RG. 14.09.1974/15006
Kurum: Anayasa Mahkemesi
Sınıflandırma: Anayasa Mahkemesi Kararları
No.: 1974/13
Dosya olarak kaydet: PDF - WORD
Görüntüleme Ayarları:

Esas Sayısı: 1973/41

Karar Günü: 25/4/1974

İptal davasını açan : Cumhuriyet Halk Partisi

İptal davasının konusu: 11/7/1973 günlü, 14591 sayılı Resmî Gazete'de yayınlanan (2559 sayılı Polis Vazife ve Selâhiyet Kanununda değişiklik yapılmasına) dair 26/6/1973 günlü, 1775 sayılı Kanunun 2., 3., 4. maddelerinin Anayasa'nın 2., 11., 14., 15., 16., 28., 120. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüş; yine Anayasa'nın değişik 147., değişik 149. ve 150. maddelerine dayanılarak iptalleri istenilmiştir.

I- DAVACININ GEREKÇESİ ÖZETİ :

Anayasa'nın 14., 15 maddeleri "kişi dokunulmazlığı" ve "Özel hayatın korunması" konularım düzenlemiştir. Kişi dokunulmazlığı ve hürriyeti kanunun açıkça gösterdiği hallerde usulünce verilmiş hâkim kararı olmadıkça kayıtlanamaz (madde 14/2). Anayasa'nın 2. maddesi de Türkiye Cumhuriyetini bir hukuk devleti olarak tanımlamaktadır. 11. madde kanunun temel hak ve hürriyetlerin özüne dokunamıyacağı ilkesini getirmiştir.

a) Oysa 2559 sayılı Kanunun 9. maddesine 1775 sayılı Kanunun 2. maddesi ile eklenen fıkraya göre millî güvenlik ve kamu düzeni bakımından gecikmede sakınca bulunan hallerde en büyük mülkiye amirinin buyruğu ile polis şüphe edilen kişilerin üstünü, özel kâğıtlarını ve eşyasını arayacak ve öteki bentlerde sayılan alet veya eşyalara el koyacaktır. Millî güvenlik ve kamu düzeni, takdiri izafî olan kavramlardır. İptali istenen kural istisna olarak kalması gerekenleri kaide yapmakta, yargı yetkisini ihlâl etmekte, hukuk devletini polis devletine dönüştürmektedir.

b) 1775 sayılı Kanunun 3. maddesiyle 2559 sayılı Kanunun 13. maddesine eklenen fıkra Anayasa'nın sözüne ve ruhuna aykırı olarak kişi güvenliğini ne olduğu bilinmeyen ellere bırakmaktadır.

ç) Yukarıda açıklanan nedenlerle 1775 sayılı Kanunun 2.. 3., 4. maddeleri Anayasa'nın 2., 11., .14., 15., 16., 28., 120. maddelerine aykırı bulunmaktadır. İptalleri gerekir.

II- YASA METİNLERİ:

1) Dava konusu Kanun kuralları :

26/6/1973 günlü, 1775 sayılı Kanunun Anayasa'ya aykırılığı ileri sürülen ve iptalleri istenilen 2., 3., 4. maddeleri - Beşinci Tertip Düstur, 12. cilt, İkinci Kitap - 2551. sayfadaki metne göre - şöyledir:

Adlî görevleri sırasında ilgili kanunlara göre yaptığı aramalar dışında, millî güvenlik veya kamu düzeni bakımından gecikmede sakınca bulunan hallerde, o yerin en büyük mülkiye amirinin emri ile, polis, şüphe edilen kişilerin üstünü, özel kâğıtlarını ve eşyasını arar ve yukarıdaki bentlerde sayılan alet veya eşyalara el koyar."

"Madde 3- 2559 sayılı Polis Vazife ve Selâhiyet Kanununun 13. maddesine aşağıdaki fıkra eklenmiştir.

Madde 20- Zabıta, imdat istenmesi veya yangın, su baskını, ve boğulma gibi büyük tehlikelerin haber verilmesi veya görülmesi halleri ile ağır cezalı bir suçun işlenmesine veya yapılmakta devam olunmasına mani olmak için konutlara, iş yerlerine ve eklentilerine girebilir.

A) Üniversite binaları ve ekleri içinde, kurumun imkânlarıyla önlenmesi mümkün görülmeyen olayların çıkması ihtimali karşısında rektör, acele hallerde de dekan veya bağlı kuruluş yetkililerinin zabıtadan yardım talep etmeleri halinde,

B) Herhangi bir davet veya izne bağlı olmaksızın suç ve suçluların kovuşturulması için her zaman,

İlgili memurlar kovuşturma dolayısiyle zabıta kuvvetlerine gereken her türlü yardım ve kolaylığı göstermekle yükümlüdürler."

