Taraflar arasındaki “tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Ankara 2.Asliye Hukuk Mahkemesi'nce davanın reddine dair verilen 29.06.2010 gün ve 2009/494 E.-2010/156 K. sayılı kararın incelenmesi davacılar vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 4.Hukuk Dairesi'nin 29.03.2012 gün ve 2011/3371 E.-2012/5283 K. sayılı ilamı ile;
(...Dava, haksız fiil nedeniyle uğranılan zararın tazmini istemine ilişkindir. Mahkemece dava reddedilmiş; karar davacılar tarafından temyiz edilmiştir.
Davacılar, davalının haksız yere davacılardan küçük Yusuf Kamil Ağduman'ı cinsel istismar suçunu işlemekle itham ettiğinden manevi tazminat istemişlerdir.
Davalı, oğlunun anlatımı üzerine bu kanaate vardığını, davacı küçük hakkında ceza davasında verilen psikolog raporunun iddiasını desteklediğini, suçun mağduru kendi çocuğu olduğundan hiç kimsenin kendi namusuna yönelik böyle bir suçlamada bulunmayacağından davanın reddini savunmuştur.
Yerel mahkeme, hiç kimse evladının cinsel tacize maruz kaldığı iddiasında haksız yere bulunmayacağı gerekçesiyle davayı reddetmiştir.
Dosyadaki belgelerden, davalının dava konusu ithamda bulunması nedeniyle hakaret suçundan Ankara 10.Sulh Ceza Mahkemesinin 2007/1122 esas sayılı ceza davasında yargılandığı ve davanın derdest olduğu anlaşılmaktadır. Borçlar Kanunu'nun 53. maddesi gereğince ceza mahkemesince verilecek mahkumiyet kararının hukuk hakimini bağlayacağı gözetildiğinde, ceza davasının sonucunun beklenmesi ve varılacak sonuca göre karar vermek gerekeceğinden, eksik incelemeye dayalı olarak verilen kararın bozulması gerekmiştir...)
gerekçesiyle bozularak, dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava; haksız fiil nedeniyle uğranılan zararın tazmini istemine ilişkindir.
Davacılar, 03.06.2007 tarihinde davalının müvekkillerinden A. A.’ın oğlu davacı Y. K. A.’ın küçük oğluna tecavüz ettiği iddiası ile davacı Y. K.A.’a tokat attığını, hakaret ettiğini, davacı küçük hakkında ceza davası açıldığını ve bu davadan beraat ettiğini belirterek, davacılar küçük çocuk Y. K. A. için 20.000,00 TL., A. A. için 10.000,00 TL. ve Asiye Ağduman 10.000,00 TL.'den toplam 40.000,00 TL. manevi tazminatın, haksız fiil tarihi olan 03.06.2007 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı, oğlunun anlatımı üzerine bu kanaate vardığını, davacı küçük hakkında ceza davasında verilen psikolog raporunun iddiasını desteklediğini, suçun mağduru kendi çocuğu olduğundan hiç kimsenin kendi namusuna yönelik böyle bir suçlamada bulunmayacağından davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece; “Ankara 3.Çocuk Mahkemesinin 16.09.2009 tarih ve 2008/609 esas, 2009/615 karar sayılı kararında, çocuğun nitelikli cinsel istismar suçundan yargılanan Y. K.A.’ın mağdurun ifade vermeye gelmemesi, tıbbi rapor almaması sebebiyle beraatına karar vermiştir.
Davalı, oğlunun psikolojik çöküntü yaşamaması ve daha fazla zarar görmemesi için küçük A. K. Z.l’ü çocuk mahkemesine getirmemiş ve tıbbi rapor alınmasını istememiştir.
Hiç kimse evladının tecavüze uğradığı veya tacize maruz kaldığı iftirasını atmaz. Davalı, oğlunun bir an önce travmayı atlatması için çabalarken, manevi tazminat ithamıyla bu konunun defalarca hatırlatılması hak aramak değil, hakkın kötüye kullanılmasıdır. Dava dilekçesinin üslubu da davalıyı incitecek tarzdadır. Borçlar Kanununun 49.maddesinde düzenlenen manevi tazminat şartları bulunmadığından davanın reddi gerekmiştir…” gerekçesi ile davanın reddine dair verilen karar davacılar vekilinin temyizi üzerine, Özel Daire'ce yukarıda yazılı nedenlerle bozulmuş; yerel mahkemece önceki gerekçeler genişletilmek suretiyle önceki kararda direnilmiştir. Hükmü, davacılar vekili temyize getirmektedir.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; Ankara 10.Sulh Ceza Mahkemesi’nin 2007/1122 Esas sayılı dava dosyasının eldeki dava için bekletici mesele yapılmasının gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.
Öncelikle, ceza mahkemesi kararlarının hukuk davasına etkisi, eş söyleyişle; ceza mahkemesinin hangi kararlarının hukuk mahkemelerini bağlayacağı konusu üzerinde durulmasında yarar vardır:
Ceza mahkemesi kararlarının hukuk mahkemesine (davasına) etkisi, hukukumuzda mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun (818 sayılı BK.) 53.maddesinde düzenlenmiş olup; hukuk hakimi, ceza mahkemesinin kesinleşmiş kararları karşısında ilke olarak bağımsız kılınmıştır.
