Yargıtay Dairesi : 18. Ceza Dairesi
Mahkemesi :Ağır Ceza
Sanık ...’un kamu görevlisine karşı görevinden dolayı hakaret suçundan TCK’nın 125/1,3-a ve 52/2-4. maddeleri gereğince 10.950 TL adli para cezasıyla cezalandırılmasına ilişkin ... 3. Ağır Ceza Mahkemesince verilen 26.03.2014 tarihli ve 433-66 sayılı hükmün sanık tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 18. Ceza Dairesince 13.02.2018 tarih ve 8140-1580 sayı ile onanmasına karar verilmiştir.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 04.10.2018 tarih ve 73168 sayı ile;
"...Sanık söz konusu dilekçedeki beyanlarını daha önce bilirkişi incelemesi ile kaybettiği dosyalarda bilirkişilerin kendince yanlı beyanları ile kaybettiğine inandığı davalar ile ilgili olarak marka gözleminin 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu hükümlerine uygun olarak bu hususun ayrı bir uzmanlığı gerektirmeyip herkes ve dolayısı ile mahkeme hâkimi tarafından basit bir gözlem ile yapılabileceğini ifade etmek için yazmıştır.
Diğer ifadeler ile ilgili olarak da temyiz edilen her kararda ilgili mahkeme hâkiminin hukuku yanlış uyguladığı kanaati ile karar temyiz edildiğine göre her temyiz dilekçesi incelendiğinde hukukun yanlış, hatalı ve taraflı uygulandığı iddiasının hakaret olması gibi bir sonucu doğurur ki bunu kabule imkân bulunmamaktadır.
AİHM karalarında olduğu gibi her zaman hoşumuza giden değil incitici veya şok edici beyanlar ile ilgili de eğer sözlerin açıkça, onur, şeref ve saygınlığı rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnadını veya sövmek fiilini oluşturması hâlinde ceza verilmesi gerekmektedir.
Dilekçe içeriğinin hâkimin reddi istemli olduğuna göre dosya ile ilgili olan güvensizliğe konu gözlemler ile ifadeleri içermesi olağan karşılanmalıdır.
Sanığın davanın devamı sırasında dosyanın bilirkişiye sevk edilip edilmemesi, önceki dosyaların bilirkişiye sevki nedeniyle yaşadığı sıkıntılar nedeniyle davaların kaybedildiği inancı ile hâkimin reddini de içeren dilekçesinde mağdura yönelttiği sözlerin, katılanın onur, şeref ve saygınlığını rencide edici boyutta olmayıp, rahatsız edici, kaba ve nezaket dışı davranış niteliğinde olduğu, hakaret suçunun unsurlarının oluşmadığının kabulü gerekir.
Kaldı ki avukat olan sanığın dilekçesinde yazdığı ağır ve incitici ifadelerin de TCK'nın 128. maddesinde düzenlenen savunma dokunulmazlığı kapsamında değerlendirilmesi gerekir." görüşüyle itiraz yoluna başvurmuştur.
CMK'nın 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay 18. Ceza Dairesince 16.10.2018 tarih ve 6440-13084 sayı ile itiraz nedenlerinin yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanığa yüklenen kamu görevlisine karşı görevinden dolayı hakaret suçunun unsurlarının oluşup oluşmadığının belirlenmesine ilişkindir.
