MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
KARAR : Davanın kısmen kabulüne
1. Taraflar arasındaki itirazın iptali davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, ... Anadolu 2. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen davanın kısmen kabulüne ilişkin karar taraf vekillerinin temyizi üzerine Yargıtay (Kapatılan) 15. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği düşünüldü:
I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi
4. Davacı vekili dava dilekçesinde; müvekkilinin maliki olduğu taşınmazda bina yapımı için davalı ... .../... İnşaat Firması ile anlaşarak 03.07.2009 tarihli sözleşme imzaladığını ve inşaat projesinin yapılarak ruhsatlarının alınması için 02.07.2009 tarihinde davalıya vekâletname verdiğini, söz konusu binanın yapımı için makbuzlar karşılığında davalıya toplam 66.000,00 TL ödendiğini, anılan makbuzları kendi el yazısı ile düzenleyen davalının imzaları mimar ortağı ve nişanlısı olduğunu söylediği dava dışı ...’a attırdığını, müvekkili tarafından ödemeler yapıldığı hâlde davalı ve nişanlısı/ortağı olduğunu söylediği ...’ın sözleşmedeki edimlerini yerine getirmediğini, görüşmelerin başından beri davalının işi yapacağı, aynı şekilde birçok işi yapıp bitirdiği, nişanlısı olduğunu söylediği ...’ın mimar olduğu konusunda müvekkilini inandırdığını, sonradan müvekkilinin ...’ın mimar olmadığını öğrendiğini, davalının sözleşmeyi kendisinin hazırlamasına, sözleşmenin üç maddesinde el yazısı ile düzeltme yapmasına ve makbuzları kendi el yazısı ile tanzim etmesine rağmen imzaları ...’a attırdığını, müvekkilinin işin yapılıp yapılmadığının tespiti için ... 1. Sulh Hukuk Mahkemesinin 2011/57 Daire iş sayılı dosyasında yaptırdığı tespit sonucu alınan raporda işin hiçbir şekilde yapılmadığının tespit edildiğini, müvekkili tarafından 28.07.2011 tarihinde davalıya gönderilen ihtarnamede sözleşmenin feshedildiği bildirilerek yapılan ödemenin faizi ile birlikte iadesinin istenildiğini, ihtarnamenin davalıya 04.08.2011 tarihinde tebliğ edildiğini, davalının 18.08.2011 tarihli cevap ihtarında imzasını içeren herhangi bir sözleşme bulunmadığını ve para almadığını, taraf sıfatı bulunmadığını savunduğunu, bunun üzerine müvekkilinin davalıdan olan alacağını tahsil etmek amacıyla ... Anadolu 14. İcra Müdürlüğünün 2014/10501 Esas sayılı dosyasında davalı aleyhine icra takibi başlattığını, davalının haksız ve kötüniyetle borca ve fer’îlerine itiraz ettiğini ileri sürerek davalı tarafından yapılan tüm itirazların iptaline, takibin devamına ve % 40 oranından az olmamak üzere icra inkâr tazminatına karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı Cevabı
5. Davalı vekili cevap dilekçesinde; davacının sunduğu 03.07.2009 tarihli sözleşmede müvekkilinin imzasının, el yazısının ve şirket kaşesinin bulunmadığını, dava konusu sözleşmenin ... ile davacı arasında imzalandığını ve ikisi arasında bir takım taahhütleri içeren bir sözleşme olduğunu, müvekkilinin böyle bir sözleşmenin yapıldığından haberi ve bilgisi olmadığı gibi, yetkisiz temsilcinin imzaladığı sözleşme kural olarak temsil edileni bağlamayacağından dava konusu sözleşmenin de müvekkili açısından hukuken bağlayıcı olmadığını, dava dilekçesinde sözü edilen makbuzlarda da ...’ın imzasının bulunduğunu, müvekkilinin bu makbuzlarda imzası bulunmadığı gibi alındığı iddia edilen paralardan da haberi olmadığını, bu nedenle makbuzlardan da ...’ın sorumlu olduğunu, müvekkilinin hiçbir zaman ...’ın mimar olduğu konusunda davacıyı kandırmadığını, aslında müvekkilinin kandırıldığını ve ...’un mimar olmadığını sonradan öğrendiğini, gayrimenkul yapım sözleşmesinde ve makbuzlarda adı ve imzası bulunmayan müvekkilinin davanın tarafı olmadığı gibi, davacıya karşı herhangi bir borcunun da bulunmadığını belirterek davanın reddini savunmuştur.
