TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
GENEL KURUL
KARAR
GENEL KURUL
KARAR
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvurucu, iş akdinin feshedilmesi üzerine feshin geçersizliği ve işe iade istemiyle İzmir 10. İş Mahkemesinde açtığı dava sonunda verilen hükmün Yargıtay 22. Hukuk Dairesince ortadan kaldırılarak davanın reddine karar verildiğini, işyerine aynı görevde başka işçilerin alındığını, Yargıtayın, İlk Derece Mahkemesinin yerine geçerek nihai karar vermesi nedeniyle adil yargılanma hakkının, davanın reddine karar vermesi nedeniyle çalışma ve sosyal güvenlik haklarının, benzer konularda davanın kabulüne karar verildiği halde açtığı davanın reddedilmesi nedeniyle eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüş, tazminat talebinde bulunmuştur.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru, 21/1/2013 tarihinde İzmir 6. Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede belirlenen eksiklikler tamamlatılmış ve başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 30/5/2013 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
4. Bölüm tarafından 17/9/2013 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir.
5. Adalet Bakanlığının 11/11/2013 tarihli görüş yazısı 12/12/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş, başvurucu Bakanlık görüşüne karşı beyanlarını yasal süresi içinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
6. Birinci Bölümün 11/3/2015 tarihinde yaptığı toplantıda, başvurunun niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün 28. maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir:
8. Başvurucu, 2/7/1997 tarihinden 31/10/2011 tarihinde kadar F1 DO&CO İkram Hizmetleri A.Ş.'de (Şirket) aşçı olarak çalışmış, 1/11/2011 tarihinde iş akdi işveren tarafından feshedilmiştir.
9. Başvurucu, 22/11/2011 tarihinde Şirket aleyhine İzmir 10. İş Mahkemesinde açtığı davada, "davalıya ait işyerinde 2/7/1997 ilâ 1/11/2011 tarihleri arasında aşçı olarak çalıştığını, 1/11/2011 tarihinde davalı tarafından iş akdinin feshedildiğini, fesih bildiriminde, F1 (F1) tarafından İzmir ilinde yapılan ikram yüklemelerinin kaldırılması ve yalnızca İstanbul'da yükleme yapılması kararının alındığı, dolayısıyla İzmir'de yapılan ikram işlerinin önemli miktarda azaldığı ve işgücü fazlasının ortaya çıktığı, fazla işgücüne ihtiyaç kalmadığı gerekçesiyle iş akdinin feshedildiğinin belirtildiğini, feshin haklı ve geçerli bir nedene dayanmadığını, aşçı olarak çalıştığı için ikram yüklemesi ile bir ilgisinin olmadığını, başka bir yerde çalışması için teklifte bulunulmadığını" belirterek, iş akdinin feshinin geçersizliğine ve işe iadesine karar verilmesini talep etmiştir.
10. Mahkemece yargılama sürecinde, tarafların tanıkları dinlenmiş ve bilirkişi heyetinden rapor alınmıştır.
11. Üç kişilik bilirkişi heyeti tüm delilleri değerlendirerek, takdirin Mahkemeye ait olduğunu, feshin geçerli nedene dayandığının kabulü halinde davanın reddine, geçerli bir neden olmadığının tespiti halinde ise feshin geçersizliğine ve başvurucunun işe iadesine karar verilmesi gerektiğini bildirmişlerdir.
12. Mahkemece, 24/7/2012 tarihli ve E.2011/866, K.2012/395 sayılı kararla "Davalı Şirketin 20/10/2011 tarihinde, işyerindeki tüm çalışanlara duyuru şeklinde fesih bildiriminde bulunarak şirketin İstanbul ünitesinde çalışmak isteyenlerin başvuruda bulunmaları gerektiğini bildirdiği, ancak davacının İstanbul'da çalışması için davalı tarafından teklifte bulunulmadığı gibi, davacının niteliğine uygun bir işte çalışması konusunda herhangi bir çalışma yapılıp yapılmadığının da anlaşılamadığı, davacı ve iş akdine son verilen diğer işçilere iş akdinin feshinden sonra daha düşük ücretle çalışmaları teklifinde bulunulduğu, davacının üyesi olduğu Sendika ile davalı arasında yapılan Toplu İş Sözleşmesi hükümlerine uyulmadığı, davacı ve diğer işçilerin toplu halde işten çıkarılmasına rağmen 22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanunu'nun 29. maddesine uygun bildirim yapılmadığı, davalının, iş akdinin feshinin geçerli nedene dayandığını ispatlayamadığı" gerekçesiyle davanın kabulüne, davalı tarafından yapılan feshin geçersizliğine ve davacının işe iadesine karar verilmiştir.
13. Davalının temyizi üzerine, Yargıtay 22. Hukuk Dairesinin 31/10/2012 tarihli ve E.2012/23578, K.2012/23992 sayılı ilâmıyla "davacının iş akdinin 1/11/2011 tarihinde, F1 tarafından bazı illerde ikram yüklemelerinin kaldırılıp bunun İstanbul'dan yapılmasının istenmesi, bunun sonucunda önemli miktarda iş kaybının olduğu, tasarruf önlemlerinin alınması gerektiği, ayrıca yapılan duyuruya rağmen İstanbul'da görev alma konusunda davacının başvurusunun olmadığı ve başka bir kadroda istihdam edilmesinin de mümkün olmadığı gerekçesiyle 4857 sayılı Kanun'un 17. ve 18. maddeleri uyarınca feshedildiği, davalının, fesih bildiriminde belirttiği hususları 20/11/2011 tarihinde işyerinde tüm çalışanlarına duyuru şeklinde bildirdiği, bu duyuru neticesinde İstanbul'da çalışmayı kabul edip orada işe başlayan işçilerin olduğu, davacının bu iş teklifine başvurmadığı, fesihten sonra davalının hiçbir şekilde davacı ile aynı nitelikte işçi alımı yapmadığı gibi bilirkişi raporunda belirtildiği üzere diğer illerde çalışanların sayısını da sürekli azalttığı, bu kapsamda davalı işverenin işletmesel bir karar aldığı ve bu kararın istihdam fazlası meydana getirdiği, davalının, kararı tutarlı bir şekilde uyguladığı ve feshe son çare olarak başvurduğu, dolayısıyla feshin geçerli bir sebebe dayandığı gerekçeleriyle davanın reddi yerine kabulüne karar verilmesinin hatalı olduğu ve bozmayı gerektirdiği" belirtilerek, 4857 sayılı Kanun'un 20. maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca hükmün bozularak ortadan kaldırılmasına ve davanın reddine kesin olarak karar verilmiştir.
14. Karar başvurucuya 24/12/2012 tarihinde tebliğ edilmiştir.
15. Başvurucu 21/1/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
B. İlgili Hukuk
16. 4857 sayılı Kanun'un 20. maddesi şöyledir:
"İş sözleşmesi feshedilen işçi, fesih bildiriminde sebep gösterilmediği veya gösterilen sebebin geçerli bir sebep olmadığı iddiası ile fesih bildiriminin tebliği tarihinden itibaren bir ay içinde iş mahkemesinde dava açabilir. (İptal bölüm: Anayasa mah. 2003/66 E, 2005/72 K. ve 19.10.2005 tarihli iptal kararı ile)... taraflar anlaşırlarsa uyuşmazlık aynı sürede özel hakeme götürülür.
Feshin geçerli bir sebebe dayandığını ispat yükümlülüğü işverene aittir. İşçi, feshin başka bir sebebe dayandığını iddia ettiği takdirde, bu iddiasını ispatla yükümlüdür.
Dava seri muhakeme usulüne göre iki ay içinde sonuçlandırılır. Mahkemece verilen kararın temyizi halinde, Yargıtay bir ay içinde kesin olarak karar verir."
17. 4857 sayılı Kanun'un 22. maddesi şöyledir:
"İşveren, iş sözleşmesiyle veya iş sözleşmesinin eki niteliğindeki personel yönetmeliği ve benzeri kaynaklar ya da işyeri uygulamasıyla oluşan çalışma koşullarında esaslı bir değişikliği ancak durumu işçiye yazılı olarak bildirmek suretiyle yapabilir. Bu şekle uygun olarak yapılmayan ve işçi tarafından altı işgünü içinde yazılı olarak kabul edilmeyen değişiklikler işçiyi bağlamaz. İşçi değişiklik önerisini bu süre içinde kabul etmezse, işveren değişikliğin geçerli bir nedene dayandığını veya fesih için başka bir geçerli nedenin bulunduğunu yazılı olarak açıklamak ve bildirim süresine uymak suretiyle iş sözleşmesini feshedebilir. İşçi bu durumda 17 ila 21 inci madde hükümlerine göre dava açabilir.