2- Davacının dayandığı Anayasa kuralları :

"Madde 2- Türkiye Cumhuriyeti, ihsan haklarına ve Başlangıçla belirtilen temel ilkelere dayanan, millî demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk devletidir."

"Değişik madde 11- Temel hak ve hürriyetler, Devletin ülkesi ve milletiyle bütünlüğünün, Cumhuriyetin, millî güvenliğin, kamu düzeninin, kamu yararının, genel ahlâkın ve genel sağlığın korunması amacı ile veya Anayasa'nın diğer maddelerinde gösterilen özel sebeplerle Anayasa'nın sözüne ve ruhuna uygun olarak, ancak kanunla sınırlanabilir.

Bu hükümlere aykırı eylem ve davranışların cezası kanunda gösterilir."

Kimseye eziyet ve işkence yapılamaz.

İnsan haysiyetiyle bağdaşmıyan ceza konulamaz."

Bu hak, ancak kamu düzenini korumak için kanunla sınırlanabilir."

Üniversite öğretim üyeleri ve yardımcıları serbestçe araştırma ve yayında bulunabilirler.

Üniversitelerin bütçeleri, genel ve katma bütçelerin bağlı olduğu esaslara uygun olarak yürürlüğe konulur ve denetlenir.

Üniversitelerle onlara bağlı fakülte, kurum ve kuruluşlarda öğrenim ve öğretim hürriyetlerinin tehlikeye düşmesi ve bu tehlikenin üniversite organlarınca giderilmemesi halinde Bakanlar Kurulu ilgili üniversitelerin veya bu üniversiteye bağlı fakülte kurum ve kuruluşların idaresine el koyar ve bu kararını hemen Türkiye Büyük Millet Meclisi Birleşik Toplantısının onamasına sunar. Hangi hallerin el koymayı gerektireceği, elkoyma kararının ilân ve uygulanma usulleri ile süresi ve devamınca Bakanlar Kurulunun yetkilerinin nitelik ve kapsamı kanunla düzenlenir."

III- İLK İNCELEME :

Anayasa Mahkemesi İçtüzüğünün 15. maddesi uyarınca 22/10/1973 gününde Muhittin Taylan, Avni Givda, Sait Koçak, Kemal Berkem, Şahap Arıç, İhsan Ecemiş, Ahmet Akar, Halit Zarbun, Ziya Önel, Abdullah Üner, Kani Vrana, Lûtfi Ömerbaş, Şevket Müftügil, Nihat O. Akçakayalıoğlu ve Ahmet H. Boyacıoğlu'nun katılmalariyle yapılan ilk inceleme toplantısında aşağıda açıklanan konular üzerinde durulmuş ve yine aşağıda açıklanan sonuçlara varılmıştır.

1- Kimi kuralları Anayasa'ya aykırılık iddiasiyle dava konusu edilen 26/6/1973 günlü, 1775 sayılı Kanun 11/7/1973 günlü 14591 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanmıştır. Dava dilekçesi Anayasa Mahkemesi Genel Sekreterliğince 8/10/1973 gününde kaleme havale edilerek 2328 sıra ve 1973/41 esas sayısını almış bulunmaktadır. 22/4/1962 günlü, 44 sayılı Kanunun 26. maddesinin birinci fıkrasına göre dava o günde açılmış sayılacağı için yasal süresi içindedir.

2- Cumhuriyet Halk Partisi dava gününde ve daha sonra Türkiye Büyük Millet Meclisinde grubu bulunan bir siyasî partidir. Onun için de Anayasa'nın değişik 149. maddesi uyarınca kanunların veya Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüklerinin veya bunların belirli madde ve kurallarının Anayasa'ya aykırılığı iddiasiyle Anayasa Mahkemesine doğrudan doğruya iptal davası açmaya hakkı vardır.

Cumhuriyet Halk Partisi Tüzüğünün 24., 25. maddelerine göre Parti Meclisinin Partinin eri yüksek Merkez organı sayılması gerekir; üye tamsayısı 43 tür. Yine sözü geçen Tüzüğün 34. maddesinin ikinci fıkrası uyarınca Genel Başkan'a izafeten Partiyi mahkemelerde, Devlet daire ve müesseselerinde genel sekreter temsil eder. Şu duruma göre 44 sayılı Kanunun 25. maddesinin l sayılı bendinde yer alan "iptal davasının siyasî partinin tüzüğüne göre en yüksek merkez organının en az üye tamsayısının salt çoğunluğu ile alacağı karar üzerine genel başkan veya vekilince açılacağı" yolundaki kurala uyulduğu anlaşılmaktadır.