İlk Derece Mahkemesinin Kararı
6. ... Anadolu 2. Asliye Mahkemesinin 30.05.2019 tarihli ve 2017/156 Esas, 2019/255 Karar sayılı kararı ile; tüketici mahkemesince verilen görevsizlik kararının Özel Dairece onanması üzerine yapılan yargılama sonucu taraflar arasında akdedilmiş yazılı bir sözleşmenin varlığından bahsedilemeyeceği, ancak davalının bir beyanına göre kendisine ait olan, diğer beyanına göre de yanında işçisi olarak çalışan dava dışı ... ile birlikte ortaklaşa faaliyet yürüttüğünü belirttiği, ceza dosyası ve hukuki ihtilâf olduğu gerekçesiyle takipsizlik ile sonuçlanan soruşturma dosyalarından tarafların sözleşme hükümlerini yerine getirmedikleri ve aldıklarını iade etmeleri gerektiğinin anlaşıldığı, davacı adına yapılan ödemelerin dava dışı ... tarafından tahsil edildiği, ancak davalının iç mimar olduğu ve davacı ile arasında yazılı sözleşme bulunmasa dahi sözleşme hükümlerini kendisinin bizzat yerine getireceği inancını doğurmak suretiyle davrandığı, firma adına tahsil edilen ve bizzat yerine getirilmesi gerektiği hâlde ifa edilmeyen sözleşme doğrultusunda aldıklarını iade etmesi gerektiği gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne, davalının icra dosyasına yaptığı itirazının 66.000,00 TL asıl alacak üzerinden iptaline ve takibin devamına, bu miktara takip tarihinden itibaren yasal faiz uygulanmasına, fazlaya ilişkin istemin reddine, davalının hesaplanabilir ve likid bir borcu olduğunu bildiği hâlde haksız şekilde takibe itiraz ederek durmasına sebebiyet verdiğinden İİK.’nın 67/2 nci maddesi gereğince takdiren alacağın % 20’si oranında icra inkâr tazminatı ile mahkûmiyetine karar verilmiştir.
Özel Daire Bozma Kararı
7. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde taraf vekilleri temyiz isteminde bulunmuştur.
8. Yargıtay (Kapatılan) 15. Hukuk Dairesinin 30.06.2020 tarihli ve 2019/3309 Esas, 2020/1951 Karar sayılı kararı ile;
“…1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle yasaya uygun gerektirici nedenlere ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre davacının tüm temyiz itirazları yerinde görülmemiş, reddi gerekmiştir.
2-Davalı tarafın temyiz itirazlarının incelenmesinde; davacı ile davalı arasında imzalanan bir sözleşme bulunmamaktadır. Ancak davacı, 03.07.2009 tarihli sözleşmenin davalıyı temsilen imzalandığını ve bu sözleşmenin davalıyı bağladığını iddia etmektedir.
Kural olarak 818 sayılı BK'nın 32 ve 6098 Sayılı TBK'nın 40. maddesi hükümlerine göre, yetkili bir temsilci tarafından bir başkası adına ve hesabına yapılan hukuki işlemin sonuçları, doğrudan doğruya temsil olunanı bağlar, alacak ve borçları temsil olunana intikâl eder. Hukuki muamelede bulunanın yetkili temsilci olmaması halinde, temsil olunanı bağlamayacağından şahsen sorumlu olur. Ancak 818 Sayılı BK'nın 38 ve 6098 sayılı TBK'nın 46. maddelerinde, bir kimsenin yetkisi olmadığı halde temsilci olarak bir hukuki işlem yaptığı ve bu işlemi temsil olunan tarafından onandığı ve icazet verildiği taktirde temsil olunanı bağlayacağı kabul edilmiştir.