Taraflar aralarında anlaşarak çalışma koşullarını her zaman değiştirebilir. Çalışma koşullarında değişiklik geçmişe etkili olarak yürürlüğe konulamaz."
18. 4857 sayılı Kanun'un 29. maddesi şöyledir:
"İşveren; ekonomik, teknolojik, yapısal ve benzeri işletme, işyeri veya işin gerekleri sonucu toplu işçi çıkarmak istediğinde, bunu en az otuz gün önceden bir yazı ile işyeri sendika temsilcilerine, ilgili bölge müdürlüğüne ve Türkiye İş Kurumuna bildirir.
İşyerinde çalışan işçi sayısı:
a) 20 ile 100 işçi arasında ise, en az 10 işçinin,
b) 101 ile 300 işçi arasında ise, en az yüzde on oranında işçinin,
c) 301 ve daha fazla ise, en az 30 işçinin,
İşine 17 nci madde uyarınca ve bir aylık süre içinde aynı tarihte veya farklı tarihlerde son verilmesi toplu işçi çıkarma sayılır.
Birinci fıkra uyarınca yapılacak bildirimde işçi çıkarmanın sebepleri, bundan etkilenecek işçi sayısı ve grupları ile işe son verme işlemlerinin hangi zaman diliminde gerçekleşeceğine ilişkin bilgilerin bulunması zorunludur.
Bildirimden sonra işyeri sendika temsilcileri ile işveren arasında yapılacak görüşmelerde, toplu işçi çıkarmanın önlenmesi ya da çıkarılacak işçi sayısının azaltılması yahut çıkarmanın işçiler açısından olumsuz etkilerinin en aza indirilmesi konuları ele alınır. Görüşmelerin sonunda, toplantının yapıldığını gösteren bir belge düzenlenir.
Fesih bildirimleri, işverenin toplu işçi çıkarma isteğini bölge müdürlüğüne bildirmesinden otuz gün sonra hüküm doğurur.
İşyerinin bütünüyle kapatılarak kesin ve devamlı suretle faaliyete son verilmesi halinde, işveren sadece durumu en az otuz gün önceden ilgili bölge müdürlüğüne ve Türkiye İş Kurumuna bildirmek ve işyerinde ilan etmekle yükümlüdür. İşveren toplu işçi çıkarmanın kesinleşmesinden itibaren altı ay içinde aynı nitelikteki iş için yeniden işçi almak istediği takdirde nitelikleri uygun olanları tercihen işe çağırır.
Mevsim ve kampanya işlerinde çalışan işçilerin işten çıkarılmaları hakkında, işten çıkarma bu işlerin niteliğine bağlı olarak yapılıyorsa, toplu işçi çıkarmaya ilişkin hükümler uygulanmaz.
İşveren toplu işçi çıkarılmasına ilişkin hükümleri 18, 19, 20 ve 21 inci madde hükümlerinin uygulanmasını engellemek amacıyla kullanamaz; aksi halde işçi bu maddelere göre dava açabilir."
19. 30/1/1950 tarihli ve 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu'nun 1. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"İş Kanununa göre işçi sayılan kimselerle (o kanunun değiştirilen ikinci maddesinin Ç, D ve E fıkralarında istisna edilen işlerde çalışanlar hariç) işveren veya işveren vekilleri arasında iş akdinden veya iş Kanununa dayanan her türlü hak iddialarından doğan hukuk uyuşmazlıklarının çözülmesi ile görevli olarak lüzum görülen yerlerde iş mahkemeleri kurulur."
20. 5521 sayılı Kanun'un geçici 1. maddesi şöyledir:
"Bölge adliye mahkemelerinin, 26.9.2004 tarihli ve 5235 sayılı Adlî Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanunun geçici 2 nci maddesi uyarınca Resmî Gazetede ilân edilecek göreve başlama tarihinden önce verilen kararlar hakkında yapılan temyiz başvuruları, kesinleşinceye kadar Yargıtay tarafından sonuçlandırılır. Bu kararlar hakkında İş Mahkemeleri Kanununun bu Kanunla yapılan değişiklikten önceki temyize ilişkin hükümleri uygulanır."
21. 5521 sayılı Kanun'un 2/3/2005 tarih ve 5308 sayılı Kanun ile yapılan değişiklikten önceki 8. maddesi şöyledir:
"İş Mahkemesinin nihai kararları tefhim tarihinden itibaren sekiz gün içinde temyiz olunabilir.
İş Mahkemelerinden verilen kararlar, Yargıtayca iki ay içinde tetkik olunarak karara bağlanır.
Yargıtay'ın bu kararlarına karşı karar tashihi istenemez."
22. 5521 sayılı Kanun'un 15. maddesi şöyledir:
"Bu Kanunda sarahat bulunmıyan hallerde Hukuk Muhakemeleri Usulü Kanunu hükümleri uygulanır."
23. 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 316. maddesi şöyledir:
"(1)Basit yargılama usulü, kanunlarda açıkça belirtilenler dışında, aşağıdaki durumlarda uygulanır:
.
d) Hizmet ilişkisinden doğan davalar.
.
g) Diğer kanunlarda yer alan ve yazılı yargılama usulü dışındaki yargılama usullerinin uygulanacağı belirtilen dava ve işler."
24. 6100 sayılı Kanun'un 447. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
"(1)Diğer kanunların sözlü yahut seri yargılama usulüne atıf yaptığı hâllerde, bu Kanunun basit yargılama usulü ile ilgili hükümleri uygulanır."
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
25. Mahkemenin 8/4/2015 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 21/1/2013 tarihli ve 2013/1015 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
26. Başvurucu, İzmir 10. İş Mahkemesinde açtığı iş akdinin feshinin geçersizliği ve işe iade davası sonunda davanın kabulüne hükmedildiğini, temyiz üzerine Yargıtay 22. Hukuk Dairesince İlk Derece Mahkemesinin kararı ortadan kaldırılarak davanın reddine kesin olarak karar verildiğini, Yargıtayın, İlk Derece Mahkemesinin yerine geçerek hüküm kurmasının adil yargılanma hakkını ihlal ettiğini, bu kararın esas yönünden de doğru olmadığını, İzmir ilinde çalıştığı sırada işverenin İstanbul ilinde çalışma yönünde duyuru yaptığını, iş şartlarında esaslı değişiklik olan bu durumun 4857 sayılı Kanun'un 22. maddesine göre yazılı olarak bildirilmesi gerektiğini, bu emredici hükme aykırı olarak, nereye ve kaç gün süreyle asıldığı belli olmayan duyuru nedeniyle yapılan feshin geçerli olmayacağını, Yargıtayın bu durumu dikkate almadığını ve kanuna aykırı karar verdiğini, tanık K10'nin beyanlarını değerlendirmediğini, işyerine aynı nitelikte işçi alınmadığı iddiasının da gerçeğe uygun olmadığını, iş akdinin feshinden sonra aynı işyerine dört aşçı alındığını, ayrıca fesihten sonra on beş yeni işçinin daha düşük ücretlerle işe başlatıldığını, işverenin amacının ücretleri düşürmek olduğunu, davalı şirketin işletmesel karar almasını gerektiren mali güçlüğünün de bulunmadığını, işyerinde aynı anda yaklaşık elli işçinin işine son verildiğini, toplu şekilde işçi çıkarmanın 4857 sayılı Kanun'un 29. maddesine de aykırı olduğunu, feshin esas amacının ücretleri düşürmek olduğunu, ayrıca benzer davalarda Yargıtay tarafından, ilk derece mahkemelerince verilen işe iade davalarının kabulüne dair kararların onanmasına rağmen, açtığı dava sonunda verilen kararın ortadan kaldırılmasına ve davanın reddine karar verildiğini belirterek, adil yargılanma, çalışma ve sosyal güvenlik hakları ile eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
B. Değerlendirme
27. Başvuru dilekçesi ve ekleri incelendiğinde, başvurucunun, İzmir 10. İş Mahkemesinde açtığı davanın kabulüne ve işe iadesine karar verildiği halde Yargıtay 22. Hukuk Dairesince, farklı davacılar tarafından açılan davalarda verilen davanın kabulüne dair kararlar onandığı halde, Mahkemece verilen kararın ortadan kaldırılarak davanın reddine karar verilmesinin, çalışma, sosyal güvenlik ve adil yargılanma hakları ile eşitlik ilkesini ihlal ettiğini ileri sürdüğü anlaşılmıştır. Anayasa Mahkemesi başvurucunun ihlal iddialarına ilişkin nitelendirmesi ile bağlı olmayıp hukuki nitelendirmeyi kendisi yapar. Başvurucunun anılan iddiaları, Yargıtay tarafından verilen kararın gerekçesiz olması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiası kapsamında kabul edilerek bu yönden değerlendirme yapılmıştır. Başvurucunun, Yargıtay tarafından davanın kesin olarak reddine karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlali iddiası ayrıca incelenmiştir.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
a. Nihai Kararın Yargıtay Tarafından Verilmesi Nedeniyle Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiği İddiası
28. Başvurucu, İzmir 10. İş Mahkemesince verilen davanın kabulüne dair kararın temyizi üzerine Yargıtay 22. Hukuk Dairesince İlk Derece Mahkemesinin kararının ortadan kaldırılarak davanın kesin olarak reddine karar verildiğini, Yargıtayın, İlk Derece Mahkemesinin yerine geçerek hüküm kurmasının adil yargılanma hakkını ihlal ettiğini ileri sürmüştür.