İncelenen dosya kapsamından;
İddia, ... 1. Fikri ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesinin 14.12.2012 tarihli suç duyurusu yazısı ve yazı ekinde yer alan anılan Mahkemenin 2011/68 esas sayılı dosyasına sanık tarafından sunulan 27.12.2012 tarihli dilekçe, sanık savunması ve tüm dosya içeriğinden; ... ... kayıtlı avukat olarak görev yapan sanığın, ... 1. Fikri ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesinin 2011/68 esas sayılı dosyasına davacı vekili sıfatıyla sunduğu 27.11.2012 tarihli dilekçesinde “...Bu iki markanın birbirine benzer olup olmadığıyla ilişkin çok basit bir tespit ve değerlendirmeyi, huzurdaki sayın hâkimin, yine kendisinin yeterli meslek bilgi ve tecrübeye sahip olmadığını kabul ederek, bilirkişilerin vereceği rapora göre hüküm tesis edeceğini, yani adeta bilirkişiler huzurdaki dava dosyasında hüküm tesis edeceğini 20.11.2012 tarihli celsedeki ifadesiyle kabul ve beyan etmiştir. ... Sayın mahkeme hâkiminin taraflı olduğunu, ihtisas sahibi olduğu konuda davayı bilirkişiye sevk ederek, kendi ikrarıyla davayı incelemeye yetecek mesleki bilgi ve birikime sahip olmadığını kendisinin de kabul ettiğini... ...Bu hususun tespiti okuma yazma becerisi olan 6 yaşındaki bir çocuğun dahi görebileceği kadar açıktır. Buna rağmen bu konuda bilirkişi raporu alma ihtiyacı duyan ... sayın hâkimin davadan çekilmesini talep ediyoruz.” ifadelerine yer verdiği hususunda Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında uyuşmazlık bulunmamaktadır.
Doğal haklardan kabul edilen ifade hürriyeti, çoğulcu demokrasilerde, vazgeçilemez ve devredilemez bir niteliğe sahiptir. Öğretide değişik tanımlara rastlanmakla birlikte, genel bir kabulle ifade/düşünce hürriyeti, insanın özgürce fikirler edinebilme, edindiği fikir ve kanaatlerinden dolayı kınanmama, bunları meşru yöntemlerle dışa vurabilme imkân ve özgürlüğüdür. Demokrasinin "olmazsa olmaz şartı" olan ifade hürriyeti, birçok hak ve özgürlüğün temeli, kişisel ve toplumsal gelişmenin de kaynağıdır. İşte bu özelliğinden dolayı ifade hürriyeti, temel hak ve hürriyetler kapsamında değerlendirilerek, birçok uluslararası belgeye konu olmuş, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nda da ayrıntılı düzenlemelere tabi tutulmuştur.
Bu bağlamda;
İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 19. maddesinde;
"Herkesin görüş ve anlatım özgürlüğüne hakkı vardır. Bu hak, karışmasız görüş edinme ve herhangi bir yoldan ve hangi ülkede olursa olsun bilgi ve düşünceleri arama, alma ve yayma özgürlüğünü içerir.",
İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesinin 10. maddesinin birinci fıkrasında;
"Herkes görüşlerini açıklama ve anlatım özgürlüğüne sahiptir. Bu hak, kanaat özgürlüğü ile kamu otoritelerinin müdahalesi ve ülke sınırları söz konusu olmaksızın haber veya fikir alma ve verme özgürlüğünü de içerir. Bu madde, devletlerin radyo, televizyon ve sinema işletmelerini bir izin rejimine bağlı tutmalarına engel değildir." hükümlerine yer verilmiştir
Anayasamıza bakıldığında;
25. maddede “Düşünce ve kanaat hürriyeti” başlığı altında;
“Herkes, düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir. Her ne amaçla olursa olsun kimse düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz. Düşünce ve kanaatleri sebebiyle kınanamaz ve suçlanamaz.”