Somut olayda davacı, 03.07.2009 tarihli sözleşmenin davalıyı temsilen imzalandığını ve bu sözleşmenin davalıyı bağladığını iddia etmektedir. Mahkemece, sözleşmeyi imzalayan dava dışı ...'ın yaptığı benzer işlemlerin temsil olunan tarafından benimsenip benimsenmediği, onanıp onanmadığı hususunda herhangi bir inceleme yapılmamıştır. ...'ın yetkili temsilci gibi davranıp davranmadığı konusunda inceleme yapılmamış olduğundan, ticaret sicil kayıtları ile gerekirse banka kayıtları da araştırılarak, defterler üzerinde inceleme yapılıp benzer işlemlerin tarafından temsilci sıfatıyla hareket ederek yapılıp yapılmadığı, davalının temsilcisi gibi görüp görmediği hususunda araştırma yapılıp, davalının temsilcisi olduğunun yahut temsilci gibi hareket ettiğinin saptanması halinde davaya konu sözleşmenin davalıyı bağlayıp bağlamadığı belirlenerek sonucuna göre karar verilmesi gerekir. Eksik inceleme ve araştırma ile karar verilmesi doğru olmamış, kararın bu nedenle davalı yararına bozulması gerekmiştir...” gerekçesiyle karar bozulmuştur.
Direnme Kararı
9. ... Anadolu 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 04.03.2021 tarihli ve 2020/298 Esas, 2021/60 Karar sayılı kararı ile; önceki kararın gerekçesi aynen tekrarlanmak suretiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi
10. Direnme kararı süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
II. UYUŞMAZLIK
11. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davacı vekili tarafından davalıyı temsilen imzalandığı ve davalı açısından bağlayıcı olduğu iddiasıyla davanın dayanağı olarak dosyaya sunulan 03.07.2009 tarihli sözleşmeyi imzalayan dava dışı ...’ın davalının yetkili temsilcisi gibi davranarak davalı adına hareket edip etmediği konusunda mahkemece banka ve ticaret sicil kayıtları ile defterler üzerinde inceleme yapılmasının gerekip gerekmediği, ceza dosyası ve hukuki ihtilâf olduğu gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına karar verilen soruşturma dosyası ile tüm dosya kapsamındaki delil ve belgelerden dava dışı ...’ın davalının temsilcisi olduğunun ve davalı ile birlikte ortaklaşa faaliyet yürüttüğünün saptanıp saptanmadığı, başka bir anlatımla ilk derece mahkemesince yapılan inceleme ve araştırmanın hüküm tesisine elverişli ve yeterli olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.
III. GEREKÇE
12. Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle borç doğuran sözleşmelerden birisi olan ve tam iki tarafa borç yükleyen “Eser sözleşmesi” hükümleri irdelenmelidir.
13. Eser sözleşmesi, uyuşmazlığın ortaya çıktığı tarihte yürürlükte bulunan ve somut olayda uygulanması gereken mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun (BK) 355 inci maddesinde "İstisna akdi" olarak adlandırılmış olup, "İstisna bir akittir ki onunla bir taraf (müteahhit), diğer tarafın (iş sahibi) vermeği taahhüt eylediği semen mukabilinde bir şey imalini iltizam eder" şeklinde ifade edilmiş; 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) 470 inci maddesinde de, "Eser sözleşmesi, yüklenicinin bir eser meydana getirmeyi, iş sahibinin de bunun karşılığında bir bedel ödemeyi üstlendiği sözleşmedir" biçiminde tanımlanmıştır.
14. Eser sözleşmesi iki tarafa karşılıklı borç yükleyen bir tür iş görme sözleşmesi olup, “eser” ve “bedel” olmak üzere iki temel unsuru bulunmaktadır. Bu sözleşmelerde yüklenici, iş sahibine karşı yüklendiği özen borcu nedeniyle eseri yasa ve sözleşme hükümlerine, fen, teknik ve sanat kurallarına uygun olarak yaparak ve zamanında tamamlayarak iş sahibine teslim etmekle; iş sahibi de bu çalışma karşılığında ivaz ödemekle yükümlüdür.