29. Adalet Bakanlığı görüş yazısında, iş mahkemelerinde ayrı bir yargılama usulü uygulandığını, bu davaların yazılı yargılama usulünden farklı olarak 4857 sayılı Kanun'a göre seri yargılama usulüne göre yapıldığını, 6100 sayılı Kanun'un yürürlüğe girmesinden sonra basit yargılama usulünün uygulanmaya başlandığını, diğer davalara göre işçinin mağduriyetinin kısa sürede bitirilmesi amacıyla farklı yargılama usulünün uygulandığını, bu amaca uygun olarak 4857 sayılı Kanun'un 20. maddesine göre Yargıtay tarafından uyuşmazlığın kesin olarak karara bağlanması gerektiğini, bu durumun tabi hâkim ilkesini de ihlal etmediğini, işe iade davalarının daha kısa sürede sonuçlandırılmasının amaçlandığını, dolayısıyla adil yargılanma hakkının ihlal edilip edilmediğinin, bu hususlar dikkate alınarak değerlendirilmesi gerektiğini bildirmiştir.
30. Başvurucu, Adalet Bakanlığı görüşüne katılmadığını, Yargıtay tarafından davanın kesin olarak reddine karar verilmesi nedeniyle başvurabileceği hiçbir yol kalmadığını belirtmiş ve başvuru dilekçesindeki ihlal iddialarını tekrar etmiştir.
31. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir."
32. Anayasa'nın 141. maddesinin son fıkrası şöyledir:
"Davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması, yargının görevidir."
33. Anayasa'nın 142. maddesi şöyledir:
"Mahkemelerin kuruluşu, görev ve yetkileri, işleyişi ve yargılama usulleri kanunla düzenlenir."
34. 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
"Mahkeme, . açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir."
35. 6216 sayılı Kanun'un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasında açıkça dayanaktan yoksun başvuruların Mahkemece kabul edilemezliğine karar verilebileceği belirtilmiştir. Anayasa Mahkemesi, adil yargılanma hakkının ihlaline yönelik açık ve görünür bir belirti bulunmadığı hallerde, açık ve görünür bir ihlalin olmadığı gerekçesiyle açıkça dayanaktan yoksunluk kararı verebilir.
36. Somut olayda, İzmir 10. İş Mahkemesince verilen davanın kabulüne dair kararın temyizi üzerine Yargıtay 22. Hukuk Dairesince, İlk Derece Mahkemesinin kararının ortadan kaldırılmasına ve davanın kesin olarak reddine karar verilmesi, adil yargılanma hakkının ihlali iddiası kapsamında değerlendirilmiştir.
37. Anayasa'da, mahkemelerin kuruluşunun, görev ve yetkilerinin, işleyişinin ve yargılama usullerinin kanunla düzenlenmesi öngörülmüştür. Buna göre, usul kanunlarının Anayasa'ya uygun olmak koşuluyla düzenlenmesi kanun koyucunun takdirine bırakılmıştır (K1, B. No: 2012/799, 26/3/2013, § 19).
38. Başvuru konusu olayda, iş akdi feshedilen başvurucunun, feshin geçerli olmadığını ileri sürerek açtığı bir iş uyuşmazlığı sorunu bulunmakta olup, Anayasa'nın 36. maddesi ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) 6. maddesi uyarınca somut yargılama faaliyetinin, medeni hak ve yükümlülükleri konu alan bir yargılama olduğunda kuşku bulunmamaktadır.
39. Adil yargılanma hakkı Devlete uyuşmazlıkların makul süre içinde nihai olarak sonuçlandırılmasını garanti edecek bir yargı sistemi kurma ödevi yükler. İş akdinin işveren tarafından haksız yere feshedildiğini düşünen bir çalışanın, bu işlemin hukuka uygunluğu hakkında derhal bir yargı kararı verilmesinde önemli bir kişisel yararı bulunmaktadır. Zira işten çıkarılmak suretiyle geçim kaynağını kaybeden bir bireyin hukuki durumunun ivedilikle açıklığa kavuşturulması gerekir. Bir bireyin geçim kaynağı olmaksızın hukuki durumunun uzun süre belirsiz bırakılması halinde bu durumdan olumsuz etkilenecektir. Bu nedenle iş uyuşmazlıklarının ivedilikle çözülmesi hususunda yargı organlarının özel bir itina göstermesi gerekir (K2, B. No: 2013/772, 7/11/2013, § 59).
40. Bu nedenle kanun koyucu iş hukukunun çalışanı koruyucu niteliğini ve iş davalarının özelliklerini dikkate alarak genel mahkemelerin dışında özel bir iş yargılaması sistemi oluşturmuş ve iş davalarının, konunun uzmanı mahkemelerce mümkün olduğunca hızlı, basit ve ucuz bir biçimde sonuçlandırılmasını amaçlamıştır. Özellikle işe iade davalarında yargılamanın uzaması her iki taraf için de hukuki belirsizliğin devamına sebep olduğundan bu davaların ivedilikle sonuçlandırılması ayrı bir öneme sahiptir. Bu durum iş sözleşmesi feshedilen fakat bir an önce eski işine dönme beklentisi taşıyan ve bu yüzden yeni bir işe başlamakta tereddüt eden işçi açısından önemli olduğu gibi, sözleşmesini feshettiği işçi yerine yeni bir işçi istihdam ederek iş organizasyonunu tamamlamak isteyen işveren açısından da önemlidir. Dolayısıyla iş sözleşmesinin feshine ilişkin uyuşmazlıkların kısa sürede sonuçlandırılması hem çalışan hem de işverenin yararınadır (K2, B. No: 2013/772, 7/11/2013, § 60).
41. Kanun koyucu, feshe itiraz davalarının özel önemini dikkate alarak diğer iş davalarına oranla daha hızlı bir şekilde karara bağlanması için 4857 sayılı Kanun'un 20. maddesinde özel hükümlere yer vermiştir. 4857 sayılı Kanun'un "Fesih bildirimine itiraz ve usulü" kenar başlıklı 20. maddesine göre, iş güvencesi hükümlerine tabi işçinin belirsiz süreli iş sözleşmesi, işveren tarafından feshedilirse işçi, bu feshin geçerli nedene dayanmadığı iddiasıyla feshin kendisine tebliğ edildiği tarihten itibaren 1 aylık hak düşürücü süre içinde iş mahkemesinde feshin geçersizliğinin tespiti ve işe iade davası açabilmektedir. Kanun koyucu, işe iade davalarının yukarıda bahsedilen özel önemine binaen 4857 sayılı Kanun'un 20. maddesi gereğince seri muhakeme usulüyle mahkemelerce iki ay içinde; bu davaların temyiz incelemesinin de bir ay içinde sonuçlandırılması yönünde düzenleme yapmıştır.
42. Taraflar için 4857 sayılı Kanun'da belirtilen süreler kural olarak kesin ve hak düşürücü nitelikte olmasına rağmen, Kanun'un 20. maddesinde mahkemeler için öngörülen süreler hak düşürücü nitelikte değildir. İşe iade davalarının sonuçlandırılması için öngörülen iki aylık süre, mahkemelere yönelik bir süre olduğundan düzenleyici nitelikte olup, mahkemeler bu sürede davayı sonuçlandıramasalar da daha sonra verdikleri kararların geçerli olduğunda şüphe yoktur.
43. Bunun yanında 6100 sayılı Kanun'un 30. maddesinde uyuşmazlıkların makul sürede çözümlenmesi gerektiği belirtilmiş, bu amaçla 6100 sayılı Kanun'un 447. maddesiyle 4857 sayılı Kanun'un 20. maddesinde olduğu gibi daha önce yürürlüğe girmiş olan kanunlarda yer alan sözlü ve seri yargılama usulleri kaldırılmış ve bunun yerine iş hukuku uyuşmazlıklarına da uygulanmak üzere basit yargılama usulü getirilmiştir. Bu durumda işe iade davalarında da takip edilmesi gereken yargılama usulü 6100 sayılı Kanun'un yürürlüğe girdiği 1/10/2011 tarihinden itibaren basit yargılama usulü olmuştur.
