TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
İKİNCİBÖLÜM
KARAR
İKİNCİ BÖLÜM
KARAR
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvurucu, sakini olduğu A1 beldesinin devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan kıyı şeridinin turistik işletmeler tarafından işgaline son verilerek toplumun kullanımına açılması gerektiği yolundaki mahkeme kararının yıllardır uygulanmadığını belirterek, anayasal haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru, 8/11/2012 tarihinde İzmir 11. Asliye Hukuk Mahkemesi aracılığıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca, 11/3/2013 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm Başkanı tarafından 29/05/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir.
5. Adalet Bakanlığının 27/10/2014 tarihli görüş yazısı başvurucuya tebliğ edilmiş, başvurucu görüşlerini 5/3/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
III. OLAY VE OLGULAR
A. OLAYLAR
6. Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir:
7. A1 beldesinde 1990 yılı sonrasında turistik işletme sayısında artış yaşanmıştır. Başvurucunun iddiasına göre, sahil şeridinin arkasında kumsala cepheli oteller mülkiyeti devlete ait kumsalı; denizi ruhsatsız bir şekilde doldurarak, kumsal üzerine kaçak bar, cafe ve seyir terasları inşa ederek, betonla sabitlenen güneşlik, şezlong, su sporları rayları ve müştemilatı yerleştirerek ve denize dik ve paralel beton duvar ve tel örgüler çekerek işgal etmektedirler. Kıyıya paralel olan oteller kendisinin ve diğer halkın denizden faydalanmalarına engel olmaktadır.
8. Turizm Bakanlığı, halkın denize ulaşımını sağlayan oteller arasındaki yolları imar planları tadilatları ile otel alanlarına dâhil etmiş, İmar planında belde merkezinden sahile ulaşan 6 tane yol bulunurken bunlardan 2 tanesi mahkeme kararlarına rağmen açılmamıştır. Yolları açmayarak mahkeme kararlarını uygulamayan Belediye Başkanı hakkında suç duyurusunda bulunulmuştur.
9. Kemer Kaymakamlığı ve A1 Belediye Başkanlığına 6/1/1982 tarih ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 10. maddesi gereğince işgalin kaldırılması için 20/11/2006 tarihinde yazılı başvuruda bulunulmuştur.
10. İlgili kurumlardan bir cevap alınamayınca, aralarında başvurucunun da bulunduğu 3 ilçe sakini tarafından Antalya 2. İdare Mahkemesinde, Devletin hüküm ve tasarrufu altındaki A1 Beldesi kıyı şeridindeki mevcut işgallerin kaldırılması istemiyle davalı idarelere yaptıkları başvurunun cevap verilmemek suretiyle zımnen reddine ilişkin davalı idare işlemlerinin iptali istemiyle dava açılmıştır. Davacıların yürütmenin durdurulması talepleri de bulunmaktadır.
11. Anılan Mahkemenin 3/5/2007 tarihli kararı ile yürütmenin durdurulması talebi kabul edilmiştir. Davalıların yaptıkları itiraz üzerine yürütmenin durdurulması kararını inceleyen Antalya Bölge İdare Mahkemesi, 6/6/2007 tarih ve 2007/329 sayılı kararı ile bu itirazı reddetmiştir.
12. Açılan dava hakkında Antalya 2. İdare Mahkemesinin verdiği 22/11/2007 tarih ve E.2007/384, K.2007/1765 sayılı kararın ilgili kısımları şöyledir:
“…
Dava dosyasının incelenmesinden, A1 Beldesi sahilinde bulunan 16 turistik işletmenin, Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan kumsal alanı, tel örgü, güneşlik, şezlong koymak suretiyle işgal ettiğinden bahisle yapılan işgalin önlenmesi istemiyle davacılar tarafından Kemer Kaymakamlığı ve A1 Belediye Başkanlığına başvuruda bulunulduğu, işgalin kaldırılmaması ve talebin zımnen reddedilmesi üzerine de bakılan davanın açıldığı, davalı idareler tarafından davaya verilen savunmada, kumsal alanda turistik işletmeler tarafından sürdürülen kullanım karşılığında 2886 sayılı Kanunun 75. maddesi hükmü gereğince ecrimisil takibatı yapılmakta olduğunun belirtildiği anlaşılmaktadır.
… yasa ve yönetmelik hükümleri gereğince kıyılar herkesin eşitlik ve serbestlikle yararlanmasına açık yerler olup, kıyıda ancak iskele, liman, barınak gibi kıyının kamu yararına kullanılmasına ve kıyının korunması amacına yönelik alt yapı ve tesislerin yapımı mümkün bulunduğundan ve yine Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan taşınmaz işgallerinde 2886 sayılı Kanunun 75. maddesi gereğince alınacak ecrimisil istisna olup, ecrimisil karşılığı kullanımın, genel kural haline getirilebilmesi mümkün bulunmadığından, herkesin eşitlik ve serbestlikle yararlanmasına açık yerler olan kıyılarda ecrimisil karşılığı sürdürülen kullanımın, yine 2886 sayılı Kanunun 75. maddesinin mülki amirliğe verdiği yetki çerçevesinde sona erdirilerek kıyının toplumun kullanımına açılması gerekirken, aksi yönde tesis edilen işlemlerde hukuka uyarlık bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle, dava konusu işlemin iptaline, … kararın tebliği tarihini izleyen günden itibaren 30 gün içerisinde Danıştay'a temyiz yolu açık olmak üzere 22/11/2007 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.”