26. maddede, AİHS’nin 10. maddesinin birinci fıkrasındaki düzenlemeye benzer şekilde;
"Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar. Bu fıkra hükmü, radyo, televizyon, sinema veya benzeri yollarla yapılan yayımların izin sistemine bağlanmasına engel değildir." hükümleri yer almıştır.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ise konuya ilişkin olarak; "İfade özgürlüğü, toplumun ilerlemesi ve her insanın gelişmesi için esaslı koşullardan biri olan demokratik toplumun ana temellerinden birini oluşturur. İfade özgürlüğü, 10. maddenin sınırları içinde, sadece lehte olduğu kabul edilen veya zararsız veya ilgilenmeye değmez görülen 'haber' ve 'düşünceler' için değil, ama ayrıca Devletin veya nüfusun bir bölümünün aleyhinde olan, onlara çarpıcı gelen, onları rahatsız eden haber ve düşünceler için de uygulanır. Bunlar, çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin gerekleridir; bunlar olmaksızın demokratik toplum olmaz. Bu demektir ki, başka şeyler bir yana, bu alanda getirilen her 'formalite', 'koşul', 'yasak' ve 'ceza', izlenen meşru amaçla orantılı olmalıdır." şeklinde görüş belirtmiştir (Handyside/ Birleşik Krallık, B. No: 5493/72, 07.12.1976).
Görüldüğü gibi, Sözleşme'nin 10. maddesinin birinci fıkrası ile Anayasa’nın 25 ve 26. maddelerinde ifade (düşünce) hürriyeti en geniş anlamıyla güvence altına alınmıştır.
Günümüz özgürlükçü demokrasilerinde, istisnalar dışında, geniş bir yelpazeyle düşünceyi açıklama korunmakta ve ifade hürriyeti kapsamında değerlendirilmek suretiyle özgürlüğün sağladığı haklardan en geniş şekilde yararlandırılmaktadır.
Ne var ki; iftira, küfür, onur, şeref ve saygınlığı zedeleyici söz ve beyanlar, müstehcen içerikli söz, yazı, resim ve açıklamalar, savaş kışkırtıcılığı, hukuk düzenini cebir yoluyla değiştirmeye yönelen, nefret, ayrımcılık, düşmanlık ve şiddet yaratmaya yönelik bulunan ifadeler ise düşünce özgürlüğü bağlamında hukuki koruma görmemekte, suç sayılmak suretiyle cezai yaptırımlara bağlanmaktadır.
Bu bağlamda TCK'nın “Hakaret” başlıklı 125. maddesi;
“(1) Bir kimseye onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnat eden veya sövmek suretiyle bir kimsenin onur, şeref ve saygınlığına saldıran kişi, üç aydan iki yıla kadar hapis veya adli para cezası ile cezalandırılır. Mağdurun gıyabında hakaretin cezalandırılabilmesi için fiilin en az üç kişiyle ihtilat ederek işlenmesi gerekir.
(2) Fiilin, mağduru muhatap alan sesli, yazılı veya görüntülü bir iletiyle işlenmesi hâlinde, yukarıdaki fıkrada belirtilen cezaya hükmolunur.
(3) Hakaret suçunun;
a) Kamu görevlisine karşı görevinden dolayı,
b) Dini, siyasi, sosyal, felsefi inanç, düşünce ve kanaatlerini açıklamasından, değiştirmesinden, yaymaya çalışmasından, mensup olduğu dinin emir ve yasaklarına uygun davranmasından dolayı,
c) Kişinin mensup bulunduğu dine göre kutsal sayılan değerlerden bahisle,
İşlenmesi halinde, cezanın alt sınırı bir yıldan az olamaz
(4) Hakaretin alenen işlenmesi halinde ceza altıda biri oranında artırılır.
(5) Kurul hâlinde çalışan kamu görevlilerine görevlerinden dolayı hakaret edilmesi hâlinde suç, kurulu oluşturan üyelere karşı işlenmiş sayılır. Ancak, bu durumda zincirleme suça ilişkin madde hükümleri uygulanır.” şeklinde düzenlenmiştir.
Bu düzenleme ile 765 sayılı TCK'dan farklı olarak hakaret ve sövme ayrımı kaldırılmış, onur, şeref ve saygınlığı rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnat etmek veya sövmek, hakaret suçunu oluşturan seçimlik hareketler olarak belirlenmiştir. (Mahmut Koca - İlhan Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler, ... Yayınevi, ..., 2013, s. 430).