44. Basit yargılama usulü, 6100 sayılı Kanun'un 316. maddesinde yer alan davalar ile kanunlarda açıkça belirtilen bazı davalarda uygulanan ve yazılı yargılama usulünden daha basit ve çabuk işleyen, daha kısa bir incelemeye ihtiyaç duyan ve daha kolay bir inceleme ile sonuçlandırılabilecek dava ve işler için kabul edilmiş bir yargılama usulüdür.
45. Temyiz incelemesinde ilke olarak temyiz mercii, ilk derece mahkemesi kararının hukuka ve kanuna uygunluğunu denetler ve herhangi bir aykırılık tespit etmesi halinde hükmü bozarak yeniden karar verilmek üzere dosyayı ilk derece mahkemesine geri gönderir. Bu genel ilke, kanun koyucunun düzenlediği usul kanunları çerçevesinde tespit edildiği gibi yine usul kanunları ile bu genel ilkeye bazı hallerde istisnalar getirilmesi mümkündür. Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinde (Sözleşme) yer verilen adil yargılanma hakkı kapsamında, temyiz incelemesi sonucunda kararın hukuka aykırılığının tespit edilmesi halinde yeniden karar verilmesi için dosyanın mutlaka ilk derece mahkemesine geri gönderilmesine yönelik bir hak bulunmamaktadır.
46. Yukarıda da belirtildiği üzere işe iade davaları başta olmak üzere iş hukukuna dayalı davalar, işçinin korunması ve mağduriyetinin önlenmesi amacıyla, kısa sürede bitirilmesi öngörülen uyuşmazlıklardır. Bu amaçla kanun koyucu işe iade davalarının daha hızlı sonuçlandırılmasına yönelik bir takım özel düzenlemeler yapmıştır. Bu çerçevede 4857 sayılı Kanun'un 20. maddesinin üçüncü fıkrası çerçevesinde, işe iade davalarının temyiz aşamasında, ilk derece mahkemesinin kararının yerinde olmadığı kanaatine varıldığında, araştırılması gereken başkaca bir husus da bulunmadığının tespiti durumunda, Yargıtay tarafından işe iade talebi hakkında kesin olmak üzere karar verilmektedir.
47. Yargıtay Hukuk Genel Kuruluna göre (YHGK), "İş akdinin feshinin geçersizliğine ilişkin olarak açılacak bir davanın seri yargılama usulüne göre kısa süre içerisinde sonuçlandırılması düşüncesi, işçinin emek gelirinden olanaklar ölçüsünde en kısa süre yoksun kalması ilkesinden doğmuş, bu nedenle de Yargıtay Özel Dairesince verilecek kararın kesin olması amaçlanmıştır. . Açıklanan nedenlerle, Yargıtay Özel Daire kararının kesin olduğu, bunun için de direnmeye konu edilemeyeceğini kabul etmek gerekir. Yasa koyucu burada açıkça, "Yargıtay'ca kesin olarak karara bağlanır" demek suretiyle, bozma kararına karşı direnme yolunu kapamış bulunmaktadır." (YHGK, 3/12/2008 tarihli ve E.2008/9-716, K.2008/726 sayılı kararı).
48. Yine YHGK benzer bir kararda, "Uyuşmazlık, 4857 sayılı iş Kanununun 20/3. maddesinde yer alan "mahkemece verilen kararın temyizi halinde Yargıtay ilgili Dairesinin vereceği kararın kesin olması" kuralından ne anlaşılması gerektiği noktasında toplanmaktadır. Anılan düzenlemede yer alan, iş akdinin feshinin geçersizliğine ilişkin olarak açılacak bir davanın seri yargılama usulüne göre kısa süre içerisinde sonuçlandırılması düşüncesi, işçinin emek gelirinden olanaklar ölçüsünde en kısa süre yoksun kalması ilkesinden doğmuş, bu nedenle de Yargıtay Özel Dairesince verilecek kararın kesin olması amaçlanmıştır. Türk Medeni Kanunu'nun 1. maddesi uyarınca; yasanın sözünden çıkan anlam, özünden çıkan anlamla bağdaşmıyorsa kabul edilemez. Yasa hükmünün özünün araştırılması ise onun amacının belirlenmesini zorunlu kılar. Bu itibarla, yorum yapılırken doğru sonuca ulaşılabilmesi için iş yasası kuralının amacının (ratio legis) araştırılması gerekir. Avrupa insan Hakları Sözleşmesinin, adil yargılanma hakkını düzenleyen 6. maddesi ile herkes, medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili uyuşmazlıklarda hakkaniyete uygun yargılama yapılmasını isteme hakkına sahiptir, iş hukuku çerçevesinde hak ve yükümlülükler, maddede belirtilen "medeni hak ve yükümlülükler" kapsamında ele alınmaktadır. Temyiz üzerine önüne gelen kararı inceleyen Özel Daire, dosya içeriğini kendisini sonuca götürecek mahiyette gördüğü takdirde kararını kesin olarak verecektir. Ancak, Özel Daire dosya içeriğini, kesin olarak karar vermeye yeterli bulmadığında eksikliklerin giderilmesi amacıyla hükmü bozacak ve giderilmesini yerel mahkemeden isteyebilecektir. Bir başka anlatımla, Yargıtay Özel Dairesinin bu uyuşmazlığı nihai olarak neticelendirebilmesi için, iş akdinin feshinin haklı bir sebebe dayanıp dayanmadığı olgusunun, dosya içeriğinden tam olarak anlaşılır olması gerekir. Madde ile kesin olarak karar vermeden amaçlanan, yerel mahkemenin dosyasının içeriğinin Özel Daireyi karara götürecek nitelikte olmasıdır." şeklinde içtihat ortaya koymuştur (YHGK. 1/12/2004 tarih ve E.2004/9-644, K.2004/643 sayılı kararı).
49. Başvuruya konu yargılama sürecinde, İzmir 10. İş Mahkemesince yapılan yargılamada tanık beyanları ve bilirkişi raporları alınmış, Yargıtayca, araştırılması gereken başkaca bir husus bulunmadığına kanaat getirilerek işe iade talebi hakkında kesin hüküm kurulmuştur.
50. Yukarıda belirtildiği üzere, 4857 sayılı Kanun'un 20. maddesinin üçüncü fıkrasında yer verilen"mahkemece verilen kararın temyizi halinde Yargıtay ilgili Dairesinin vereceği kararın kesin olması" kuralı ile amaçlanan husus, işe iade davalarının işçi açısından taşıdığı değer ve işçinin kişisel menfaati gereği hızlı sonuçlandırılması ve işçinin korunmasıdır. Yargıtay tarafından hukuka uygun olmayan derece mahkemesi kararlarının bozulması halinde, dava dosyasıyla ilgili olarak araştırılması gereken başka bir husus kalmadığı ve delillerin tamamlandığı anlaşıldığında davanın esasına yönelik olarak kesin olarak karar verilmesi, yargılama sürecini hızlandırma amacına yöneliktir. Kanunla getirilen söz konusu kuralın uygulanmasının tek başına adil yargılanma hakkını ihlal ettiğinden söz edilemez. Yargıtay tarafından işin esasına girilerek kesin olarak nihai karar verilmesi hukuka aykırı ve keyfi bir uygulama niteliğinde de değildir.
51. Somut başvuruda, başvurucunun İzmir 10. İş Mahkemesinde açtığı işe iade davasının kabulüne dair kararın Yargıtay tarafından bozularak ortadan kaldırılması ve davanın reddine kesin olarak karar verilmesi nedeniyle başvurucunun adil yargılanma hakkının ihlal edildiğinden söz edilemez.