13. Davalıların temyiz başvurusu üzerine kararı inceleyen Danıştay 10. Dairesi, 27/12/2011 tarih ve E.2008/1927, K.2011/5995 sayılı kararı ile temyiz talebini reddetmiştir.
14. Bu karar, 25/4/2013 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir.
15. Antalya 2. İdare Mahkemesinin kararı kesinleştikten sonra kararın gereği yerine getirilmediği için A1 Belediye Başkanı ve görevde olan A1 Kaymakamı hakkında suç duyurusunda bulunulmuştur. Başvurucu suç duyurularından bir sonuç alamadığını ileri sürmektedir.
16. Başvurucu, kıyı şeridini işgal edenler aleyhine ecrimisil tahakkuk ve tebliğ işlemlerinin devam ettirildiğini, Kaymakamlığa ve Belediye Başkanlığına sundukları kararın gereğinin yerine getirilmesi ve kıyı şeridinin işgaline son verilmesi taleplerinin yerine getirilmediğini ileri sürmektedir.
17. Başvurucu 8/11/2012 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
B. İlgili Hukuk
18. Anayasa’nın kıyılardan yararlanmayı düzenleyen “kamu yararı” başlıklı 43. maddesi şöyledir:
“ Kıyılar, Devletin hüküm ve tasarrufu altındadır.
Deniz, göl ve akarsu kıyılarıyla, deniz ve göllerin kıyılarını çevreleyen sahil şeritlerinden yararlanmada öncelikle kamu yararı gözetilir.
Kıyılarla sahil şeritlerinin, kullanılış amaçlarına göre derinliği ve kişilerin bu yerlerden yararlanma imkân ve şartları kanunla düzenlenir.”
19. 4/4/1990 tarih ve 3621 sayılı Kıyı Kanunu’nun 6. maddesinin ilgili kısımları şöyledir:
“Kıyı, herkesin eşitlik ve serbestlikle yararlanmasına açık olup, buralarda hiçbir yapı yapılamaz; duvar, çit, parmaklık, telörgü, hendek, kazık ve benzeri engeller oluşturulamaz.
Kıyılarda, kıyıyı değiştirecek boyutta kazı yapılamaz; kum, çakıl vesaire alınamaz veya çekilemez.
Kıyılara moloz, toprak, curuf, çöp gibi kirletici etkisi olan atık ve artıklar dökülemez”.
20. Kıyı Kanununun Uygulanmasına Dair Yönetmeliğin 13. maddesi şöyledir:
“Kıyıda onaylı uygulama imar planlarına göre ve çevre kirliliğinin önlenmesine ilişkin tüm önlemler alınmak koşulu ile aşağıdaki yapı ve tesislere yapılabilir:
a) Kıyının kamu yararına kullanımına ve kıyıyı korumak amacına yönelik altyapı ve tesisler: İskele, liman, barınak, yanaşma yeri, rıhtım, dalgakıran, köprü, menfez, istinat duvarı, fener, çekek yeri, kayıkhane, tuzla, dalyan, tasfiye ve pompaj istasyonları b) Faaliyetlerinin özelliği gereği kıyıdan başka yerde yapılmaları mümkün olmayan yapı ve tesisler: Tersane, gemi söküm yeri, su ürünlerini üretim ve yetiştirme tesisleri, c) (Değişik 30.3.1994/21890 R.G.) Kıyılarda ayrıca uygulama imar planı yapılmadan sabit olmayan duş, gölgelik, soyunma kabini, aralarında en az 150 metre mesafe olmak kaydı ile 6 m2 ‘yi geçmeyen büfe ve kirletici etkisi olmayan fosseptik yapımını gerektirmeyen seyyar tuvalet ve ahşap iskeleler yapılabilir.
a) ve (b) bendlerinde sayılan yapı ve tesis alanlarında, bu kullanımların tamamlayıcısı niteliğinde ve yapılması zorunlu alt ve üst yapı ve tesisleri yapılabilir. Günübirlik turizm yapı ve tesisleri yapılamaz.
Sahil şeridinin ikinci bölümünde ve sahil şeridi gerisinde kalan özel kullanımlara ait arıtma tesisleri kıyıda yapılamaz.
Bu alanlarda sadece kamuya yararlı arıtma tesisleri yer alabilir.
Kıyılarda yapılan yapı ve tesisler, yapım amaçları dışında kullanılamazlar”.
21. 2577 sayılı Kanun’un 2. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
“1. İdari dava türleri şunlardır:
a) İdarî işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlâl edilenler tarafından açılan iptal davaları …”
22. 2577 sayılı Kanun’un “idari makamların sükûtu” başlıklı 10. maddesi şöyledir:
“1. İlgililer, haklarında idari davaya konu olabilecek bir işlem veya eylemin yapılması için idari makamlara başvurabilirler.
