun süreli ve çok yönlü çalışmayı gerektiren düzenlemeleri kapsamaması gerekmektedir.
Çünkü, Yetki Yasası’nda Bakanlar Kurulu’na verilen yetkinin “amaç”, “kapsam” ve “ilkeleri”nin belirlenmesinden amaç, bu yetki ile Bakanlar Kurulu’nun neleri gerçekleştirebileceğinin açıklığa kavuşturulmasıdır. Ancak, 6223 sayılı Yetki Yasasının, amacı, kapsamı ve ilkeleri de konusu gibi geniş içerikli, her yöne çekilebilecek, yuvarlak ve genel anlatımlarla geçiştirilerek, her okuyanın değişik şekillerde yorumlamasına açık hale getirilmiştir. Verilen yetkinin konu, amaç, kapsam ve ilkeler yönünden belirgin duruma getirilmesi, başka bir anlatımla somutlaştırılması, yürürlüğe konulacak KHK’lerin yetki yasası kapsamı içinde kalıp kalmadıklarının, 91 inci maddede belirlenen yasak alana girip girmediklerinin, önemli, ivedi ve zorunlu bir durum için düzenlenip düzenlenmediklerinin saptanabilmesi yönünden gereklidir.
Herhangi bir yetki yasasının Anayasaya aykırı olmaması için Anayasadaki öge ve ölçütlere, Anayasa Mahkemesi kararları ile getirilen yorumlara uygun olması gerekir. Anayasa Mahkemesi kararlarının bağlayıcılığı ilkesi kararlarda açıklanan gerekçelerin göz önünde bulundurulmasını zorunlu kılar.
Tüm bunlara ve kanun hükmünde kararnamenin, 12 Mart 1971 Askeri Müdahalesinden sonra 20.09.1971 tarihli ve 1488 sayılı Kanunun 1 inci maddesiyle Anayasanın 64 üncü maddesine girdiğinden bu güne kadarki Anayasa Mahkemesinin yerleşik içtihadına rağmen; 06.04.2011 tarihli ve 6223 sayılı “Kamu Hizmetlerinin Düzenli, Etkin ve Verimli Bir Şekilde Yürütülmesini Sağlamak Üzere Kamu Kurum ve Kuruluşlarının Teşkilat, Görev ve Yetkileri ile Kamu Görevlilerine İlişkin Konularda Yetki Kanunu”nun iptali için Cumhuriyet Halk Partisinin açtığı iptal davası sonucunda 6223 sayılı Yetki Yasası, AYM’nin 27.10.2011 günlü ve E.2011/60, K.2011/147 sayılı Kararı ile 14 üyenin oyunun 7’ye 7 çıkması nedeniyle, bu güne kadar istikrar kazanmış görüşünün aksine iptal isteminin reddi yönünde oy kullanan ve bu Dava Dilekçesinin “Hakimin Reddi Talebi” bölümünde belirtilen nedenlerle reddi hakim talebinde bulunulan Mahkeme Başkanı Sayın Haşim KILIÇ’ın kullandığı oydan dolayı iptal istemi OYÇOKLUĞU ile reddedilmiştir.
Anayasa Mahkemesinin 27.10.2011 günlü ve E.2011/60, K.2011/147 sayılı (Başkanın oyundan dolayı 6216 sayılı Kanunun 65 inci maddesinin (1) numaralı fıkrasına göre çoğunluk sayılan) Kararına göre;
“… 6223 sayılı Kanunun iki konuda Bakanlar Kuruluna KHK çıkarma yetkisi verdiği görülmektedir:
Bunlardan birincisi özetle “Kamu hizmetlerinin bakanlıklar arasındaki dağılımının yeniden belirlenmesi”dir. Bu çerçevede gerekli görülmesi halinde yeni bakanlıklar kurulması, var olan bakanlıkların birleştirilmesi, bakanlıkların bağlı, ilgili ve ilişkili kuruluşlarının yeniden belirlenmesi için KHK çıkarma yetkisi verilmiştir.
İkincisi ise “Kamu kurum ve kuruluşlarında istihdam edilen memurlar, işçiler, sözleşmeli personel ile diğer kamu görevlilerinin atanma, nakil, görevlendirilme, seçilme, terfi, yükselme, görevden alınma ve emekliye sevk edilme usul ve esaslarına ilişkin olarak değişiklikler ve yeni düzenlemeler” yapılması için KHK çıkarma yetkisi verilmiştir.
Yetki kanunu, çıkarılacak KHK’lerin konusunu ve kapsamını bu şekilde belirleyip sınırlandırmıştır. Yetki yasalarında, çıkarılması için izin verilen KHK’lerin konusunun belirlenmiş olması gerekmektedir. Bununla birlikte belirlenen bu konunun mutlaka dar kapsamlı olması gerektiği yönünde Anayasada herhangi bir kural bulunmamaktadır. Kaldı ki, yetki kanunlarında KHK’lerle düzenlenmesi için yetki verilen konunun kapsamının sınırlı mı yoksa geniş mi olduğu şeklindeki bir irdelemenin, sübjektif değerlendirmeleri ortaya çıkaracağı hususu, izahı gerektirmeyecek derecede açıktır. Ayrıca, konu ve kapsamın belirlenmiş olduğunun söylenebilmesi için, hangi yasalarda değişiklik yapılacağının yetki kanununda mutlaka sayma yoluyla gösterilmesi de şart değildir. Bu nedenle, dava konusu yasa kurallarında, bir kısım kanunların isimleri sıralandıktan sonra belirlenen bu iki konuyla ilgili “diğer kanun ve kanun hükmünde kararnameler”de de değişiklik yapılabileceğinin ifade edilmiş olması, konunun belirli olmadığı iddiasına dayanak teşkil edebilecek bir husus değildir. Zira konu ve kapsamın belirtilmiş olması kaydıyla, belirlenen bu konu ve kapsamın sınırları içine hangi yasa ya da KHK’lerin girdiğinin yetki yasasında sayma yoluyla gösterilmesi şart değildir. Bu husus 1961 ve 1982 Anayasalarının konuyla ilgili düzenlemelerinin karşılaştırılmasından da açıkça anlaşılmaktadır. Şöyle ki, 1961 Anayasasının konuyla ilgili 64 üncü maddesinde “Yetki veren kanunda … yürürlükten kaldırılacak kanun hükümlerinin açıkça gösterilmesi” şartı aranmışken, 1982 Anayasasının 91 inci maddesinde böyle bir şarta yer verilmemiştir. Yürürlükten kaldırılacak kanun hükümlerinin yetki yasasında açıkça gösterilmesi şart olmadığına göre, hangi kanunlarda ya da KHK’lerde değişiklik yapılacağının yetki kanununda sayma yoluyla gösterilmesi de şart değildir.
(…)
Bir başka anayasaya aykırılık iddiası ise, yetki yasası ve buna bağlı olarak KHK’ler çıkarılmasını gerektiren acil, ivedi, önemli ve zorunlu bir durumun bulunmadığına ilişkindir. Dava konusu yetki yasasıyla çıkarılması için izin verilen KHK’ler olağan kanun hükmünde kararnamelerdir. Bu tür KHK’lerin çıkarılabilmesi için acil, ivedi, önemli ve zorunlu bir durumun olması gerektiğine dair Anayasada herhangi bir düzenleme yer almamaktadır. Bu itibarla, yetki kanunlarının ve KHK’lerin anayasaya uygunluğunun incelenmesinde Anayasada öngörülmeyen yeni şartlar ihdas edilmesi mümkün olmadığı gibi, neyin “önemli”, “ivedi” ve “zorunlu” olduğuna anayasaya uygunluk denetimi yapan yargı organının karar vermesi de bu organın işlevine uygun değildir. Ayrıca bu kavramların sübjektif nitelik taşıdığı ve göreceli olduğu da açıktır. Bu nedenle, yetki yasası ve buna bağlı olarak KHK çıkarılmasını gerektiren acil, ivedi, önemli ve zorunlu bir durumun olup olmadığının incelenmesi, Anayasada öngörülen çerçevenin dışına taşacak ölçüde bir denetim yapılması anlamına gelebilecektir. Oysa yetki yasaları üzerindeki denetimin, Anayasada öngörülen çerçevenin sınırları içinde kalması gerekir. Bu nedenle, KHK çıkarılması için yetki verilen konunun acil, ivedi, önemli ve zorunlu olup olmadığının incelenmesine gerek görülmemiştir.”
Bu dava dilekçesinde Yüksek Mahkemenin iki farklı kararından uzun alıntı yapılmıştır. Birincisi 05.10.2000 tarih ve E.2000/45, K.2000/27 sayılı kararı, diğeri ise 27.10.2011 günlü ve E.2011/60, K.2011/147 sayılı kararıdır.
İki karar arasındaki farklılıklar üzerine çok şey söylenebilir; söylenecektir. Özeti, Anayasa Mahkemesinin geçmişini inkâr ettiği ve çağdaş demokrasiyi yüceltmenin erdemine artık nefesinin yetmediğidir.
Anayasa Mahkemesinin 27.10.2011 günlü ve E.2011/60, K.2011/147 sayılı Kararındaki (6216 sayılı Kanunun 65 inci maddesinin (1) numaralı fıkrasına göre çoğunluk sayılan) Görüşe göre;
6223 sayılı Yasanın kapsamına;
- Birincisi, “‘Kamu hizmetlerinin bakanlıklar arasındaki dağılımının yeniden belirlenmesi’ ve bu çerçevede gerekli görülmesi halinde yeni bakanlıklar kurulması, var olan bakanlıkların birleştirilmesi, bakanlıkların bağlı, ilgili ve ilişkili kuruluşlarının yeniden belirlenmesi” için Yetki Yasasında tek tek sayılan 19 adet kanun ve kanun hükmünde kararname ile bu konuyla ilgili diğer kanun ve kanun hükmünde kararnameler;
- İkincisi ise, ‘Kamu kurum ve kuruluşlarında istihdam edilen memurlar, işçiler, sözleşmeli personel ile diğer kamu görevlilerinin atanma, nakil, görevlendirilme, seçilme, terfi, yükselme, görevden alınma ve emekliye sevk edilme usul ve esaslarına ilişkin olarak değişiklikler ve yeni düzenlemeler’ yapılması için” Yetki Yasasında sayılan 6 adet kanun ve kanun hükmünde kararnamelerle bu konuyla ilgili diğer kanun ve kanun hükmünde kararnameler;
girmektedir.
Başka bir anlatımla, kamu hizmetlerinin bakanlıklar arasındaki dağılımını ve dolayısıyla teşkilat yasalarını konu alan bütün yasa ve yasa gücünde kararnameler ile kamu kurum ve kuruluşlarında istihdam edilen memurlar, işçiler, sözleşmeli personel ile diğer kamu görevlilerinin atanma, nakil, görevlendirilme, seçilme, terfi, yükselme, görevden alınma ve emekliye sevk edilme usul ve esaslarını konu alan tüm personel kanunları ile kanun hükmünde kararnameler, 6223 sayılı Yetki Yasasının kapsamındadır ve dolayısıyla teşkilat ve personeli konu alan tüm yasa ve yasa gücünde kararnamelerin Yetki Kanununun kapsamında olması, Anayasanın 87 nci maddesine göre “Bakanlar Kuruluna belli konularda kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisi vermek” anlamına geldiği gibi kapsamı da belirli olduğu için Anayasanın 7 nci, 87 nci ve 91 inci maddelerine aykırılık oluşturmamaktadır.
Bu yorum, “Kamu hizmetlerinin kapsamı ile kamu hizmetlerini yürütecek her türlü kamu kurum ve kuruluşunun teşkilatı ile görev ve yetkilerini; bağlılık, ilgililik ve ilişkililik ilişkilerini; hizmet üretme süreçlerini; memurlar, işçiler, sözleşmeli personel ve diğer kamu görevlilerinin atanma, nakil, görevlendirilme, seçilme, terfi, yükselme, görevden alınma ve emekliye sevk edilme usul ve esasları ile mali, sosyal ve diğer her türlü özlük hakları ile sorumluluklarını; kamu hizmetlerinin finansman biçimleri ile harcama usul ve esaslarını yeniden belirlemek amacıyla yürürlükte bulunan tüm kanun ve kanun hükmünde kararnamelerde değişiklik ve yeni düzenlemeler yapmak üzere Bakanlar Kuruluna yetki vermektir.” şeklindeki bir yetki yasasının da konusu ve kapsamı -6223 sayılı Yetki Yasasından daha da- belirgin, kısa, öz ve anlaşılabilir olduğundan, Anayasaya daha da uygun olacağı anlamına gelmektedir.
Bu yoruma, Anayasanın 91 inci maddesinin Danışma Meclisi’nde görüşülmesi sırasında KHK çıkarabilmesi için hükümete yetki verilmesi nedeninin, “... çok acele hallerde hükümetin elinde uygulanacak bir seri kural olmadığı için, acele olarak çıkarılıp ve hemen olayın üstüne gidilmesi gereken hallerde çıkarılması için bu düzenleme getirilmiştir ...” biçiminde açıklanması ile Anayasa Komisyonu Başkanının da, “Kanun hükmünde kararname, yasama meclisinin acil bir durumda, kanun yapmak için geçecek sürede çıkaracağı kanun ihtiyacı, halledilmesi gereken meseleyi çözemeyeceğine; o zaman çok geç kalınacağı endişesinden kaynaklanan bir müessesedir ve bu müessese bunun için kurulmuştur.” biçiminde görüş bildirmesini de görmezden gelip, Anayasa Mahkemesinin yerleşik içtihatlarını da yok sayarak, “KHK çıkarılabilmesi için acil, ivedi, önemli ve zorunlu bir durumun olması gerektiğine dair Anayasada her hangi bir düzenleme yer almamaktadır.” saptamasını da eklersek;
Seçimler yapıldıktan sonra Bakanlar Kurulunun hazırladığı yetki yasası tasarısına TBMM’nin yetki vermesini sağladıktan sonra -75’şer günlük bütçe süreci hariç- bir sonraki genel seçimler sonuçlanıp TBMM açılana kadar TBMM’yi kapatmak; acil, ivedi, önemli ve zorunlu bir durum olmadığı sürece de TBMM’yi toplantıya çağırmamak gerekecektir.
Anayasa Mahkemesinin 27.10.2011 günlü ve E.2011/60, K.2011/147 sayılı Kararındaki (6216 sayılı Kanunun 65 inci maddesinin (1) numaralı fıkrasına göre çoğunluk sayılan) Görüş, net bir biçimde bunu söylemektedir.
Bu görüş, Anayasanın Başlangıcı ile Birinci Kısmında kurulan Türkiye Cumhuriyetini değil, bambaşka bir devleti tanımlamakta; tanımlanana ne dendiği de herkes tarafından bilinmektedir.
Bakanlar Kurulu tarafından 6223 sayılı Yetki Yasasına dayanılarak 35 adet KHK çıkarılmış; bir tanesi yürürlükten kaldırıldığı için geriye yürürlükte 34 adet KHK kalmıştır.
Öyle ki, söz konusu KHK’lerin içeriğine girmeden isimlerinden de anlaşılacağı üzere, KHK’lerden bazıları daha bir ay yürürlükte kalmadan değişikliğe uğramıştır.
Bakanlar Kurulunun ülkemize yaşattığı kelimenin tam anlamıyla bir tür “yap-boz oyunu”dur. Yap-boz oyunu olmadığını hiç kimse ileri süremez. Ancak, yap-boz oyunları, okul öncesi çocukların eğlenerek öğrenmelerini sağlamak için geliştirilen oyunlardır. Yap-boz oyunları ile okul öncesi çocukların, anlamsız parçaları zihinsel çaba göstererek anlamlı bütünlere dönüştürmeleri ve dolayısıyla zihinlerinde kurguladıkları bütüne ulaşabilmeleri için de her defasında yeniden deneyerek düşünme ve çözüm yolları üretme yetilerini geliştirmeleri amaçlanmaktadır.
Bakanlar Kurulu ise, 6223 sayılı Yasayla aldığı yetkiye dayanarak, yap-boz oyununu Türkiye’nin hukuk sistemi üzerinde oynamaktadır. Kamu hizmeti yürütmekle görevli kamu kurum ve kuruluşlarının teşkilat yapıları, kamu hizmeti üretme usul ve esasları, personel sistemi ve hizmet üretme süreçleri altüst edilmiştir. Yapılan düzenlemelerde 3046 sayılı Kanuna dahi uyulmamaktadır. Bakanlar Kurulu uzun süreli ve çok yönlü çalışmayı gerektiren alanlarda hiçbir hazırlığa dayalı olmadan kural koymakta, daha koyduğu kuralı uygulama ve sonuçlarını izleme ve değerlendirme aşamalarına geçmeden değiştirmekte; durmamakta, değiştirdiğini de değiştirmektedir. Hatta bu değişiklikleri 657 ve 662 sayılı KHK’lerde örneğine yer verildiği üzere aynı gün görevlerini düzenlediği kurumu, aynı gün kapatmaya vardırabilmektedir. Hiçbir hukuksal öngörülebilirlik olmadığı için de değiştirdiği değişikliği değiştirdiğinin üzerinde yarın başka bir değişikliğe gitmeyeceği de belirsizliğini korumaktadır.
Bakanlar Kurulunun hukuksal öngörülebilirliği ortadan kaldırması ve hukuksal belirsizlik yaratarak hukuk devleti ilkesine aykırı uygulamalar içine girmesini sağlayan ise, Anayasanın 7 nci maddesiyle Türk Milleti adına TBMM’ye verilen devredilemez nitelikteki yasama yetkisini kullanıyor olmaktan kaynaklanmaktadır.
Parlamento, Fransızca “parler”, İtalyanca “parlare” yani “konuşmak” mastarlarından türetilmiş bir sözcüktür ve “konuşulan yer” anlamına gelmektedir. Demokrasilerde yasalar, uzun süreli ve çok yönlü araştırma, inceleme ve değerlendirmelere dayalı olarak ihtiyaçları ve çözüm yollarını tespitten sonra parlamentoların komisyon ve alt komisyonları ile genel kurulunda konuşularak, tartışılarak ve ilgili kurum ve kuruluşlar ile etkilenen toplumsal kesimlerin ve bunların temsilcisi örgütlerin görüşleri alınıp üzerinde asgari mutabakat sağlanmaya çalışılarak yasalaşmaktadır. Demokratik devletin ve çağdaş demokrasinin özü budur.
Varlığını Anayasaya borçlu olan Anayasa Mahkemesinin bu yalın gerçeği görmezden gelerek tüm teşkilat ve personel yasalarının parlamenter süreç dışında yapılmasını, Anayasanın Başlangıcı ile 2 nci, 6 ncı, 7 nci, 8 inci, 11 inci, 87 nci ve 91 inci maddelerine rağmen teşvik etmesinin, hukuksal hiçbir gerekçesi yoktur; olamaz.
Kaldı ki, Anayasa yasama yetkisini Türk Milleti adına TBMM’ye vermiş ve bu yetkiye -Anayasanın 91 inci maddesindeki ayrık ve spesifik durum hariç- devredilmezlik atfetmiştir. Anayasa Mahkemesinin 91 inci maddeye ilişkin Danışma Meclisinde ileri sürülen görüşler ile Anayasanın Başlangıcı ve Birinci Kısmında kurulan demokratik parlamenter sistemin niteliğinden hareketle öngördüğü ve içtihat haline getirdiği “ivedilik”, “zorunluluk” ve “önemlilik” gibi üç koşulun birlikte bulunması şartının gerçekleşmediği alanlarda 6223 sayılı Yasayla Bakanlar Kuruluna konu ve kapsamı sınırsız ve belirsiz bir düzenleme yetkisi verilmesi ve Bakanlar Kurulunun da bu yetkiyi “yap-boz oyunu” oynar gibi kullanması, kuvvetler ayrılığı ilkesine dayanan parlamenter demokratik sisteme karşı girişilmiş örtülü bir yürütme organı darbesidir. Bu örtülü darbenin siyasal iktidarın yasama organındaki sayısal üstünlüğüne dayalı olarak yasama organının bilgisi ve ilgisi dahilinde yapılıyor olması, yapılanın Anayasanın özü ve sözüyle bağdaşmayan siyasal bir darbe olduğu gerçeğini ortadan kaldırmaz.
Bunun en açık, bariz ve doğrudan örneklerine Yüce Mahkemeye açılan iptal davalarında yer verilmişti. 661 sayılı KHK de bunlardan birini oluşturmaktadır.
