Yargıtay Kararlarına Göre İhale Feshedilmeksizin Sicilin Düzeltilmesi Davası Açılması
Prof. Dr. A. Lâle Sirmen(1)
Prof. Dr. Sema Taşpınar Ayvaz(2)
Medenî Kanun aynî hak değişikliğini gerçekleştiren tasarruf işleminde sebebe bağlılık ilkesini benimsemiştir (MK m. 1024/II, m. 1025). Bu bakımdan, geçerli bir hukukî sebebi bulunmayan tescil istemi, geçersiz; buna dayanılarak yapılan tescil de yolsuz tescil olur. Yolsuz tescil, aynî hak durumunda bir değişiklik yaratmaz. Bu bakımdan, örneğin, taşınmazın maliki (A), geçersiz bir satış sözleşmesine dayanarak alıcı (B) adına tescili sağlasa dahi, mülkiyet (B)’ye geçmez. Bu durumda (A), sicilin düzeltilmesi davasıyla (Yargıtay’ın deyişiyle tapu iptal ve tescil davasıyla) (MK m. 1025/I) zaten kendisine ait olan mülkiyetin tekrar kendi adına tescilini sağlayabilir
Tescilin hukukî sebebini meydana getiren borçlandırıcı işlemde bir geçersizlik nedeni varsa, bu işlemin kesin olarak hükümsüz sayılması veya iptal edilmesi için bir mahkeme kararına gerek yoktur. Bu nedenle, geçersizlik nedenlerinden birinin mevcudiyeti durumunda, doğrudan doğruya sicilin düzeltilmesi davası açılabilir ve geçersizlik nedeni kanıtlanmak suretiyle yolsuz tescilin düzeltilmesi sağlanabilir. Fakat tescilin hukukî sebebini bir idarî işlemin oluşturduğu durumlarda, söz konusu işlem mahkeme kararıyla iptal edilmeden veya bir başka idarî kararla ortadan kaldırılmadan önce sicildeki tescil henüz geçerli bir tescil olduğundan, bu tescilin düzeltilmesi, sicilin düzeltilmesi davasıyla istenemez.
Haciz, iflâs veya rehnin paraya çevrilmesi yoluyla takipte de taşınmazlar açık artırmayla satılarak mülkiyet alıcıya ihale suretiyle geçirilir. İşte bu şekilde kazanılan bir taşınmazın mülkiyeti alıcı adına bir kez tescil edildikten sonra, ihale mahkeme kararıyla feshedilmedikçe, ihalenin geçersizliği, dolayısıyla alıcı adına yapılmış olan tescilin yolsuzluğu ileri sürülemez. Diğer bir Sayfa 84 anlatımla, ihale ancak mahkeme kararıyla feshedildiği (İİK m.134) takdirde, mevcut tescil artık yolsuz hale gelir ve sicilin düzeltilmesi davasının konusunu teşkil edebilir.
İhalenin feshi, İcra ve İflâs Kanunu’nda (İİK) cebrî satışların iptali bakımından öngörülmüş özel bir yoldur (İİK m. 134). İhalenin feshi sebepleri, feshin talep edilme süresi ve feshi talep edebileceklerle ilgili düzenleme İİK m. 134’te yapılmıştır. İhalenin bir yıllık hak düşürücü süre içinde feshi istenmemişse, artık ihale kesinleşmiş olur. Bu tarihten sonra ne ihalenin feshi, ne de sicilin düzeltilmesi davası açılabilir.
Ancak ihalede satılan taşınmaz mallar bakımından son yıllarda Türk hukuk uygulamasında Yargıtay’ın farklı bir yaklaşım sergilediği ve bunun Yargıtay Hukuk Genel Kurulu (HGK) kararlarına da taşındığı görülmektedir. Bu durum hukukçular arasında yeni bir tartışmanın ortaya çıkmasına neden olmuştur. Zira Yargıtay’ın yaklaşımındaki bu değişimden önce, ihalenin feshi şikâyet yolu ile icra mahkemesinde istenmekte, icra mahkemesinin ihalenin feshi talebinin reddi hakkında verdiği kararın maddî anlamda kesin hüküm oluşturacağı; dolayısıyla bu hususun genel mahkemeler önünde herhangi bir şekilde dava konusu yapılamayacağı kabul edilmekteydi.