Bu ilke, ceza kurallarının kamu yararı yönünden bir yasağın yaptırımını; aynı uyuşmazlığı kapsamına alan hukuk kurallarının ise, kişi ilişkilerinin Medeni Hukuk alanında düzenlenmesi ve özellikle tazmin koşullarını; öngörmesi esasına dayanmaktadır.
818 sayılı BK’nun “Ceza Hukuku İle Medeni Hukuk Arasında Münasebet” başlıklı 53.maddesinde: “Hakim, kusur olup olmadığına yahut haksız fiilin faili temyiz kudretini haiz bulunup bulunmadığına karar vermek için ceza hukukunun mesuliyete dair ahkamiyle bağlı olmadığı gibi, ceza mahkemesinde verilen beraet karariyle de mukayyet değildir. Bundan başka ceza mahkemesi kararı, kusurun takdiri ve zararın miktarını tayin hususunda dahi hukuk hakimini takyit etmez.” hükmü yer almaktadır (6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun 74.maddesi hükmü de paralel bir düzenlemeyi içermektedir.).
Bu açık hüküm karşısında, ceza mahkemesince verilen, beraat kararı, kusur ve derecesi, zarar tutarı, temyiz gücü ve yükletilme yeterliği, illiyet gibi esasların hukuk hakimini bağlamayacağı konusunda duraksama bulunmamaktadır. Ancak, hemen belirtilmelidir ki, gerek öğretide ve gerekse Yargıtay’ın yerleşmiş içtihatlarında, ceza hakiminin tespit ettiği maddi olaylarla ve özellikle “fiilin hukuka aykırılığı” konusu ile hukuk hakiminin tamamen bağlı olacağı kabul edilmektedir. Diğer bir anlatımla, maddi olayları ve yasak eylemlerin varlığını saptayan ceza mahkemesi kararı, taraflar yönünden kesin delil niteliğini taşır (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 10.1.975 gün ve E:1971/T-406, K:1975/1; HGK'nun 23.1.1985 gün ve E:1983/10-372, K:1985/21; HGK'nun 27.04.2011 gün ve E:2011/17-50, K:2011/231 sayılı ilamları).
Vurgulamakta yarar vardır ki, hukuk usulü bir şekil hukukudur. Davanın açılması, itirazların ileri sürülmesi, tanıkların ve diğer delillerin bildirilmesi belirli süre koşullarına bağlı kılındığı gibi, ikinci tanık listesi verilememesi, iddia ve savunmanın genişletilmesi yasağı gibi, yargılamanın süratle sonuçlandırılması gayesi ile belirli kısıtlamalar getirilmiştir. Bunun sonucunda, hukuk hakimi şekli gerçeği arayacak, maddi gerçek öncelikli hedef olmayacaktır. Ancak ceza hakimi bunun tersine öncelikli hedef olarak maddi gerçeğe ulaşmaya çalışacaktır. O halde ceza mahkemesinin maddi nedensellik bağını (illiyet ilişkisi) tespit eden kesinleşmiş hükmünün hukuk hakimini bağlamasına, 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 53.maddesi bir engel oluşturmaz (HGK'nun 16.09.1981 gün E:1979/1-131, K:1981/587 sayılı ilamı; Mustafa Çenberci, Hukuk Davalarında Kesin Hüküm, 1965, s.22 vd.; HGK'nun 27.04.2011 gün ve E:2011/17-50, K:2011/231 sayılı ilamı).
Yargıtay’ın yerleşik uygulamasına ve öğretideki genel kabule göre, maddi olgunun tespitine ilişkin ceza mahkemesi kararı hukuk hakimini bağlar. Ceza mahkemesinde bir maddi olayın varlığı ya da yokluğu konusundaki kesinleşmiş kabule rağmen, aynı konunun hukuk mahkemesinde yeniden tartışılması olanaklı değildir (HGK'nun 11.10.1989 gün ve E:1989/11-373, K:472; HGK'nun 27.04.2011 gün ve E:2011/17-50, K:2011/231 sayılı ilamları).
Tüm bu açıklamalar ışığında somut durum değerlendirildiğinde;
Davacılardan A. A.’ın şikayeti üzerine, davalının hakaret suçundan dolayı Ankara 10.Sulh Ceza Mahkemesi’nin 2007/1122 E. sayılı ceza davasında yargılandığı ve davanın derdest olduğu dosyadaki bilgi be belgelerden anlaşılmaktadır. Yukarıda açıklandığı üzere 818 sayılı B.K.'nun 53.maddesi gereğince ceza mahkemesince verilecek mahkumiyet kararının hukuk hakimini bağlayacağından, mahkemece, ceza davasının sonucunun beklenmesi ve oluşacak sonuca göre karar verilmesi gerekmektedir.
O halde, yerel mahkemece, aynı yönlere işaret eden Özel Daire bozma kararına uyularak; ceza davasının sonucunun beklenmesi, ceza davalarında tespit edilen maddi olgular çerçevesinde varılacak sonuca göre karar verilmesi gerekirken, yerinde olmayan gerekçelerle önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
Davacılar vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma ilamında ve yukarıda gösterilen nedenlerden dolayı 6217 sayılı Kanunun 30.maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici Madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429.maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, aynı Kanun'un 440/I.maddesi uyarınca kararın tebliğinden itibaren 15 gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 09.04.2014 gününde oybirliği ile karar verildi.