21.10.2011 tarihli ve 661 sayılı Avrupa Birliği Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararname ile;
- 634 sayılı Avrupa Birliği Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında KHK’de,
- 637 sayılı Ekonomi Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında KHK’de,
- 638 sayılı Gençlik ve Spor Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında KHK’de,
- 640 sayılı Gümrük ve Ticaret Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında KHK’de,
- 1700 sayılı Dahiliye Memurları Kanununda,
- 3201 sayılı Emniyet Teşkilatı Kanununda,
- 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununda,
- 2015 sayılı Atatürk Orman Çiftliği Arazisinden 167 Dönüm 500 Metrekarelik Kısmının Anakara Belediyesine Satılması Hakkında Kanunda,
- 2802 sayılı Hakimler ve Savcılar Kanununda,
- 2920 sayılı Türk Sivil Havacılık Kanununda,
- 2954 sayılı Türkiye Radyo Televizyon Kanununda,
- 2985 sayılı Toplu Konut Kanununda,
- 3056 sayılı Başbakanlık Teşkilat Hakkında KHK’nin Değiştirilerek Kabulüne Dair Kanunda,
- 3238 sayılı Savunma Sanayii Müsteşarlığı Kurulması Hakkında Kanunda,
- 3796 sayılı İstanbul Kentinde Yapılacak Olimpiyat Oyunları Kanununda,
- 4054 sayılı Rekabetin Korunması Hakkında Kanunda,
- 4734 sayılı Kamu İhale Kanununda,
- 5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanununda,
- 5302 sayılı İl Özel İdaresi Kanununda,
- 5431 sayılı Sivil Havacılık Genel Müdürlüğü Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanunda,
- 5651 sayılı İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanunda,
- 5653 sayılı Yunus Emre Vakfı Kanununda,
- 5902 sayılı Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanunda,
- 5978 sayılı Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanunda,
- 6015 sayılı Devlet Desteklerinin İzlenmesi ve Denetlenmesi Hakkında Kanunda,
- 6114 sayılı Ölçme, Seçme Yerleştirme Merkezi Başkanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanunda,
- 178 sayılı Maliye Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında KHK’de,
- 657 sayılı Devlet Memurları Kanununda,
- 190 sayılı KHK’de,
olmak üzere tam 29 yasa ve yasa gücünde kararnamede değişiklik yapılmış; MİT Müsteşarlığı ile Emniyet Genel Müdürlüğünün istihbarat ve güvenliğe ilişkin ihtiyaçları için yapılacak harcamaların denetimden kaçırılması amacıyla Savunma Sanayi Destekleme Fonundan yapılması öngörülmüş; Rekabet Kurulu ile Kamu İhale Kurulunun bağımsızlığı ve tarafsızlığına son verilerek kurul üyelerinin doğrudan Bakanlar Kurulu tarafından seçilmesi yoluyla Siyasal İktidara bağımlı hale getirilmişlerdir.
Bilindiği üzere yasaların lafzi yorumunda dahi kısım, bölüm, madde, fıkra, bent, alt bent silsilesi ve bütünlüğü büyük bir önem taşımaktadır. Bir alt bendin ilgili olduğu bent, bendin ilgili olduğu fıkra, fıkranın ilgili olduğu madde, maddenin ilgili olduğu bölüm, bölümün ilgili olduğu kısım bağlamında değerlendirilmesi genel kuraldır.
6223 sayılı Yetki Yasasının kapsamı, 1 inci maddesinin (2) numaralı fıkrasında, “Bu Kanuna göre çıkarılacak kanun hükmünde kararnameler; (a) Kamu hizmetlerinin bakanlıklar arasındaki dağılımının yeniden belirlenmesine ilişkin olarak; (1) 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanununda, (…) (19) 25/3/1997 tarihli ve 571 sayılı Özürlüler İdaresi Başkanlığı Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamede, (20) Diğer kanun ve kanun hükmünde kararnamelerin görev, yetki, merkez, taşra ve yurt dışında teşkilatlanma esasları, kadrolar, bağlı, ilgili ve ilişkili kuruluşların bağlılık ve ilişkilerine ilişkin hükümlerinde, (…) yapılacak değişiklik ve düzenlemeleri kapsar.” şeklinde hüküm altına alınmış; (b) bendinde ise, “Kamu Kurum ve kuruluşlarında istihdam edilen memurlar, işçiler, sözleşmeli personel ile diğer kamu görevlilerinin atanma, nakil, görevlendirilme, seçilme, terfi, yükselme, görevden alınma ve emekliye sevk edilme usul ve esaslarına ilişkin olarak; (1) 657 sayılı Devlet Memurları Kanununda, (…) (7) Diğer kanun ve kanun hükmünde kararnamelerin memurlar, işçiler, sözleşmeli personel ile diğer kamu görevlilerinin atanma, nakil, görevlendirilme, seçilme, terfi, yükselme, görevden alınma ve emekliye sevk edilme usul ve esaslarına ilişkin hükümlerinde, yapılacak değişiklik ve yeni düzenlemeleri kapsar.” denilmiştir.
Yasanın 1 inci maddesinin gerekçesinde de aynen, “Kanunun amacını ve kapsamını belirleyen bu maddede, kamu hizmetlerinin düzenli, hızlı ve etkin bir şekilde yürütülmesini sağlamak üzere, kamu hizmetlerinin bakanlıklar arasındaki dağılımının yeniden belirlenmesi ve kamu kurum ve kuruluşlarında istihdam edilen memurlar, işçiler, sözleşmeli personel ile diğer kamu görevlilerinin çalışmalarında etkinliği artırmak üzere, bunların atanma, nakil, görevlendirilme, seçilme, terfi, yükselme, görevden alınma ve emekliye sevk edilme usul ve esaslarına ilişkin konularda düzenlemelerde bulunmak üzere Bakanlar Kuruluna kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisi verilmektedir.” ifadelerine yer verilmiştir.
Oysa, 661 sayılı KHK ile değişiklik ve ek düzenlemeler yapılan; 3056 sayılı Başbakanlık Teşkilatı Hakkında KHK’nin Değiştirilerek Kabulü Hakkında Kanun, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu ve 190 sayılı KHK dışındakilerin hiç biri 6223 sayılı Yetki Yasasının kapsamına ilişkin 1 inci maddesinin (2) numaralı fıkrasının (a) bendinde sayılan 19 adet yasa ve yasa gücünde kararname ile (b) bendinde sayılan 6 adet yasa ve yasa gücünde kararnameler arasında sayılmamıştır.
Yetki Yasasının kapsamında olanlar, 661 sayılı KHK’nin 26 ncı ile 42 nci maddeleri ve 102 nci ile 103 üncü maddeleridir ve bunlar hakkında da iptali isteminde bulunulmamaktadır.
634 sayılı Avrupa Birliği Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında KHK, 637 sayılı Ekonomi Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında KHK, 638 sayılı Gençlik ve Spor Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında KHK ve 640 sayılı Gümrük ve Ticaret Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında KHK 6223 sayılı Yetki Yasasına dayanılarak çıkarılmıştır.
661 sayılı KHK ile ise, Yetki Yasasına dayanılarak çıkarılan KHK’lerde değişiklik yapılmaktadır.
Anayasa Mahkemesinin 16.04.2003 gün ve E.2003/22, K.2003/34 sayılı Kararında, “Olağanüstü Hal KHK’leri dayanaklarını doğrudan doğruya Anayasadan (mad. 121) alırlar. Bu tür KHK’lerin bir yetki yasasına dayanması gerekli değildir. Buna karşılık olağan dönemlerdeki KHK’lerin bir yetki yasasına dayanması zorunludur. Bu nedenle, KHK’ler ile dayandıkları yetki yasası arasında çok sıkı bir bağ vardır.
KHK’nin yetki yasası ile olan bağı, KHK’yi aynı ya da değiştirerek kabul eden yasa ile kesilir. KHK’nin Anayasaya uygun bir yetki yasasına dayanması, geçerliliğinin ön koşuludur. Bir yetki yasasına dayanmadan çıkartılan veya dayandığı yetki yasası iptal edilen bir KHK’nin kuralları, içerikleri yönünden Anayasaya aykırılık oluşturmasalar bile Anayasaya uygunluğundan söz edilemez.” denilmiştir.
Bu bağlamda, 6223 sayılı Yetki Yasasına dayalı olarak söz konusu KHK’ler çıkarılmış olmakla 6223 sayılı Yasayla alınan yetki kullanıldığı için 634 sayılı, 637 sayılı, 638 sayılı ve 640 sayılı KHK’lerin Yetki Yasasıyla olan bağı kesilmiştir. Dolayısıyla 661 sayılı KHK ile söz konusu KHK’lerde değişiklik yapılamaz.
Öte yandan, 6223 sayılı Yetki Yasasının kapsamına ilişkin 1 inci maddesinin (2) numaralı fıkrasının (a) bendinde sayılan 19 adet yasa ve yasa gücünde kararname ile (b) bendinde sayılan 6 adet yasa ve yasa gücünde kararname arasında sayılmayan Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerin, 6223 sayılı Yetki Yasasının “Amaç ve kapsam” başlıklı 1 inci maddesinin kapsama ilişkin (2) numaralı fıkrasının (a) bendinin (20) numaralı alt bendinde yer alan, “Diğer kanun ve kanun hükmünde kararnamelerin görev, yetki, merkez, taşra ve yurt dışında teşkilatlanma esasları, kadrolar, bağlı, ilgili ve ilişkili kuruluşların bağlılık ve ilgilerine ilişkin hükümlerinde,” ifadesi ile (b) bendinin (7) numaralı alt bendinde yer alan “Diğer kanun ve kanun hükmünde kararnamelerin memurlar, işçiler, sözleşmeli personel ile diğer kamu görevlilerinin atanma, nakil, görevlendirilme, seçilme, terfi, yükselme, görevden alınma ve emekliye sevk edilme usul ve esaslarına ilişkin hükümlerinde,” ifadesi kapsamı içinde oldukları da ileri sürülemez. Çünkü, (20) ve (7) numaralı alt bentler içinde değerlendirilebileceği ileri sürülür ise bu durum, (20) numaralı alt bentten önce sayılan 19 alt bendin ve (7) numaralı alt betten önce sayılan (6) alt bendin boşu boşuna sayıldıkları anlamına gelir ki, yasakoyucuyu boş işlerle uğraşan bir angarya merkezi değildir. Yasakoyucunun kapsamı geniş tutmak için bu yolu seçtiği ileri sürülüyor ise, 25 yasayı sayan yasakoyucunun, eğer kapsama almak istiyor ise örneğin 2500 yasayı da sayabileceğini ve saymasının önünde de hiçbir engelin bulunmadığını kabul etmek gerekir. Diğer yandan, bu değerlendirme kamu kurum ve kuruluşlarına ilişkin olsun olmasın -2919 sayılı Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Sekreterliği Teşkilat Kanunu, 30.03.2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun, 26.04.1961 tarihli ve 298 sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun, 05.05.1983 tarihli ve 2821 sayılı Sendikalar Kanunu vb. dahil- tüm teşkilat ve usul kanunları ile KHK’lerin, (20) numaralı alt bendin; personele ilişkin hükümler taşıyan tüm kanun ve KHK’lerin ise (7) numaralı alt bendin kapsamı içinde olduğu gibi Anayasanın Başlangıcı ile Birinci Kısmında kurulan Türkiye Cumhuriyetinin temel nitelik ve özellikleriyle bağdaşmayan bir iddia olmaktan öteye geçemez.
Çünkü, bu durumda yasakoyucunun (1)’den (19)’a kadar 19 adet ve (1)’den (6)’ya kadar 6 adet yasa ve yasa gücünde kararnameyi saymak yerine, doğrudan, “Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten sonra yürürlüğe girecek kanun ve kanun hükmünde kararnameler de dahil olmak üzere tüm kanun ve kanun hükmünde kararnamelerin görev, yetki, merkez, taşra ve yurt dışında teşkilatlanma esasları, kadrolar, bağlı, ilgili ve ilişkili kuruluşların bağlılık ve ilgilerine ilişkin hükümlerinde,” ile “Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten sonra yürürlüğe girecek kanun ve kanun hükmünde kararnameler de dahil olmak üzere tüm kanun ve kanun hükmünde kararnamelerin memurlar, işçiler, sözleşmeli personel ile diğer kamu görevlilerinin atanma, nakil, görevlendirilme, seçilme, terfi, yükselme, görevden alınma ve emekliye sevk edilme usul ve esaslarına ilişkin hükümlerinde,” demesi ve böylece söz konusu müneccimliği de içeren iddiaya hukuki bir taban oluşturması gerekirdi.
6223 sayılı Yetki Yasasının yürürlüğe girişinden sonra yürürlüğe girecek kanun ve KHK’ler de dahil tüm yasa ve yasa gücünde kararnameleri kapsamına alan bir düzenleme nasıl ki, Anayasanın 91 inci maddesinin ikinci fıkrasındaki, yetki kanununun çıkarılacak kanun hükmünde kararnamenin amacını, kapsamını ve ilkelerini göstereceği kuralı ile Başlangıcının dördüncü fıkrası, 2 nci maddesi ve yasama yetkisinin Türkiye Büyük Millet Meclisine ait olduğu ve devredilemeyeceğine ilişkin 7 nci maddesi karşısında Anayasal koruma göremeyecek ise, aynı anlama gelen bir yorumun da aynı gerekçelerle koruma göremeyeceği açıktır.
Çünkü, Yetki Yasası’nda Bakanlar Kurulu’na verilen yetkinin “amaç”, “kapsam” ve “ilkeleri”nin belirlenmesinden amaç, Yetki Yasası’nın Anayasanın belirlediği ögeleri belli bir içeriğe kavuşturarak somutlaştırması, verilen yetkiyi hiçbir tartışmaya yol açmayacak açıklıkta belirlemesi ve dolayısı ile söz konusu istisnai yetki ile Türkiye Büyük Millet Meclisine ait olan yasama yetkisi kapsamında Bakanlar Kurulu’nun neleri gerçekleştirebileceğinin açıklığa kavuşturulmasıdır.
Yürürlüğe girecek olanlar da dahil tüm teşkilat, personel ve usul yasalarına ilişkin düzenleme yetkisinin Bakanlar Kuruluna verilmesi, hiç tartışma yoktur ki yasama yetkisinin devridir. Aksine bir düşünce, TBMM’nin ve dolayısıyla kuvvetler ayrılığına dayalı demokratik rejimin varlığının ve gerekliliğinin tartışmaya açılarak inkarı kadar, Anayasa Mahkemesinin varlığının ve gerekliliğinin de tartışmaya açılarak inkarı anlamına gelir.
Kaldı ki,
- 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu,
- 2015 sayılı Atatürk Orman Çiftliği Arazisinden 167 Dönüm 500 Metrekarelik Kısmının Anakara Belediyesine Satılması Hakkında Kanun,
- 2920 sayılı Türk Sivil Havacılık Kanunu,
- 2954 sayılı Türkiye Radyo Televizyon Kanunu,
- 2985 sayılı Toplu Konut Kanunu,
- 3796 sayılı İstanbul Kentinde Yapılacak Olimpiyat Oyunları Kanununda,
- 4054 sayılı Rekabetin Korunması Hakkında Kanun,
- 4734 sayılı Kamu İhale Kanunu,
- 5651 sayılı İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun,
- 5653 sayılı Yunus Emre Vakfı Kanunu,
- 6015 sayılı Devlet Desteklerinin İzlenmesi ve Denetlenmesi Hakkında Kanun,
teşkilat kanunu ya da personel kanunu değil; usul kanunudur. Dolayısıyla, söz konusu yasalar, Anayasa Mahkemesinin 27.10.2011 günlü ve E.2011/60, K.2011/147 sayılı Kararındaki (6216 sayılı Kanunun 65 inci maddesinin (1) numaralı fıkrasına göre çoğunluk sayılan) Görüşe göre dahi, 6223 sayılı Yetki Yasasının kapsamında değildirler.
Bu bağlamda, 6223 sayılı Yetki Yasasının kapsamına açıkça yazılı olanlar dışında her neyin girdiği ileri sürülüyorsa, bunların Bakanlıklar ile bakanlıkların bağlı, ilgili ve ilişkili kuruluşlarına ilişkin teşkilat kanunu/kanun hükmünde kararnamesi ya da personeline ilişkin personel kanunu/kanun hükmünde kararnamesi olması gerekeceği her türlü tartışmanın dışındadır.
Bakanlar Kurulunun 6223 sayılı Yetki Yasasının kapsamında olmayan alanlarda hukuksal tasarruflara girişerek yasal düzenlemelerde bulunması, Anayasanın Başlangıcının dördüncü fıkrası ile 2 nci, 7 nci 87 nci ve 91 inci maddelerindeki kurallarla bağdaşmamaktadır.
Diğer yandan, 6223 sayılı Yetki Yasasına dayanılarak çıkarılan KHK’ler hariç diğer yasa ve yasa gücünde kararnameler uzun süredir yürürlüktedir ve yürürlüğe girdikleri tarihten, söz konusu değişikliklerin yapıldıkları tarihe kadar değiştirilmelerini “zorunlu” kılan “ivedi” ve “önemli” bir durum ortaya çıkmamıştır. 661 sayılı KHK’nin Bakanlar Kurulunca kabul edildiği 21.10.2011 tarihinde, o gün, hemen ve aniden değiştirilmezler ise kamu hizmeti ve faaliyetlerin, bundan şu ya da bu şekilde olumsuz etkileneceği, “ivedilik, “zorunluluk” ve “önemlilik” durumu da söz konusu değildir. Bu bağlamda iptali istenen 661 sayılı KHK’nin iptali istenen tüm madde ve ekleri, Anayasanın 91 inci maddesine bu açıdan da aykırıdır.
Yukarıda ayrıntılı olarak açıklandığı üzere, 21.10.2011 tarihli ve 661 sayılı Avrupa Birliği Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararnamenin 26 ncı ile 42 nci ve 102 nci ile 103 üncü maddeleri hariç tümü ve ayrı ayrı tüm maddeleri ile ekindeki Cetvel ve Listeler, Anayasanın Başlangıcının dördüncü fıkrası ile 2 nci, 7 nci, 87 nci ve 91 inci maddelerine aykırı olduğundan iptali gerekir.
2) 661 SAYILI KANUN HÜKMÜNDE KARARNAMENIN 9 UNCU MADDESIYLE 640 SAYILI KANUN HÜKMÜNDE KARARNAMEYE 37 NCI MADDESINDEN SONRA GELMEK ÜZERE EKLENEN 37/A MADDESININ (4) NUMARALI FIKRASININ ANAYASAYA AYKIRILIĞI
661 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 9 uncu maddesiyle 640 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye 37 nci maddesinden sonra gelmek üzere eklenen 37/A maddesinin (4) numaralı fıkrasında, Gümrük ve Ticaret Denetmeni ile Gümrük ve Ticaret Denetmen Yardımcılarının mesleğe alınmaları, yarışma sınavları, yetiştirilmeleri, yeterlik sınavları, görev, yetki ve sorumlulukları ile çalışma usul ve esaslarının yönetmelikle düzenleneceği belirtilmektedir.
Anayasanın 6 ncı maddesinde, egemenliğin kayıtsız şartsız Milletin olduğu; Türk Milletinin, egemenliğini, anayasanın koyduğu esaslara göre, yetkili organları eliyle kullanacağı; egemenliğin kullanılmasının, hiçbir surette hiçbir kişiye, zümreye veya sınıfa bırakılamayacağı ve hiçbir kimse veya organın kaynağını anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamayacağı; 7 nci maddesinde; yasama yetkisinin Türk Milleti adına Türkiye Büyük Millet Meclisine ait olduğu ve bu yetkinin devredilemeyeceği; inci maddesinin ikinci fıkrasında ise, memurların ve diğer kamu görevlilerinin nitelikleri, atanmaları, görev ve yetkileri, hakları ve yükümlülükleri, aylık ve ödenekleri ve diğer özlük işlerinin kanunla düzenleneceği kurallarına yer verilmiş ve böylece memuriyete girişten emekliliğe kadar memuriyet statüsünün kanunla düzenlenmesi esası benimsenmiştir.
Anayasanın çeşitli maddelerinde yer alan kanunla düzenlemeden neyin anlaşılması gerektiği Anayasa Mahkemesi’nin birçok kararında açıklanmıştır. Anayasa Mahkemesinin 11.06.2003 gün ve E.2001/346, K.2003/63 sayılı Kararında da belirtildiği üzere, yasa ile düzenlenmesi öngörülen konularda, yürütme organına, genel, sınırsız, esasları ve çerçevesi belirsiz bir düzenleme yetkisi verilmesi, yasama yetkisinin devri anlamına geleceğinden Anayasanın 7 nci maddesine aykırı düşer. Ancak, yasada temel esasların ve çerçevenin belirlenmesi koşuluyla, uzmanlık ve teknik konulara ilişkin ayrıntıların düzenlenmesinin yürütmeye bırakılması Anayasaya aykırılık oluşturmaz. Esasen Anayasanın 8 inci maddesinde yer alan, “yürütme yetkisi ve görevi anayasaya ve kanunlara uygun olarak kullanılır ve yerine getirilir” hükmünün anlamı da budur.