4- Cumhuriyet Halk Partisi Parti Meclisinin dava açılmasına ilişkin kararı örneğinde karara katılanların imzalarının bulunmaması, burada gerçekten önemli olan karara katılanların adları değil sayısı olduğu ve bu sayı da kararda belirtildiği için, 44 sayılı Kanunun 26. maddesinin dördüncü fıkrası uyarınca giderilmesi gerekli bir eksiklik niteliğinde sayılmamıştır. Kemal Berkem, Şahap Arıç, Şevket Müftügil, Nihat O. Akçakayalıoğlu, Ahmet H. Boyacıoğlu yetki kararının imzalarla birlikte tam örneğinin getirtilmesi gerektiğini ileri sürerek bu görüşe katılmamışlardır.

Dava dilekçesine davayı açan Parti Genel Sekreteri Orhan Eyüboğlu'nun bu göreve seçilme belgesinin eklenmemiş bulunması, Cumhuriyet Halk Partisinin Türkiye Büyük Millet Meclisinde grubu bulunduğu nasıl biliniyorsa Genel Sekreterin kim olduğu da öylece bilindiği için, eksiklik niteliğinde görülmemiştir. Genel Sekreterliğe seçilme belgesinin getirtilmesi gerektiğini ileri süren Ahmet H. Boyacıoğlu bu görüşe katılmamıştır.

5- Böylece;

Dosyanın eksiği bulunmadığı anlaşıldığından Anayasa'nın değişik 147., değişik 149., 150. ve 44 sayılı Kanunun 21., 22., 25; 26. maddelerine uygun görülen işin esasının incelenmesine Kemal Berkem, Şahap Arıç, Şevket Müftügil, Nihat O. Akçakayalıoğlu, Ahmet H. Boyacıoğlu'nun Parti Meclisi yetki kararının, imzalarla birlikte tam örneğinin ve Ahmet H. Boyacıoğlu'nun ayrıca genel sekreterliğe seçilme belgesinin 44 sayılı Kanunun 26. maddesi uyarınca getirtilmesi gerektiği yolundaki karşıoyları ve oyçokluğu ile 22/10/1973 gününde karar verilmiştir.

IV- ESASIN İNCELENMESİ :

Davanın esasına ilişkin rapor, dava dilekçesi, 1775 sayılı Kanunun Anayasa'ya aykırılığı ileri sürülen kuralları, dayanılan Anayasa ilkeleri, bunlara ilişkin gerekçeler ve başka yasama belgeleri, dava ile ilişkisi bulunan öteki metinler okunduktan sonra gereği görüşülüp düşünüldü.

l- 1775 sayılı Kanunun 2 nci maddesi ;

bbb) D ve E işaretli bentlerde belirtildiği üzere kamu güvenliği için tehlikeli bir araç olarak kullanılabilecek her türlü eşyayı ve serseri ve sabıkalılarda bulunan ve suç işlemeğe yarayan tüm araçları,

ccc) F işaretli bentte sözü edilen gramafon plâklarını, filimleri, basma yazı ve resimleri,

ccc) Şüphe edilen kişilerin üstünü, özel kâğıtlarını, eşyasını aramak,

ççç) 9. maddenin yukarıda değinilen bentlerinde saptanan alet veya eşyaya el koymak,

Görev ve yetkisi tanınmaktadır.

Özel hayatın gizliliğine kanunun açıkça gösterdiği hallerde usulünce verilmiş hâkim kararı ile dokunulabileceği yolundaki istisna kuralının da bir anayasal istisnası vardır. O da millî güvenlik veya kamu düzeni bakımından gecikmede sakınca bulunan hallerde hâkim kararı yerine kanunun yetkili kıldığı merciin emri ile yetinilerek bir kimsenin üstünün özel kâğıtlarının ve eşyasının aranabilmesine ve bunlara elkonulabilmesine olanak tanıyan kuraldır.

Öte yandan Anayasa'nın değişik 15. maddesinin ikinci fıkrasındaki ana istisna kuralında (hâkim karariyle arama ve elkoyma) "kanunun açıkça gösterdiği hallerde" koşulu yer almış bulunmaktadır. "Kanunla yetkili kılınan merciin buyruğu ile arama ve elkoyma" ana istisnanın bir istisnası olduğuna göre koşulun burada da geçerli olması gerekir.