52. Açıklanan nedenlerle, Yargıtay tarafından işin esasına girilerek davada nihai kararın verilmesinde adil yargılanma hakkına yönelik açık ve görünür bir ihlalin olmadığı anlaşıldığından, başvurunun bu kısmının, diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin "açıkça dayanaktan yoksun olması" nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Gerekçeli Karar Hakkının İhlali İddiası
53. Başvurucu, İzmir 10. İş Mahkemesince verilen davanın kabulüne dair kararın Yargıtay 22. Hukuk Dairesince ortadan kaldırılarak davanın reddine karar verildiğini, Yargıtay tarafından delillerin değerlendirilmediğini belirterek, Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
54. Yargıtay 22. Hukuk Dairesince verilen davanın reddine dair kararın gerekçesiz olması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasının açıkça dayanaktan yoksun olmaması ve kabul edilmezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir sebep de bulunmaması nedeniyle başvurunun bu kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
55. K3, K4, K5, K6, K7, K8 ve K9 bu görüşe katılmamışlardır.
2. Esas Yönünden
56. Başvurucu, İzmir 10. İş Mahkemesinde açtığı iş akdinin feshinin geçersizliği ve işe iadesi davası sonunda davanın kabulüne hükmedildiğini, temyiz üzerine Yargıtay 22. Hukuk Dairesince İlk Derece Mahkemesinin kararı ortadan kaldırılarak davanın reddine kesin olarak karar verildiğini, İzmir ilinde çalıştığı sırada işverenin İstanbul ilinde çalışma yönünde duyuru yaptığını, iş şartlarında esaslı değişiklik olan bu durumun 4857 sayılı Kanun'un 22. maddesine göre yazılı olarak bildirilmesi gerektiğini, bu emredici hükme aykırı olarak, nereye ve kaç gün süreyle asıldığı belli olmayan duyuru nedeniyle yapılan feshin geçerli olmayacağını, Yargıtayın bu durumu dikkate almadığını ve kanuna aykırı karar verdiğini, tanık K10'nin beyanlarını değerlendirmediğini, iş akdinin feshinden sonra aynı işyerine dört aşçı alındığını, ayrıca fesihten sonra on beş yeni işçinin daha düşük ücretlerle işe başlatıldığını, işverenin amacının ücretleri düşürmek olduğunu, davalının işletmesel karar almasını gerektiren mali güçlüğünün de bulunmadığını, işyerinde aynı anda yaklaşık elli işçinin işine son verildiğini, toplu şekilde işçi çıkarmanın 4857 sayılı Kanun'un 29. maddesine de aykırı olduğunu, feshin esas amacının ücretleri düşürmek olduğunu, benzer davalarda Yargıtay tarafından, ilk derece mahkemelerince verilen işe iade davalarının kabulüne dair kararların onanmasına rağmen, açtığı dava sonunda verilen kararın ortadan kaldırılmasına ve davanın reddine karar verildiğini belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
57. Adalet Bakanlığı görüş yazısında, Yargıtay tarafından davanın reddine karar verilmesinin delillerin değerlendirilmesi ve hukuk kurallarının yorumlanmasına yönelik adil yargılanma hakkının ihlali iddiası niteliğinde olduğunu bildirmiştir.
58. Başvurucu, Adalet Bakanlığı görüşüne katılmadığını, Yargıtay tarafından delillerin değerlendirilmesinin adil olmadığını, kanuna açıkça aykırı değerlendirme yapılarak davanın reddedildiğini belirtmiştir.
59. Anayasa'nın "Hak arama hürriyeti" kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
"Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir."
60. Anayasa'nın "Duruşmaların açık ve kararların gerekçeli olması" kenar başlıklı 141. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
"Bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak yazılır."
61. Sözleşme'nin "Adil yargılanma hakkı" kenar başlıklı 6. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:
"Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini isteme hakkına sahiptir."
62. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin yargı organlarına davacı veya davalı olarak başvurabilme ve bunun doğal sonucu olarak da iddia, savunma ve adil yargılanma hakkı güvence altına alınmıştır. Maddeyle güvence altına alınan hak arama özgürlüğü, kendisi bir temel hak niteliği taşımasının ötesinde, diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmasını ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden birisidir. Bu bağlamda Anayasa'nın, bütün mahkemelerin her türlü kararlarının gerekçeli olarak yazılmasını ifade eden 141. maddesinin de, hak arama hürriyetinin kapsamının belirlenmesinde gözetilmesi gerektiği açıktır (K11, B. No: 2013/307, 16/5/2013, § 30).
63. Yapılan yargılama sırasında tanık dinletme hakkı da dâhil olmak üzere delillerin ibrazı ve değerlendirilmesi adil yargılanma hakkının unsurlarından biri olarak kabul edilen silahların eşitliği ilkesi kapsamında kabul edilmekte olup, bu hak ve gerekçeli karar hakkı da makul sürede yargılanma hakkı gibi adil yargılanma hakkının somut görünümleridir. Anayasa Mahkemesi de Anayasa'nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı birçok kararında, ilgili hükmü Sözleşme'nin 6. maddesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle, Sözleşme'nin lâfzî içeriğinde yer alan ve AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen gerekçeli karar hakkı ve silahların eşitliği ilkesi gibi ilke ve haklara, Anayasa'nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir (K12 ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013,§ 38).
64. Mahkeme kararlarının gerekçeli olması adil yargılanma hakkının unsurlarından biri olmakla beraber, bu hak yargılamada ileri sürülen her türlü iddia ve savunmaya ayrıntılı şekilde yanıt verilmesi şeklinde anlaşılamaz. Bu nedenle, gerekçe gösterme zorunluluğunun kapsamı kararın niteliğine göre değişebilir. Bununla birlikte başvurucunun ayrı ve açık bir yanıt verilmesini gerektiren usul veya esasa dair iddialarının cevapsız bırakılmış olması bir hak ihlaline neden olacaktır (K13 ve diğerleri, B. No: 2013/1213, 4/12/2013, § 26). Gerekçenin ayrıntısı davanın niteliğine göre değişmekle birlikte kararın hüküm kısmına dayanak oluşturacak hukuki bir gerekçenin kısa ve özet de olsa bulunmasının zorunlu olduğu açıktır (K14, B. No: 2012/1034, 20/3/2014, § 33).
65. Kararların gerekçeli olması, davanın taraflarının mahkeme kararının dayanağını öğrenerek mahkemelere ve genel olarak yargıya güven duymalarını sağladığı gibi, tarafların kanun yoluna etkili başvuru yapmalarını mümkün hale getiren en önemli faktörlerdendir. Gerekçesi bilinmeyen bir karara karşı gidilecek kanun yolunun etkin kullanılması mümkün olmayacağı gibi bahsedilen kanun yolunda yapılacak incelemenin de etkin olması beklenemez (K14, B. No: 2012/1034, 20/3/2014, § 34).
66. Mahkeme kararlarının gerekçeli olması yükümlülüğü Anayasa'da açıkça düzenlenmiş olmakla birlikte gerekçeli karar hakkı, adil ve hakkaniyete uygun yargılama yapılmasının da temel şartları arasındadır.
67. Öte yandan derece mahkemeleri, kendisine sunulan tüm iddialara yanıt vermek zorunda değildir. Bununla beraber, ileri sürülen iddialardan biri kabul edildiğinde davanın sonucuna etkili olması söz konusu ise, mahkeme bu hususa belirli ve açık bir yanıt vermek zorunda olabilir (K15, B. No: 2013/5486, 4/12/2013, § 56).
68. Yargılama makamları yargılamanın taraflarınca ileri sürülen iddiaları ve gösterdikleri delilleri gereği gibi incelemek zorundadır. Bununla birlikte, belirli bir davaya ilişkin olarak delilleri değerlendirme ve gösterilmek istenen delilin davayla ilgili olup olmadığına karar verme yetkisi esasen derece mahkemelerine aittir (K16, B. No.2013/2116, 23/1/2014, § 19).
69. Mahkemeler, kararlarını hangi temele dayandırdıklarını yeterince açık olarak belirtme yükümlülüğü altındadırlar. Bu yükümlülük, tarafların temyiz hakkını kullanabilmeleri için gerekli olmasının yanı sıra, tarafların, muhakeme sırasında ileri sürdükleri iddialarının kurallara uygun bir biçimde incelenip incelenmediğini bilmeleri için de gereklidir. Kararda tam olarak hangi unsurların bulunması gerektiği davanın niteliğine ve koşullarına bağlıdır. Bununla birlikte yargılama sırasında açık ve somut biçimde öne sürülen iddia ve savunmaların davanın sonucuna etkili olması, başka bir deyişle davanın sonucunu değiştirebilecek nitelikte bulunması halinde, davayla doğrudan ilgili olan bu hususlara mahkemelerce makul bir gerekçe ile yanıt verilmesi gerekir. Ancak mahkemelerin davanın taraflarınca ileri sürülen iddia ve savunmalara şeklen cevap vermiş olmaları yeterli olmayıp, iddia ve savunmalara verilen cevapların dayanaksız olmaması, mantıklı ve tutarlı olması da gerekir. Başka bir ifadeyle mahkemelerce belirtilen gerekçeler, davanın şartları dikkate alındığında makul olmalıdır (Sencer Başat ve diğerleri, B. No.2013/7800, 18/6/2014, §§ 34-36).