Öte yandan Anayasanın 128 inci maddesinin birinci fıkrasında, “Devletin, kamu iktisadî teşebbüsleri ve diğer kamu tüzelkişilerinin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları kamu hizmetlerinin gerektirdiği aslî ve sürekli görevler, memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle görülür.” denilmektedir.
İptali istenen ibarede yer alan Gümrük ve Ticaret Denetmeni ile Gümrük ve Ticaret Denetmen Yardımcılarının, yapacakları denetimlerin, Devletin, genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü olduğu kamu hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevlerden olması nedeniyle ancak memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle yerine getirileceği ve söz konusu denetim elemanlarının da bu kapsamda bulunduğu açıktır.
Bu durumda, Gümrük ve Ticaret Denetmeni ile Gümrük ve Ticaret Denetmen Yardımcılarının mesleğe alınmaları, yarışma sınavları, yetiştirilmeleri, yeterlik sınavları, görev, yetki ve sorumlulukları ile çalışma usul ve esaslarının yasa ile düzenlenmesi gerekirken, bu hususların Bakanlıkça çıkarılacak yönetmeliklerle belirleneceğinin öngörülmesi, Anayasanın 7 nci ve 128 inci maddesindeki kurallarla bağdaşmamaktadır.
Yukarıda açıklandığı üzere, 661 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 9 uncu maddesiyle 640 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye 37 nci maddesinden sonra gelmek üzere eklenen 37/A maddesinin (4) numaralı fıkrası, Anayasanın 7 nci ve 128 inci maddelerine aykırı olduğundan iptali gerekir.
3) 661 SAYILI KANUN HÜKMÜNDE KARARNAMENIN 13 ÜNCÜ MADDESIYLE 1700 SAYILI DAHILIYE MEMURLARI KANUNUNUN 2 NCI MADDESININ BIRINCI FIKRASININ (B) BENDINE EKLENEN “KAYMAKAM ADAYLIĞI YAZILI SINAVINA DAHA ÖNCE MÜLAKATTA ÜÇ KEZ BAŞARISIZ OLANLAR KATILAMAZLAR.” TÜMCESININ ANAYASAYA AYKIRILIĞI
661 sayılı KHK’nin 13 üncü maddesiyle 1700 sayılı Dahiliye Memurları Kanununun 2 nci maddesinin, bir yandan (C) bendinde yapılan değişiklikle “Kaymakam Adaylığı” mesleğine girişte yaş sınırı 30’dan 35’e çıkarılırken; diğer yandan (B) bendine eklenen tümce ile Kaymakam Adaylığı mülakatında üç kez başarısız olanların yazılı sınava giremeyeceği hükme bağlanmaktadır.
Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen hukuk devleti, eylem ve işlemleri hukuka uygun olan, insan haklarına saygı gösteren, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasaya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa ve hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayıp yargı denetimine açık olan, yasaların üstünde yasakoyucunun da bozamayacağı temel hukuk ilkeleri ve Anayasa bulunduğu bilincinde olan devlettir.
Kaymakam Adaylığına girişte bir yandan yaş sınırı 30’dan 35’e çıkarılırken; diğer yandan üç defa mülakatta elenmiş olanların yazılı sınava giremeyecek olması arasında açık bir çelişki vardır. Çünkü, bir yandan yaşı 30’un üzerinde olanlara avantaj sağlanırken; diğer yandan yeterliğini yazılı sınavın nesnel sonuçlarına göre ortaya koymuş; fakat hiçbir objektifliği olmayan mülakatta üç defa elenmiş kişilerin yazılı sınava girme hakları gasp edilmektedir.
Öte yandan 1700 sayılı Kanunun 2/A maddesinin birinci fıkrasına göre, yazılı sınavda, yüz tam puan üzerinden yetmiş puanın altına düşülmemek kaydıyla en yüksek puandan başlamak üzere, sınav ilanında belirtilen kadronun dört katı aday mülakata çağrılmakta ve mülakat ikinci fıkrasında belirtilen hiçbir nesnelliği olmayan kriterlere göre yapılıp; mülakatla ilgili hiçbir kayıt sistemi kullanılmamaktadır.
Bu bağlamda, atanacak kadronun dört katı aday arasında, ölçme ve değerlendirme bağlamında hiç nesnelliği olmayan kriterler temelinde yapılan mülakatın, nesnel yapılmadığını ortaya koyacak hukuksal delillerle ispatının da yasaklanmış olması, dört katı aday arasında yapılan mülakatın yazılı sınavın nesnel sonuçlarını bertaraf etme ve siyasal iktidara uygun olanları seçme amacına matuf olduğunu ortaya koymaktadır.
Ancak; siyasal iktidarlar değişebilir ve şimdiki siyasal iktidara uygun olmayanlar yerine gelecek olan siyasal iktidarın tam da aradığı özelliklerdeki adaylar olabilir. Yaş sınırı 30’dan 35’e çıkarılırken; her türlü kayırmacılığa ve istismara açık olan mülakatta üç defa elenmiş olanların yazılı sınava girme haklarının ellerinden alınması, mevcut siyasal iktidarın beğenmediği adayların, başka bir iktidar döneminde mülakata girmesini önlemeyi amaçlamaktadır.
Oysa, hizmete alınmada görevin gerektirdiği niteliklerden başka hiç bir ayırımın gözetilmeyeceğini kurala bağlayan Anayasanın 70 inci maddesi uyarınca kamu görevlileri hakkında yasalarda öngörülen kısıtlamaların hizmetin etkin ve verimli bir biçimde yürütülmesi amacına uygun olması; bunun dışında siyasal, güncel vb. bir hedefinin olmaması gerekmektedir.
Başka bir anlatımla, getirilen kısıtlama ile yürütülen hizmet arasında günün koşullarına ve gerçeklerine uyan ve zorunlu bir neden sonuç bağının kurulması gerekmektedir. Hizmete girişte yaş sınırı yükseltilirken; yazılı sınava girişe kısıtlama getirilmesi, siyasal bir amaç taşıdığından, Anayasanın 70 inci maddesiyle bağdaşmamaktadır.
Öte yandan, Anayasanın İkinci Kısmının “Siyasi Haklar ve Ödevler” başlıklı Dördüncü Bölümünün 70 inci maddesinde, “Her Türk, kamu hizmetine girme hakkına sahiptir. Hizmete alınmada, görevin gerektirdiği niteliklerden başka hiçbir ayrım gözetilemez.” denilmiş; 91 inci maddesinin birinci fıkrasında ise, Anayasanın ikinci kısmının dördüncü bölümünde yer alan siyasi haklar ve ödevlerin kanun hükmünde kararnamelerle düzenlenemeyeceği kuralına yer verilmiştir. Dolayısıyla, Anayasanın 70 inci maddesinde düzenlenen kamu hizmetine girme hakkına ilişkin olarak kanun hükmünde kararname ile düzenleme yapılması, Anayasanın 91 inci maddesine de aykırıdır.
Yukarıda açıklandığı üzere, 661 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 13 üncü maddesiyle 1700 Sayılı Dahiliye memurları Kanununun 2 nci maddesinin birinci fıkrasının (B) bendine eklenen “Kaymakam adaylığı yazılı sınavına daha önce mülakatta üç kez başarısız olanlar katılamazlar.” tümcesinin Anayasanın 2 nci, 70 inci ve 91 inci maddelerine aykırı olduğundan iptali gerekir.
4) 661 SAYILI KANUN HÜKMÜNDE KARARNAMENIN 16 NCI MADDESIYLE DEĞIŞTIRILEN 3201 SAYILI KANUNUN 85 INCI MADDESININ VE 19 UNCU MADDESIYLE 3201 SAYILI KANUNDA YAPILAN DEĞIŞIKLIKLERIN ANAYASAYA AYKIRILIĞI
661 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 16 ncı maddesiyle değiştirilen 3201 sayılı Kanunun 85 inci maddesinin birinci fıkrasında, Emniyet Genel Müdürlüğünün stratejik plan ve hedefleri doğrultusunda, emniyet teşkilatı çalışanlarının iş başarılarının değerlendirilmesine imkan sağlayacak kurum içi bireysel performans değerlendirme sistemi oluşturulacağı; ikinci fıkrasında, performans değerlendirme sonuçlarının hizmet gerekleri yanında personelin; başarı, yeterlilik ve ehliyetlerinin tespitinde, performansının geliştirilmesinde, kıdem sırasının tespitinde, rütbe terfiinde, görevde yükselmesinde, asli memurluğa atanmasında, branş işlemlerinde, eğitim ihtiyaçlarının belirlenmesi ve eğitiminde, ödüllendirilmesinde, istihdamında ve görev yeri değişikliğinde kullanılabileceği; üçüncü fıkrasında, performansın iyileştirilmesi için alınması gerekli görülen tedbirleri görüşerek önerilerde bulunmak üzere, merkezde Performans Değerlendirme Kurulu oluşturulacağı; dördüncü fıkrasında, performans değerlendirmesinin yılda en az bir kez yapılacağı ve değerlendirme sisteminin oluşturulması ve uygulanması, yetersizlik, hizmet içi eğitim, değerlendirme amirleri, haklarında performans değerlendirmesi yapılmayacaklar ve yapılamayanlar, Performans Değerlendirme Kurulunun oluşumu ve çalışmasına ilişkin usul ve esaslar ile itiraz başvurusunun yöntemi ve diğer hususların İçişleri Bakanlığınca çıkarılan yönetmelikle düzenleneceği; performans değerlendirme formunda yer alacak performans değerlendirme ölçütleri ile ihtiyaç duyulan bilgilerin ise Emniyet Genel Müdürlüğünce belirleneceği hüküm altına alınırken; 19 uncu maddesi ile 3201 sayılı Kanunda yapılan değişikliklerle ise, 3201 sayılı Yasada personelin “sicil”ine ilişkin hükümler, “performans”ına yönelik olarak değiştirilerek “sicil” değerlendirme sisteminden “performans” değerlendirme sistemine geçilmektedir.
Böylece emniyet teşkilatı çalışanlarının başarı, yeterlilik ve ehliyetleri ile kıdem sırasının tespitinde, rütbe terfiinde, görevde yükselmesinde, asli memurluğa atanmasında, branş işlemlerinde, ödüllendirilmesinde, istihdamında ve görev yeri değişikliğinde personelin sicil dosyası yerine, performans değerlendirme sonuçlarının esas alınması öngörülmektedir.
1700 sayılı Dahiliye Memurları Kanunu, personel kanunu olmakla birlikte, 6223 sayılı Yetki Yasasının kapsamına ilişkin 1 inci maddesinin (2) numaralı fıkrasının (b) bendinde 6 alt bent halinde sayılan yasa ve yasa gücünde kararnameler arasında sayılmamıştır. Bu bağlamda, Yetki Yasasının kapsamında değildir ve dolayısıyla Bakanlar Kurulunun Yetki Yasasının kapsamında olmayan alanlarda hukuksal düzenlemelerde bulunması, Anayasanın Başlangıcının dördüncü fıkrası ile 2 nci, 7 nci, 87 nci ve 91 inci maddesindeki kurallarla bağdaşmaz.
Öte yandan, Anayasanın İkinci Kısmının “Siyasi Haklar ve Ödevler” başlıklı Dördüncü bölümünün 70 inci maddesinde, “Her Türk, kamu hizmetlerine girme hakkına sahiptir. Hizmete alınmada, görevin gerektirdiği niteliklerden başka hiçbir ayrım gözetilmez.” kuralına yer verilmiş; 91 inci maddesinin birinci fıkrasında ise, Anayasanın ikinci kısmının dördüncü bölümünde yer alan siyasi haklar ve ödevlerin kanun hükmünde kararnamelerle düzenlenemeyeceği belirtilmiştir.
Kamu hizmetine girme hakkı ile hizmete alınmada görevin gerektirdiği niteliklerden başka hiçbir ayrım gözetilemeyeceğine ilişkin Anayasal kural, hizmete girme yanında asli memurluğa atanma, hizmet içinde ilerleme, yükselme ve görevde kalma ile emeklilik hakkını ve bu hakkın kullanımında görevin gerektirdiği niteliklerden başka hiçbir ayrım gözetilmemesinde kamu görevlilerini güvenliğe sahip kılmayı kapsamaktadır.
Oysa, 661 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 16 ncı maddesiyle 3201 sayılı Kanunun 85 inci maddesinde yapılan değişiklerle, tam da bu hakkın kapsamında olan emniyet teşkilatı çalışanlarının başarı, yeterlilik ve ehliyetleri ile kıdem sırasının tespiti, rütbe terfii, görevde yükselme, asli memurluğa atanma, branş işlemleri, ödüllendirilme, istihdam (dolayısıyla göreve son verme) ve görev yeri değişikliğine ilişkin düzenlemeler yapılmaktadır.
Bakanlar Kurulunun kanun hükmünde kararname ile düzenleme yasağı içinde bulunan, kamu hizmetine girme hakkı kapsamındaki alanlarda hukuksal tasarruflarda bulunması Anayasanın 91 inci maddesine aykırıdır.
Diğer yandan, Anayasanın 128 inci maddesinin ikinci fıkrasında, memurların ve diğer kamu görevlilerinin nitelikleri, atanmaları, görev ve yetkileri, hakları ve yükümlülükleri, aylık ve ödenekleri ve diğer özlük işlerinin kanunla düzenlenmesi kuralı getirilmiştir.
Oysa, 661 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 16 ncı maddesiyle değiştirilen 3201 sayılı Kanunun 85 inci maddesinin dördüncü fıkrasında, performans değerlendirme sisteminin oluşturulması ve uygulanması, yetersizlik, hizmet içi eğitim, değerlendirme amirleri, haklarında performans değerlendirmesi yapılmayacaklar ve yapılamayanlar, Performans Değerlendirme Kurulunun oluşumu ve çalışmasına ilişkin usul ve esaslar ile itiraz başvurusunun yöntemi ve diğer hususların İçişleri Bakanlığınca çıkarılan yönetmelikle düzenleneceği; performans değerlendirme formunda yer alacak performans değerlendirme ölçütleri ile ihtiyaç duyulan bilgilerin ise Emniyet Genel Müdürlüğünce belirleneceği hüküm altına alınmaktadır.
Emniyet teşkilatında çalışan kamu görevlilerinin; başarı, yeterlilik ve ehliyetlerinin tespitinde, performansının geliştirilmesinde, kıdem sırasının tespitinde, rütbe terfiinde, görevde yükselmesinde, asli memurluğa atanmasında, branş işlemlerinde, eğitim ihtiyaçlarının belirlenmesi ve eğitiminde, ödüllendirilmesinde, istihdamında ve görev yeri değişikliğinde esas alınacak “performans değerlendirme sistemine” ilişkin olarak temel esaslar belirlenmeden, çerçeve çizilmeden, genel, sınırsız, esasları ve çerçevesi belirsiz bir alanı düzenleme yetkisinin bütünüyle idareye bırakılması, yasama yetkisinin devri anlamına geleceğinden Anayasanın 7 nci maddesine ve ayrıca zorunlu düzenlemeleri taşımaması nedeniyle 128 inci maddesine aykırı düşer.
Yukarıda açıklandığı üzere, 661 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 16 ncı maddesiyle değiştirilen 3201 sayılı Kanunun 85 inci maddesi 19 uncu Maddesiyle 3201 sayılı Kanunda yapılan değişiklikler, Anayasanın Başlangıcının dördüncü fıkrası ile 2 nci, 7 nci, 87 nci, 91 inci ve 128 inci maddelerine aykırı olduğundan iptali gerekir.
5) 661 SAYILI KANUN HÜKMÜNDE KARARNAMENIN 18 INCI MADDESIYLE 3201 SAYILI KANUNA EKLENEN EK 29 UNCU MADDENIN BIRINCI FIKRASININ BIRINCI CÜMLESINDEKI “… ILE DIĞER NITELIKLERE …” İBARESI ILE İKINCI CÜMLESININ ANAYASAYA AYKIRILIĞI
661 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 18 inci maddesiyle3201 sayılı Kanuna eklenen ek 29 uncu maddesinin birinci fıkrasının birinci cümlesinde, Emniyet Hizmetleri Sınıfı dışında kalan kadrolu veya sözleşmeli personelin emniyet teşkilatına seçimi ve atanmalarının; 657 sayılı Devlet Memurları Kanununa göre yapılan merkezi sınava ilave olarak sözlü sınav ve/veya uygulamalı sınav puanı ile diğer niteliklere göre yapılacağı; ikinci cümlesinde ise personelin alımı ve ilk atamaya ilişkin sınav ile sınav komisyonları ve aranacak niteliklerin ve diğer hususların İçişleri Bakanlığınca çıkarılan yönetmelikle düzenleneceği belirtilmektedir.
Anayasanın 6 ncı maddesinde, egemenliğin kayıtsız şartsız Milletin olduğu; Türk Milletinin, egemenliğini, anayasanın koyduğu esaslara göre, yetkili organları eliyle kullanacağı; egemenliğin kullanılmasının, hiçbir surette hiçbir kişiye, zümreye veya sınıfa bırakılamayacağı ve hiçbir kimse veya organın kaynağını anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamayacağı; 7 nci maddesinde; yasama yetkisinin Türk Milleti adına Türkiye Büyük Millet Meclisine ait olduğu ve bu yetkinin devredilemeyeceği; 128 inci maddesinin ikinci fıkrasında ise, memurların ve diğer kamu görevlilerinin nitelikleri, atanmaları, görev ve yetkileri, hakları ve yükümlülükleri, aylık ve ödenekleri ve diğer özlük işlerinin kanunla düzenleneceği kurallarına yer verilmiş ve böylece memuriyete girişten emekliliğe kadar memuriyet statüsünün kanunla düzenlenmesi esası benimsenmiştir.
Anayasanın çeşitli maddelerinde yer alan kanunla düzenlemeden neyin anlaşılması gerektiği Anayasa Mahkemesi’nin birçok kararında açıklanmıştır. Anayasa Mahkemesinin 11.06.2003 gün ve E.2001/346, K.2003/63 sayılı Kararında da belirtildiği üzere, yasa ile düzenlenmesi öngörülen konularda, yürütme organına, genel, sınırsız, esasları ve çerçevesi belirsiz bir düzenleme yetkisi verilmesi, yasama yetkisinin devri anlamına geleceğinden Anayasanın 7 nci maddesine aykırı düşer. Ancak, yasada temel esasların ve çerçevenin belirlenmesi koşuluyla, uzmanlık ve teknik konulara ilişkin ayrıntıların düzenlenmesinin yürütmeye bırakılması Anayasaya aykırılık oluşturmaz. Esasen Anayasanın 8 inci maddesinde yer alan, “yürütme yetkisi ve görevi anayasaya ve kanunlara uygun olarak kullanılır ve yerine getirilir” hükmünün anlamı da budur.
Öte yandan Anayasanın 128 inci maddesinin birinci fıkrasında, “Devletin, kamu iktisadî teşebbüsleri ve diğer kamu tüzelkişilerinin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları kamu hizmetlerinin gerektirdiği aslî ve sürekli görevler, memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle görülür.” denilmektedir.
Emniyet teşkilatında Emniyet Hizmetleri Sınıfı dışında kalan kadrolu veya sözleşmeli personelin yürüteceği hizmetlerin de Devletin, genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü olduğu kamu hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevlerden olması nedeniyle ancak memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle yerine getirileceği ve söz konusu personelin de bu kapsamda bulunduğu açıktır.
Bu durumda, Emniyet teşkilatında Emniyet Hizmetleri Sınıfı dışında kalan kadrolu veya sözleşmeli personelin seçimi ve atanmalarında aranacak diğer nitelikler ile personelin alımı ve ilk atamaya ilişkin sınav ile sınav komisyonları ve aranacak niteliklerin ve diğer hususların neler olduğunun yasa ile düzenlenmesi gerekirken, bu hususların Bakanlıkça çıkarılacak yönetmeliklerle belirleneceğinin öngörülmesi, Anayasanın 7 nci ve 128 inci maddesindeki kurallarla bağdaşmamaktadır.
Öte yandan, fıkranın birinci cümlesinde yer alan “ile diğer niteliklere” ibaresi hukuki belirlilik taşımamaktadır.
Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen hukuk devletinin unsurlarından biri de, vatandaşlarına hukuk güvenliği sağlamasıdır. Hukuk güvenliği, kurallarda “belirlilik” ve öngörülebilirlik gerektirir. Hukuk devletinde yargı denetiminin sağlanabilmesi için yönetimin görev ve yetkilerinin sınırının yasalarda açıkça gösterilmesi bir zorunluluktur. İptali istenen ile diğer niteliklere” ibaresi, belirlilik ve öngörülebilirlik özellikleri taşımaması nedeniyle yasama yetkisinin amacına uygun biçimde kullanılmasına elverişli olmadığı gibi, hukuk devleti ilkesi ile de bağdaşmamaktadır.
Yukarıda açıklandığı üzere, 661 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 18 inci maddesiyle 3201 sayılı Kanuna eklenen ek 29 uncu maddenin birinci fıkrasının birinci cümlesindeki “… ile diğer niteliklere …” ibaresi ile ikinci cümlesi, Anayasanın 2 nci, 7 nci, 87 nci ve 128 inci maddelerine aykırı olduğundan iptali gerekir.
6) 661 SAYILI KANUN HÜKMÜNDE KARARNAMENIN 21 INCI MADDESI ILE 2015 SAYILI KANUNUN 1 INCI MADDESININ İKINCI FIKRASINA EKLENEN CÜMLENIN ANAYASAYA AYKIRILIĞI
24.03.1950 tarihli ve 5659 sayılı Atatürk Orman Çiftliği Kuruluş Kanununun 10 uncu maddesinin birinci fıkrasında, “Atatürk Orman Çiftliğinin bu kanunun yayımı tarihindeki sınırları içinde bulunan gayrimenkullerin gerçek veya tüzelkişilere devir ve temliki ve kamulaştırılması özel bir kanunla izin alınmasına bağlıdır.” hükmüne yer verilmiş; 19.06.1976 tarihli ve 2015 sayılı Atatürk Orman Çiftliği Arazisinden 167 Dönüm 500 Metrekarelik Kısmının Ankara Belediyesine Satılması Hakkında Kanunun 1 inci maddesinde ise, “5659 sayılı Kanun mer’iyete girdiği tarihte Atatürk Orman Çiftliği hudutları dahilinde bulunan araziden kadastronun 2107 ada, 3 parselini teşkil eden 78 500 metrekare ve kadastronun 2107 ada,6 parselinden müfrez A parselini teşkil eden 89 000 metrekare ki cem’an 167 dönüm 500 metrekarelik kısmı, Ankara şehri imar nazım planı gereğince yapılması mukarrer yeni toptancı hali için Ankara Belediyesine, Çiftlik Yönetim Kurulu ile Belediye arasında tespit ve emsalinin satış ve günün rayicine göre Tarım Bakanlığınca tasvip olunacak bedelle ve satış bedeli 5 yılda ve beş eşit taksitte faizsiz olarak ödenmek kaydıyla satılmasına izin verilmiştir.
Adı geçen arazi, Belediyece, hiç bir şekilde maddede belirtilen hal, yapma maksadı dışında kullanılamaz. Belediyece maksat dışı kullanmalara teşebbüs halinde bu arazi aynı bedelle Atatürk Orman Çiftliğine iade edilir.” denilmiştir.
661 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 21 inci maddesi ile 2015 sayılı Kanunun 1 inci maddesinin ikinci fıkrasına eklenen cümlede, “Ancak, adalet hizmetlerinde veya Bakanlar Kurulunca belirlenecek diğer kamu hizmetlerinde kullanılması amacıyla bu arazinin tamamı ya da bir kısmı ilgili kamu idaresine tahsis edilmek üzere bedelsiz olarak Hazineye devredilebilir.” denilmektedir.
19.06.1976 tarihli ve 2015 sayılı Atatürk Orman Çiftliği Arazisinden 167 Dönüm 500 Metrekarelik Kısmının Ankara Belediyesine Satılması Hakkında Kanun, kamu hizmetlerinin bakanlıklar arasında dağılımının yeniden belirlenmesine konu oluşturabilecek teşkilat kanunu olmadığı gibi, kamu kurum ve kuruluşlarında istihdam edilen personele ilişkin personel kanunu da değil, bir usul kanunudur.
Bu bağlamda, Anayasa Mahkemesinin 27.10.2011 günlü ve E.2011/60, K.2011/147 sayılı Kararındaki (6216 sayılı Kanunun 65 inci maddesinin (1) numaralı fıkrasına göre çoğunluk sayılan) Görüşe göre dahi, 6223 sayılı Yetki Yasasının kapsamı içinde bulunmamaktadır. Bakanlar Kurulunun Yetki Yasasının kapsamı içinde bulunmayan alanlarda hukuksal tasarrufa girişerek yasal düzenlemelerde bulunması Anayasanın Başlangıcının dördüncü fıkrası ile 2 nci, 7 nci, 87 nci ve 91 inci maddelerinde yer alan kurallarla bağdaşmaz.
Öte yandan, Atatürk Orman Çiftliği’nin kuruluşu, Atatürk’ün 5 Mayıs 1925 tarihinde Ankara’da modern bir çiftlik kurulması için verdiği talimatla başlamış; Atatürk özel mülkü olan Çiftliği, Başbakanlığa yazdığı 11.06.1937 tarihli tezkere ile Hazine’ye bağışlamıştır.
13.01.1938 tarihinde yürürlüğe giren 3308 sayılı Kanunla Devlet Ziraat İşletmeleri Kurumuna devredilen Orman Çiftliği, 24.03.1950 tarihli ve 5659 sayılı Kanunla bu günkü hukuki statüsüne kavuşmuştur.
5659 sayılı Kanunun 1 inci maddesine göre, Tarım Bakanlığına bağlı ve tüzel kişiliğe sahip bir kuruluş olan Atatürk Orman Çiftliği Müdürlüğü, Kanunun 5 inci maddesine göre ise, özel hukuk esaslarına göre idare olunmaktadır.
Anayasanın “Temel Haklar ve Ödevler” başlıklı ikinci kısmının “Kişinin Hakları ve Ödevleri” başlıklı ikinci bölümünün 35 inci maddesinde, herkesin mülkiyet ve miras hakkına sahip olduğu; bu hakların ancak kamu yararı amacıyla kanunla sınırlanabileceği; mülkiyet hakkının kullanılmasının toplum yararına aykırı olamayacağı belirtilmiş; 91 inci maddesinin birinci fıkrasında ise, Anayasanın ikinci kısmının ikinci bölümünde yer alan kişi hakları ve ödevlerinin kanun hükmünde kararnamelerle düzenlenemeyeceği kuralına yer verilmiştir.
19.06.1976 tarihli ve 2015 sayılı Kanunla, toptancı hali yapılması için Ankara Belediyesine devredilen ve hal yapımı dışında başka bir amaçla kullanılmasına teşebbüs edilmesi halinde ise devir bedeli üzerinden Atatürk Orman Çiftliğine iade edilmesi gereken arazinin; adalet hizmetlerinde veya Bakanlar Kurulunca belirlenecek diğer kamu hizmetlerinde kullanılması amacıyla tamamı ya da bir kısmının ilgili kamu idaresine tahsis edilmek üzere bedelsiz olarak Hazineye devredilmesini öngören düzenlemenin kanun hükmünde kararname ile yapılması, Anayasanın 91 inci maddesindeki kuralla bağdaşmamaktadır.
Yukarıda açıklandığı üzere, 661 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 21 inci maddesi ile 2015 sayılı Kanunun 1 inci maddesinin ikinci fıkrasına eklenen cümle, Anayasanın Başlangıcının dördüncü fıkrası ile 2 nci, 7 nci, 87 nci ve 91 inci maddelerine aykırı olduğundan iptali gerekir.
7) 661 SAYILI KANUN HÜKMÜNDE KARARNAMENIN 29 UNCU MADDESIYLE DEĞIŞTIRILEN 3056 SAYILI KANUNUN 20 NCI MADDESININ İKINCI FIKRASININ İKINCI CÜMLESININ ANAYASAYA AYKIRILIĞI
661 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 29 uncu maddesiyle değiştirilen 3056 sayılı Kanunun 20 nci maddesinin ikinci fıkrasında Başbakanlık Teftiş Kurulunun çalışma usul ve esasları ile Müfettiş Yardımcılarının seçilmesi, yetiştirilmesi ve diğer hususların yönetmelikle düzenleneceği belirtilmektedir.
Anayasanın 6 ncı maddesinde, egemenliğin kayıtsız şartsız Milletin olduğu; Türk Milletinin, egemenliğini, anayasanın koyduğu esaslara göre, yetkili organları eliyle kullanacağı; egemenliğin kullanılmasının, hiçbir surette hiçbir kişiye, zümreye veya sınıfa bırakılamayacağı ve hiçbir kimse veya organın kaynağını anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamayacağı; 7 nci maddesinde; yasama yetkisinin Türk Milleti adına Türkiye Büyük Millet Meclisine ait olduğu ve bu yetkinin devredilemeyeceği; 128 inci maddesinin ikinci fıkrasında ise, memurların ve diğer kamu görevlilerinin nitelikleri, atanmaları, görev ve yetkileri, hakları ve yükümlülükleri, aylık ve ödenekleri ve diğer özlük işlerinin kanunla düzenleneceği kurallarına yer verilmiş ve böylece memuriyete girişten emekliliğe kadar memuriyet statüsünün kanunla düzenlenmesi esası benimsenmiştir.
Anayasanın çeşitli maddelerinde yer alan kanunla düzenlemeden neyin anlaşılması gerektiği Anayasa Mahkemesi’nin birçok kararında açıklanmıştır. Anayasa Mahkemesinin 11.06.2003 gün ve E.2001/346, K.2003/63 sayılı Kararında da belirtildiği üzere, yasa ile düzenlenmesi öngörülen konularda, yürütme organına, genel, sınırsız, esasları ve çerçevesi belirsiz bir düzenleme yetkisi verilmesi, yasama yetkisinin devri anlamına geleceğinden Anayasanın 7 nci maddesine aykırı düşer. Ancak, yasada temel esasların ve çerçevenin belirlenmesi koşuluyla, uzmanlık ve teknik konulara ilişkin ayrıntıların düzenlenmesinin yürütmeye bırakılması Anayasaya aykırılık oluşturmaz. Esasen Anayasanın 8 inci maddesinde yer alan, “yürütme yetkisi ve görevi anayasaya ve kanunlara uygun olarak kullanılır ve yerine getirilir” hükmünün anlamı da budur.
Öte yandan Anayasanın 128 inci maddesinin birinci fıkrasında, “Devletin, kamu iktisadî teşebbüsleri ve diğer kamu tüzelkişilerinin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları kamu hizmetlerinin gerektirdiği aslî ve sürekli görevler, memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle görülür.” denilmektedir.
İptali istenen ibarede yer alan Teftiş Kurulu ile Müfettiş Yardımcılarının, yapacakları denetimlerin, Devletin, genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü olduğu kamu hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevlerden olması nedeniyle ancak memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle yerine getirileceği ve söz konusu denetim elemanlarının da bu kapsamda bulunduğu açıktır.
Bu durumda, Teftiş Kurulunun çalışma usul ve esasları ile Müfettiş Yardımcılarının seçilmesi, yetiştirilmesi ve diğer hususların yasa ile düzenlenmesi gerekirken, bu hususların Başbakanlıkça çıkarılacak yönetmelikle belirleneceğinin öngörülmesi, Anayasanın 7 nci ve 128 inci maddesindeki kurallarla bağdaşmamaktadır.
Yukarıda açıklandığı üzere, 661 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 29 uncu maddesiyle değiştirilen 3056 sayılı Kanunun 20 nci maddesinin ikinci fıkrasının ikinci cümlesi, Anayasanın 7 nci ve 128 inci maddelerine aykırı olduğundan iptali gerekir.
8) 661 SAYILI KANUN HÜKMÜNDE KARARNAMENIN 57 NCI MADDESININ (A) BENDIYLE 4734 SAYILI KAMU İHALE KANUNUNUN 53 ÜNCÜ MADDESININ (C) FIKRASINDA, (B) BENDIYLE (G) FIKRASINDA YAPILAN DEĞIŞIKLIKLER ILE (C) BENDIYLE (H) FIKRASININ BIRINCI BENDINDE YAPILAN DEĞIŞIKLIKLERIN ANAYASAYA AYKIRILIĞI
Düzenlemenin Anayasaya Aykırılık gerekçelerine yer vermeden önce kamu ihalelerinin denetiminin kısa tarihçesine değinmek yararlı olacaktır.
a) Kamu İhalelerinin Denetiminin Kısa Tarihçesi
22.01.2002 tarihinde yürürlüğe giren 4734 sayılı Kamu İhale Kanunuyla kamu tüzel kişiliğine haiz, idari ve mali özerkliğe sahip Kamu İhale Kurumu kurulmuş ve o zamana kadar Maliye Bakanlığı ile Bayındırlık ve İskan Bakanlığı tarafından yürütülen tüzük, şartname, yönetmelik gibi düzenlemelerle tip sözleşme ve şartnameleri hazırlama ve uygulamaya yön verme görevi ile kamu ihalelerinin mevzuata uygunluğu hususunda, Maliye Bakanlığının 1050 sayılı Kanunun 64 üncü maddesi hükmüne göre yürüttüğü vize incelemesi1, şikayetle sınırlandırılarak Kamu İhale Kurulu’nun yetkisine verilmiştir.
Öte yandan 832 sayılı Sayıştay Kanununun sözleşmelerin tesciline ilişkin maddelerini yürürlükten kaldıran 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanununun 81 inci maddesi (b) bendinin, aynı Kanunun 82 nci maddesi (c) bendiyle 01.01.2005 tarihinden itibaren yürürlüğe girmesi sağlanarak Sayıştay’ın sözleşmeler üzerinde gerçekleştirdiği tescil şeklindeki öndenetim görevine son verilmiştir. Böylece kamu ihalelerinin denetimi konusunda Kamu İhale Kurumu tek yetkili kurum haline getirilmiştir.
Anayasal hesap mahkemesi ve yüksek denetim kurumu olan Sayıştay’ın, denetimine tabi kamu kurum ve kuruluşlarıyla belediye ve özel idarelerin harcamaya ilişkin olarak yaptıkları sözleşmelerle bağıtlar üzerinde, kamu adına yürüttüğü öndenetim görevinin bütünüyle yürürlükten kaldırılarak, kamu ihalelerinin incelenmesinin, idareler ile ihale komisyonlarının ihale sürecinde yaptıkları işlemlerden dolayı yapım müteahhidi, tedarikçi ve hizmet sunucusuna karşı Kanunla ihdas edilmiş bulunan sorumluluklarının tespiti ihtiyacından doğan ve ihaleye aday ve istekli olmuş gerçek ve tüzel kişilerin itirazen şikayetiyle hayatiyet kazanan itirazen şikayet incelemesine indirgenmiş bir içerikle kamu yararından soyutlandığı ve böylece şikayet konusu edilmeyen tüm kamu ihalelerinin inceleme dışında bırakıldığı bir sistemde; 661 sayılı KHK’nin 57 nci maddesi ile 4734 sayılı Kanunun 53 üncü maddesinde yapılan değişikliklerle birlikte kamu ihalelerinin itirazen şikayet yoluyla incelenmesinden dahi söz edilemeyecektir.
b) Düzenlemelerin Anayasaya Aykırılığı
Ülkemizde kurulmuş olan düzenleyici kurullar ya da aynı anlama gelmek üzere bağımsız idari otoriteler içinde bağımsızlığı en fazla hak edeni Kamu İhale Kurumu/Kurulu olmak gerekir.
4734 sayılı Kanunun 53 üncü maddesinin (a) fıkrasında, Kamu İhale Kurumunun kamu tüzel kişiliğine haiz, idari ve mali özerkliğe sahip, Maliye Bakanlığı ile ilişkili ve görevini yaparken bağımsız olduğu kurallarına yer verilmiştir. Çünkü, kaynağını kamu gelirlerinin oluşturduğu kamu ihalelerinin -şikayet üzerine de olsa- incelenmesi ile görevlidir ve bu görev mühendislik/mimarlık, hukuk, maliye ve denetim gibi alanlarda özel bilgi, uzmanlık, deneyim ve teknik yeterlilik gerektiren kompleks bir mahiyet taşımaktadır. Kamu İhale Kurumunda, Maliye, Bayındırlık ve Hazine Müsteşarlığının bağlı olduğu bakanlık ile Danıştay ve Sayıştay Başkanlıklarına ve taahhüt sektörünün temsilcisi olan TOBB ile TİSK’e kontenjanlar tanınmasının gerekçesi, Kamu İhale Kurumu/Kurulunun görevinin kompleksliği ile görevini yaparken ki idari özerkliği ve bağımsızlığı ile yeterliğine verilen önemin gereği, zorunlu sonucu ve göstergesi olarak anlaşılmak gerekir.
661 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 57 nci maddesinin (a) bendiyle 4734 sayılı Kamu İhale Kanununun 53 üncü maddesinin (c) fıkrasının;
Birinci bendindeki, “Kurumun karar organı biri başkan, biri ikinci başkan olmak üzere on üyeden oluşan Kamu İhale Kuruludur. Kamu İhale Kurulu üyeleri; Maliye Bakanlığınca önerilecek iki kişi, Bayındırlık ve İskân Bakanlığınca önerilecek üç kişi, Hazine Müsteşarlığının bağlı olduğu Bakanlık ile Danıştay ve Sayıştay Başkanlıklarınca önerilecek birer kişi, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği ile Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu tarafından kamu alımları ile ilgili meslek gruplarından önerilecek birer kişi olmak üzere Bakanlar Kurulunca atanır. Bakanlar Kurulu, atanan üyelerden birini Başkan olarak görevlendirir. Kurul Başkanı, Kurumun da başkanıdır. Üyelerden biri Kurul tarafından ikinci başkan olarak seçilir.” şeklindeki hüküm; “Kurumun karar organı biri başkan, biri ikinci başkan olmak üzere dokuz üyeden oluşan Kamu İhale Kuruludur. Kamu İhale Kurulu üyeleri Maliye Bakanının teklifi üzerine Bakanlar Kurulunca atanır. Bakanlar Kurulu, atamayla birlikte Kurul Başkanını ve İkinci Başkanı da görevlendirir. Kurul Başkanı, Kurumun da başkanıdır.” biçiminde;
İkinci bendindeki, “Üyelerin en az dört yıllık öğrenim veren hukuk, iktisat, siyasal bilgiler, işletme, iktisadi ve idari bilimler, mimarlık ve mühendislik fakülteleri ile bunlara denkliği yetkili makamlarca kabul edilen yurtdışındaki yükseköğretim kurumlarından mezun olmaları gerekir. Kurul üyeliğine önerilecek kişilerin; kamu kurum ve kuruluşlarında en az oniki yıl hizmetinin bulunması (konunun uzmanı olması dışında, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği ile Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu tarafından önerilecek adayların kuruluşta çalışma şartı aranmaz), kamu ihale mevzuatı ile ilgili yargılama, inceleme, denetleme, uygulama veya danışma konularında fiilen en az dört yıl çalışarak ulusal veya uluslararası ihale mevzuatı açısından kanıtlanmış niteliğe ve deneyime sahip olmaları, geçmişte ve halen bir siyasi parti ile aday gösterilme dahil üyelik ve görev alma ilişkilerinin bulunmaması gerekir. Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği ile Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu tarafından önerilecek adayların 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 48 inci maddesinin (A) bendinin (1), (4), (5), (6) ve (7) numaralı alt bentlerinde belirtilen şartları taşıması zorunludur.” hükmü, “Üyelerin en az dört yıllık öğrenim veren hukuk, iktisat, siyasal bilgiler, işletme, iktisadi ve idari bilimler, mimarlık ve mühendislik fakülteleri ile bunlara denkliği yetkili makamlarca kabul edilen yurtdışındaki yükseköğretim kurumlarından mezun olmaları gerekir. Kurul üyeliğine atanacak kişilerin; kamu kurum ve kuruluşlarında en az oniki yıl hizmetinin bulunması, kamu ihale mevzuatı ile ilgili yargılama, inceleme, denetleme, uygulama veya danışma konularında fiilen en az dört yıl çalışarak ulusal veya uluslararası ihale mevzuatı açısından kanıtlanmış niteliğe ve deneyime sahip olmaları, geçmişte ve halen bir siyasi parti ile aday gösterilme dâhil üyelik ve görev alma ilişkilerinin bulunmaması gerekir.” şeklinde;
Üçüncü bendindeki, “Kurul üyelerinin görev süresi beş yıldır. Bir üye bir defadan fazla seçilemez.” hükmü ise, “Kurul üyelerinin görev süresi dört yıldır. Bir üye bir defadan fazla seçilebilir.” şeklinde;
(g) fıkrasının birinci bendindeki “İzin, rapor, görevlendirme veya boşalan üyeliğe henüz atama yapılmaması hallerinde en az yedi üye ile toplanılabilir” ifadesindeki “yedi üye” ibaresi “altı üye” şeklinde;
(h) fıkrasının birinci bendindeki, “Başkana görevlerinde yardımcı olmak üzere Başkanın önerisi üzerine Kurul kararı ile üç başkan yardımcısı atanabilir.” ifadesindeki “Kurul kararı ile” ibaresi “Bakan tarafından” şeklinde;
değiştirilmektedir.