Kaldı ki Anayasa Koyucunun hâkimlerce verilecek kararlarda dahi "kanunun açıkça gösterdiği hallerde" koşulunu öngörmüş olduğu gerçeği "buyrukla arama ve elkoyma" konusu yasa ile düzenlenirken görmezlikten gelinemez. Onun için söz konusu yetkinin hangi hallerde kullanılabileceğinin Yasa'da açıkça gösterilmesi bu yönden de zorunludur.

2- 1775 sayılı Kanunun 3 üncü maddesi:

2359 sayılı Kanunun 13. maddesinde polisin halkın rahatını bozacak ve rezalet sayılacak biçimde sarhoş olanlarla sarhoşluk durumunda başkalarına sataşanları ve mutlak olarak kamunun istirahatını bozanları yakalayacağı ve yirmi dört saat içinde adliyeye vereceği yazılıdır.

bbb) Yoksa özel tabip raporu ile;

Saptanması öngörülmektedir.

İptali dava edilen kural yasalarımızda yeni yer almakta da değildir. Söz gelimi 11/10/1336 günlü; 38 sayılı Tababeti Adliye Kanununun 3. maddesinde adlî raporların ancak diplomalı hekimlerce düzenlenebileceği; hekim yoksa sağlık memurlarına, bunlar da yoksa adliyece uygun görülecek bilirkişilere "şahadet ilmühaberi" düzenletileceği yazılıdır.

3- 1775 sayılı Kanunun 4. maddesi:

a) 4. maddenin birinci fıkrası:

Kolluğun konutlara, işyerlerine ve eklentilerine doğrudan doğruya girebilmesi için gerçekleşmesi gereken ve 2559 sayılı Kanunun 1775 sayılı Kanunla değişik 20. maddesinin birinci fıkrasında saptanan dunun ve koşullara bakılınca Anayasa'nın 16. maddesinde anlatımını bulan "konut dokunulmazlığı" ilkesine getirilmiş bu sınırlamada kamu düzeni ve kamu yararının korunması ereğinin güdüldüğü ve sınırlamanın temel hak ve hürriyetin özüne dokunur bir kapsam ve nitelikte bulunmadığı kolayca ve açıkça görülür. Anayasa'nın değişik 11. maddesi temel hak ve hürriyetlerin, özüne dokunmamak koşulu altında, kamu düzeninin ve kamu yararının korunması ereği ile ve kanunla sınırlanabileceği ilkesini getirmektedir. İnceleme konusu sınırlama anayasal ölçüye uygun bulunduğu ve böylece Anayasa'ya aykırılıktan söz edilemiyeceği için davanın 1775 sayılı Kanunun 4. maddesinin birinci fıkrasına yönelen bölümünün reddedilmesi gerekir.

b) 4. maddenin ikinci fıkrası:

aa) İkinci fıkranın (A) işaretli bendi:

1775 sayılı Kanunun, 2559 sayılı Kanunun 20. maddesini değiştiren 4. maddesinin ikinci fıkrasının (A) işaretli bendine göre üniversite binaları ve ekleri içinde kurumun olanaklariyle önlenmesi mümkün görülmeyen olayların çıkması olasılığı karşısında rektörün, acele hallerde de dekanın veya bağlı kuruluş yetkililerinin kolluk gücünden yardım istemeleri halinde üniversite, bağımsız fakülte veya üniversiteye bağlı kurumların binalarına veya bunların eklerine girilebilecektir.

bbb) Rektörün; acele hallerde de fakülte dekanının veya bağlı kuruluş yetkililerinin kolluk gücünden yardım istemeleri.

Üniversitede ağır olaylar çıkması olasılığı karşısında görevleri, nitelikleri ve kişilikleri yukarıda özetlenen yasa kuralları ile belirlenmiş yetkilerinin kolluk gücünden yardım istemelerinin ve kolluk gücünün de yardım gereklerini yerine getirmesinin konut dokunulmazlığı ile ilgisi ve Anayasa'nın üniversitelere ilişkin değişik 120. maddesine veya başka ilkelerine aykırılığı düşünülemez. Davanın, 1775 sayılı Kânunun 2559 sayılı Kanunun 20. maddesini değiştiren 4. maddesinin ikinci fıkrasının (A) işaretli bendine yönelen bölümünün reddedilmesi gereklidir.

bb) İkinci fıkranın (B) işaretli bendi :

Görüldüğü gibi burada "suç ve suçluların kovuşturulması için çağırışız, izinsiz üniversiteye girilmek" ten söz edilmektedir. Anayasa'nın değişik 120. maddesinin birinci fıkrasında ise "Üniversite özerkliği, bu maddede belirtilen hükümler içinde uygulanır ve bu özerklik, üniversite binalarında ve eklerinde suçların ve suçluların kovuşturulmasına engel olmaz." denilmiştir. İlk bakışta deyiş biçimleri ve içeriği yönünden Yasa kuralı ile Anayasa ilkesi arasında bir benzerlik, bir aynı doğrultuda oluş göze çarpmaktadır. Şu duruma göre önce Anayasa ilkesinin bütünü içinde yorumlanması sonra da dava konusu kuralın yorum sonunda elde edilen verilere uygun düşüp düşmeyeceğinin saptanması gerekecektir.