15. Türk Hukuk Lûgatında da “eser sözleşmesi” kısaca “Yüklenicinin bir eser meydana getirmeyi, iş sahibinin de bunun karşılığında bir bedel ödemeyi üstlendiği sözleşmedir” şeklinde ifade edilmiştir (Türk Hukuk Lûgatı, Türk Hukuk Kurumu, Cilt I, Ankara 2021, s. 353).
16. Gelinen aşamada "temsil" müessesi ile ilgili kavram ve yasal düzenlemelerin açıklığa kavuşturulmasında fayda vardır.
17. Temsil kurumu eldeki dava konusu bina yapımına ilişkin eser sözleşmesinin düzenlendiği 03.07.2009 tarihinde yürürlükte bulunan mülga BK'nın 32 ilâ 40 ıncı maddeleri arasında (TBK md. 40 ilâ 48) düzenlenmiştir.
18. Mülga Borçlar Kanunu'nun 32 nci maddesinde;
"Salahiyettar bir mümessil tarafından diğer bir kimse namına yapılan akdin alacak ve borçları, o kimseye intikal eder.
Akdi yapar iken mümessil, sıfatını bildirmediği takdirde akdin alacak ve borçları kendisine ait olur. Şukadar ki kendisiyle akdi yapan kimse, bir temsil münasebeti mevcut olduğunu halden istidlal eder yahut bunlardan biri veya diğeri ile akit icrası kendisince farksız bulunur ise akdin hakları temsil olunan kimseye ait olur.
Sair hallerde alacağın temliki yahut borcun nakli hakkında mevzu usule tevfikan muamele icrası lazımgelir" şeklinde düzenlenen yetkili temsilde temsilin hükmüne TBK'nın 40 ıncı maddesinde;
"Yetkili bir temsilci tarafından bir başkası adına ve hesabına yapılan hukuki işlemin sonuçları, doğrudan doğruya temsil olunanı bağlar.
Temsilci, hukuki işlemi yaparken bu sıfatını bildirmezse, hukuki işlemin sonuçları kendisine ait olur. Ancak, karşı taraf bir temsil ilişkisinin varlığını durumdan çıkarıyor veya çıkarması gerekiyor ya da hukuki işlemi temsilci veya temsil olunandan biri ile yapması farksız ise, hukuki işlemin sonuçları doğrudan doğruya temsil olunana ait olur.
Diğer durumlarda alacağın devri veya borcun üstlenilmesine ilişkin hükümler uygulanır" biçiminde yer verilmiştir.
19. Anılan hükümler gereğince temsil, bir hukuki muamelenin, başka bir şahıs adına ve hesabına yapılması ve muamelenin hukuki sonuçlarının bu şahıs üzerinde doğmasının sağlanmasıdır (Turgut Uygur, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu Şerhi, Cilt I, Ankara 2012, s. 371).
20. Türk Hukuk Lûgatında da “temsil” kısaca “Bir başkası adına hukuksal bir işlemi yapma yetkisidir. Bu yetki ile işlemi yapan kişiye temsilci denir. Eski terim mümessildir” şeklinde ifade edilmiştir (Türk Hukuk Lûgatı, Türk Hukuk Kurumu, Cilt I, Ankara 2021, s.1090).
21. Temsil hâlinde işlem temsilci tarafından temsil olunanın nam ve hesabına yapıldığından hukuki işlemin tarafı, doğrudan doğruya temsil olunandır. Temsilci hukuki işlemi temsil olunanı hiç söylemeden kendi adına yaptıktan sonra bu işlemden ... hak ve borçları temsil olunana nakledebileceği gibi (dolaylı temsil), hukuki işlemi yaparken bu işlemi doğrudan temsil olunan nam ve hesabına da (doğrudan temsil) yapabilir.
22. Temsilin söz konusu olabilmesi için temsilcinin hukuki işlemi/muameleyi temsil olunan adına yapması, bunu diğer tarafa bildirmesi, temsilcinin temsil yetkisinin bulunması veya temsil olunanın sonradan yapılan hukuki işleme icazet vermesi gereklidir.