Kamu İhale Kurulunun idari özerkliği ile bağımsızlığının göstergesi olan tüm kurumsal ve örgütsel kontenjanların kaldırılarak Maliye Bakanlığı üzerinden Bakanlar Kurulunun doğrudan tek seçici haline getirilmesi, hiç kuşku bulunmamaktadır ki, Kamu İhale Kurumu/Kurulunun özerkliği ile bağımsızlığını ortadan kaldırır ve yeterliğini çökertirken aynı zamanda siyasallaşmasına yol açacaktır.
Bu siyasallaşma, Bakanlar Kurulunun en uç örnek olarak Kurul üyelerinin tamamını Danıştay ve Sayıştay meslek mensupları arasından seçmesi durumunda dahi gerçekleşecek gerçek bir tehlikedir. Çünkü, seçilenler kadar, seçen organın öncelikleri ile seçim kriterleri de önemli olmak gerekir ve siyasal bir kurum olan Bakanlar Kurulu ile bağımsız Anayasal kurumlar olan Danıştay ve Sayıştay Genel Kurullarının öncelik ve seçim kriterlerinin örtüşmeyecek olması yanında, seçenlerin seçilenlerden beklentileri ile seçilenlerin kendilerini seçen makama karşı taşıdıkları sorumluluğun mahiyeti, seçen makamın niteliğine göre farklılık taşıyacaktır.
Bakanlar Kurulu üyesi Bakanların bakanlıklarınca yapılacak ihalelerin, Bakanlar Kurulunca atanacak kurul üyeleri tarafından incelenip karara bağlanacak olması ve 4734 sayılı Kanunun 54 üncü maddesinin ikinci fıkrasına göre de, şikayet ve itirazen şikayet başvurularının, dava açılmadan önce tüketilmesi zorunlu idari başvuru yolu olması hukuksal gerçeği karşısında, kamu ihalelerinin incelenmesi ve denetlenmesinin tamamen ve bütün yön ve sonuçlarıyla bittiğini söylemek bir iddia olmaktan çıkmış; hukuksal bir gerçeklik haline gelmiştir.
4734 sayılı Kanunun 53 üncü maddesinin (a) fıkrasında, Kamu İhale Kurumunun kamu tüzel kişiliğine haiz, idari ve mali özerkliğe sahip, Maliye Bakanlığı ile ilişkili ve görevini yaparken bağımsız olduğu hüküm altına alınmıştır. Bu durumda, kamu ihale kurulunun yapısının ve kurul üyeleri ile başkan ve ikinci başkanın seçimi ile yapısının söz konusu özerklik ile bağımsızlığı sağlayacak şekilde düzenlenmesi gerekeceği tartışılmaz bir gerçektir.
Özerk kurumları diğer kamu kurum ve kuruluşlarından ayıran ve ona hukuk düzeni içinde ayrı bir yer veren en önemli özellik, özerk ve bağımsız statüye sahip olmalarıdır. Özerk kurumların kurulu bulundukları alanda tam bir tarafsızlık içinde iş görebilmeleri ancak bağımsız olmalarıyla mümkündür. Kurumsal yapılanmada ve karar vermede bağımsız olamayan bir kurumun ise özerkliğinden söz edilemez.
Kamu İhale Kurumu ile diğer özerk kurumlara bağımsızlık verilmesinin temelinde, kurulu bulunduğu alanı düzenleme, yönlendirme, inceleme, şikayetleri karara bağlama gibi görevleri yerine getirirken, siyasal iktidarın ve karar alma süreçleri üzerinde etki yapmaya çalışan çeşitli baskı ve çıkar gruplarının herhangi bir dışsal yönlendirme, etkileme ve müdahalesine maruz kalmadan, karar almalarını sağlayabilmektir.
Bağımsızlığın sağlanabilmesi, öncelikle kurul üyelerinin seçimi ve atanması süreçlerinde ortaya çıkar. Kurul üyelerinin atanma ve görevden alınma şekli, görev süresi, göreve tekrar seçilme olanağı sağlanması gibi hususlar, kurumsal ve kişisel bağımsızlık üzerinde doğrudan etkili olmaktadır. Siyaset kurumunun atayıp; siyaset kurumunun görevden aldığı, görev süresinin kısa tutulup, birden fazla seçilme olanağı tanındığı bir yapıda bağımsızlıktan söz edilemez.
Anayasada, bağımsız düzenleyici kurullardan yada aynı anlama gelmek üzere bağımsız idari otoritelerden ve bunların bağımsızlığı ile özerkliğinden doğrudan söz eden herhangi bir hüküm bulunmasa da özerlikten söz edilen bir çok madde vardır.
Anayasanın 127 nci maddesinde, mahalli idarelerin kuruluş esasları kanunla belirtilen ve karar organları, gene kanunda gösterilen seçmenler tarafından seçilerek oluşturulan kamu tüzelkişileri olduklarından; 130 uncu maddesinde, üniversitelerin kamu tüzel kişiliğinden ve bilimsel özerkliğinden; 133 üncü maddesinde, Devletçe kamu tüzelkişiliği olarak kurulan tek radyo ve televizyon kuruluşlarının ve haber ajanslarının özerkliğinden; 135 inci maddesinde, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları ve üst kuruluşlarının, kanunla kurulan ve organları kendi üyeleri tarafından kanunda gösterilen usullere göre yargı gözetimi altında gizli oyla seçilen kamu tüzelkişilikleri olduklarından söz edilmektedir.
Anayasa Mahkemesi 29.06.1992 günlü ve E.1991/21, K.1992/42 sayılı Kararında üniversitelerin bilimsel özerkliği konusunda, “Bilimsel özerklik, kuruluştan işleyişe değin, bilimin gerektirdiği özgürlük ortamının tüm çalışmalarla yönetimde bir yaşam biçimi olarak sağlanmasıdır.” derken; yerel yönetimlerin özerkliğine ilişkin olarak ise birçok kararında, “Özerklik kişi ve kuruluşların kendi faaliyetlerine ilişkin kararları alma ve uygulama konusunda gerekli yetkiyle donatılmış olması anlamına gelmektedir. Bu aynı zamanda kurumların dış etkilere karşı korunmasını ifade eder. Kamu kuruluşlarına özerklik tanınmasının nedeni faaliyetlerini hizmetin gereklerine ve kamu yararına uygun bir şekilde sürdürmelerini güvence altına almaktır.” görüşüne yer vermiştir.
Bakanlar Kurulu, 661 sayılı KHK’nin 57 nci maddesi ile 4734 sayılı Kanunun 53 üncü maddesinde yaptığı değişiklikleri, Sayıştay ve Danıştay Genel Kurulları tarafından seçilenler ile TOBB ve TİSK kontenjanından gelenler ve Maliye, Bayındırlık/Çevre ve Şehircilik, Hazine Müsteşarlığı kontenjanından atananlar görevlerini layıkıyla, bağımsızlık ve tarafsızlık içinde yapamadıkları için değil; tam tersine özellikle Sayıştay ve Danıştay Genel Kurulları ile TOBB ve TİSK’ten seçilenlerin ve diğerlerinin kendilerini seçen makamlara ve bu makamların kendilerinden beklentilerine karşı sorumlu hissetmelerinden ve dolayısıyla siyasal iktidarın beklentilerine yanıt vermemelerinden kaynaklanmaktadır. Siyasal iktidar, tek seçici ben olursam seçilenler, seçilmelerini bana borçlu olurlar ve dolayısıyla benim taleplerime duyarsız kalamazlar ve ikinci kez seçilme hakkı tanırsam, geleceklerini de ipotek altına sokarlar realitesinden hareketle söz konusu değişiklikleri yapmaktadır.
Anayasanın 2 nci maddesinde, hukuk devleti ilkesine Cumhuriyetin temel nitelikleri arasında yer verilmiş; 5 inci maddesinde, kişilerin ve toplumun huzur, refah ve mutluluğunu sağlamak Devletin temel amaç ve görevleri arasında sayılmış; 167 nci maddesinde ise, Devletin mal ve hizmet piyasalarının sağlıklı ve düzenli işlemesini sağlayıcı ve geliştirici tedbirleri alması gereğinden söz edilmiştir.
Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen hukuk devleti, eylem ve işlemleri hukuka uygun, insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda adil bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasaya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık, yasaların üstünde yasa koyucunun da uyması gereken Anayasa ve temel hukuk ilkelerinin bulunduğu bilincinde olan devlettir.
Bir hukuk devletinde, devlet erki kullanılarak yapılan tüm kamu işlemlerinin nihaî amacının “kamu yararı” olması gerekir. Bu gereklilik, kamu yararını, yasama organının takdir yetkisi için de bir sınır konumuna getirir.
4734 sayılı Kanunun 53 üncü maddesinin (a) fıkrasında, kamu tüzel kişiliğine haiz, idari ve mali özerkliğe sahip ve bağımsız olduğu hüküm altına alınmış Kamu İhale Kurulunun, görevini bağımsız yapmasını güvence altına almak üzere, Sayıştay, Danıştay, TOBB ve TİSK ile Maliye Bakanlığı, Bayındırlık/Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ve Hazine Müsteşarlığının bağlı olduğu Bakanlıkça önerilecek adayların Bakanlar Kurulunca atanması şeklinde oluşturulmuş kurul yapılanmasının ortadan kaldırılarak, Maliye Bakanının teklifi üzerine Bakanlar Kurulunca atanır hale getirilmesinin hangi tür kamu yararı amacına yöneldiğini açıklamak imkansızdır. Bakanlıkların yaptığı ihalelerin Bakanlar Kurulunca atanan ve ikinci kez atanma hakkı tanınanlarca denetlenmesinde kamu yararı olduğu ileri sürülemez. Böylesine bir düzenlemenin, kamu kaynaklarını siyasal destekçilere, bazı ayrıcalıklı kesimlere bağımsız ve tarafsız denetim engeliyle karşılaşmadan aktarma amacı dışında başka bir amacının olmadığı ve olamayacağı açıktır. Kamu kaynaklarının talanına yol açacak böylesine bir düzenlemenin Anayasal koruma görmesi beklenemez.
Kamu yararına sonuç doğurmayacak olan, yürütülen kamu hizmetinin nitelikleri ve gerekleriyle bağdaşmayan, adalet anlayışına aykırı ve makul olmayan böyle bir durumun, Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen hukuk devleti ilkesi ile bağdaştırılamayacağı açıktır. Çünkü bir hukuk devletinde tüm kamu işlemlerinin nihai amacı, kamu yararıdır. Bir hukuk devleti, adil ve makul olmak durumundadır. Yürütülen Kamu hizmetinin gerekleriyle bağdaşmayan, adil ve makul olmayan bir düzenlemenin, kamu yararına olduğu ve hukuk devleti ilkesi ile bağdaştığı söylenemez.
Kamu ihalelerinde saydamlıkla rekabetin sağlanmasını güvence altına denetim yapılanmasının çok yönlü işlevi vardır. İhalelerde, saydamlık ve rekabetin sağlanması bir yandan, kamusal ihtiyaçların en uygun şartlarda karşılanarak kalite ve maliyet avantajı sağlanması yoluyla kamusal tasarruflara gidilmesini ve dolayısıyla diğer kamusal hizmetlere de kaynak ayrılabilmesini olanaklı kılarken; diğer yandan piyasada rekabete ve yenilenmeye engel olan unsurları ortadan kaldırarak ekonomik etkinliğin gelişmesini sağlayacaktır. Bu da rekabet edebilirliği ve verimliliği artırarak uzun vadeli kalkınmayı güçlendirici bir etki yapacak; ekonomik performansta gerçekleşecek artışlar da kişilerin ve toplumun huzur, refah ve mutluluğunun artmasına yol açacaktır.
Bu bağlamda, saydam ve rekabetçi ihalelere güvence oluşturan, siyasal güç odakları ile baskı ve çıkar gruplarından bağımsızlığı sağlanmış kurul eliyle denetimin ortadan kaldırılarak, siyasal karar organının atadığı ve dolayısıyla bağımsızlığın kaldırıldığı bir kurul yapılanması, Anayasanın 5 inci maddesi ile 167 nci maddesinde Devlete verilen görevlerle de bağdaşmamaktadır.
Öte yandan 4734 sayılı Kamu İhale Kanunu, kamu hizmetlerinin bakanlıklar arasında dağılımının yeniden belirlenmesine konu oluşturabilecek teşkilat kanunu olmadığı gibi, kamu kurum ve kuruluşlarında istihdam edilen personele ilişkin personel kanunu da değil, kamu ihalelerinin ve bu ihalelerin denetiminin nasıl yapılacağına ilişkin bir usul kanunudur.
Bu bağlamda, Anayasa Mahkemesinin 27.10.2011 günlü ve E.2011/60, K.2011/147 sayılı Kararındaki (6216 sayılı Kanunun 65 inci maddesinin (1) numaralı fıkrasına göre çoğunluk sayılan) Görüşe göre dahi, 6223 sayılı Yetki Yasasının kapsamı içinde bulunmamaktadır. Bakanlar Kurulunun Yetki Yasasının kapsamı içinde bulunmayan alanlarda hukuksal tasarrufa girişerek yasal düzenlemelerde bulunması Anayasanın Başlangıcının dördüncü fıkrası ile 2 nci, 7 nci, 87 nci ve 91 inci maddelerinde yer alan kurallarla bağdaşmaz.
Yukarıda açıklandığı üzere,661 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 57 nci maddesinin (a) bendiyle 4734 Sayılı Kamu İhale Kanununun 53 üncü maddesinin (c) fıkrasında, (b) bendiyle (g) fıkrasında yapılan değişiklikler ile (c) bendiyle (h) fıkrasının birinci bendinde yapılan değişiklikler, Anayasanın Başlangıcının dördüncü fıkrası ile 2 nci, 5 inci, 7 nci, 87 nci, 91 inci ve 167 nci maddelerine aykırı olduğundan iptali gerekir.
9) 661 SAYILI KANUN HÜKMÜNDE KARARNAMENIN 58 INCI MADDESI ILE 4734 SAYILI KANUNA EKLENEN GEÇICI 12 NCI MADDESININ ANAYASAYA AYKIRILIĞI
661 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 58 inci maddesi ile 4734 sayılı Kanuna eklenen geçici 12 nci maddesinin birinci fıkrası ile Kamu İhale Kurumunda Başkan Yardımcısı, Baş Hukuk Danışmanı ve Daire Başkanı unvanlı görevlerde bulunanların görevlerinin sona ereceği; bunların ekli (3) sayılı liste ile ihdas edilen Başkanlık Müşaviri unvanlarına hiçbir işleme gerek kalmaksızın atanmış sayılacakları belirtilirken; ikinci fıkrasında, Başkanlık Müşaviri unvanlarına atanmış sayılanlara ödenecek aylık maaş düzenlenmiş ve üçüncü fıkrasında ise, Başkanlık Müşaviri olarak atanmış sayılanların, Başkan tarafından belirlenen birimlerde, Başkan tarafından belirlenen görevleri yürütecekleri hüküm altına alınmıştır.
Başka bir anlatımla, Kamu İhale Kurumu kapatılmadığı, teşkilat yapısı değişmediği, Başkan Yardımcısı, Baş Hukuk Danışmanı ve Daire Başkanlığı kadroları kaldırılmadığı ve dolayısıyla ortada hukuki ve fiili hiçbir gerekçe yok iken; Bakanlar Kurulu keyfe keder bir düzenlemeyle kamu görevlilerini görevlerinden alarak “Başkanlık Müşavirliği” unvanlı görevlere atamaktadır.
Anayasa Mahkemesinin birçok kararında belirtildiği üzere, Anayasanın 2 nci maddesindeki hukuk devleti, insan haklarına saygı gösteren, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, eylem ve işlemleri hukuka uygun olan, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup, bunu geliştirerek sürdüren, Anayasaya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa ve hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık, yasaların üstünde Anayasanın ve yasakoyucunun da uyması gereken temel hukuk ilkelerinin bulunduğunun bilincinde olan devlettir.
Hukuk devleti hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm işlem ve eylemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerinde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerektirir. Hukukî güvenliğin bir sonucu da kazanılmış haklara saygı gösterilmesi ilkesidir. Kazanılmış hak, kişinin bulunduğu statüden doğan ve kendisi yönünden kesinleşmiş ve kişisel alacak niteliğine dönüşmüş olan haktır. Kişilerin hukuk düzenine güvenerek elde ettikleri hakların sonradan çıkarılacak yasal düzenlemelerle ihlal edilmemesi bu ilkenin gereğidir.
657 sayılı Kanunun Temel ilkeler başlıklı 3 üncü maddesinin birinci fıkrasının (B) bendinde kariyer, Devlet memurlarına yaptıkları hizmetler için gerekli bilgilere ve yetişme şartlarına uygun şekilde, sınıfları içinde en yüksek derecelere kadar ilerleme imkanını sağlamaktır şeklinde; liyakat ise, Devlet kamu hizmetleri görevlerine girmeyi, sınıflar içinde ilerleme ve yükselmeyi, görevin sona erdirilmesini liyakat sistemine dayandırmak ve bu sistemin eşit imkanlarla uygulanmasında Devlet memurlarını güvenliğe sahip kılmaktır şeklinde tanımlanmıştır.
Kamu görevlilerinin atanmalarındaki usule göre görevlerinden alınmaları da idare hukukunun temel ilkelerinden biridir. Ortada hukuki ve fiili hiçbir gerekçe yok iken, söz konusu personelin kariyer ve liyakat ilkeleri çerçevesinde atandıkları kadro görev unvanlarının yasayla ellerinden alınması ve yasayla görevlerine son verilerek yasayla “Müşavirlik” kadrosuna atanmaları ve böylece Anayasanın 36 ncı maddesinde Anayasal güvence altına alınan hak arama özgürlüklerinin ellerinden alınması, Anayasanın 36 ncı maddesine aykırı olmanın yanında, kişilerin hukuk güvenliğini de ihlal ederek Anayasanın 2 nci maddesine aykırılık oluşturmaktadır.
Doğmuş hakkı tanımak kazanılmış hakka saygı göstermektir. Sadece iç hukukta değil, uluslar arası hukukta da benimsenen “kazanılmış hakların korunması”, mevcut hukuksal durumun, benimsenmiş yapının, edinilmiş statünün geçerliliğini sürdürmesini zorunlu kılar. Kazanılmış bir hakkı ortadan kaldırmak, üstelik tek yanlı hukuki düzenlemelerle kaldırmak hukuka güveni yıkar. Hukuki güvenlik, sadece kişilerin devlet faaliyetlerine güvenini değil, aynı zamanda yürürlükteki mevzuata göre edinilmiş statünün süreceğine duyulan güveni de içerir. Halkın devlete olan güveninin korunması, ancak hukuk güvenliğinin sağlanmasıyla mümkündür. Hukuki istikrar bunu gerektirir. Anayasasında “hukuk devleti” ilkesine yer vermiş ve buna değiştirilemezlik atfetmiş bir ülkede, “başkan yardımcılığı”, “Başhukuk müşavirliği” ve “daire başkanlığı” kadro görev unvanını kariyer ve liyakat ilkeleri çerçevesinde elde eden kamu görevlilerinin günün birinde atanmalarındaki usulün aksine yasal düzenlemeyle “Başkanlık Müşavirliği” unvanlarına atanacaklarını öngörebilmeleri beklenemez. Özü ve niteliği itibariyle idari bir işlem olan ve idari işlemle yapılması gereken “atama” işleminin, yasa gücünde kararname ile yapılmasıyla; bir yandan yürütmenin “atama” yetkisine Anayasanın 8 inci maddesine aykırı bir şekilde yasama organı tarafından yetkisiz olarak el atılırken; diğer yandan “Müşavir” ve “Araştırmacı” kadrolarına atanan kişilerin Anayasanın 125 inci maddesinde güvence altına alınan idari işleme karşı yetkili merciler nezdinde hak arama özgürlükleri, Anayasanın 36 ncı maddesine aykırı bir şekilde ellerinden alınmakta; ve ayrıca kişilerin hak arama özgürlüklerinin ellerinden alınmasının yasa gücünde kararname ile düzenlenmesi Anayasanın 91 inci maddesiyle de bağdaşmamaktadır.