Başka bir deyiş yoluna gidilecek olursa, üniversite özerkliğinin bir imtiyaz veya dokunulmazlık olmadığı da söylenebilir. Onun içindir ki bu özerkliğin üniversite binalarında ve eklerinde suçların ve suçluların kovuşturulmasına engellik etmesi düşünülemez. Çünkü gerçekte işlenmiş bir suçun ve onu işleyenlerin üniversite binalarında ve eklerinde yetkililerce kovuşturulması kamu düzenini ve kamu güvenliğini yakından ilgilendiren bir sorundur. Anayasa'nın 120. maddesinde 1488 sayılı Yasa ile değişiklik yapılmamış olsaydı bile üniversite binalarında ve eklerinde işlenmiş suçların ve suçlularının veya suç işleyip de buralara sığınanların kovuşturulmasına özerkliğin gene de engellik edemiyeceği ortadadır.

Üniversite Özerkliği, Anayasa'nın 120. maddesinde yapılan değişikliklerle belirgin duruma getirilmiş; suç ve suçluların kovuşturulması ile özerklik arasındaki ilişki ve sınır açıklığa ve kesinliğe kavuşturulmuştur. Şu duruma göre kolluk gücünün bu belirli sınırı aşması; yetkisini başka alanlara taşırması düşünülemez ve ne özerklik ne de "suçların ve suçluların kovuşturulması" kavramlariyle bağdaşamaz. Çünkü "suçların ve suçluların kovuşturulması" sözlük anlamı da açık olan hukukî bir kavramdır; kapsamı ve içeriği yasa kurallariyle belli edilmiştir. Nitekim Anayasa'nın değişik 15. maddesinin birinci fıkrasında da "adlî kovuşturma" dan söz edilmekte olması "suçların ve suçluların kovuşturulması" nın "adlî kovuşturma" niteliğini ayrıca kanıtlar, işlenmiş bir suçun takibine, delillerinin elde edilmesine, faillerinin kovalanmasına, yakalanmasına yönelmiş çalışmalar "adlî kovuşturma" kavramı içine girdiğinden Anayasa'nın değişik 120. maddesinde öngörülen ve özerkliğin engellik edemeyeceği belirtilen işin adlî zabıta görevi olduğu açıkça ortaya çıkar.

Anayasa'nın değişik 120. maddesindeki söz konusu kavramın içeriği, niteliği ve güdülen erek böylece saptandıktan sonra şimdi de dava konusu kuralın bu anlayışa, başka deyimle Anayasa'nın özüne uygun olup olmadığı üzerinde durulacaktır.

Şurasının açıklanması da yerinde olacaktır: Anayasa'nın değişik 120. maddesinde ve dava konusu kuralda geçen "üniversite binaları ve ekleri" deyiminden yönetim, öğretim ve eğitimin sürdürüldüğü yerler anlaşılır. Üniversiteler için de görevlilere ayrılmış konutların veya bu erekle kullanılan başka yerlerin bu kavramın dışında kabul edilmesi gereklidir,

Yukarıdan beri açıklananlar gözönünde bulundurulursa 1775 sayılı Kanunun, 2559 sayılı Kanunun 20. maddesini değiştiren 4. maddesinin ikinci fıkrasının (B) işaretli bendinin Anayasaya aykırı yönü bulunmadığı görülür. Davanın, sözü geçen kurala yönelmiş bölümünün reddedilmesi gereklidir. Muhittin Taylan, Avni Givda, Ahmet Akar, Kani Vrana, Muhittin Gürün ve Şevket Müftügil bu görüşe katılmamışlardır.

C) 4. maddenin üçüncü fıkrasının ikinci cümlesi:

Kolluk gücünün suç ve suçlu kovuşturmak üzere çağırışız ve izinsiz üniversite binalarına ve eklerine girdiği halde durumdan yerine göre rektörü, dekanı veya okul müdürünü haberdar dahi etmemesi Anayasa'nın değişik 120. maddesinde belirtilen hükümler içinde uygulanacak olan üniversite Özerkliği ile bağdaştırılamıyacak bir tutum olur. Kural bu niteliği ile sözü geçen 120. maddedeki üniversite özerkliği ilkesine açıkça aykırıdır, iptal edilmesi gerekir.