23. Bu noktada, mümessil tarafından yapılan hukuki işlemden ... hak ve borçların temsil edilene ait olabilmesi için gerekli en önemli unsur; mümessilin, temsil edilen adına hukuki işlem yapmaya yetkili olmasıdır. Temsil yetkisi, temsil olunanın temsilciye, kendisini üçüncü kişiler nezdinde temsile yetkili olduğunu bildiren bir irade beyanıdır. Temsil ilişkisinin meydana gelmesi için yetki beyanının temsilcinin hakimiyet alanına ulaşması yeterlidir.
24. Doğrudan doğruya temsilin söz konusu olabilmesi için gerekli olan temsil yetkisinin olmaması hâlinde, temsil olunanın sonradan icazet vermesi bu noksanlığı tamamlar ve bu icazetle temsilci ile temsil olunan arasındaki temsil ilişkisi ispatlanmış olur. Temsil yetkisinin olmaması ve temsil olunanın icazet vermemesi hâlinde hukuki muamele kesin olarak hükümsüzdür. Temsil olunan ve temsilci, hukuki işlem ile bağlı değillerse de yetkisiz temsil ile işlem yapan temsilcinin üçüncü kişinin zararını karşılamak ile yükümlü olduğu açıktır (Hukuk Genel Kurulunun 22.09.2010 tarihli ve 2010/13-414 Esas, 2010/412 Karar sayılı kararı).
25. Bu husus mülga BK'nın 38 inci maddesinde; "Bir kimse salahiyeti olmadığı hâlde diğer bir şahıs namına bir akit yaptığı takdirde, bu şahıs bu akde icazet vermedikçe alacaklı veya borçlu olmaz. Diğer tarafın, temsil edilenin münasip bir müddet içinde o akde icazet verip vermeyeceğini beyan etmesini talebe hakkı vardır. Bu müddet zarfında icazet verilmediği halde, o kimse mülzem olmaz" şeklinde ifade edilmiştir.
26. Görüldüğü üzere temsil olunan, yetkisiz temsilcinin yaptığı sözleşmeye icazet verebilir. İcazet tek taraflı bir irade beyanı niteliğinde olup, mülga BK'nın 39 uncu maddesindeki açık düzenleme uyarınca icazetin sarahaten veya zımnen (açık veya örtülü şekilde) bildirilmesi mümkündür (Hukuk Genel Kurulunun 17.01.2019 tarihli ve 2017/1-2610 Esas, 2019/12 Karar sayılı kararı).
27. Temsil yetkisinin varlığını ispat külfetinin kimin üzerinde olduğu konusuna gelince; 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 6 ncı maddesinde:
“Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür” kuralı getirilmiştir.
28. Aynı yöndeki düzenleme HMK’nın 190 ıncı maddesinin birinci fıkrasında, "İspat yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukukî sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir" şeklinde ifade edilmiştir. Buna göre ispat yükü, ispatı gereken vakıalara dayanan tarafa ait olup, herkes iddiasını ispatlamakla mükelleftir.
29. Somut olayda “kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça” şeklinde belirtilen ispat yükünün istisnası olan hâller bulunmadığına göre, davacının iddialarının dayanaklarını; davalının ise, savunmasını dayandırdığı olguları ispatlaması gerekir.
30. İspat için başvurulan araçları (vasıtaları) ifade eden deliller; HMK'da senet, yemin, tanık, bilirkişi, keşif ve uzman görüşü olarak sıralanmıştır. Ancak sayılan bu deliller sınırlayıcı (tahdidi) olmayıp, kanunun belirli bir delille ispat zorunluluğu getirmediği hâllerde taraflar kanunda düzenlenmemiş diğer delillere de dayanabilirler. Delillerin değerlendirilmesinde ise, hâkimin bağlılığı ve her bir delile bağlanan hukuki sonuçlar bakımından “kesin” ve “takdiri” deliller ayrımı esas alınarak incelenme yapılmaktadır.
31. Kesin deliller başka bir ifadeyle kanuni deliller hâkimi bağlayıcı nitelikte olduğundan, hâkimin bu delilleri takdir yetkisi bulunmamaktadır. Kesin delillerden biri ile ispat edilen olay doğru olarak kabul edilmektedir. Takdiri deliller ise hâkimi bağlamaz, hâkim bu delilleri serbestçe tayin ve takdir eder, değerlendirir ve kararını buna göre verir (Hukuk Genel Kurulunun 04.10.2022 tarihli ve 2019/(23)6-852 Esas, 2022/1226 Karar sayılı kararı).