Ayrıca, Anayasanın dördüncü bölümünün siyasi haklar ve ödevler kapsamındaki 70 inci maddesinde düzenlenen kamu hizmetine girme hakkı, söz konusu hizmete girenlerin görevlerinde kalma hakkına da güvence oluşturmakta ve siyasi haklar ve ödevler, Anayasanın 91 inci maddesine göre kanun hükmünde kararname ile düzenlenemeyecek yasak alan içinde bulunmaktadır.
Öte yandan geçici 12 nci maddenin ikinci fıkrasında, “Başkanlık Müşaviri” unvanlı görevlere atanan Başkan Yardımcısı, Başhukuk Müşaviri ve Daire Başkanlarının mali hakları korunuyor gibi bir izlenim yaratılmıştır. Ancak, söz konusu fıkralarda, “toplam net tutarının” ibaresinden sonra parantez içinde “(bu tutar sabit bir değer olarak esas alınır)” ifadesine yer verilerek, Başkan Yardımcısı, Başhukuk Müşaviri ve Daire Başkanlarının kadro görev unvanlarına ait aylık net hak edişleri sabitlenmiştir. Bu durumda örneğin daire başkanının en son aldığı net maaşı 100 TL ve Başkanlık Müşavirinin maaşı ise 90 TL ise aradaki 10 TL içinde bulunulan ayda tazminat olarak ödenerek maaşı yine 100 TL olacak; örneğin yıllık %11 oranındaki enflasyonun maaşlara yansıtılmasından dolayı bir sonraki ay daire başkanı maaşı 111 TL, Müşavir maaşı da 100 TL olduğunda ise, net maaş sabitlendiğinden dolayı, Daire Başkanı iken Yasayla Müşavir görevlerine atanan kişilere herhangi bir ödemede bulunulmayacak, kişilerin maaşı nominal olarak yine 100 TL olurken; reel olarak 90 TL’ye gerileyecektir. Dolayısıyla kazanılmış statü kaybının yanında kazanılmış mali hak kaybı da söz konusu olduğundan iptali istenen düzenlemeler Anayasanın 2 nci maddesindeki hukuk devleti ilkesiyle bu açıdan da bağdaşmamaktadır.
Yukarıda açıklandığı üzere,661 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 58 inci maddesi ile 4734 sayılı Kanuna eklenen geçici 12 nci maddesi,Anayasanın 2 nci, 8 inci, 36 ncı, 70 inci ve 91 inci maddelerine aykırı olduğundan iptali gerekir.
III. YÜRÜRLÜĞÜ DURDURMA İSTEMİNİN GEREKÇESİ
1) 661 sayılı Avrupa Birliği Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararnamenin; 26 ncı ile 42 nci maddeleri ve 102 nci ve 103 üncü maddeleri hariç diğerlerinin, 6223 sayılı Yetki Kanununun kapsamı içinde olmaması, 661 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile yapılan düzenlemelerin, Yetki Yasasının amaç ve ilkeleriyle bağdaşmaması yanında Anayasanın öngördüğü “ivedilik”, “zorunluluk” ve “önemlilik” şartlarını taşımaması nedenleriyle, 661 sayılı KHK’nin 26 ncı ile 42 nci maddeleri ve 102 nci ve 103 üncü maddeleri hariç tümünün ve ayrı ayrı tüm maddeleri ile ekindeki Cetvel ve Listelerin yürürlüğünün durdurularak kamu hizmetlerinden yararlananlar ile vergi mükelleflerinin ileride telafisi mümkün olmayan zarar ve ziyanlardan korunması gerekeceği değerlendirilmektedir.
2) Gümrük ve Ticaret Denetmeni ile Gümrük ve Ticaret Denetmen Yardımcılarının mesleğe alınmaları, yarışma sınavları, yetiştirilmeleri, yeterlik sınavları, görev, yetki ve sorumlulukları ile çalışma usul ve esaslarının yasa ile düzenlenmesi gerekirken, bu hususların Bakanlıkça çıkarılacak yönetmeliklerle belirleneceğinin öngörülmesi, denetim, teftiş, soruşturma gibi hizmetlerin bağımsız ve tarafsız yürütülmesini engelleyerek, kamu kaynaklarının verimli, etkili ve tutumlu kullanılması amacından sapmasına yol açacak; bu da hizmetten yararlananlar ile vergi mükelleflerinin telafisi imkansız zarar ve ziyanlarına neden olacaktır.
3) Kaymakam Adaylığı giriş sınavında yaş sınırı 30’dan 35’e çıkarılırken; her türlü kayırmacılığa ve istismara açık olan mülakatta üç defa elenmiş olanların yazılı sınava girme haklarının ellerinden alınması, sınavın açıldığı tarihte 35 yaşının altında olan ve fakat kayırmacılığa ve istismara açık mülakat sisteminden dolayı üç defadan fazla elenmiş bulunan adayların, kamu hizmetine girme hakkını ortadan kaldıran bir düzenleme olduğundan söz konusu adayların ileride telafisi imkansız maddi ve manevi zarar ve ziyanlarına yol açacaktır.
4) Emniyet teşkilatında çalışan kamu görevlilerinin; başarı, yeterlilik ve ehliyetlerinin tespitinde, performansının geliştirilmesinde, kıdem sırasının tespitinde, rütbe terfiinde, görevde yükselmesinde, asli memurluğa atanmasında, branş işlemlerinde, ödüllendirilmesinde, istihdamında ve görev yeri değişikliğinde esas alınacak “performans değerlendirme sistemine” ilişkin olarak temel esaslar belirlenmeden, çerçeve çizilmeden, genel, sınırsız, esasları ve çerçevesi belirsiz bir alanı düzenleme yetkisinin bütünüyle idareye bırakılması ve idarenin “performans değerlendirme sistemi”ni kurarken esas alacağı yasal kriterlerin bulunmaması, emniyet teşkilatında çalışan personelin mağduriyetine ve ileride telafisi olmayan zararlarına yol açacaktır.
5) Emniyet teşkilatında Emniyet Hizmetleri Sınıfı dışında kalan kadrolu veya sözleşmeli personelin seçimi ve atanmalarında aranacak diğer niteliklerin neler olduğunun hukuksal belirsizlik içermesi ve personelin alımı ve ilk atamaya ilişkin sınav ile sınav komisyonları ve aranacak niteliklerin ve diğer hususların neler olduğunun yasa ile düzenlenmesi gerekirken, bu hususların Bakanlıkça çıkarılacak yönetmeliklerle belirlenecek olması, söz konusu kadrolara aday kişilerin hukuk güvenliğini ortadan kaldırma ve kamu hizmetine girme hakkını engelleme işlevi görerek ileride telafisi imkansız zarar ve ziyanlarına neden olacaktır.
6) 19.06.1976 tarihli ve 2015 sayılı Kanunla, toptancı hali yapılması için Ankara Belediyesine devredilen ve hal yapımı dışında başka bir amaçla kullanılmasına teşebbüs edilmesi halinde ise devir bedeli üzerinden Atatürk Orman Çiftliğine iade edilmesi gereken arazinin; adalet hizmetlerinde veya Bakanlar Kurulunca belirlenecek diğer kamu hizmetlerinde kullanılması amacıyla tamamı ya da bir kısmının ilgili kamu idaresine tahsis edilmek üzere bedelsiz olarak Hazineye devredilmesini öngören düzenleme, söz konusu arazinin Atatürk Orman Çiftliğine devredilmesinin yasal şartlarının oluştuğunu ortaya koyduğundan, Atatürk Orman Çiftliğinin malvarlığında hukukun kabul edemeyeceği azalmaya yol açmıştır.
7) Başbakanlık Teftiş Kurulunun çalışma usul ve esasları ile Müfettiş Yardımcılarının seçilmesi, yetiştirilmesi ve diğer hususların yönetmelikle düzenlenecek olması, bağımsız ve tarafsız yapılması gereken denetim, teftiş ve soruşturma faaliyetleriyle bağdaşmadığından, bir bütün olarak kamunun ileride telafisi olmayan zarar ve ziyanlarına neden olacaktır.
8) Kamu İhale Kurulunun özerkliğiyle bağdaşmayan ve bağımsızlığını ortadan kaldırmayı ve Kurulu siyasallaştırarak siyasal iktidara bağımlı hale getirmeyi amaçlayan söz konusu düzenlemeler, ihale yolsuzluklarını artırarak kamu kaynaklarının israfıyla sonuçlanacak ve bir bütün olarak ülke ekonomisini etkinlikten uzaklaştıracaktır. Bu olgu ise kamunun ileride telafisi olmayan zarar ve ziyanlarına yol açacaktır.
9) Kamu İhale Kurumunda Başkan Yardımcısı, Başhukuk Müşaviri ve Daire Başkanı kadrolarında çalışan personelin yasayla görevlerinden alınarak “Başkanlık Müşaviri” unvanlı göreve atanması, kazanılmış haklarını ellerinden almış ve ayrıca mali hak kaybına da yol açarak ileride telafisi imkansız noktalara taşımıştır.
Öte yandan, Anayasal düzenin hukuka aykırı kural ve düzenlemelerden en kısa sürede arındırılması, hukuk devleti olmanın en önemli gerekleri arasında sayılmaktadır. Anayasaya aykırılıkların sürdürülmesi, özenle korunması gereken hukukun üstünlüğü ilkesini de zedeleyecektir. Hukukun üstünlüğünün sağlanamadığı bir düzende, kişi hak ve özgürlükleri güvence altında sayılamayacağından, bu ilkenin zedelenmesi hukuk devleti yönünden giderilmesi olanaksız durum ve zararlara yol açacaktır.
Bu zarar ve durumların doğmasını önlemek amacıyla, Anayasaya açıkça aykırı olan ve iptali istenen hükümlerin iptal davası sonuçlanıncaya kadar yürürlüklerinin de durdurulması istenerek Anayasa Mahkemesine dava açılmıştır.
V. SONUÇ VE İSTEM
02.11.2011 tarihli ve 28103 (1. Mükerrer) sayılı Resmi Gazetede yayımlanan, 21.10.2011 tarihli ve 661 sayılı Avrupa Birliği Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararnamenin;
I) İptal davasıyla ilgili ilk ve esas incelemelerinde, 6216 sayılı Kanunun 59 uncu ve 60 ıncı maddeleri uyarınca Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç’ın reddine,
II) 1) 26 ncı ile 42 nci maddeleri ve 102 nci ve 103 üncü maddeleri hariç tümünün ve ayrı ayrı tüm maddeleri ile ekindeki Cetvel ve Listeleri, Anayasanın Başlangıcının dördüncü fıkrası ile 2 nci, 7 nci, 87 nci ve 91 inci maddelerine;
2) 9 uncu maddesiyle 640 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye 37 nci maddesinden sonra gelmek üzere eklenen 37/A maddesinin (4) numaralı fıkrası, Anayasanın 7 nci ve 128 inci maddelerine;
3) 13 üncü maddesiyle 1700 sayılı Dahiliye memurları Kanununun 2 nci maddesinin birinci fıkrasının (B) bendine eklenen “Kaymakam adaylığı yazılı sınavına daha önce mülakatta üç kez başarısız olanlar katılamazlar.” tümcesi, Anayasanın 2 nci, 70 inci ve 91 inci maddelerine;
4) 16 ncı maddesiyle değiştirilen 3201 sayılı Kanunun 85 inci maddesi ile 19 uncu maddesiyle 3201 sayılı Kanunda yapılan değişiklikler, Anayasanın Başlangıcının dördüncü fıkrası ile 2 nci, 7 nci, 87 nci, 91 inci ve 128 inci maddelerine;
5) 18 inci maddesiyle 3201 sayılı Kanuna eklenen ek 29 uncu maddenin birinci fıkrasının birinci cümlesindeki “… ile diğer niteliklere …” ibaresi ile ikinci cümlesi, Anayasanın 2 nci, 7 nci, 87 nci ve 128 inci maddelerine;
6) 21 inci maddesi ile 2015 sayılı Kanunun 1 inci maddesinin ikinci fıkrasına eklenen cümle,Anayasanın Başlangıcının dördüncü fıkrası ile 2 nci, 7 nci, 87 nci ve 91 inci maddelerine;
7) 29 uncu maddesiyle değiştirilen 3056 sayılı Kanunun 20 nci maddesinin ikinci fıkrasının ikinci cümlesi,Anayasanın 7 nci ve 128 inci maddelerine;
8) 57 nci maddesinin (a) bendiyle 4734 Sayılı Kamu İhale Kanununun 53 üncü maddesinin (c) fıkrasında, (b) bendiyle (g) fıkrasında yapılan değişiklikler ile (c) bendiyle (h) fıkrasının birinci bendinde yapılan değişiklikler, Anayasanın Başlangıcının dördüncü fıkrası ile 2 nci, 5 inci, 7 nci, 87 nci, 91 inci ve 167 nci maddelerine;
9) 58 inci maddesi ile 4734 sayılı Kanuna eklenen geçici 12 nci maddesi, Anayasanın 2 nci, 8 inci, 36 ncı, 70 inci ve 91 inci maddelerine;
aykırı olduklarından iptallerine ve uygulanmaları halinde giderilmesi güç ya da olanaksız zarar ve durumlar doğacağı için, iptal davası sonuçlanıncaya kadar yürürlüklerinin durdurulmasına karar verilmesine ilişkin istemimizi saygı ile arz ederiz.”
B- E.2012/31 Sayılı İtiraz Başvurusunun Gerekçe Bölümü Şöyledir:
“3201 sayılı Yasaya 661 sayılı KHK ile eklenen itiraz konusu Geçici 22. maddenin 2. fıkrasında; “Bu maddenin yayımı tarihi itibarıyla ikinci bölge hizmetini yapmamış ikinci Sınıf Emniyet Müdürlerinin Birinci Sınıf Emniyet Müdürü rütbesine terfi edebilmesi için ikinci bölgedeki en az hizmet süresi kadar fiilen zorunlu ikinci bölge hizmeti yapmış olması şarttır.” hükmüne yer verilmiştir.
Söz konusu Yasa maddesi ile 2. sınıf emniyet müdürlerinin 2. bölge hizmetini tamamlamadan 1. sınıf emniyet müdürü olarak değerlendirmeye alınmasının engellendiği ve bekleme süresini doldurmak üzere olan personelin haklı beklentisi ile o tarihe kadar ki kazanılmış haklarını ortadan kaldırdığı, yasanın bu haliyle kısmen geçmişe etkili şekilde uygulanma sonucunu doğurduğu ve 3. sınıf emniyet müdürleri açısından getirilen sistem karşısında kıdem durumunu, 2. sınıf emniyet müdürleri aleyhine ve yine 2. sınıf emniyet müdürleri arasında olumsuz şekilde bozduğu görülmektedir.
Bu nedenle, 3201 sayılı Yasaya 661 sayılı KHK ile eklenen itiraz konusu Geçici 22. maddenin 2. fıkrasının Anayasanın 2. ve l0. maddelerine aykırı olması nedeniyle iptali istenilmektedir.
ANAYASA’YA AYKIRILIK İTİRAZIMIZIN NEDENLERİ
Dayanılan Anayasa Kuralları:
1- “Madde 2- Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devletidir.”
2- “Madde 10- Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir. (...) Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz.”
Anayasa’ya Aykırılık Nedenleri:
Anayasa’nın 2. maddesinde Türkiye Cumhuriyeti’nin bir hukuk devleti olduğu vurgulanmıştır. Hukuk devleti, tüm işlem ve eylemlerinin hukuk kurallarına uygunluğunu başlıca geçerlik koşulu bilen, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurmayı amaçlayan ve bunu geliştirerek sürdüren, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, insan haklarına saygı duyarak bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, Anayasa ve hukuk kurallarına bağlılığa özen gösteren, yargı denetimine açık olan, yasaların üstünde yasa koyucunun da bozamayacağı temel hukuk ilkeleri ile Anayasa’nın bulunduğu bilincinden ayrılmayan devlet olarak tanımlanmıştır.
Hukuk devleti ilkesinin öğeleri arasında, yasa hükümlerinin adaletli bir hukuk düzenini yaratması da vardır. Yasa kuralı görev itibariyle aynı konumda bulunan kamu görevlileri arasında ayırım yaratıyorsa, bu kuralın hukuk devleti ilkesine uygun bir kural olduğundan söz edilemez.
Hukuk güvenliğinin sağlanması, hukuk devletinin ön koşullarındandır. Anayasa’nın 2. maddesinde yer alan hukuk devletinin sağlamakla yükümlü olduğu hukuk güvenliği, kural olarak yasaların geriye yürütülmemesini gerekli kılar. Yasaların geriye yürümezliği ilkesi uyarınca, yasalar kamu yararı ve kamu düzeninin gerektirdiği, kazanılmış hakların korunması, mali haklarda iyileştirme gibi kimi ayrıksı durumlar dışında ilke olarak yürürlük tarihinden sonraki olay, işlem ve eylemlere uygulanmak üzere çıkarılırlar. Bu nedenle, sonradan yürürlüğe giren yasaların geçmişe ve kesin nitelik kazanmış hukuksal durumlara etkili olmaması hukukun genel ilkelerindendir.
Öte yandan kazanılmış hak, özel hukuk ve kamu hukuku alanlarında genel olarak, bir hak sağlamaya elverişli nesnel yasa kurallarının bireylere uygulanması ile onlar için doğan öznel hakkın korunmasıdır. Kazanılmış bir haktan söz edilebilmesi için bu hakkın, yeni yasadan önce yürürlükte olan kurallara göre bütün sonuçlarıyla fiilen elde edilmiş olması gerekir. Kazanılmış hak, kişinin bulunduğu statüden doğan, kendisi yönünden kesinleşmiş ve kişisel niteliğe dönüşmüş haktır. Bir statüye bağlı olarak ileriye dönük, beklenen haklar, kazanılmış hak niteliği taşımamakla birlikte belirli bir süreci öngören statüsel işlemlerde bu sürecin başında ve sonunda olan bireyler açısından haklı beklentinin de hukuk devleti tarafından korunması adaletli bir hukuk düzeni kurmanın gereklerindendir.
Önceden oluşmuş hukuksal durumların sonradan yapılacak işlemlerle değiştirilmesi, hukuktan beklenen güvenlikle bağdaşmaz. Yönetsel işlemin geriye yürümemesi ilkesinden, uygulamada yönetilenlerin kazanılmış haklarının korunmasında yararlanılmaktadır. Gerçekten böylece kurulmuş durumlarla, kazanılmış hakları korumak, hukuksal ilişkilerde istikrar sağlamak gereksinim ve zorunluluğundan doğmuş sosyal bir hukuk normudur
Hukuk devleti ilkesinin önkoşullarından biri olan hukuk güvenliği ile kişilerin hukuki güvenliğinin sağlanması amaçlanmaktadır. Hukuk güvenliği ilkesi, hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerinde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar.
Hukuk devletinde, yasama organı tarafından yasama yetkisinin kullanılması sırasında adaletli bir hukuk düzeni kurulması, yeni mevzuat metni ile getirilen düzenleme uygulanmaya başlayıncaya veya yürürlüğe girinceye kadar geçecek süre içinde yapılacak işlem ve düzenlemeler ya da uyulacak ilke ve kurallar ile daha önceki düzenlemelerden doğan hakların korunmasına ilişkin hususlar ve benzeri geçiş hükümlerinin geçici maddelerle düzenlenmesi ile sağlanmaktadır. Bu yönteminin kullanılması ile hukuki durumları farklı olanların yapılan yeni düzenlemeden mağdur olmalarının önüne geçilmektedir.
Anayasanın 10. maddesinde, hukukun temel ilkeleri arasında yer alan eşitlik ilkesi düzenlenmiş ve “herkes dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetmeksizin kanun önünde eşittir, hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz, devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadır” denilmiştir.
Yasa önünde eşitlik ilkesi hukuksal durumları aynı olanlar için söz konusudur. Bu ilke ile eylemli değil hukuksal eşitlik öngörülmüştür. Eşitlik ilkesinin amacı aynı durumda bulunan kişilerin yasalar karşısında aynı işleme bağlı tutulmalarını sağlamak, ayrım yapılmasını ve ayrıcalık tanınmasını önlemektir. Bu ilkeyle, aynı durumda bulunan kimi kişi ve topluluklara ayrı kurallar uygulanarak Yasa karşısında eşitliğin gözardı edilmesi yasaklanmıştır.