2. (Değişik: 10/6/1994 - 4001/5 md.) Altmış gün içinde bir cevap verilmezse istek reddedilmiş sayılır. İlgililer altmış günün bittiği tarihten itibaren dava açma süresi içinde, konusuna göre Danıştaya, idare ve vergi mahkemelerine dava açabilirler. Altmış günlük süre içinde idarece verilen cevap kesin değilse ilgili bu cevabı, isteminin reddi sayarak dava açabileceği gibi, kesin cevabı da bekleyebilir. Bu takdirde dava açma süresi işlemez. Ancak, bekleme süresi başvuru tarihinden itibaren altı ayı geçemez. Dava açılmaması veya davanın süreden reddi hallerinde, altmış günlük sürenin bitmesinden sonra yetkili idari makamlarca cevap verilirse, cevabın tebliğinden itibaren altmış gün içinde dava açabilirler.”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
23. Mahkemenin 25/2/2015 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 8/11/2012 tarih ve 2012/611 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
24. Başvurucu, mahkemeler tarafından verilen ve kesinleşen yürütmenin durdurulması ve idari işlemin iptali kararlarına rağmen halen kıyı şeridinin imar planına uygun şekilde boşaltılmadığını, bu nedenle kendisinin ve belde halkının halen sahil şeridinden yararlanamadığını, sahil şeridinden çok cüzi ecrimisil bedelleri ve idari para cezaları ödeyerek sadece o bölgede bulunan otellerin yararlanmaya devam ettiklerini, bu konuda Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık ve TBMM dâhil, başvurdukları hiçbir kurum ve kuruluşa yaptıkları başvurudan bir sonuç alamadığını belirterek, mahkeme kararlarının yerine getirilmemesi nedeniyle Anayasada yer alan hukukun üstünlüğü ve hukuk devleti ilkeleri ile AİHS’nin 6. ve 8. maddelerinin, kıyıdan yararlanamaması nedeniyle Anayasa’nın 43. maddesinin ve AİHS’nin Ek 1 Nolu Protokol’ün 1. maddesi ile Ek 4 Nolu Protokol’ün 2. maddesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
B. Değerlendirme
25. Başvurucu, mahkemeler tarafından verilen ve kesinleşen yürütmenin durdurulması ve idari işlemin iptali kararlarının yerine getirilmemesi nedeniyle Anayasada yer alan hukukun üstünlüğü ve hukuk devleti ilkeleri ile AİHS’in 6. ve 8. maddelerinin, kıyıdan yararlanamaması nedeniyle Anayasa’nın 43. maddesinin ve AİHS’in Ek 1 Nolu Protokol’ün 1. maddesi ile Ek 4 Nolu Protokol’ün 2. maddesinin ihlal edildiğini ileri sürmüş ise de, Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki tavsifi ile bağlı değildir. Bu sebeple başvurucunun mahkeme kararlarının uygulanmamasına yönelik şikâyetleri adil yargılanma hakkı çerçevesinde değerlendirilmiştir.
26. Bakanlık görüşünde, başvurucunun idare Mahkemesince verilen kararı uygulamadığını ileri sürdüğü Kemer Belediyesinden (Belediye) kararın icra süreci ile ilgili bilgi talebinde bulunulduğu, görüş yazısı ekinde bulunan Belediye tarafından hazırlanan cevabi yazı doğrultusunda, A1 Beldesi kıyı şeridindeki mevcut işgallerin kaldırılması ile ilgili yapılan işlemlerin bildirildiği, sorumlular hakkında soruşturma izni verildiği, bu haliyle başvurucunun uygulanmadığını ileri sürdüğü Mahkeme kararının infazı için gerekli çalışmaların başlatıldığı, bu durumun bireysel başvuru incelemesinde göz önünde bulundurulması gerektiği yönünde beyanda bulunulmuştur.
27. Başvurucu Bakanlık görüşüne karşı, başvuru dilekçesinde yer verdiği görüşleri yineleyerek, Mahkeme kararının infaz edildiği bilgisinin gerçeği yansıtmadığını, kıyı şeridinin oteller tarafından işgalinin devam ettiğini ve tahakkuk ettirilen ecr-i misil bedellerinin sembolik olduğunu ileri sürmüştür.
28. Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
"Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir. Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır."
29. 30/11/2011 tarih ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un, "Bireysel başvuru hakkı" kenar başlıklı 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
"Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve buna ek Türkiye'nin taraf olduğu protokoller kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir."
30. Anılan Anayasa ve Kanun hükmüne göre, Anayasa Mahkemesine yapılan bir bireysel başvurunun esasının incelenebilmesi için, kamu gücü tarafından müdahale edildiği iddia edilen hakkın Anayasa'da güvence altına alınmış olmasının yanı sıra Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (Sözleşme) ve Türkiye'nin taraf olduğu ek protokollerinin kapsamına da girmesi gerekir. Bir başka ifadeyle, Anayasa ve Sözleşme'nin ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün değildir (B. No. 2012/1049, 26/3/2013, § 18).
31. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Anayasa'da adil yargılanma hakkının kapsamı düzenlenmediğinden bu hakkın kapsam ve içeriğinin, Sözleşme'nin "Adil yargılanma hakkı" kenar başlıklı 6. maddesi çerçevesinde belirlenmesi gerekir (B. No. 2012/13, 2/7/2013, § 38).
32. Başvurucunun iddialarının özü mahkeme kararının uygulanmadığı şikâyetine dayanmaktadır. Adil yargılanma hakkının unsurlarından biri de mahkemeye erişim hakkıdır. Mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı mahkeme önüne götürme ve aynı zamanda mahkemece verilen kararın uygulanmasını isteme haklarını da kapsar. Mahkeme kararlarının uygulanması, yargılamanın dışında olmakla birlikte onu tamamlayan ve yargılamanın sonuç doğurmasını sağlayan bir unsurdur. Karar uygulanmazsa yargılamanın da bir anlamı olmayacaktır (B. No:2012/144, 2/10/2013, § 28).
33. Bununla birlikte, Anayasa’nın 36. maddesinde adil yargılanma hakkının kapsamı düzenlenmediğinden bu hakkın kapsam ve içeriğinin, Sözleşme’nin “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesi çerçevesinde belirlenmesi gerekmekte olup (B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 38); söz konusu maddede adil yargılanmaya ilişkin hak ve ilkelerin “medeni hak ve yükümlülükler ile ilgili uyuşmazlıkların” ve bir “suç isnadının” esasının karara bağlanması esnasında geçerli olduğu belirtilerek hakkın kapsamı bu konularla sınırlandırılmıştır. Bu ifadeden, hak arama hürriyetinin ihlal edildiği gerekçesiyle bireysel başvuruda bulunabilmek için, başvurucunun ya medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili bir uyuşmazlığın tarafı olması ya da başvurucuya yönelik bir suç isnadı hakkında karar verilmiş olması gerektiği anlaşılmaktadır. Dolayısıyla bahsedilen hâller dışında kalan adil yargılanma hakkının ihlali iddiasına dayanan başvurular Anayasa ve AİHS kapsamı dışında kalacağından, bireysel başvuruya konu olamaz (B. No: 2012/917, 16/4/2013, § 21).
34. Bu nedenle, somut başvuru açısından öncelikle, uygulanmadığı ileri sürülen yargı kararına ilişkin uyuşmazlık yönünden adil yargılanma hakkına ilişkin güvence ve ilkelerin uygulanabilir olup olmadığının, daha açık bir ifadeyle, başvuruya konu uyuşmazlığın “medeni hak ve yükümlülükler ile ilgili uyuşmazlıkların” ya da bir “suç isnadının” esasının karara bağlanmasına ilişkin olup olmadığının incelenmesi gerekmektedir.
35. Başvurucu tarafından uygulanmadığı ileri sürülen yargı kararı ile sonuca bağlanan uyuşmazlık, başvurucunun sakini olduğu beldede kıyının oteller tarafından işgali nedeniyle kıyıdan yararlanmasının engellenmesine ilişkin olup, söz konusu uyuşmazlığın başvurucu hakkındaki bir suç isnadının karara bağlanmasına ilişkin olmadığı açıktır.
36. Bu durumda, somut başvuruya ilişkin uyuşmazlığın “medeni hak ve yükümlülükler ile ilgili uyuşmazlıklar” kapsamında olup olmadığının tespiti gerekmektedir.
37. Bir başvurunun “medeni hak ve yükümlülükler ile ilgili uyuşmazlıklar” kapsamında ele alınabilmesi için öncelikle bir mevzuat hükmü ya da içtihat yoluyla tanınmış ve savunulabilir şekilde ileri sürülebilen medeni bir hak ile ilgili uyuşmazlığın bulunması gerekmektedir. Bu uyuşmazlık, hakkın varlığı, kapsamı ya da kullanılma şekillerine ilişkin gerçek ve ciddi bir uyuşmazlık olmalı; davanın sonucu da söz konusu hak için doğrudan belirleyici olmalıdır (bkz. AİHM, Vilho Eskelinen ve Diğerleri/Finlandiya, B. No: 63235/00, 19/4/2007, § 40; Kienast/Avusturya, B.No:23379/94, 23/6/2003, §38).
38. AİHM’e göre 6. maddenin uygulanabilmesi için ulusal düzeyde iki kişi arasında ya da başvurucu ile devlet arasında bir uyuşmazlık olmalı ve bu uyuşmazlığın sonuçları başvurucunun medeni hak ve yükümlülükleri üzerinde etki doğurmalıdır. Hukuka ya da maddi vakıalara ilişkin olabilecek uyuşmazlık, gerçek ve ciddi nitelikli olmalıdır. Bunun yanı sıra AİHM, 6. maddenin, amacı medeni hak ve yükümlülüklerin esasının karara bağlanması olmayan, ancak bu hak ve yükümlülükler üzerinde etki doğuracak davalara da uygulanacağına karar vermiştir. (bkz. AİHM, Ringeisen/Avusturya 16 Temmuz 1971).