70. Makul gerekçe, davaya konu olay ve olguların mahkemece nasıl nitelendirildiğini, kurulan hükmün hangi nedenlere ve hukuksal düzenlemelere dayandırıldığını ortaya koyacak, olay ve olgular ile hüküm arasındaki bağlantıyı gösterecek nitelikte olmalıdır (K17, B. No.2013/1235, 13/6/2013, § 24). Mahkemenin davanın sonucuna etkili olduğunu kabul ettiği bir husus hakkında ilgili ve yeterli bir yanıt vermemesi veya yanıt verilmesini gerektiren usul ve esasa dair iddia veya savunmaların cevapsız bırakılması, gerekçeli karar hakkı kapsamında adil yargılanma hakkının ihlaline neden olabilir.
71. Delillerin kabul edilebilirliği, öncelikle ulusal hukuk kurallarına göre milli mahkemelerce değerlendirilir. AİHM, yargılama sürecini bütün olarak dikkate alarak, bu süreçte delillerin nasıl sunulduğu da dâhil olmak üzere tüm deliller yönünden hakkaniyetsiz bir değerlendirme yapılıp yapılmadığını inceler (bkz. Schuler-Zgraggen /İsviçre, B.No: 14518/89, 24/6/1993, § 66).
72. Başvuru konusu olayda başvurucu, İzmir 10. İş Mahkemesinde açtığı davada, iş akdinin işveren tarafından haklı ve geçerli bir nedene dayanılmaksızın feshedildiğini ileri sürerek, işe iadesine karar verilmesini talep etmiş, davalı işveren, feshin işyerinin gereklerinden kaynaklanan geçerli bir nedene dayandığını ileri sürerek davanın reddini istemiştir.
73. Mahkemece tarafların tanıkları dinlenmiş ve bilirkişi heyetinden rapor alınmıştır. Bilirkişiler tüm delilleri değerlendirerek, başvurucunun iş akdi sona erdirilmeden önce başka bir işte çalıştırma hakkında kendisine bir teklif yapılmadığı gibi, diğer işyerlerinde istihdam olanağının bulunup bulunmadığı yönünde herhangi bir çalışma yapılmaksızın başvurucunun iş akdinin sona erdirildiğini, iş akdinin geçerli bir nedene dayalı olarak feshedildiğini ispat yükü davalı işverene ait olmasına rağmen davalının bu konudaki ispat külfetini yerine getirmediğini, davalının, iş akdinin feshinden sonra faaliyetlerine devam ettiğini, şirketin mali tablo verilerine göre iş kaybının bulunmadığını, yurt içi ve yurt dışı satışlarının, faaliyet kârlarının ve dönem net kârlarının düzenli bir artış eğiliminde olduğunu, davalı şirketin ekonomik bir sıkıntı işçinde bulunmadığını, takdirin Mahkemeye ait olduğunu, feshin geçerli nedene dayandığının kabulü halinde davanın reddine, geçerli bir neden olmadığının tespiti halinde ise feshin geçersizliğine ve başvurucunun işe iadesine karar verilmesi gerektiğini bildirmişlerdir.
74. Mahkemece, 24/7/2012 tarihinde, başvurucunun iş akdinin feshedilmesinin geçerli bir nedene dayanmadığı gerekçesiyle davanın kabulüne, davalı tarafından yapılan feshin geçersizliğine ve davacının işe iadesine karar verilmiştir (bkz. § 12).
75. Davalının temyizi üzerine, Yargıtay 22. Hukuk Dairesinin 31/10/2012 tarihli ilâmıyla "davacının iş akdinin 1/11/2011 tarihinde, F1 tarafından bazı illerde ikram yüklemelerinin kaldırılıp bunun İstanbul'dan yapılmasının istenmesi, bunun sonucunda önemli miktarda iş kaybının olduğu, tasarruf önlemlerinin alınması gerektiği, ayrıca yapılan duyuruya rağmen İstanbul'da görev alma konusunda davacının başvurusunun olmadığı ve başka bir kadroda istihdam edilmesinin de mümkün olmadığı gerekçesiyle 4857 sayılı Kanun'un 17. ve 18. maddeleri uyarınca feshedildiği, davalının, fesih bildiriminde belirttiği hususları 20/11/2011 tarihinde işyerinde tüm çalışanlarına duyuru şeklinde bildirdiği, bu duyuru neticesinde İstanbul'da çalışmayı kabul edip orada işe başlayan işçilerin olduğu, davacının bu iş teklifine başvurmadığı, fesihten sonra davalının hiçbir şekilde davacı ile aynı nitelikte işçi alımı yapmadığı gibi bilirkişi raporunda belirtildiği üzere diğer illerde çalışanların sayısını da sürekli azalttığı, bu kapsamda davalı işverenin işletmesel bir karar aldığı ve bu kararın istihdam fazlası meydana getirdiği, davalının, kararı tutarlı bir şekilde uyguladığı ve feshe son çare olarak başvurduğu, dolayısıyla feshin geçerli bir sebebe dayandığı" gerekçeleriyle davanın reddi yerine kabulüne karar verilmesinin hatalı olduğu ve bozmayı gerektirdiği belirtilerek, 4857 sayılı Kanun'un 20. maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca hükmün bozularak ortadan kaldırılmasına ve davanın reddine kesin olarak karar verilmiştir.
76. Başvurucunun açtığı davada İzmir 10. İş Mahkemesi, 4857 sayılı Kanun'un 22. ve 29. maddelerine uygun bildirimin yapılmadığını kabul ederek davanın kabulüne karar vermişse de Yargıtay 22. Hukuk Dairesince, davalı Şirketin fesih bildiriminde belirttiği hususları duyuru şeklinde işyerindeki tüm çalışanlarına bildirdiği, bu duyuru neticesinde de şirketin İstanbul ünitesinde çalışmayı kabul edip orada işe başlayan işçilerin olduğu, başvurucunun ise iş teklifine müracaat etmediği, davalı işverenin işletmesel bir karar aldığı ve bu kararın istihdam fazlası meydana getirdiği, davalının, kararı tutarlı bir şekilde uyguladığı ve feshe son çare olarak başvurduğu, dolayısıyla feshin geçerli bir sebebe dayandığı belirtilerek davanın reddine karar verilmiştir.
77. Bir davada, maddi olguları bildirmek tarafların; bunları hukuksal nitelendirmeye tabi tutmak ise hâkimin görevidir. Taraflarca bildirilip, iddia ve savunmaya dayanak yapılan maddi olgular mahkemece tam olarak saptanmalı ve maddi olguların hukuksal nitelendirmesi yapılıp ilgili hukuk kuralları uygulanmalıdır.
78. Bir mahkeme kararının gerekçesi, o davaya konu maddi olguların mahkemece nasıl nitelendirildiğini, kurulan hükmün hangi nedenlere ve hukuksal düzenlemelere dayandırıldığını ortaya koyar, maddi olgular ile hüküm arasındaki mantıksal bağlantıyı gösterir. Tarafların, hangi nedenle haklı veya haksız görüldüklerini anlayıp değerlendirebilmeleri ve hukuka uygunluk denetimini yapabilmeleri için, ortada usulüne uygun şekilde oluşturulmuş; hükmün hangi nedenle o içerik ve kapsamda verildiğini kuşkuya yer vermeyecek açıklıkta gösteren bir gerekçe bölümünün bulunması zorunludur.
79. Başvuru konusu olayda İzmir 10. İş Mahkemesi, işveren tarafından başvurucunun iş akdine son verilirken İstanbul ünitesinde çalışması konusunda herhangi bir teklifte bulunulmadığını, başvurucunun niteliğine uygun başka bir işte çalışma olanağı olup olmadığı konusunda herhangi bir çalışma yapıldığına dair bir bilgiye ulaşılamadığını, davalı tanığı K10 işçi çıkarmalarda çıkarılan işçilerin performanslarının değerlendirmeye tabi tutulduğunu ifade etmişse de bu konuda davalı işverenin hangi kriterlere dayanarak bu değerlendirmeyi yaptığına dair dosyada herhangi bir delil bulunmadığını belirtmiş, davalı işverenin mali durumunu gösteren bilirkişi raporunu da dikkate alarak, iş akdinin geçerli nedene dayalı olarak feshedildiğinin davalı tarafından ispat edilemediği gerekçesiyle davanın kabulüne, başvurucunun işe iadesine karar verilmiştir.