Anayasa Mahkemesinin pek çok kararında vurgulandığı gibi yasa önünde eşitlik ilkesi, herkesin her yönden aynı kurallara bağlı olacağı anlamına gelmemekle birlikte, yasaların uygulanmasında birbirinin aynı durumda olanlara ayrı kuralların uygulanmasını ve ayrıcalıklı kişi ve toplumların yaratılmasını engellemektedir. Kimi yurttaşların haklı bir nedene dayanılarak değişik kurallara bağlı tutulmaları eşitlik ilkesine aykırılık oluşturmamakta, hatta bunların durumu ve konumlarındaki özellikleri, kimi kişi ya da topluluklar için değişik kuralları ve değişik uygulamaları gerekli kılmakta, özelliklere ve aykırılıklara dayandığı için haklı olan nedenler, ayrı düzenlemeyi aykırı değil, geçerli kılarsa da, aynı durumda olanlar için ayrı düzenleme aykırılık oluşturur. Anayasanın öngördüğü eşitlik ilkesinin çiğnenmemesi için, aynı hukuksal durumlar aynı, ayrı hukuksal durumların ayrı kurallara bağlı tutulması gerekmektedir. Ancak, durumlardaki değişikliğin doğurduğu zorunlulukların kamu yararı ya da başka haklı nedenlere dayanılarak yasalarla farklı uygulamalar getirilmesi durumunda Anayasa’nın eşitlik ilkesinin çiğnendiği sonucu çıkarılamaz.
İtiraza konu, 3201 sayılı Yasaya 661 sayılı KHK ile eklenen itiraz konusu Geçici 22. maddenin 2. fıkrası ile 2. sınıf emniyet müdürü olan personelin 1. sınıf emniyet müdürü olabilmek amacıyla değerlendirmeye alınabilmesi için Yasanın 55. maddesinde öngörülen kıdem ve liyakat ilkeleri ile bekleme sürelerinin yanında yeni bir kurala daha ver verildiği ve 2. sınıf emniyet müdürlerinin 1. sınıf emniyet müdürü olabilmeleri için en az hizmet süresi kadar (2 yıl) J fiilen 2. bölge hizmeti yapmış olma koşulunun getirildiği görülmektedir. Anılan düzenleme ile kıdemin çok önemli olduğu emniyet teşkilatında 1. sınıf emniyet amirliğine atanabilmek için yeni bir koşulun getirilmesine karşın madde de incelemeye tabi tutulmak için gerekli olan 3 yıllık bekleme süresini doldurmak üzere olan ve bekleme süresi içinde 2. bölge hizmetini yapma olanağı fiilen bulunmayan ve esasen 1. sınıf emniyet müdürlüğü konusunda haklı beklentisi oluşmuş olan personelin durumu gözetilmeksizin ve herhangi bir geçiş dönem ve süreci öngörülmeksizin yasal düzenleme yapıldığı görülmektedir. Aynı maddenin 1. fıkrasında 2. sınıf emniyet müdürü olabilmek için değerlendirmeye alınacak 3. sınıf emniyet müdürlerine yönelik olarakta 2. bölge hizmet zorunluluğunun getirildiği, ancak 3. sınıf emniyet müdürlerine yönelik olarak düzenleme yapılırken bekleme süresini doldurmak üzere olan ve bekleme süresi içinde 2. bölge hizmetini tamamlama olanağı bulunmayan personelin durumu gözetilerek en az bir kez zorunlu ikinci bölge hizmetini yapmamış veya ikinci bölgeye atanmak ile birlikte göreve başlamamış olan 3. sınıf emniyet müdürleri hakkında, Emniyet Genel Müdürlüğü Yüksek Değerlendirme Kurulunca verilecek bir üst rütbeye terfiye ilişkin kararların, bu bölgede fiilen çalışmaya başlanması kaydıyla uygulanacağı kuralına yer verilmiştir. 3. sınıf emniyet müdürleri açısında yapılan düzenlemede bekleme süresi dolmuş ve incelemeye tabi tutularak 2. sınıf emniyet müdürü olmasına karar verilmiş olan personel hakkındaki bu kararın 2. bölge hizmetine “fiilen başlanması” durumunda bu hizmetin tamamlanması beklenmeksizin derhal uygulanmasına karar verilirken, 2. sınıf emniyet müdürleri açısından 2. bölge hizmeti, değerlendirmeye alınmanın önünde bir engel olarak düzenlenmiş ve bu bölge hizmeti “tamamlanmadan” değerlendirmeye alınmayacağı yolunda kural getirilmiştir. Bu haliyle mevcut düzenlemenin 3. sınıf emniyet müdürleri lehine 2. sınıf emniyet müdürleri aleyhine kıdem sırasını alt üst edeceği ve emniyet teşkilatının genel yapısını olumsuz etkileyeceği açıktır. Ayrıca 1. sınıf emniyet müdürü olmak için gerekli olan 3 yıllık zorunlu bekleme süresinin dolmasına kısa süre kalmış olan personelin 2 yıllık 2. bölge hizmetini tamamlama olanağı bulunmadığı için hemen 2. bölge hizmetine atanması durumunda dahi en erken 2 yıl sonra 1. sınıf emniyet müdürlüğü değerlendirmesine alınacağı, ancak 1. sınıf emniyet müdürü olmak için gerekli olan bekleme süresinin dolmasına iki yıl kalan personelin hemen 2. bölge hizmetine atanması durumunda 3 yıllık bekleme süresinin dolması ile değerlendirmeye alınacağı ve kendisinden 2 yıl daha kıdemli olan personelle birlikte 1. sınıf emniyet müdürü olacağı, bu nedenle bu şekilde bir yasal düzenlemenin 2. sınıf emniyet müdürleri arasında da eşitsizlik oluşturacağı görülmektedir.
3201 sayılı Emniyet Teşkilatı Kanunu’na eklenen Geçici 22. maddenin 2. fıkrası ile getirilen sistemin bu haliyle 3 yıllık bekleme süresini doldurmak üzere olan personelin bekleme süresinin sonunda incelemeye tabi tutulacakları yolundaki haklı beklentilerini ortadan kaldıracak olması nedeniyle hukuk güvenliği ilkesine de aykırı olduğu açıktır.
Somut olayda, davacının 1989 yılında polislik mesleğine başladığı, 1992 yılında Havacılık Daire Başkanlığına atandığı, 2002 yılında 2. bölge hizmet görevinin kendisine tebliğ edilmesine karşın idare tarafından hizmetine duyulan ihtiyaç nedeniyle ilişiğinin kesilmediği ve 2011 yılına kadar bu şekilde Havacılık Daire Başkanlığındaki görevine devam ettirildiği, davacının 1999 yılında emniyet amiri, 2003 yılında 4. sınıf emniyet müdürü, 2006 yılında 3. sınıf emniyet müdürü, 2009 yılında da 2. sınıf emniyet müdürü olduğu, 2012 yılı genel atama döneminde (Mayıs) 1. sınıf emniyet müdürü olarak atanmak üzere değerlendirmeye alınacak personel arasında olmasına rağmen, itiraz konusu kural nedeniyle 2. bölge hizmetini tamamlamadığı için değerlendirmeye alınmayacağı, bu kapsamda 2. bölge hizmetine atandığı ve 30.12.2011 tarihinde 2. bölge hizmetine başladığı, bu şekilde en az 30.12.2013 tarihine kadar 2. bölge hizmetinde kalmasının gerekmesi nedeniyle bu tarihten önce 1. sınıf emniyet müdürü olmasına olanak bulunmadığı, bu durumda ise 1,5 yıl kıdem kaybının oluşacağı, kendisinden 1,5 yıl daha kıdemsiz 2. sınıf emniyet müdürleri ile aynı anda 1. sınıf emniyet müdürü olacağı, ayrıca 3. sınıf emniyet müdürleri ile arasındaki kıdem farkının da yasada iki sınıfa yönelik olarak farklı düzenleme yapılmış olması nedeniyle 1,5 yıl azalacağı, davacının mevcut durumu gözetilmeksizin kendisi açısından 1,5 yıl geriye uygulama sonucu doğuracak şekilde yapılan itiraza konu yasa kuralının bu haliyle kazanılmış hak ve haklı beklenti ilkeleri ile hukuk güvenliği ilkesi çerçevesinde Anayasanın 2. maddesi ile güvence altına alınan “Hukuk Devleti” ilkesinin ve Anayasanın l0. maddesi ile güvence altına alınan “Eşitlik” ilkesinin ihlali anlamı taşıması nedeniyle itiraza konu yasa kuralının Anayasanın 2. ve 10. maddelerine aykırılık oluşturduğu sonuç ve kanaatine ulaşılmıştır.
İSTEM VE SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle, 3201 sayılı Emniyet Teşkilatı Kanunu’na 661 sayılı KHK ile ‘eklenen Geçici 22. maddenin 2. fıkrasının Anayasa’mızın 2. maddesine ve 10. maddesine aykırı olduğu ve Anayasa Mahkemesi’nce iptali gerekeceği düşüncesi ile 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 40. maddesi uyarınca itiraz yoluyla incelenmek üzere Anayasa Mahkemesi’ne başvurulmasına, yine başvurumuzun Anayasa Mahkemesi’nce kabul edilmesinden başlayarak anılan 40. madde uyarınca beş ay süre ile Anayasa Mahkemesi’nin bu konudaki kararının beklenmesine, kararımıza dava dosyamızın onaylı bir örneğinin eklenmesine, kararımızın bir örneğinin taraflara tebliğine, 29/02/2012 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.”
II- YASA METİNLERİ
A- İptali İstenilen Kanun Hükmünde Kararname Kuralları
24.10.2011 günlü, 661 sayılı Avrupa Birliği Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararname’nin iptali istenen kuralları ile eki cetvel ve listeler şöyledir:
3/6/2011 tarihli ve 634 sayılı Avrupa Birliği Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin 16 ncı maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
“a) Bakanlığın doğrudan yürüttüğü projelerde ihale, sözleşme imzalama ve ödemeler dâhil uygulamaya yönelik tüm işlemleri yapmak; valilikler, il özel idareleri, belediyeler, üniversiteler, meslek kuruluşları, sivil toplum kuruluşları ve kalkınma ajanslarınca geliştirilen ve Bakanlıkça uygun görülen projelere teknik destek sağlamak.”
634 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 20 nci maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
“a) Avrupa Birliği ve Avrupa Birliği-Türkiye ilişkileri konularında kamuoyu araştırması yapmak ya da yaptırmak, bu konularda yürütülen akademik araştırmaları takip etmek, bu amaca yönelik çalışmalar yapmak, bunları kamuoyu ile paylaşmak ve kamunun hizmetine sunmak.”
634 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 27 nci maddesinin birinci fıkrasında yer alan “7 ila 19 uncu” ibaresi “7 ila 20 nci” şeklinde değiştirilmiştir.
634 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 38 inci maddesine aşağıdaki fıkra eklenmiştir.
“(4) Mütercim kadrosuna atanacakların merkezi sınava ilave olarak usul ve esasları yönetmelikle belirlenen yarışma sınavında da başarılı olmaları gerekir.”
3/6/2011 tarihli ve 637 sayılı Ekonomi Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin 15 inci maddesine aşağıdaki fıkra beşinci fıkra olarak eklenmiş ve mevcut beşinci fıkra altıncı fıkra olarak teselsül ettirilmiştir.
“(5) Denetim Hizmetleri Başkanlığına tahsisli kadrolarda görev yapan Dış Ticaret Uzmanı ve Dış Ticaret Uzman Yardımcılarının inceleme, denetim ve soruşturma işlerine ilişkin görevlendirmelerinde 10/2/1954 tarihli ve 6245 sayılı Harcırah Kanununun 33 üncü maddesinin (b) fıkrası hükmü uygulanır.”
3/6/2011 tarihli ve 638 sayılı Gençlik ve Spor Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin 3 üncü maddesine aşağıdaki fıkralar eklenmiştir.
“(3) Bakanlığın yurtdışında yürüteceği program, proje ve faaliyetlerin gerektirdiği koordinasyonun sağlanması amacıyla Koordinasyon Ofisleri kurulabilir.
(4) Koordinasyon Ofislerinin kurulacağı yerler ve süresi ile Ofislerin çalışma usul ve esasları; bu Ofislerde, Bakanlık ve bağlı kuruluşların personelinden görevlendirilenler ile bunlara yardımcı olmak üzere mahallinden temin edilen ve Ofis hizmetlerinde çalışan personelin niteliği, sayısı, görev süresi ve bunlara ödenecek ücretlerin belirlenmesi, personele yapılacak ödemeler dışında kalan diğer harcamaların neler olacağı ve harcamaya ilişkin usul ve esaslar Bakanlar Kurulunca belirlenir.”
638 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 7 nci maddesinin birinci fıkrasının (c) bendinde yer alan “gençlik kamplarının” ibaresi “gençlik ve izcilik kamplarının” şeklinde, 28 inci maddesinin başlığı “Gençlik merkezleri ile gençlik ve izcilik kampları” şeklinde ve aynı maddenin birinci fıkrasında yer alan “gençlik kampları” ibaresi “gençlik ve izcilik kampları” şeklinde değiştirilmiştir.
3/6/2011 tarihli ve 640 sayılı Gümrük ve Ticaret Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin 7 nci maddesinin birinci fıkrasının (f) bendi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
“f) Gümrüksüz satış mağazaları ile ilgili işlemleri yürütmek.”
640 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye 37 nci maddesinden sonra gelmek üzere aşağıdaki 37/A maddesi eklenmiştir.
“Gümrük ve Ticaret Denetmenliği
(1) BAKANLIK TAŞRA TEŞKILATINDA GÜMRÜK VE TICARET DENETMENI ILE GÜMRÜK VE TICARET DENETMEN YARDIMCISI ISTIHDAM EDILIR.
(2) Gümrük ve Ticaret Denetmenleri; en az dört yıllık lisans eğitimi veren ve yönetmelikle belirlenen fakülte veya yüksekokullar ile bunlara denkliği Yükseköğretim Kurulunca onaylanan yabancı fakülte veya yüksekokullardan mezun olanlar arasından yapılan yarışma sınavı sonucuna göre mesleğe Gümrük ve Ticaret Denetmen Yardımcısı olarak atanırlar.
(3) Bunlar en az üç yıl çalışmak kaydıyla yeterlik sınavına girmeye hak kazanırlar. Yapılacak yeterlik sınavında başarılı olanlar, durumlarına uygun Gümrük ve Ticaret Denetmeni kadrolarına atanırlar.
(4) Gümrük ve Ticaret Denetmeni ile Gümrük ve Ticaret Denetmen Yardımcılarının mesleğe alınmaları, yarışma sınavları, yetiştirilmeleri, yeterlik sınavları, görev, yetki ve sorumlulukları ile çalışma usul ve esasları yönetmelikle düzenlenir.”
640 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 38 inci maddesinin birinci fıkrasının ikinci cümlesi yürürlükten kaldırılmış ve aynı maddeye aşağıdaki fıkralar eklenmiştir.
“(2) Gümrük Muhafaza Memuru kadrosuna atanacakların başvuru tarihinde otuz yaşından gün almamış olmaları şarttır.
(3) Bu maddenin uygulanmasına ilişkin usul ve esaslar yönetmelikle düzenlenir.”
640 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 39 uncu maddesinin birinci fıkrasına “Gümrük Muhafaza Bölge Amiri,” ibaresinden sonra gelmek üzere “gümrük muhafaza hizmetlerini yürüten Gümrük ve Ticaret Denetmeni ile Gümrük ve Ticaret Denetmen Yardımcısı,” ibaresi eklenmiştir.
640 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin geçici 4 üncü maddesinin birinci fıkrasında yer alan “31/12/2011” ibaresi “31/12/2012” şeklinde değiştirilmiş ve ikinci fıkrasına aşağıdaki cümle eklenmiştir.
“Bu şekilde atanan personelin kadroları 190 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin eki (1) sayılı cetvelin Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığına ait bölümünden çıkarılmış ve aynı cetvelin Gümrük ve Ticaret Bakanlığına ait bölümüne eklenmiş sayılır.”
9/6/1930 tarihli ve 1700 sayılı Dahiliye Memurları Kanununun 2 nci maddesinin birinci fıkrasının (B) bendine aşağıdaki cümle eklenmiş ve (C) bendinde yer alan “30” ibaresi “35” şeklinde değiştirilmiştir.
“Kaymakam adaylığı yazılı sınavına daha önce mülakatta üç kez başarısız olanlar katılamazlar.”
4/6/1937 tarihli ve 3201 sayılı Emniyet Teşkilatı Kanununun 13 üncü maddesinde belirtilen görev unvanlarına; 1 inci meslek derecesine “, Özel Güvenlik Denetleme Başkanı”, 5 inci meslek derecesine “, İlçe Emniyet Müdürü” ve 6 ncı meslek derecesine “, İlçe Emniyet Müdür Yardımcısı” unvanları eklenmiştir.
3201 sayılı Kanunun 16 ncı maddesinin birinci fıkrasının (A) bendine (a) alt bendinden sonra gelmek üzere aşağıdaki alt bent eklenmiş ve mevcut (b) ve (c) alt bentleri (c) ve (d) alt bentleri olarak teselsül ettirilmiştir.
“b) Özel Güvenlik Denetleme Başkanlığı,”
3201 sayılı Kanunun 85 inci maddesi başlığı ile birlikte aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
“Personelin performansının değerlendirilmesi
Emniyet Genel Müdürlüğünün stratejik plan ve hedefleri doğrultusunda, emniyet teşkilatı çalışanlarının iş başarılarının değerlendirilmesine imkan sağlayacak kurum içi bireysel performans değerlendirme sistemi oluşturulur.
Performans değerlendirme sonuçları hizmet gerekleri yanında personelin; başarı, yeterlilik ve ehliyetlerinin tespitinde, performansının geliştirilmesinde, kıdem sırasının tespitinde, rütbe terfiinde, görevde yükselmesinde, asli memurluğa atanmasında, branş işlemlerinde, eğitim ihtiyaçlarının belirlenmesi ve eğitiminde, ödüllendirilmesinde, istihdamında ve görev yeri değişikliğinde kullanılabilir.
Performansın iyileştirilmesi için alınması gerekli görülen tedbirleri görüşerek önerilerde bulunmak üzere, merkezde Performans Değerlendirme Kurulu oluşturulur.
Performans değerlendirmesi yılda en az bir kez yapılır. Değerlendirme sisteminin oluşturulması ve uygulanması, yetersizlik, hizmet içi eğitim, değerlendirme amirleri, haklarında performans değerlendirmesi yapılmayacaklar ve yapılamayanlar, Performans Değerlendirme Kurulunun oluşumu ve çalışmasına ilişkin usul ve esaslar, itiraz başvurusunun yöntemi ve diğer hususlar İçişleri Bakanlığınca çıkarılan yönetmelikle düzenlenir. Performans değerlendirme formunda yer alacak performans değerlendirme ölçütleri ile ihtiyaç duyulan bilgiler Emniyet Genel Müdürlüğünce belirlenir.”
3201 sayılı Kanunun ek 15 inci maddesinin birinci fıkrasına aşağıdaki cümle eklenmiştir.
“Ancak özel harekat temel kursuna katılıp, özel harekat branşına aktarılanlar bu süreye tabi değildir.”
3201 sayılı Kanuna aşağıdaki ek maddeler eklenmiştir.
Emniyet Hizmetleri Sınıfı dışında kalan kadrolu veya sözleşmeli personelin emniyet teşkilatına seçimi ve atanmaları; 657 sayılı Devlet Memurları Kanununa göre yapılan merkezi sınava ilave olarak sözlü sınav ve/veya uygulamalı sınav puanı ile diğer niteliklere göre yapılır. Personelin alımı ve ilk atamaya ilişkin sınav, sınav komisyonları ve aranacak nitelikler ile diğer hususlar İçişleri Bakanlığınca çıkarılan yönetmelikle düzenlenir.
12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu, 24/5/1983 tarihli ve 2828 sayılı Sosyal Hizmetler Kanunu ile 657 sayılı Kanunun 53 üncü maddesi gereğince emniyet teşkilatına alınacak personel sayısının hesaplanmasında, Emniyet Hizmetleri Sınıfı dışındaki kadro sayısı esas alınır. 657 sayılı Kanunun 53 üncü maddesinin birinci fıkrasında belirtilen oran emniyet teşkilatı için %5 olarak uygulanır.
Üçüncü Sınıf Emniyet Müdürü rütbesine terfi etmek için zorunlu ikinci bölge hizmetini en az bir kez yapmış olmak veya halen bu bölge hizmetini ifa ediyor olmak şarttır.