39. AİHM pek çok vesileyle “medeni hak ve yükümlülükler” kavramının sadece davalı Devlet’in iç hukukuna dayanılarak yorumlanamayacağını belirterek, bu kavramın Sözleşme’nin 6. maddesinin 1. fıkrası bağlamında “özerk” olduğu ilkesini belirtmiştir.
40. Mahkeme, “medeni hak ve yükümlülükler” kavramının özerk bir kavram olduğu sonucuna varmakla birlikte, ilgili Devlet’in mevzuatının bu bağlamda önem taşımadığını da düşünmemektedir. Ancak bir hakkın Sözleşme kapsamındaki anlamıyla medeni olarak algılanıp algılanmayacağı, ilgili Devlet’in iç hukukundaki yasal sınıflandırılmasına değil, maddi içeriğine ve ilgili hakkın etkilerine dayanılarak kararlaştırılmalıdır. Bir birey için var olan hak ve yükümlülükler doğası itibariyle mutlaka medeni olmak zorunda değildir.
41. Sadece (konu edilen) hakkın niteliği önemlidir (bkz. AİHM, Ringeisen/Avusturya 16 Temmuz 1971, §39). AİHM’e göre konunun nasıl karara bağlanacağını saptayan mevzuatın (medeni, ticari, idari hukuk) ve konuyla ilgili yetkili kılınmış merciin niteliği (normal mahkeme, idari organ) fazlaca önem taşımaz.
42. AİHM öncelikle, özel şahısların kendi aralarındaki ilişkileriyle ilgili hak ve yükümlülüklerini tüm davalarda medeni hak ve yükümlülükler kapsamında değerlendirmiştir. Özel şahısların kendi aralarındaki ilişkilerinde hakları, örneğin sözleşme hukuku, ticaret hukuku, tazminat hukuku, aile hukuku, çalışma hukuku ve mülkiyet hukuku çerçevesinde daima medeni haklar kapsamında ele almıştır.
43. Somut olayda, başvurucunun da aralarında bulunduğu 3 ilçe sakini tarafından Antalya 2. İdare Mahkemesinde, Devletin hüküm ve tasarrufu altındaki A1 Beldesi kıyı şeridinde mevcut işgallerin kaldırılması istemiyle davalı idarelere yaptıkları başvurunun cevap verilmemek suretiyle zımnen reddine ilişkin davalı idare işlemlerinin iptali ve yürütmenin durdurulması istemiyle dava açılmıştır. Mahkeme, 3/5/2007 tarihli kararı ile yürütmenin durdurulması talebini kabul etmiş, 22/11/2007 tarih ve E.2007/384, K.2007/1765 sayılı kararı ile de idari işlemin iptaline karar vermiştir.
44. A1 Beldesinde ikamet etmekte olan başvurucunun, kıyı kenar çizgisine oteller tarafından tesis inşa edilerek, halkın kullanımının engellenmesi nedeniyle, idari makamlara başvuruda bulunduğu, başvurunun zımnen reddi üzerine de idare mahkemesinde anılan işlemin iptali için dava açtığı anlaşılmaktadır. Başvurucunun açtığı davanın yasal dayanağı İYUK’un 2. ve 10. maddeleridir. Başvurucunun kıyı kenar çizgisinin oteller tarafından usulsüz olarak işgal edilmesi nedeniyle halkın kullanımına engel olunduğunu ileri sürerek idari yargı organı önünde dava açmasında menfaati bulunduğu, anılan davayı da menfaatleri ihlal edilenlerin açabileceği hususunda tereddüt bulunmamaktadır.
45. Kıyıdan yararlanma hakkını düzenleyen Anayasa'nın 43. maddesine göre, devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan kıyılar, özel mülkiyete konu olamazlar. Doğasına uygun olarak, genellik, eşitlik ve serbestlik ilkeleri gereği herkesin ortak kullanımına açık bulunmalıdırlar ve bunlardan yararlanma, ancak kıyının herkese açık olması ile mümkün olabilir. Kıyıların ortak kullanımını düzenlemek, yararlanmaya ilişkin karar ve önlemleri almak kamuya ait bir yetkinin kullanılmasıyla olanaklıdır. Nitekim Medeni Kanun'un 715. maddesine göre kıyılar, sahipsiz mal olarak kabul edilen yerlerdendir ve devletin hüküm ve tasarrufu altındadır. Diğer bir anlatımla, sahipsiz mallar, doğal nitelikleri gereği özel mülkiyete elverişli olmayan kamu mallarıdır (AYM, E.1990/23, K.1991/29, K.T. 18/9/1991). Kıyılar, herhangi bir tahsis işlemine gerek olmaksızın doğrudan doğruya herkesin serbestçe yararlanmasına sunulmuş sahipsiz kamu mallarıdır.
46. Kıyıdan yararlanma hakkı Anayasa’nın 43. maddesinde düzenlenmiş olmakla beraber, niteliği bakımından medeni bir hak özelliği taşımamaktadır.