Ancak Yargıtay 1. Hukuk Dairesi ve Yargıtay HGK, son yıllarda, daha önceki yerleşik uygulama ve görüşlerinin tersine bir tutum izlemeye başlamıştır. İcra mahkemesinin ihalenin feshi konusunda verdiği kararların maddî anlamda kesin hüküm oluşturması nedeniyle, bu hususun genel mahkemeler önünde tekrar dava konusu edilmesi kabul edilmezken, Yargıtay’ın sözü edilen yeni yaklaşımı çerçevesinde, ihalenin feshi ile tapu sicilinin düzeltilmesi davası arasında alternatif bir ilişki kurulmaya başlanmıştır. Buna göre, “davacının ihalenin feshini istemek ile tapu iptal ve tescil davası açmak konusunda bir serbestiye (seçimlik hakka) sahip olduğu”; “İİK m. 134 çerçevesinde ihalenin usulsüzlüğünden bahisle ihalenin feshi istenebileceği gibi, ihale sonucu edinilen mülkiyete dayalı tescilin yolsuz olduğu ileri sürülerek tapu iptal ve tescil davası açılmasına bir engel bulunmadığı”; “ihalenin feshi süresi içinde icra mahkemesinde ihalenin feshi yerine genel mahkemelerde tapu iptal ve tescil davası açılabileceği ve bu durumda genel mahkemelerin görevsizlik kararı veremeyeceği”; “tapu kayıtlarının oluşumundaki illilik prensibi karşısında ihalenin feshi isteklerinin reddedilmiş olmasının, temelde yolsuz tescil nedenini ortadan kaldırmayacağı ve TMK 1024 ve 1025. maddeleri hükmü uyarınca mülkiyet hakkına dayalı olarak tapu iptal ve tescil davasının Sayfa 85 her zaman açılabileceği”; dolayısıyla, “ ihalenin feshi istemine ilişkin İİK’da öngörülen bir yıllık hak düşürücü sürenin geçirilmiş olmasının bu davanın açılmasına engel olamayacağı” biçiminde kararlar verilmeye başlanmıştır.
Oysa ihale Kanunda öngörülmüş olan hak düşürücü süre içinde feshedilmedikçe, sicilin düzeltilmesi davasına temel olabilecek bir yolsuz tescilin varlığından söz edilemez. Çünkü bu durumda tapu sicilinde ihale alıcısı adına mevcut tescil, hukuken ortadan kaldırılmamış, bu nedenle de geçerli bir cebrî işleme dayanmaktadır. Bu bakımdan, kamu düzenine ile ilgili olup re’sen dikkate alınması gereken hak düşürücü süre geçtikten ve bunun sonucu olarak da ihalenin feshi imkânı hukuken ortadan kalktıktan sonra, ihalenin feshi sonucunu meydana getirecek şekilde bir sicilin düzeltilmesi davası açılmasına imkân tanınması, zaman içinde sadece kabulü mümkün olmayan bir yaklaşım olarak değerlendirilmeyecek; aynı zamanda kaçınılmaz olarak cebrî ihalelere duyulması gereken güveni azaltacak, cebrî satışlar bakımından hukukî güvenliğin önemli bir unsuru olan işlem güvenliği ve hukukî istikrar büyük ölçüde sarsılacak, borcun yaptırımı olan borçlunun sorumluluğu kurumu bu uygulamadan onarılmaz şekilde yara alacaktır.
Bir an için Yargıtay’ın bu konuda İnsan Haklarını ve Temel Özgürlükleri Korumaya Dair Avrupa Sözleşmesi (Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi), kapsamında mülkiyet hakkının korunmasını sağlamak gayreti içinde hareket ettiği düşünülecek olursa, bu amacın güdülmesi çabası saygıyla karşılansa da, bunun için kanun hükümlerinin hiçe sayılmasını kabul etmek yine de mümkün değildir. Bir kere Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararlarına göre, mülkiyetin korunması, haksız olarak malı elinden alınmış kişiye malının geri verilmesinin zorunlu kılmaz. Mahkemenin istikrar kazanmış kararlarına göre, mülkiyet hakkı, mülkiyet hakkına yapılan haksız müdahale sonucu uğranılan zararın tazmin edilmesi suretiyle de korunmuş olur. Esasen Türk Hukukunda ihale sürecinde yapılan usulsüzlükler nedeniyle mülkiyet hakkından yoksun kalmış olan borçluyu koruyucu hükümlere yer verilmiştir. Nitekim ihale feshedilmese de, borçlu, ihalede yapılan bir usulsüzlük nedeniyle malını kaybetmişse, bu usulsüzlüğün icra müdürünün (icra dairesi görevlisinin) kusurlu bir eylem veya işleminden kaynaklandığı hallerde, İİK m. 5 anlamında devletin sorumluluğu gündeme gelebilecektir. Ayrıca, borçlunun zarara uğramasında alıcının davranışı etkili olmuşsa, ona karşı da BK 49/I veya II’ye göre dava açarak zararın giderilmesini istemek hiç şüphesiz mümkündür. Sayfa 86