Bu maddenin birinci fıkrasında belirtilen hükmün, 3713 sayılı Kanun veya 3/11/1980 tarihli ve 2330 sayılı Nakdi Tazminat ve Aylık Bağlanması Hakkında Kanun kapsamında hayatını kaybeden veya aynı kanunlar kapsamındaki görevler nedeniyle Sosyal Güvenlik Kurumu Sağlık Kurulunun kararı doğrultusunda, yaşamak için gereken hareketleri yapamayacak ve başkasının yardım ve desteğine muhtaç olacak derecede malul olan emniyet teşkilatı mensuplarının eş ve çocukları hakkında ne şekilde uygulanacağı yönetmelikle düzenlenir.
Özel Güvenlik Denetleme Başkanlığı emrine atanan polis müfettiş ve başmüfettişleri, 10/6/2004 tarihli ve 5188 sayılı Özel Güvenlik Hizmetlerine Dair Kanundaki denetimleri İçişleri Bakanlığı adına yapmaya yetkilidir. Bu denetimler sonucunda düzenledikleri raporlar yetkili makamlara intikal ettirilir.
Özel Güvenlik Denetleme Başkanının mali ve diğer özlük hakları hakkında Polis Teftiş Kurulu Başkanına ilişkin hükümler uygulanır.
Birinci fıkrada öngörülen denetim ile bu maddenin uygulanmasına ilişkin diğer usul ve esaslar İçişleri Bakanlığı tarafından çıkartılan yönetmelik ile belirlenir.”
(1) 3201 sayılı Kanunun;
a) 55 inci maddesinin üçüncü fıkrasında yer alan “sicil notu” ibaresi “performans değerlendirme puanı” ve “sicil notlarının” ibaresi “performans değerlendirme puanlarının”, aynı maddenin dokuzuncu fıkrasında yer alan “olumlu sicil” ibaresi “iyi veya çok iyi performans değerlendirme puanı” ve onbeşinci fıkrasında yer alan “olumsuz sicil” ibaresi “yetersiz performans değerlendirme puanı”,
b) 82 nci maddesinin üçüncü fıkrasında yer alan “sicilden” ibaresi “özlük dosyasından” ve dördüncü fıkrasında yer alan “sicil” ibaresi “performans değerlendirme puanı”,
c) 84 üncü maddesinin son fıkrasında yer alan “sicile” ibaresi “özlük dosyasına”,
ç) Ek 28 inci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan “sicil notu” ibaresi “performans değerlendirme puanı”,
şeklinde değiştirilmiştir.
3201 sayılı Kanuna aşağıdaki geçici maddeler eklenmiştir.
Ek 30 uncu maddenin yayımı tarihinden itibaren üç yıllık süre içerisinde, bir üst rütbeye yükselmek için en az bekleme süresini tamamlayacak olan Üçüncü Sınıf Emniyet Müdürü rütbesinde bulunan personelden, en az bir kez zorunlu ikinci bölge hizmetini yapmamış veya ikinci bölgeye atanmak ile birlikte göreve başlamamış olanlar hakkında, Emniyet Genel Müdürlüğü Yüksek Değerlendirme Kurulunca verilecek bir üst rütbeye terfie ilişkin kararlar, bu bölgede fiilen çalışmaya başlaması kaydıyla uygulanır.
Bu maddenin yayımı tarihi itibarıyla ikinci bölge hizmetini yapmamış İkinci Sınıf Emniyet Müdürlerinin Birinci Sınıf Emniyet Müdürü rütbesine terfi edebilmesi için ikinci bölgedeki en az hizmet süresi kadar fiilen zorunlu ikinci bölge hizmeti yapmış olması şarttır.
1/10/2008 tarihinden önce 3713 sayılı Kanun kapsamında vazife malulü olarak emekli olup meslekten ilişikleri kesilen emniyet teşkilatı personeli, bu Kanun Hükmünde Kararnamenin yayımı tarihinden itibaren bir ay içerisinde yazılı olarak talep etmeleri halinde durumlarına uygun boş kadro bulunmak ve atanmak için gerekli olan diğer şartları taşımak kaydıyla yeniden memuriyete alınarak ayrıldıkları rütbe veya statüye uygun bir göreve atanabilirler.
Bu madde kapsamında yeniden memuriyete alınanların meslekten ilişiklerinin kesildiği tarih ile göreve başladıkları tarih arasında geçen süre rütbe kıdeminde değerlendirilmez.”
19/6/1976 tarihli ve 2015 sayılı Atatürk Orman Çiftliği Arazisinden 167 Dönüm 500 Metrekarelik Kısmının Ankara Belediyesine Satılması Hakkında Kanunun 1 inci maddesinin ikinci fıkrasına aşağıdaki cümle eklenmiştir.
“Ancak, adalet hizmetlerinde veya Bakanlar Kurulunca belirlenecek diğer kamu hizmetlerinde kullanılması amacıyla bu arazinin tamamı ya da bir kısmı ilgili kamu idaresine tahsis edilmek üzere bedelsiz olarak Hazineye devredilebilir.”
24/2/1983 tarihli ve 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanununun 8 inci maddesinin birinci fıkrasının (k) bendinde yer alan “giriş sınavının yapıldığı yılın Ocak ayının son günü” ibaresi “giriş sınavının yapıldığı tarih” şeklinde değiştirilmiştir.
14/10/1983 tarihli ve 2920 sayılı Türk Sivil Havacılık Kanununun 143 üncü maddesinin ikinci fıkrasında yer alan “Ulaştırma Bakanlığının” ibaresi “Sivil Havacılık Genel Müdürlüğünün” şeklinde değiştirilmiştir.
11/11/1983 tarihli ve 2954 sayılı Türkiye Radyo ve Televizyon Kanununa aşağıdaki geçici madde eklenmiştir.
Kurum personelinden 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanununa göre emekli aylığı bağlanmasına hak kazanmış olanlardan bu maddenin yayımı tarihinden itibaren bir ay içinde emeklilik başvurusunda bulunanların emekli ikramiyeleri, bu maddenin yayımı tarihi itibarıyla;
a) Yaş haddinden emekliliğine bir yıldan daha az süre kalanlar hariç olmak üzere, yaş haddinden emekliliğine en fazla üç yıl kalanlar için %25,
b) Yaş haddinden emekliliğine üç yıldan fazla beş yıldan az kalanlar için %30,
c) Yaş haddinden emekliliğine beş yıl ve daha fazla kalanlar için %40,
fazlasıyla ödenir.
5434 sayılı Kanuna göre emekli aylığı bağlanması şartlarını 2011 yılı sonuna kadar haiz olacaklara, bu hakkı kazandıkları tarihten itibaren bir ay içinde emeklilik başvurusunda bulunmaları halinde emekli ikramiyeleri %40 fazlasıyla ödenir.
Bu madde uyarınca yapılan emeklilik başvurularında emeklilik tarihi olarak daha sonraki bir tarih gösterilemez, başvurular herhangi bir kayda bağlanamaz ve geri alınamaz. Bu kapsamda emekli olan personel, emekli oldukları tarihten itibaren beş yıl içinde Kurumda yeniden istihdam edilemez.”
2/3/1984 tarihli ve 2985 sayılı Toplu Konut Kanununun ek 3 üncü maddesinin ikinci fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
“Toplu Konut İdaresi Başkanı müşterek kararname ile, Başkanlığın 657 sayılı Kanunun 59 uncu maddesinde sayılan diğer personeli Başkanlığın bağlı bulunduğu Bakan tarafından atanır. Bakan bu yetkisini Başkana devredebilir. Başkanlığın diğer personeli Başkanın onayı ile atanır.”
3056 sayılı Kanuna 20 nci maddesinin birinci fıkrasına aşağıdaki bent eklenmiş ve ikinci fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
“d) Avrupa Birliğinden sağlanan mali kaynakların kullanımıyla ilgili inceleme, araştırma ve soruşturma yapmak veya yaptırmak, bu konulara ilişkin inceleme ve soruşturmalarda uluslararası kuruluşlarla koordinasyonu sağlamak.
Başbakanlık Müfettişliğine Müfettiş Yardımcısı olarak girilir. Teftiş Kurulunun çalışma usul ve esasları, Müfettiş Yardımcılarının seçilmesi, yetiştirilmesi ile diğer hususlar yönetmelikle düzenlenir.”
7/11/1985 tarihli ve 3238 sayılı Savunma Sanayii Müsteşarlığının Kurulması ve 11 Temmuz 1939 Tarih ve 3670 Sayılı Milli Piyango Teşkiline Dair Kanunun İki Maddesi ile 23 Ekim 1984 Tarih ve 3065 Sayılı Katma Değer Vergisi Kanununun Bir Maddesinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanunun 6 ncı maddesinin birinci fıkrasının (g) bendi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. “g) Fonun, 10 uncu maddenin ikinci fıkrası hükmü hariç, kullanım esaslarını tespit etmek.
3238 sayılı Kanunun 10 uncu maddesine aşağıdaki fıkra eklenmiştir. “Milli İstihbarat Teşkilatı Müsteşarlığının istihbarat ve güvenliğe ilişkin ihtiyaçları ile Emniyet Genel Müdürlüğünün istihbarat ve güvenliğe ilişkin acil ihtiyaçları Müsteşarın teklifi, Milli Savunma Bakanının uygun görüşü ve Başbakanın onayı ile Müsteşarlık tarafından tedarik edilir ve bunlara ilişkin giderler Fondan karşılanır.
3238 sayılı Kanunun 17 nci maddesi yürürlükten kaldırılmıştır.
(1)21/5/1986 tarihli ve 3289 sayılı Spor Genel Müdürlüğünün Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanunun;
a) 2 nci maddesinin birinci fıkrasının (b) bendinde yer alan “Milli Eğitim Gençlik ve Spor Bakanlığına” ibaresi “Milli Eğitim Bakanlığına”,
b) 8 inci maddesinin altıncı fıkrasında yer alan “spordan sorumlu Bakanın başkanlığında” ibaresi “Gençlik ve Spor Bakanının başkanlığında, Gençlik ve Spor Bakanlığı Müsteşarı veya Müsteşar Yardımcısı, Yüksek Öğrenim Kredi ve Yurtlar Kurumu Genel Müdürü” ve aynı maddenin yedinci ve sekizinci fıkralarında yer alan “spordan sorumlu Bakan” ibareleri “Gençlik ve Spor Bakanı”,
c) 9 uncu maddesinin birinci, 10 uncu maddesinin ikinci, 18 inci maddesinin birinci ve 24 üncü maddesinin birinci fıkralarında yer alan “Milli Eğitim Gençlik ve Spor Bakanı” ibareleri “Gençlik ve Spor Bakanı”,
ç) 30 uncu maddesinin ikinci fıkrasında yer alan “Spordan sorumlu Bakanın” ve “spordan sorumlu Bakanın” ibareleri “Gençlik ve Spor Bakanının”,
d) 32 nci maddesinin başlığı “Öğretmenlerin antrenörlük, uzmanlık ve danışmanlık yapabilmeleri” ve aynı maddenin birinci fıkrasında yer alan “Beden eğitimi öğretmenleri” ibaresi “Öğretmenler”,
e) 33 üncü maddesinin birinci fıkrasında yer alan “Milli Eğitim Gençlik ve Spor Bakanlığınca” ibaresi “Milli Eğitim Bakanlığınca”,
f) Ek 5 inci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan “Başbakanlık” ibaresi “Gençlik ve Spor Bakanlığı”,
g) Ek 9 uncu maddesinin yedinci fıkrasında yer alan “spordan sorumlu Bakanın” ibaresi “Gençlik ve Spor Bakanının”,
şeklinde değiştirilmiştir.
3289 sayılı Kanunun geçici 6 ncı maddesi yürürlükten kaldırılmıştır.
30/4/1992 tarihli ve 3796 sayılı İstanbul Kentinde Yapılacak Olimpiyat Oyunları Kanununun 3 üncü maddesinin birinci ve dördüncü fıkraları aşağıdaki şekilde değiştirilmiş ve aynı maddenin üçüncü fıkrası yürürlükten kaldırılmıştır.
“İstanbul Olimpiyat Oyunları Hazırlık ve Düzenleme Kurulu, Gençlik ve Spor Bakanının başkanlığında; Gençlik ve Spor Bakanının görevlendireceği bir üye, Gençlik ve Spor Bakanlığı Müsteşarı, İstanbul Valisi, Dışişleri Bakanlığınca görevlendirilecek bir büyükelçi, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı ve görevlendireceği iki üye, Spor Genel Müdürü, Türkiye Milli Olimpiyat Komitesi Başkanı ve görevlendireceği bir üye, Türkiye Milli Paralimpik Komitesi Başkanı ile Türkiye Milli Olimpiyat Komitesi Genel Sekreteri olmak üzere toplam onüç üyeden oluşur.”
“Gençlik ve Spor Bakanının katılmadığı toplantılarda Gençlik ve Spor Bakanlığı Müsteşarı veya Bakan tarafından görevlendirilecek İstanbul Olimpiyat Oyunları Hazırlık ve Düzenleme Kurulunun bir üyesi Kurula başkanlık yapar.”
3796 sayılı Kanunun 5 inci maddesinin birinci fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
“İstanbul Olimpiyat Oyunları Hazırlık ve Düzenleme Kurulunun vereceği görevleri yerine getirmek, hizmet ve faaliyetleri yürütmek üzere, Gençlik ve Spor Bakanı ile İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanının belirleyeceği ikişer üye ve Türkiye Milli Olimpiyat Komitesi Başkanının belirleyeceği bir üye olmak üzere toplam beş üyeden oluşan bir Yürütme Kurulu oluşturulur.”
3796 sayılı Kanunun 7 nci maddesinin birinci fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
“İstanbul Olimpiyat Oyunları Hazırlık Komitesi; Gençlik ve Spor Bakanlığından dört, Dışişleri Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı, Kültür ve Turizm Bakanlığı, Maliye Bakanlığı, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ile Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığından birer, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı ve Türkiye Milli Olimpiyat Komitesi Başkanlığından ikişer ve Türkiye Milli Paralimpik Komitesi Başkanlığından bir üye olmak üzere toplam onbeş üyeden oluşur. Yürütme Kurulu gerekli gördüğü takdirde Hazırlık ve Düzenleme Kurulunun onayını almak suretiyle bu Komiteye yeteri kadar yeni üye alabilir ve ihtiyaç halinde alt komiteler kurabilir.”
3796 sayılı Kanunun 20 nci maddesine aşağıdaki fıkra eklenmiştir.
“Bu Kanun kapsamında yapılacak her türlü mal ve hizmet alımları, ceza ve ihaleden yasaklama hükümleri hariç 4/1/2002 tarihli ve 4734 sayılı Kamu İhale Kanununa tabi değildir. Bu fıkranın uygulanmasına ilişkin usul ve esaslar, Kamu İhale Kurumunun görüşü üzerine Gençlik ve Spor Bakanlığınca belirlenir.”
3796 sayılı Kanunun 22 nci maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
Bu Kanun kapsamındaki hizmet ve faaliyetleri yerine getirmek üzere görevlendirilen kişilere verilecek disiplin cezalarına ve genel hükümlere göre yapılacak işlemlere ait kararları almak üzere Gençlik ve Spor Bakanının başkanlığında Gençlik ve Spor Bakanlığı Müsteşarı, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı, Spor Genel Müdürü, Türkiye Milli Olimpiyat Komitesi Başkanı ve Türkiye Milli Paralimpik Komitesi Başkanından oluşan Onur Kurulu kurulur.”
7/12/1994 tarihlive 4054 sayılı Rekabetin Korunması Hakkında Kanunun 3 üncü maddesinin birinci fıkrasında yer alan “Bakanlık” tanımı aşağıdaki şekilde, 20 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan “Sanayi ve Ticaret Bakanlığıdır” ibaresi “Gümrük ve Ticaret Bakanlığıdır” şeklinde, 37 nci maddesinin birinci fıkrasında yer alan “Sanayi ve Ticaret Bakanlığının” ibaresi “Bakanlığın” şeklinde değiştirilmiştir.
“Bakanlık:Gümrük ve Ticaret Bakanlığını,”
4054 sayılı Kanunun 22 nci maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
Rekabet Kurulu, Kurumun karar organı olup biri Başkan biri İkinci Başkan olmak üzere toplam yedi üyeden oluşur.
Bakanlar Kurulu; üç üyeyi Bakanlığın, bir üyeyi Kalkınma Bakanlığının, bir üyeyi Türkiye Odalar ve Borsalar Birliğinin her boş üyelik için kendi kurumları içinden veya dışından göstereceği ikişer aday arasından, birer üyeyi ise Yargıtay ve Danıştay’ın kendi kurumları içinden göstereceği ikişer aday arasından atar. Gümrük ve Ticaret Bakanlığı kontenjanından gelecek üyelerden birisi, Kurum personeli arasından atanır.
Bakanlar Kurulu, Kurul üyeleri arasından Başkan ve İkinci Başkanı atar.”
4054 sayılı Kanunun 27 nci maddesinin birinci fıkrasının (e) bendi aşağıdaki şekilde değiştirilmiş ve (j) bendi yürürlükten kaldırılmıştır.
“e) Başkan Yardımcıları ve Baş Hukuk Müşavirini Başkanın teklifi üzerine atamak,”
4054 sayılı Kanunun 30 uncu maddesinin birinci fıkrasına aşağıdaki bent eklenmiştir.
“k) Başkan Yardımcıları ve Baş Hukuk Müşaviri hariç Kurum personelini atamak.”
4/1/2002 tarihli ve 4734 sayılı Kamu İhale Kanununun 53 üncü maddesinin;
a)(c) fıkrasının birinci ve ikinci bentleri ile üçüncü bendinin birinci ve ikinci cümleleri aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
“Kurumun karar organı biri başkan, biri ikinci başkan olmak üzere dokuz üyeden oluşan Kamu İhale Kuruludur. Kamu İhale Kurulu üyeleri Maliye Bakanının teklifi üzerine Bakanlar Kurulunca atanır. Bakanlar Kurulu, atamayla birlikte Kurul Başkanını ve İkinci Başkanı da görevlendirir. Kurul Başkanı, Kurumun da başkanıdır.
Üyelerin en az dört yıllık öğrenim veren hukuk, iktisat, siyasal bilgiler, işletme, iktisadi ve idari bilimler, mimarlık ve mühendislik fakülteleri ile bunlara denkliği yetkili makamlarca kabul edilen yurtdışındaki yükseköğretim kurumlarından mezun olmaları gerekir. Kurul üyeliğine atanacak kişilerin; kamu kurum ve kuruluşlarında en az oniki yıl hizmetinin bulunması, kamu ihale mevzuatı ile ilgili yargılama, inceleme, denetleme, uygulama veya danışma konularında fiilen en az dört yıl çalışarak ulusal veya uluslararası ihale mevzuatı açısından kanıtlanmış niteliğe ve deneyime sahip olmaları, geçmişte ve halen bir siyasi parti ile aday gösterilme dâhil üyelik ve görev alma ilişkilerinin bulunmaması gerekir.”
“Kurul üyelerinin görev süresi dört yıldır. Bir üye bir defadan fazla seçilebilir.”
b)(g) fıkrasının birinci bendinde yer alan “yedi üye” ibaresi “altı üye” şeklinde değiştirilmiştir.
c)(h) fıkrasının birinci bendinde yer alan “Kurul kararı ile” ibaresi “Bakan tarafından” şeklinde değiştirilmiş, aynı fıkranın ikinci bendine birinci cümlesinden sonra gelmek üzere aşağıdaki cümle eklenmiş ve mevcut ikinci cümle aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
“Kurumda; Baş Hukuk Danışmanı kadrosuna atanacakların hukuk fakültesi mezunu olması ve mesleki açıdan yeterli bilgi ve deneyime sahip olmaları ve meslekleri ile ilgili olarak kamu kurum ve kuruluşlarında oniki yıl ve üzeri kamu hizmetinde bulunmaları; Kurum Müşaviri ve Başkanlık Müşaviri kadrolarına atanacakların en az dört yıllık öğretim veren fakülteler ile bunlara denkliği yetkili makamlarca kabul edilen yurtiçi ve yurtdışındaki yükseköğretim kurumlarından mezun olmaları ve memuriyete esas kamu kurum ve kuruluşlarında en az oniki yıl ve üzeri kamu hizmetinde bulunmaları; Daire Başkanı kadrosuna atanacakların en az dört yıllık öğretim veren fakülteler ile bunlara denkliği yetkili makamlarca kabul edilen yurtiçi ve yurtdışındaki yükseköğretim kurumlarından mezun olmaları ve memuriyete esas kamu kurum ve kuruluşlarında en az on yıl ve üzeri kamu hizmetinde bulunmaları gerekir. Daire Başkanlarının ve diğer personelin ataması Başkan tarafından yapılır.”