47. Öte yandan anılan mahkeme kararı üzerine oteller tarafından kıyı üzerinde inşa edilen tesislerin kaldırılması için idareye yapılan başvurunun zımnen reddine dair işlemin iptal edilmesinin, başvurucunun kıyıdan yararlanma hakkına yönelik doğrudan ve kesin bir sonuç doğurmadığı da açıktır.
48. Bu durumda, başvurunun “medeni hak ve yükümlülükler ile ilgili uyuşmazlıkların” ya da bir “suç isnadının” esasının karara bağlanması çerçevesinde ele alınabilmesinin ve adil yargılanma hakkı kapsamındaki ilke ve güvencelerin bu başvuru yönünden uygulanabilirliğinin mümkün olmadığı görülmektedir.
49. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun yargı kararının uygulanmadığı yönündeki ihlal iddiası bakımından adil yargılanma hakkına ilişkin güvencelerin uygulanabilir olmadığı ve dolayısıyla Anayasa ve AİHS'in ortak koruma alanı dışında kaldığı anlaşılan başvurunun diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin “konu bakımından yetkisizlik” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
K1 ve K2 bu görüşe katılmamıştır.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
1. Başvurunun “konu bakımından yetkisizlik” nedeniyle KABUL EDİLEMEZOLDUĞUNA,
2. Yargılama giderlerininbaşvurucuüzerinde bırakılmasına,
25/2/2015 tarihinde, K1 ve K2’ın karşı oyları ve OY ÇOKLUĞUYLA karar verildi.
KARŞIOY GEREKÇESİ
1. Başvurucu, Kemer İlçesi A1 Beldesinin sakinlerindendir. Bölgede 1990 yılından sonra süratle artış gösteren otel ve işletmelerin, mülkiyeti devlete ait sahil şeridini Anayasa ve yasalara aykırı biçimde işgal ederek, kendisinin de aralarında bulunduğu belde sakinlerinin kıyıdan yararlanmasına engel oldukları gerekçesiyle, diğer belde sakinleriyle birlikte, bu olgulara karşı kapsamlı bir mücadele başlatmıştır.
2. Dosya içeriğinden anlaşıldığına göre bir yandan kıyıların yasa dışı kullanımı olgusuna karşı toplantılar, gösteriler düzenlemek ve yasalar çerçevesinde birçok sivil girişimlerde bulunmak suretiyle kamuoyunun dikkatini çekmek, mevcut olumsuzluklara karşı vatandaşlar ve resmi makamlar nezdinde farkındalık yaratmak, bir yandan da yasal tedbirlerin alınarak uygulanması, sorumluluğu bulunan kamu görevlilerinin cezalandırılması için idari ve yargısal makamlara şikayet ve dava açma haklarını kullanmışlardır.
3. Başvurunun konusu, başvurucuların Antalya İdare Mahkemesinde, kıyı şeridindeki mevcut işgallerin kaldırılması için davalı idarelere yaptıkları başvurunun zımnen reddine ilişkin idari işlemlerin iptali istemiyle açtıkları ve Danıştay tarafından da onanmak suretiyle kesinleşen yargı kararının yerine getirilmeyişine ilişkindir.
4. Başvurucu, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) 6. maddesinde yer alan adil yargılanma, 8. maddesindeki özel yaşama saygı ve Anayasanın 43. maddesindeki kıyılardan yararlanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmektedir.
5. Başvuru, İkinci Bölüm tarafından, “kıyıdan yararlanma hakkı”nın niteliği bakımından bir medeni hak özelliği taşımadığı, uygulanmayan mahkeme kararının başvurucunun kıyıdan yararlanma hakkına ilişkin doğrudan ve kesin bir sonuç doğurmadığı, bu nedenle “medeni hak ve yükümlülükler ile ilgili uyuşmazlıklar” kapsamında ele alınabilmesinin mümkün görülmediği ve adil yargılanma hakkına yönelik ilke ve güvencelerin uygulanabilirliğinin bulunmadığı gerekçesiyle, konu bakımından yetkisizlik sebebiyle reddedilmiştir.
Aşağıda açıklanacağı üzere bu görüşe katılmak mümkün değildir.
6. Öncelikle, olayın sadece “kıyıdan yararlanma hakkı” olarak nitelendirilmesinin isabeti üzerinde durmakta fayda vardır.
Kıyılardan yararlanma, Anayasa’nın “Sosyal ve Ekonomik Haklar ve Ödevler” başlıklı üçüncü bölümünde düzenlenmiştir. Bu bölümde, temel hak niteliğindeki aile ve eğitim hakları da düzenlendiği gibi, doğrudan bir hak niteliği bulunmayan, kamulaştırma ve devletleştirme, özelleştirme, tarım ve hayvancılığın ve bu dallarda çalışanların korunması gibi konular yer almaktadır.
Kıyılardan yararlanma, bir hak şeklinde düzenlenmiş olmaktan ziyade, kıyıların statüsü ve kıyılardan yararlanmanın esasları konusunda yasa koyucuya sınırlamalar getirmiştir. Bu yönüyle bakıldığında, Anayasa’da düzenlenmiş olan madenler, ormanlar, meralar, piyasalar, kooperatifler gibi konularda ayrı ve bağımsız haklardan (maden hakkı, orman hakkı, piyasa hakkı, kooperatif hakkı gibi) söz edilemeyeceği açıktır. Buna göre, “kıyılardan yararlanma hakkı” ancak Anayasa’daki temel haklarla birlikte ve temel hakların kullanımının pratikte anlam kazanması suretiyle değerlendirilebilecek, genel hak ve özgürlükler kapsamında bir olgudur.