80. Tebliğ kelimesi, bildirme, duyurma, anlatma, haber verme anlamlarına gelmektedir. Hukuki bir terim olarak tebliğ, hukuki sonuç doğurmaya elverişli bir hususun muhatabına bildirilmesi işlemidir. Tebliğ, konusuna göre ilgili mevzuatta, resmi ya da özel yöntemlerle ve biçimsel olarak da yazılı veya ilan yöntemiyle ya da posta veya iletişim araçları yolu ile yapılması gereken usul işlemi olarak düzenlenmiştir. Tebliğ, muhataba ulaştırılış şekline göre de doğrudan doğruya tebliğ ve vasıtalı tebliğ olarak ikiye ayrılmaktadır. Tebliğin hukuken geçerli kabul edilebilmesi için, ilgili mevzuatta öngörülen yönteme uygun olarak yerine getirilmesi gerekmektedir. İncelenen uyuşmazlıkta, 4857 sayılı Kanun'un 22. maddesinde, "İşveren, . çalışma koşullarında esaslı bir değişikliği ancak, durumu işçiye yazılı olarak bildirmek suretiyle yapabilir." denilmek suretiyle tebliğin yöntemi bakımından işçiyi muhatap alan "yazılı bildirim" esası benimsenmiştir. Anılan cümlenin devamında "bu şekle uygun olarak yapılmayan . değişiklikler işçiyi bağlamaz." denilerek, belirlenen tebligat yöntemi, maddede düzenlenen işçi haklarının kanuni güvencesi olarak düzenlenmiştir.
81. Davalı işverenin temyizi üzerine Yargıtay 22. Hukuk Dairesi tarafından, başka bir araştırma yapılmadan ve dosyadaki aynı deliller değerlendirilmek suretiyle, İzmir 10. İş Mahkemesince verilen kararın ortadan kaldırılarak davanın reddine karar verildiği anlaşılmıştır. Başvuranın, tebliğin kanuna uygun yapılmadığına yönelik iddiasına karşılık Yargıtay 22. Hukuk Dairesince, 4857 sayılı Kanun'un 22. maddesinin ilk cümlesindeki "İşveren....çalışma koşullarında esaslı bir değişikliği ancak durumu işçiye yazılı olarak bildirmek suretiyle yapabilir...." şeklindeki hükmün yorumlanması ve yazılı bildirimin şekli konusunda açıklama yapılmamış, ayrıca İzmir 10. İş Mahkemesince alınan ve davalı işverenin mali durumunu gösteren bilirkişi raporunun hangi gerekçeyle dikkate alınmadığı, başvurucunun iş akdine son verilmesinden sonra işyerine yeni işçi alınıp alınmadığı konusunda bilirkişi raporundaki verilerin değerlendirilmediği, Mahkemece dinlenen tanık K10'nin beyanlarının tartışılmadığı anlaşılmıştır. Bu durum, başvurucunun adil yargılanma hakkı kapsamında gerekçeli karar hakkını ihlali sonucunu doğurmaktadır.
82. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
83. K3, K4, K5, K6, K7, K8 ve K9 bu görüşe katılmamışlardır.
3. 6216 Sayılı Kanun'un 50. Maddesi Yönünden
84. Başvurucu yoksun kaldığı aylık ücretlerinin ödenmesini talep etmiştir.
85. Adalet Bakanlığı görüş yazısında, başvurucunun tazminat talebine yönelik değerlendirme yapılmamıştır.
86. 6216 sayılı Kanun'un "Kararlar" kenar başlıklı 50. maddesi şöyledir:
"Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir. Ancak yerindelik denetimi yapılamaz, idari eylem ve işlem niteliğinde karar verilemez.
Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir."
87. Başvurunun değerlendirilmesi neticesinde, gerekçeli karar hakkı yönünden Anayasa'nın 36. maddesinin ihlal edildiği tespit edilmiş olmakla, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere kararın Yargıtay 22. Hukuk Dairesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
88. Başvurucu tarafından maddi tazminat talebinde bulunulmuş olup, mevcut başvuruda Anayasa'nın 36. maddesinin ihlal edildiği tespit edilmiş olmakla beraber, ihlal ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için kararın Yargıtaya gönderilmesine karar verildiği ve maddi tazminat talepleri Yargıtay tarafından değerlendirilebileceği için başvurucunun maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.
89. Başvurucu tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Başvurucunun,
1. Nihai kararın Yargıtay tarafından verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiasının "açıkça dayanaktan yoksun olması" nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA, OYBİRLİĞİYLE,
2. Gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiasının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA, K3, K4, K5, K6, K7, K8 ve K9'ın karşı oyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
3. Anayasa'nın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkı kapsamında gerekçeli karar hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE, K3, K4, K5, K6, K7, K8 ve K9'ın karşı oyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
B. İhlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere kararın Yargıtay 22. Hukuk Dairesine gönderilmesine, OYBİRLİĞİYLE,
C. Başvurucunun tazminat taleplerinin reddine,OYBİRLİĞİYLE,
D. Başvurucu tarafından yapılan 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE, OYBİRLİĞİYLE,
E.Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,OYBİRLİĞİYLE,
8/4/2015 tarihinde karar verildi.
KARŞIOY GEREKÇESİ
1. Başvurucu, İzmir 10. İş Mahkemesinde açtığı iş akdinin feshinin geçersizliği ve işe iade davası sonunda davanın kabulüne hükmedildiğini, temyiz üzerine Yargıtay 22. Hukuk Dairesince bu kararın ortadan kaldırılarak davanın reddine kesin olarak karar verildiğini, İzmir ilinde çalıştığı sırada işverenin İstanbul ilinde çalışma yönünde duyuru yaptığını, iş şartlarında esaslı değişiklik olan bu durumun 4857 sayılı İş Kanunu'nun 22. maddesine göre yazılı olarak bildirilmesi gerektiğini, bu emredici hükme aykırı olarak, nereye ve kaç gün süreyle asıldığı belli olmayan duyuru nedeniyle yapılan feshin geçerli olmayacağını, Yargıtay'ın bu durumu dikkate almayarak kanuna aykırı karar verdiğini belirterek, diğer hakları yanında, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
2. Mahkememiz çoğunluğu, Yargıtay 22. Hukuk Dairesinin kararında, 4857 sayılı Kanun'un 22. maddesinde belirtilen "yazılı bildirim"in ne şekilde yapılması gerektiği konusunda açıklama yapılmadığı, teknik bilirkişi raporundaki verilerin değerlendirilmediği ve tanık K10'nin beyanlarının tartışılmadığı görüşünden hareketle, başvurucunun gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşmıştır (§ 81).
3. Teknik bilirkişi raporundaki verilerin değerlendirilmesi ve tanık beyanlarının tartışılması, delillerin değerlendirilmesine ilişkin olup, derece mahkemelerinin takdirinde olan hususlardır. Anayasa Mahkemesi kararlarında vurgulandığı üzere, ilke olarak, derece mahkemeleri önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile derece mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun esas yönünden adil olup olmaması bireysel başvuru incelemesine konu olamaz. Bunun tek istisnası, derece mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda bariz takdir hatası veya açık keyfilik içermesi ve bu durumun kendiliğinden bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlükleri ihlal etmiş olmasıdır. Bu çerçevede, kanun yolu şikâyeti niteliğindeki başvurular, bariz takdir hatası veya açık keyfilik bulunmadıkça Anayasa Mahkemesince incelenemez (Necati Gündüz ve Recep Gündüz, B.No: 2012/1027, 12/2/2013, § 26).
4. Somut olayda başvurucunun iddiaları, tipik anlamda kanun yolu şikayetidir. İddiaların özünün Yargıtay 22. Hukuk Dairesi tarafından delillerin değerlendirilmesinde ve hukuk kurallarının yorumlanmasında isabet olmadığına ve esas itibarıyla yargılamanın sonucuna ilişkin olduğu anlaşılmaktadır. Açıkça hukuka aykırılık bulunmadıkça, kuralların yorumlanması ve delillerin değerlendirilmesinde derece mahkemelerinin takdir yetkisini ortadan kaldıracak nitelikte ihlal kararı verilmesi, bireysel başvurunun amacıyla bağdaşmaz.
5. Diğer yandan, adil yargılanma hakkının bir unsuru olan gerekçeli karar hakkı, mahkeme kararlarında hükme nasıl ulaşıldığının anlaşılır şekilde açıklanmasını gerektirir. Ancak bu hak, yargılamada ileri sürülen her türlü iddia ve savunmaya ayrıntılı bir şekilde cevap verilmesini zorunlu kılmamaktadır. Somut olayın şartlarına göre değişebilmekle birlikte, kararın hüküm kısmına dayanak oluşturacak şekilde kısa ve özet de olsa bir gerekçenin bulunması mutlaka gerekir (Vesim Parlak, B.No: 2012/1034, 20/3/2014, § 33).