4. maddenin geriye kalan kuralları;

aaa) Üçüncü fıkradaki "ikinci fıkranın (A) bendi uyarınca yardım istenmesinde isteğin derhal yerine getirileceğine",

4/7/1934 günlü, 2559 sayılı Polis Vazife ve Selahiyet Kanununun 9. ve 13. maddelerine birer fıkra ekleyen ve 20. maddesini değiştiren 1775 sayılı Yasa'nın dava konusu;

2- Üçüncü maddesinin Anayasa'ya aykırı olmadığına ve davanın bu kurala yönelen bölümünün reddine oybirliğiyle;

3- Dördüncü maddesinin:

aa) A işaretli bendinin Anayasa'ya aykırı olmadığına ve davanın bu kurala yönelen bölümünün reddine oybirliğiyle;

C) Üçüncü fıkrasının ikinci cümlesi kuralının Anayasa'ya aykırı olduğuna ve iptaline Kemal Berkem, Şahap Arıç, İhsan Ecemiş, Halit Zarbun ve Abdullah Üner'in karşıoyları ve oyçokluğu ile;

Ç) Maddenin geriye kalan kurallarının Anayasa'ya aykırı olmadığına ve davanın bunlara yönelen bölümünün reddine oybirliğiyle,

2559 sayılı Polis Vazife ve Selahiyet Kanununun 26/6/1973 günlü, 1775 sayılı Kanunun 4. maddesiyle değişik 20. maddesinin 2. fıkrasının dava konusu yapılan (B) işaretli bendinde yer alan "Herhangi bir davet veya izne bağlı olmaksızın suç ve suçluların kovuşturulması için her zaman" biçimindeki kurala dayanarak kolluğun üniversiteye, bağımsız fakülte veya üniversiteye bağlı kurumların binalarına veya bunların eklerine her zaman girebileceği anlaşılmaktadır.

Yukarıda sözü geçen dava konusu (B) işaretli bentteki hükmün, buraya Anayasa'nın 120. maddesinin 2. fıkrasından aynen aktarılmış ve dolayısiyle ordaki hükmün tekrarından ibaret olduğu yolundaki bir benimseme ile, Anayasa'ya uygunluğu gibi bir düşünce öne sürülebilir. Ancak, her iki hüküm amaçlarına göre karşılaştırıldığında, birbirinden çok ayrımlı bulunduktan hemen ortaya çıkmaktadır. Anayasa'nın 120. maddesindeki hüküm, üniversite özerkliğinin suç ve suçluların kovuşturulması bakımından sadece engellik edemiyeceğini göstermekte ve böylece olumsuz yönden bir sınır getirmektedir. Yoksa, bu özerkliğin böyle bir halde dahi yok sayılmasını gerektirmemekte, tersine her iki konuyu birbiriyle bağdaşır duruma sokarak, bir yandan üniversite özerkliğini saklı tutmakla beraber, öbür yandan kolluğun suçlara ve suçlulara karşı yasadan gelen görevlerini geciktirmeden yapmak olanağını sağlamaktadır. Demek ki, Anayasa'nın 120. maddesi hükmü, suç ve suçluların kovuşturulması halinde dahî üniversite özerkliğinin gözönünde bulundurulması ve korunması zorunluğunu koymaktadır.

Buna karşılık, dava konusu kural üniversitelerin Anayasa'dan gelen özerkliğini hiç hesaba katmadan madde metnine sanki salt bir yetki imiş gibi konulmuş ve böylece kolluğun sonuçta, uygulamalardan önce veya sonra olmak üzere, üniversiteye, bağımsız fakültelere veya bunlara bağlı kurumların yetkililerine hiç haber verme gereğini duymadan, bu yerlerin çevrelerine izinsiz, çağırışız ve yalnız kendi istekleriyle seçmelerine dayanarak, her zaman girebilmelerine olanak hazırlamış bulunmaktadır. Böyle bir öngörme ve uygulamanın ise giderek sonunda keyfîliğe dönüşmesi ve dolayısiyle her iki kamu idaresi arasında çelişme ve sürtüşmelere yol açması olasılığı her vakit vardır.