Hakaret fiillerinin cezalandırılmasıyla korunan hukuki değer, kişilerin onur, şeref ve saygınlığı olup, bu suçun oluşabilmesi için, davranışın kişiyi küçük düşürmeye matuf olarak gerçekleştirilmesi gerekmektedir. Bir hareketin tahkir edici olup olmadığı bazı durumlarda nispi olup zamana, yere ve duruma göre değişebilmektedir.
Eleştiri ise, herhangi bir kişiyi, eseri, olayı veya konuyu enine, boyuna, derinlemesine her yönüyle incelemek, belli kriterlere göre ölçmek, değerlendirmek, doğru ve yanlış yanlarını sergilemek amacıyla ortaya konulan görüş ve düşüncelerdir. Genelde beğenmemek, kusur bulmak olarak kabul görmekte ise de eleştirinin bir amacının da konuyu anlaşılır kılmak, sonuç çıkarmak ve toplumu yönlendirmek olduğunda kuşku yoktur.
Her türlü ağır eleştiri veya rahatsız edici sözlerin hakaret suçu bağlamında değerlendirilmemesi, sözlerin açıkça, onur, şeref ve saygınlığı rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnadını veya sövmek fiilini oluşturması gerekmektedir.
Kamu görevlilerinin, görevlerini yerine getirirken fonksiyonlarını etkilemeyi ve saygınlıklarına zarar vermeyi amaçlayan aşağılayıcı saldırılara karşı korunmaları zorunlu olmakla birlikte, demokratik bir hukuk devletinde, kamu görevini üstlenenleri denetlemek, faaliyetlerini değerlendirmek ve eleştirmek de kaynağını Anayasa'dan alan düşünceyi açıklama özgürlüğünün sonucudur. Eleştirinin sert bir üslupla yapılması, kaba olması ve nezaket sınırlarını aşması, eleştirenin eğitim ve kültür düzeyine bağlı bir olgu ise de eleştiri yapılırken görüş açıklama niteliğinde bulunmayan, küçültücü, aşağılayıcı ifadeler kullanılmamalı, düşünceyi açıklama sınırları içinde kalınmalıdır.
AİHM’e göre, öncelikle ifadelerin bir olgu isnadı mı yoksa değer yargısı mı olduğu belirlenmelidir. Zira olgu isnadı kanıtlanabilir bir husus iken, bir değer yargısının kanıtlanmasının istenmesi dahi ifade özgürlüğüne müdahale sayılabilecektir. Yargılamaya konu olan ifadeler bir değer yargısı içermekte olup somut bir olgu isnadından bahsedilemiyorsa, değer yargılarını destekleyecek "yeterli bir altyapı"nın mevcut olup olmadığı AİHM tarafından göz önünde bulundurulacaktır. Zira değer yargılarının dahi belli düzeyde olgusal temel içermesi gerektiği kabul edilmektedir. Öte yandan, hiçbir veriye dayanmayan ve hiçbir altyapısı bulunmayan bir değer yargısı AİHM tarafından da ifade özgürlüğü sınırları içerisinde kabul görmemektedir.
Olgu isnadı içeren ifadeler konusunda ise, en azından ilk bakışta güvenilir görünen delil sunulması gerektiği kabul edilmektedir. Elbette ki, bu deliller sunulamadığı takdirde, AİHM, iddiaların gerçekliğinin kanıtlanmasını beklemektedir.
İfade hürriyetinin yanında iddia ve savunma dokunulmazlığının değerlendirilmesinde yarar bulunmaktadır.
TCK'nın 128/1 maddesinde "yargı mercileri veya idari makamlar nezninde yapılan yazılı veya sözlü başvuru, iddia ve savunmalar kapsamında, kişilerle ilgili olarak somut isnatlarda ya da olumsuz değerlendirmelerde bulunulması halinde, ceza verilemez. Ancak, bunun için isnat ve değerlendirmelerin, gerçek ve somut vakalara dayanması ve uyuşmazlıkla bağlantılı olması gerekir."