6. Başvuruya konu yargılamada Yargıtay 22. Hukuk Dairesi, "davacının iş akdinin 1/11/2011 tarihinde, F1 tarafından bazı illerde ikram yüklemelerinin kaldırılıp bunun İstanbul'dan yapılmasının istenmesi, bunun sonucunda önemli miktarda iş kaybının olduğu, tasarruf önlemlerinin alınması gerektiği, ayrıca yapılan duyuruya rağmen İstanbul'da görev alma konusunda davacının başvurusunun olmadığı ve başka bir kadroda istihdam edilmesinin de mümkün olmadığı gerekçesiyle 4857 sayılı Kanun'un 17. ve 18. maddeleri uyarınca feshedildiği, davalının, fesih bildiriminde belirttiği hususları 20/11/2011 tarihinde işyerinde tüm çalışanlarına duyuru şeklinde bildirdiği, bu duyuru neticesinde İstanbul'da çalışmayı kabul edip orada işe başlayan işçilerin olduğu, davacının bu iş teklifine başvurmadığı, fesihten sonra davalının hiçbir şekilde davacı ile aynı nitelikte işçi alımı yapmadığı gibi bilirkişi raporunda belirtildiği üzere diğer illerde çalışanların sayısını da sürekli azalttığı, bu kapsamda davalı işverenin işletmesel bir karar aldığı ve bu kararın istihdam fazlası meydana getirdiği, davalının, kararı tutarlı bir şekilde uyguladığı ve feshe son çare olarak başvurduğu, dolayısıyla feshin geçerli bir sebebe dayandığı" gerekçeleriyle hükmün bozularak ortadan kaldırılmasına ve davanın reddine kesin olarak karar vermiştir.
7. Yargıtay 22. Hukuk Dairesi, diğer hususlar yanında, 4857 sayılı Kanun'un 22. maddesinde öngörülen feshin bildirimine ilişkin hükmü İzmir 10. İş Mahkemesi'nden farklı değerlendirmiştir. Bu çerçevede davalı şirketin fesih bildiriminde belirttiği hususları duyuru şeklinde işyerindeki tüm çalışanlarına bildirdiği, bu duyuru neticesinde de şirketin İstanbul ünitesinde çalışmayı kabul edip orada işe başlayan işçilerin olduğu, başvurucunun ise iş teklifine müracaat etmediği belirtilerek davanın reddine karar verilmiştir. Başka bir ifadeyle, ilk derece mahkemesinin aksine, Yargıtay 22. Hukuk Dairesi işyerinde tüm çalışanların ulaşabildiği şekilde duyuru yapılmasını "yazılı bildirim"in gerçekleşmesi bakımından yeterli görmüştür. Gerekçeli karar hakkının, işyerinde "duyuru asma" şeklinde gerçekleştirilen bildirimin, kanunda yer alan "yazılı bildirim" şartını karşılayıp karşılamadığı konusunda Yargıtay'a daha ayrıntılı açıklama yapma yükümlülüğü yüklediği söylenemez.
Açıklanan gerekçelerle, başvurucu tarafından ileri sürülen iddiaların kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu ve Yargıtay'ın gerekçesinin de yeterli olduğu anlaşıldığından, başvurunun "açıkça dayanaktan yoksun olması" nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerektiği kanaatiyle çoğunluk görüşüne katılmıyoruz.
KARŞIOY GEREKÇESİ
Başvurucu, açtığı iş akdinin feshinin geçersizliği ve işe iade davasının iş mahkemesi tarafından kabulüne karar verildiğini, ancak temyiz üzerine Yargıtay'ın, İlk Derece Mahkemesinin kararını ortadan kaldırarak davanın reddine kesin olarak karar verdiğini, bu kararı verirken, İzmir ilinde çalıştığı sırada, işverenin İstanbul ilinde çalışmaya ilişkin duyuru yaptığını, iş şartlarında esaslı değişiklik olan bu durumun 4857 sayılı İş Kanunu'nun 22. maddesine göre yazılı olarak bildirilmesinin gerektiğini, bu emredici hükme aykırı olarak, nereye ve kaç gün süreyle asıldığı belli olmayan duyuru nedeniyle yapılan feshin geçerli olmayacağını, bu durumun dikkate alınmadığını ve kanuna aykırı karar verildiğini, işyerine aynı nitelikte işçi alınmadığı iddiasının da gerçeğe uygun olmadığını, iş akdinin feshinden sonra aynı işyerine dört aşçı alındığını, davalı şirketin işletmesel karar almasını gerektiren mali güçlüğünün de bulunmadığını, işyerinde aynı anda yaklaşık elli işçinin işine son verildiğini ileri sürmüştür.
Öncelikle tespit etmek gerekir ki, ilk derece mahkemesi ile Yargıtay 22. Hukuk Dairesinin, olaya uygulanacak kural olarak 4857 sayılı Kanun'un 22. maddesinin birinci fıkrasının ne şekilde yorumlanacağı, ne şekilde anlaşılacağı ve somut olayın bu kapsamda değerlendirilip değerlendirilemeyeceği konusunda farklı görüşte oldukları anlaşılmaktadır. İlk derece mahkemesinin, iş verenin işyerine asarak yapmış olduğu duyurunun, 22. maddeye uygun bir bildirim olarak değerlendirilemeyeceği; Yargıtay 22. Hukuk Dairesinin ise, işyerine asarak yapılan duyurunun, kanuna uygun bir duyuru olarak değerlendirileceği kanaatinde olduğu görülmektedir.
Mahkememizin daha önceki kararlarında da istikrarla belirtildiği üzere: "İlke olarak derece mahkemeleri önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile derece mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun esas yönünden adil olup olmaması bireysel başvuru incelemesine konu olamaz. Bunun tek istisnası, derece mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda bariz takdir hatası veya açık keyfilik içermesi ve bu durumun kendiliğinden bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlükleri ihlal etmiş olmasıdır. Bu çerçevede, kanun yolu şikâyeti niteliğindeki başvurular, bariz takdir hatası veya açık keyfilik bulunmadıkça Anayasa Mahkemesince incelenemez" (B. No: 2012/1027, 12/2/2013, § 26).
Somut olayda da, bir hukuk kuralının ne şekilde yorumlanacağı ve olaya uygulanacağı konusu önem arz etmektedir. Kural olarak Anayasa Mahkemesinin, söz konusu 4857 sayılı Kanun'un 22. maddesinin ne şekilde yorumlanacağı ve olaya uygulanacağı yahut somut olayın özelliklerinin 22. maddede öngörülen gerekleri karşılayıp karşılamadığının takdirine karışması söz konusu olamaz. Bu hususlar kanun yolunda gözetilecek hususlardır. Belirtilen konuların değerlendirmesi Yargıtay tarafından yapılmış ve işverenin işyerinde yaptığı duyurunun da 22. maddede belirtilen yazılı tebligat yerine geçebileceği sonucuna varılmıştır. Kararda bu husus şu şekilde belirtilmiştir: ".davacının.davalının, fesih bildiriminde belirttiği hususları 20/11/2011 tarihinde işyerinde tüm çalışanlarına duyuru şeklinde bildirdiği, bu duyuru neticesinde İstanbul'da çalışmayı kabul edip orada işe başlayan işçilerin olduğu, davacının bu iş teklifine başvurmadığı, .". Yargıtay'ın bu sonucu varırken keyfi davrandığını yahut bariz takdir hatası yapıldığını söylemek de mümkün değildir.
Başvurucu tarafından ileri sürülen, işyerine aynı nitelikte işçi alınmadığı, iş akdinin feshinden sonra aynı işyerine dört aşçı alındığı, davalı şirketin işletmesel karar almasını gerektiren mali güçlüğünün de bulunmadığı iddiaları da Yargıtay tarafından değerlendirilmiş ve bu konuda kararda şöyle denilmiştir: ".fesihten sonra davalının hiçbir şekilde davacı ile aynı nitelikte işçi alımı yapmadığı gibi bilirkişi raporunda belirtildiği üzere diğer illerde çalışanların sayısını da sürekli azalttığı, bu kapsamda davalı işverenin işletmesel bir karar aldığı ve bu kararın istihdam fazlası meydana getirdiği, davalının, kararı tutarlı bir şekilde uyguladığı ve feshe son çare olarak başvurduğu...". Görüldüğü gibi, başvurucu tarafından ileri sürülen hususlar Yargıtay kararında karşılanmıştır. Ayrıca daha önceki kararlarımızda da belirtildiği üzere, mahkeme kararlarında, davacı tarafından ileri sürülen tüm hususların ayrı ayrı açık bir şekilde karara bağlanması zorunlu olmayıp, bazı hususların zımnen kabulü veya reddi şeklinde cevaplandırılması da mümkündür.
Yukarıda belirtilen nedenlerle başvurucunun, yargılamanın sonucu itibariyle adil olmadığı yönündeki iddiasının açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar vermek gerekirken, Mahkememiz çoğunluğu tarafından başvurunun bu kısmının kabul edilebilirliğine ve başvurucunun söz konusu hakkının ihlal edildiğine ilişkin kararına katılmamız mümkün olmamıştır.