Ceza Usul Hukukunda, suçluların kovuşturulması deyim ve kavramı, sadece bir kamu veya şahsî ceza davasının açılmasından başlayan sonraki soruşturma evrelerini kapsadığına göre, Anayasa'nın 120. maddesinin 2. fıkrasında "Suç ve suçluların kovuşturulması" deyimine yer verilmesi, dava konusu kuralın kanunda salt bir yetki biçiminde yer almasını gerektirici diye yorumlanamaz. Çünkü kolluk tarafından suçların kovuşturulmasından değil yalnız izlenmesinden ve araştırılmasından söz edilebilir. Burada suçların da suçlularla birlikte kovuşturulmasından söz edilmesindeki amaç, işlenmiş bir suç karşısında kolluğun yasasal görevini yapmasına üniversite özerkliğinin, bir suçun işlenmesinden sonra sanığın saptanması, yakalanması ve adalet mercilerine teslim edilmesi gibi yasasal görevleri karşısında sadece engelleyici olmamasını sağlamaktan ibarettir. Demek ki, üniversite özerkliğinin böyle bir halde dahi işler durumunda olduğu kabul edilmiştir. Bundan başka, birer kamu kuruluşu olan üniversite, bağımsız fakülte veya bunlara bağlı kurumların, bu özerk ve bağımsız varlıkları gereği olarak kolluk, suç ve suçluların kovuşturulması nedeniyle de olsa, karşılıklı ve bağdaşır bir tutum içinde davranma ve görevlerini yerine getirme durumundadırlar. Bu bakımdan, sözü geçen kural önce yukarıdaki nedenlerle Anayasa'nın 120. maddesine aykırı bulunmaktadır.

Yasa kuralında kolluğun yetki alanı salt olarak "üniversite, bağımsız fakülte veya üniversiteye bağlı kurumların binaları veya bunların ekleri" diye belirlenmiş ve buralarda gerçek anlamiyle konut niteliğin de olan yerlerin de bulunabileceği görmezlikten gelinmiştir. Kuraldaki salt anlatım kolluğun böyle yerlere de her zaman, dilediği gibi girmesine elverişli ve kural şu niteliği ile Anayasa'nın 16. maddesiyle çelişir durumdadır.

A) İlk incelemede:

Dava açılmasına yetki veren parti meclisi kararının imzalarla birlikte tam örneğinin, 44 sayılı Kanunun 26 ncı maddesi uyarınca getirtilmesi gerekir:

B) Esasın incelenmesinde:

Üye

Kemal Berkem

Sayın Kemal Berkem'in yukarıda yazılı karşıoy yazısına aynen katılıyorum.

Üye

Halit Zarbun

I. İlk incelemeye ilişkin karşıoy :

III. 1775 sayılı Kanunun 4. maddesinin üçüncü fıkrasının ikinci cümlesi kuralının Anayasa'ya aykırı olup olmadığı sorunu:

Bu konudaki karşıoyum Sayın Üye Abdullah Üner'in bu konuya ilişkin karşıoy yazısındaki görüşün aynıdır.

2- Üniversite özerkliğine ilişkin Anayasa'nın 20/9/1971 günlü ve 1488 sayılı Kanunla değiştirilen 120. maddesinin ikinci fıkrasında; "Üniversite Özerkliği bu maddede belirtilen hükümler içinde uygulanır ve özerklik, üniversite binalarında ve eklerinde suçların ve suçluların kovuşturulmasına engel olmaz" hükmü konulduktan sonra üniversite özerkliği:

c) Üniversite öğretim üyeleri ve yardımcılarının serbestçe araştırma ve yayında bulunabilecekleri,

Görüldüğü gibi Anayasa'nın değişik bu maddesinde (Üniversite Özerkliği) nin kapsamı bu suretle belirtilmiş ve bu özerkliğin, üniversite binalarında ve eklerinde suç ve suçluların kovuşturulmasına engel olmadığı da ayrıca açıklanmıştır. Anayasa'nın bu maddesinde, suç ve suçluların kovuşturulması maksadı ile üniversite binalarına ve eklerine giren polisin bunun sebebini kurum yetkililerine bildireceği hakkında bir hükme yer verilmemiş, (giriş sebebini bildirip bildirmeme) konusu özerklik kavramı dışında bırakılmıştır. Şu kadar ki: Bu husus, yukarıda da işaret olunduğu üzere Polis Vazife ve Selâhiyet Kanununun 1775 sayılı Kanunla değiştirilen 20. maddesinin üçüncü fıkrasında ele alınmış ve polise, olayın niteliğine göre bildirilmesinde sakınca görülmüyorsa bildirmek, sakınca varsa bildirmemek hususlarında takdir yetkisi verilmiştir.