Madde gerekçesinde "bir hukuka uygunluk nedeni olan ve Anayasamızda da güvence altına alınan (Madde 36) iddia ve savunma dokunulmazlığı düzenlenmiştir. Bir talebin resmi bir makama iletilmesi, dilekçe hakkının kullanılması bağlamında hukuka uygun bir davranıştır. Ancak, dilekçe hakkı, dilekçenin içeriğindeki ifadeler açısından başlı başına bir hukuka uygunluk sebebi olarak mütala edilemez... İddia ve savunma hakkının kullanılması bağlamında, kişiler açısından somut isnat ifade eder nitelikte maddi vakaların ortaya konulması ya da kişilerle ilgili olumsuz değerlendirilmelerde bulunulması mümkündür. Bu somut isnatlar veya olumsuz değerlendirilmeler, iddia ve savunma hakkının kullanılmasıyla ilişkilendirilmemesi durumunda, hakaret ve hatta iftira suçunu oluşturur. İddia ve savunma kapsamında, kişilerle ilgili olarak bulunulan somut isnatların gerçek olması ve yapılan olumsuz değerlendirmelerin somut vakalara dayanması gerekir. Keza bu isnatların veya yapılan olumsuz değerlendirmelerin uyuşmazlıkla ilişkili olması gerekir; ancak uyuşmazlığın çözümü açısından faydalı olması aranmamalıdır. Somut uyuşmazlıkla bağlantılı olmayan isnatlar gerçek olsa bile iddia ve savunma dokunulmazlığının varlığından bahsedilemez. Keza, somut vakalara dayansa bile uyuşmazlıkla alakası olmayan olumsuz değerlendirmeler açısından iddia ve savunma hakkının kullanılması söz konusu değildir.
Somut uyuşmazlıkla ilgili olmakla birlikte iddia ve savunma sınırını aşan hakareti mütazamın yazı ve sözlerin iddia ve savunma kapsamında mütala edilmesi mümkün değildir. Ancak bu ifadelerin kullanılmasına müsamaha ile bakılabilir. Çünkü, bu gibi durumlarda iddia ve savunmanın sınırı genellikle öfke ve gazabın etkisiyle aşılmaktadır..."
İddia ve savunma ile ilgili öğretide ise "Anayasanın 36. Maddesi ile güvence altına alınan hak arama özgürlüğü kapsamında TCK'nın 128. Maddesinde iddia ve savunma dokunulmazlığı düzenlenmiştir. İddia ve savunma hakkı, her türlü etkiden ve korkudan uzak bir şekilde kullanılması, bu hakkı kullanırken kullanan kişinin herhangi bir endişeye kapılmaması gerekir. Bu serbestliği dava konusu olayın aydınlanması veya bir hakkın ortaya çıkmasına hizmet edecektir." (Centel/Zafer/Çakmut, Kişilere Karşı Suçlar Cilt:1, 2007 Baskı, Sayfa:236)
Hakkın kullanılması olarak kabul edilen ihbar ve şikayet hakkı Anayasanın 36. ve 74. maddelerinde düzenlenmiştir. Herkes kendisi ve kamu ile ilgili konularda yetkili makamlara şikayette bulunmak ve dava açmak hakkına sahiptir. Bu hakkın hakkı doğuran nedenin koyduğu sınırlar içinde kullanılması, kötüye kullanılmaması zorunludur. (CGK 19.12.1994 tarih ve 4-327/349 sayılı kararı)
Bu hakkın kullanılması için gerçekleşmesi gereken koşullar şunlardır;
a) Eylemin iddia ve savunma niteliğindeki evrak ile yazılı olarak veya iddia ve savunma sırasında sözlü olarak yapılması gerektiği (şekil şartı),
b) Eylemin yargı organlarına verilen dilekçelerde veya bu organlar huzurunda yapılması zorunluluğu (yer şartı),
c) Hak kullanırken sınırın aşılmamasının gerekli olduğu (ölçülülük şartı),
Şeklinde sıralanabileceği,
Somut olayda şekil ve yer koşullarının oluştuğu tartışmasız ise de ölçülülük şartının bulunup bulunmadığının incelenmesi gerekecektir. Madde gerekçesinde de ifade edildiği üzere iddia ve savunma sınırını aşan hakareti mutazammın yazı ve sözlerin iddia ve savunma kapsamında mütala edilmesi mümkün değil ise de bu ifadelerin kullanılmasına müsamaha ile bakılabileceği çünkü bu gibi durumlarda iddia ve savunma sınırının genellikle öfke ve gazabın etkisiyle aşıldığı, öfke ve gazap halinin kusurluluğun bir unsuru olan irade yeteneğini de etkilediği gözden uzak tutulmamalıdır.