7. Başvurucuların amacı kişisel olarak kıyıdan yararlanmak değildir. Aksi halde, sahilden denize girmek veya kumsalda yürümek için, oradaki işletmelerin sahiplerine veya yöneticilerine karşı talepte bulunur ve talepleri yerine getirilmediğinde, bir geçit hakkı elde etmek için adli yargıda dava açabilirlerdi. Hal böyle olsa idi uyuşmazlığın ve açılacak davanın medeni hak kapsamında sayılacağında da tereddüt yoktu. Dolayısıyla başvurucuların idari yargıda açtıkları dava, bir “kıyı hakkı” davası değil, Anayasa’nın 26. ve AİHS’nin 10. maddeleri kapsamında korunan “ifade hürriyeti”ni kullanarak yaptıkları, çeşitli aşamalardan geçen, değişik yöntemlerin kullanıldığı bir ilke mücadelesinin, yargısal bir kararla takviye edilerek, savundukları tezin doğruluğunun kanıtlanmasına yöneliktir. Başvurucu ve birlikte dava açan arkadaşları, salt kişisel “kıyıya erişim hakkı” adına değil, ülkemizi ve kıyılarını etkileyen genel bir olumsuzlukla mücadelede, fikir ve savlarına yargısal dayanak sağlamak için dava açmışlardır.
İfade hürriyetinin salt laf söyleme veya yazı yazma olarak anlaşılamayacağı, aksine, savunulan görüş ve tezler, ortaya atılan iddialar doğrultusunda toplumdaki algılama, karar alma ve uygulama süreçlerini somut biçimde değiştirme hakkını da kapsadığı açıktır. Kazanılan dava sonucunda kesinleşen hükmün yerine getirilmemesi, her şeyden önce, başvurucunun görüşleri doğrultusunda sonuçlar elde etmeyi de kapsayan ifade özgürlüğüne pratikte vurulmuş bir darbedir.
Bu nedenle başvurucuların, AİHS’nin 10. ve Anayasa’nın 26. maddesinde yer alan haklarının ihlal edildiğine karar vermek gerekir.
8. Başvurucunun elde ettiği mahkeme kararının, “kıyıdan yararlanma hakkına” yönelik doğrudan ve kesin bir sonuç doğurmadığı yolundaki Bölüm çoğunluk görüşüne de katılmıyoruz. Dosyadan anlaşıldığına göre, kıyılara çeşitli tesis ve engeller koyarak, ayrıca güvenlik görevlileri de yerleştirerek kişilerin kullanımına kapatan işletmelerin yarattığı durum, başvurucu yönünden de açık ve fiili bir engellemedir. Yargı kararının uygulanmasıyla bu genel durum ortadan kalktığında, başvurucu için de somut engellemeler ortadan kalkmış olacaktır. Başvurucunun bu engellemeleri kaldırmak için daha önce bizzat fiziki bir mücadeleye girmiş olmasını beklemek makul ve adil değildir. Kaldı ki “kıyıdan yararlanma hakkı”, sadece ikametgahı kıyılarda olan vatandaşların değil, tüm vatandaşların hakkıdır.
9. Başvurucu, kıyı işgalleri sonucu özel hayatının da kısıtlandığını, böylece AİHS’nin 8. maddesindeki haklarının da ihlal edildiğini belirtmektedir. Bu hakkın Anayasa’daki karşılığı, 20. madde olup, bir temel hak olduğuna ve bundan doğan uyuşmazlığın da “medeni hak” kapsamında bulunduğuna şüphe bulunmamaktadır. Özel hayata saygı hakkının ihlaline ilişkin iddia, “kıyı hakkı”ndan bağımsız bir iddiadır. Bu nedenle ayrıca incelenmelidir.
10. Anayasada yer alan bir temel hakkın, temel haklar arasında sayılmayan bir hak içerisinde eritilerek incelenmesi insan hakları yargısının özüne aykırıdır. Aksine, temel haklar arasında sayılmayan, kişi özgürlüğünün doğal uzantısı olan bir hak (kıyılardan yararlanma hakkı), temel haklarla ilişkisi gözetilerek, temel haklarla bütünlük içinde değerlendirilmelidir.
11. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM), AİHS’nin 6. maddesindeki “medeni hak ve yükümlülükler” kavramına sürekli olarak gelişen bir anlam yüklemektedir. AİHM’ne göre, bir hakkın medeni hak ve yükümlülükler kapsamında olup olmadığına, o hakkın mevzuatta nerede düzenlendiğine bakarak değil, o hakkın özüne bakılarak karar verilmelidir. Bir hakkın kullanımının birey ve kamu gücü arasındaki ilişkiyi nasıl etkilediği değerlendirilmeksizin, uyuşmazlığın medeni hak kapsamında olup olmadığına kategorik olarak karar verilmemelidir. (ECHR, Guide to Article 6, Right to a Fair Trial-Civil Limb)
12. AİHM’nin Sözleşmenin 6. maddesindeki medeni haklara ilişkin uyuşmazlık kapsamına zaman içerisinde dahil ettiği konular şunlardır:
a) kamulaştırma, imar planları, inşaat izinleri vb. ile ilgili davalar (Sporrong Lönnorth v. İsveç, Kararlar seri A no:52, 23 Eylül 1982; Ettl ve Diğerleri v Avusturya, Seri A No.117; Hakansson v. İsveç, Seri A 171-A; Mats Jacobson v. İsveç, Seri A 180 A ve B …)
b) özel kişiler arasındaki işlemlerin geçerliliğine etkisi olan izin, ruhsat ve benzeri diğer kamu alanında yetki veren işlemlerle ilgili davalar (Ringeisen v Austria Seri A no.13)
c) belirli bazı ekonomik faaliyetlerde bulunabilmek için bir kamu makamınca lisans verilmesi veya geri alınması ile ilgili davalar (Benthem v. Hollanda, Seri A, no.97; Pudas v. İsveç, Seri A no.125-A; Tre Traktörer AB v. İsveç, Seri A no.159; Fredin v. İsveç, Seri A no.192)
d) bir meslek veya sanatın icrası için kamu makamlarınca verilen iznin iptali veya askıya alınması ( König v. Almanya, Seri A no.27; Diennet v. Fransa Seri A no.325-A)
e) idari işlemlerden doğan tazminat konuları (Editions Periscope v. Fransa, Seri A no.234-B)
f) sosyal sigorta katkıları ile ilgili ihtilaf (Feldbrugge v. Hollanda, Seri A no.99)
g) kamu hizmetlerinde çalışanların mali hakları (De Santa v. İtalya, Reports of Judgements and Decisions, 1997-V)
13. AİHM son dönemlerde de içtihatlarını aynı yönde geliştirmeye devam etmiştir.
AİHM, 30.3.2005 tarihli Taşkın ve Diğerleri v. Türkiye, 46117/99 kararında AİHM, altın madeni işletiminden doğan çevresel ihtilafı Sözleşme’nin 8. maddesi kapsamında korunan özel hayata müdahale yönünden incelemiş ve başvurucuların çevresel etkilerle ilgili özet hayat şikayetlerini kabul edilebilir bulmuş, Türkiye’nin 8. maddeyi ihlal ettiğine, ayrıca bu konudaki yargı kararlarını uygulamamakla da 6. maddeyi ihlal ettiğine karar vermiştir.
AİHM’nin K3 Türkiye kararında, başvurucuların doğrudan ve yakın bir risk altında olup olmadıklarına bakılmamıştır. Mahkeme, başvurucuların evlerinde yaşama hakkına, özel ve aile yaşamlarını etkileyecek şekilde bir müdahalenin varlığına hükmederek (prevent them from enjoying their homes in such a way as to affect their private and family life) 8. maddenin ihlal edildiği sonucuna ulaşmıştır.
14. Taşkın kararında AİHM ayrıca, başvurucuların yargıya başvurmalarının “ellerindeki son çare” olduğuna işaret etmiştir (a.g.karar, para.133). Çevresel konularda devletin geniş bir takdir hakkına sahip olmadığını belirten Mahkeme, bu hususu da AİHS Madde 6. kapsamındaki medeni hakkın sınırlarını tespit ederken, başvurucular lehine değerlendirmiştir.
15. Başvuru konusu olayda da kıyıların bazı işletmelerce özel kişiler aleyhine işgal edilmesinin, o bölgede yaşayan kişilerin özel yaşam kalitesini olumsuz yönde etkilediğinde şüphe bulunmamaktadır.
16. Yukarıdaki açıklamalar karşısında, başvurucunun hak ihlali iddiasının “kıyılardan yararlanma hakkı” şeklinde basit bir tasnifle incelenmesi ve “konu bakımından yetkisizlik” nedeniyle reddedilmesi yerine, ifade özgürlüğü ve özel yaşamın korunması hakları kapsamında bir hak arayışı olarak incelenmesi, özgürlükler ve hukuk devleti lehine yorumlanması gerekirdi.
İdare mahkemesinin, kıyılardaki müdahalenin kaldırılması için verdiği ve kesinleşmiş olan kararının uygulanmaması suretiyle başvurucunun özel yaşamının ihlal edildiğine, ayrıca, kararın uygulanmamasının, mahkemeye erişim hakkının uzantısı olan kararların icrasını isteme hakkının ortadan kaldırılmasına yol açtığından, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar vermek gerekir.
17. Son olarak, AİHM’nin K3 Türkiye kararının 136. paragrafındaki tespitini tekrar etmek isteriz:
“ … yargı kararlarının fiilen boşa çıkarılması, hukukun üstünlüğü ve hukuk güvenliği ilkelerine dayalı olan hukuk devletine zarar verecektir”
Açıklanan nedenlerle Bölüm kararına katılmıyoruz.