Suç ve suçluların kovuşturulması sırasında suçu ve suçluları araştırmak, izlemek, delillerini tespit edebilmek için başta gelen şartlardan birisi de gizliliğe riayet olduğunda şüphe yoktur. Hele Millî Güvenliği ve kamu düzenini ilgilendiren önemli suçların takibinde bu şartın önemi büsbütün artacaktır. Bu gibi olayların soruşturulmasında dahi (her halde haber verme) şartının aranması, istenmiyerek de olsa meselenin şayi olmasına ve bu suretle kovuşturmanın başarısızlıkla sonuçlanmasına ve hatta selâmetinin tehlikeye dahi düşmesine yol açabileceği ihtimalini gözönünde tutan Kanun Koyucusunun bu şekilde bir düzenlemeyi gerekli gördüğü meydandadır.

Özetlemek gerekirse: Dava konusu fıkra hükmünün, Anayasa'da belirtilen (Üniversite özerkliği) ile bir ilgisi bulunmadığı, Anayasa'nın 120. maddesi ile çelişik bir duruma düşmediği ve sadece yukarıda işaret olunan sakıncalar dolayısiyle ve millî güvenlik ve kamu düzeni mülahazalarıyle konulmuş olduğu cihetle bu fıkra hükmünün iptaline dair olan çoğunluk kararına katılmıyorum.

Buna göre zabıtanın, suç ve suçlu kovuşturulması gerekçesi ile dilediği anda üniversite binalarına ve eklerine girebileceği ve gereksiz görmesi halinde teşebbüsten kurum yetkililerine haber bile vermeyeceği sonucu çıkmaktadır.

Halbuki söz konusu yasa hükmü ile işin sadece bir yönü düzenlenip öteki yönü kenara itilmek suretiyle Anayasa'nın 120. maddesinin ikinci fıkrası hükmüne aykırılık yaratılmıştır.

Öle yandan üniversite binalarında veya eklentilerinde Anayasa'nın 16. maddesiyle dokunulmazlığı kabul edilmiş olan "konut" niteliğinde (lojman ve benzerleri gibi) yerler olabilir. Söz konusu B fıkrası hükmü bu açıdan herhangi bir koruyucu düzenleme yapmadığı için Anayasa'nın 16. maddesine aykırı fiil ve girişimlere de olanak verebilecek kapsamdadır ve bu yönden Anayasa'nın 16. maddesine de aykırıdır.

Yukarıdaki nedenlerle Anayasa'ya aykırı bulunan B fıkrası hükmünün iptali gerektiğinden kararın konuya ilişkin bölümüne karşıyım.

I- 2559 sayılı Yasa'nın 9. maddesine 1775 sayılı Kanunla eklenen ve iptal davası konusu edilen fıkra incelendiği takdirde görülürki, polisin arama yetkisini kullanabilmesi için bazı ön koşullar aranmaktadır. Polis her istediği zaman, istediği her kişinin üzerini arama hakkına sahip değildir. Her şeyden önce ortada şüpheli bir kişi olması gerektir. Şüpheyi gerektiren fiil ve hareket millî güvenlik ve kamu düzem ile ilgili bir suç niteliğinde olmalıdır. Aynı zamanda arama işi ivedilik gösterecektir. Gecikmede sakınca olacaktır. Şüpheli hal ile gecikmede sakınca bulunması hali birbirinden bağımsız iki ayrı unsur olarak düşünülmesi mümkün değildir. Şüpheli eylem öyle nitelikte olacaktır ki, failin üzerinin hemen aranmaması millî güvenlik ve kamu düzeni bakımından ileride telâfisi imkânsız sakıncalar doğurabilecektir. Bütün bunların üzerinde o yerin en büyük mülkiye amirinin emri gelecektir. Zabıta memuru arama için yukarıda açıklanan unsurların yeterli olup olmadığını kendiliğinden takdir edip hareket edecek değildir. Arama emrini vermekle sorumlu o yerdeki en büyük mülkiye amirinin emrini bekleyecektir.

Kişilerin üzerinin aranması konusunda hâkimin bağlı olduğu koşullarla, en büyük mülkiye amirinin bağlı olduğu koşulların eşdeğerde tutulması da düşünülemez. Çünkü yargı fonksiyonu ifa eden hâkim, bu fonksiyonun gerektirdiği ağırlık ve ölçüde hareket ettiği halde, ani olaylarda veya olayların kamu düzeni ve millî güvenlik bakımından hızlı bir gelişim gösterdiği çok hareketli alanlarda karar vermeye yetkili en büyük mülkiye amirinin tutum ve davranışı aynı ağırlık ve ölçüde olamaz. Bu itibarla sorumluluk mevkiinde olan mülkiye amirine, kamu düzeni ve millî güvenlik bakımından gecikmede sakınca olan hallerde daha geniş bir takdir serbestisi tanımak yerinde olur.

Üye

Şevket Müftügil

Üye

İhsan Ecemiş