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
... ... kayıtlı avukat olarak görev yapan sanığın, ... 1. Fikri ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesinin 2011/68 esas sayılı dosyasına davacı vekili sıfatıyla sunduğu 27.11.2012 tarihli dilekçesinde “...Bu iki markanın birbirine benzer olup olmadığıyla ilişkin çok basit bir tespit ve değerlendirmeyi, huzurdaki sayın hâkimin, yine kendisinin yeterli meslek bilgi ve tecrübeye sahip olmadığını kabul ederek, bilirkişilerin vereceği rapora göre hüküm tesis edeceğini, yani adeta bilirkişiler huzurdaki dava dosyasında hüküm tesis edeceğini 20.11.2012 tarihli celsedeki ifadesiyle kabul ve beyan etmiştir. ... Sayın mahkeme hâkiminin taraflı olduğunu, ihtisas sahibi olduğu konuda davayı bilirkişiye sevk ederek, kendi ikrarıyla davayı incelemeye yetecek mesleki bilgi ve birikime sahip olmadığını kendisinin de kabul ettiğini... ...Bu hususun tespiti okuma yazma becerisi olan 6 yaşındaki bir çocuğun dahi görebileceği kadar açıktır. Buna rağmen bu konuda bilirkişi raporu alma ihtiyacı duyan ... sayın hâkimin davadan çekilmesini talep ediyoruz.” ifadelerine yer verdiği ve anılan Mahkemece 14.12.2012 tarihinde sanık hakkında suç duyurusunda bulunulduğu olayda;
Sanığın suç kastı ile hareket etmediğine ve dilekçedeki ifadelere yalnızca dava konusuyla sınırlı olarak yer verdiğine dair savunması ile suça konu dilekçenin bütünlüğü ve yazılış amacı birlikte gözetildiğinde kullanılan ifadeler nezaket dışı, kaba, rahatsız edici ve ağır eleştiri niteliğinde ise de TCK'nın 128. maddesindeki iddia ve savunma dokunulmazlığı kapsamında değerlendirilmesi gereken bu ifadelerin mahkeme hâkiminin onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnadı içermemesi ve sövme fiilini de oluşturmaması nedeniyle hakaret suçunun kanuni unsurlarının gerçekleşmediği kabul edilmelidir.
Bu itibarla, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının kabulüne karar verilmelidir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan altı Ceza Genel Kurulu Üyesi; "Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının reddine karar verilmesi gerektiği" düşüncesiyle karşı oy kullanmışlardır.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının KABULÜNE,
2- Yargıtay 18. Ceza Dairesinin 13.02.2018 tarihli ve 8140-1580 sayılı onama kararının KALDIRILMASINA,
3- ... 3. Ağır Ceza Mahkemesince verilen 26.03.2014 tarihli ve 433-66 sayılı hükmün, sanığa yüklenen kamu görevlisine karşı görevinden dolayı hakaret suçunun kanuni unsurları gerçekleşmediğinden CMK'nın 223/2-a maddesi gereğince sanığın beraati yerine yazılı şekilde mahkûmiyetine karar verilmesi isabetsizliğinden BOZULMASINA,
4- Dosyanın mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİ EDİLMESİNE, 29.12.2021 tarihinde yapılan müzakerede oy çokluğuyla karar verildi.