32. Tüm bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; davacının maliki olduğu taşınmazda bina yapımı için davalı ... .../... İnşaat Firması ile 03.07.2009 tarihinde ... İnşaat yazısı altında herhangi bir kaşe bulunmaksızın dava dışı ... tarafından sözleşme imzalandığı, sözleşme konusu binanın inşaatı için yapılan ödemelere ilişkin makbuzları da ...'ın imzaladığı görülmektedir.
33. İlk Derece Mahkemesi ile Özel Daire arasındaki uyuşmazlık davacı tarafın davanın dayanağı olarak dosyaya sunduğu 03.07.2009 tarihli sözleşmeyi imzalayan dava dışı ...’ın davalının yetkili temsilcisi gibi hareket edip etmediği konusunda yeterli inceleme ve araştırmanın yapılıp yapılmadığı, dava dışı ...'ın yaptığı işlemlerin temsil olunan davalı tarafından benimsenip benimsenmediği ve davalı açısından bağlayıcı olup olmadığı, temsil yetkisinin varlığının ispatlanıp ispatlanmadığı hususlarından kaynaklanmaktadır.
34. Bu kapsamda mahkemece hükmün dayanağı olarak kabul edilen davalı ile dava dışı ...'ın ... Anadolu 23. Asliye Ceza Mahkemesinin 2011/409 Esas sayılı ceza dosyasında ve ... (... Anadolu) Cumhuriyet Başsavcılığının 2009/20544 soruşturma nolu dosyasında alınan beyanlarına değinmekte fayda vardır.
35. ... Anadolu 23. Asliye Ceza Mahkemesinin 2011/409 Esas sayılı ceza dosyasında davalı ... ... 07.07.2011 tarihinde alınan beyanında, 2007 yılında İTÜ İç Mimarlık bölümünden mezun olduğunu, Mimarlar Odasında kaydının ve yetki belgesinin bulunmadığını, 2009 yılında ...'da mimarlık ve inşaat bürosu bulunan ve mimar olduğunu söyleyen ...'ın yanında maaşlı eleman olarak çalışmaya başladığını, birkaç ay sonra ...'ın devlet memuru gibi öğrencilere ders verdiğini ve büro açamayacağını söylemesi üzerine ... ile birlikte kendisi adına kayıtlı olarak ... İnşaat Mimarlık unvanı ile şube açtıklarını, burada kendisinin iç mimarlık projeleri çizdiğini, tüm işleri ...'ın takip ettiğini, birlikte binaların iç ve dış restorasyon işlerini yaptıklarını, sonradan ...'ın maaşını veremediği için Temmuz 2010 tarihinde işi bıraktığını belirtmiş; dava dışı ... ise aynı tarihte şüpheli sıfatıyla alınan ifadesinde, yaklaşık yirmi yıldır binaların dış cephe ve iç tamirat işlerini yaptığını, 2009 ve 2010 yılları arasında ...'da beş yıldan bu yana ailece görüştükleri iç mimar ... ... ile ortak olarak ... İnşaat Mimarlık unvanı ile binaların tadilât işlerini yaptıklarını beyan etmiştir.
36. ... (... Anadolu) Cumhuriyet Başsavcılığının 2009/20544 soruşturma No.lu dosyasında davalı ... ... 28.08.2009 tarihli beyanında, ... Mimarlık isimli iş yerinin sahibi olduğunu, ...'ın da üniversiteden hocası olduğunu, aynı zamanda mimar olup kendisine yardım ettiğini belirtmiş; dava dışı ... ise 08.09.2009 tarihinde alınan beyanında, ... Mimarlık isimli iş yerinde mimar ... ...'ün yanında yardımcı olarak çalıştığını ifade etmiştir.
37. Netice itibariyle ceza dosyasında ve soruşturma dosyasında alınan beyanlardan dava dışı ...’ın davalı nam ve hesabına onun temsilcisi sıfatıyla hareket ettiği, davalı ile ...'ın birlikte ve ortaklaşa faaliyet yürüttüğünün saptandığı, dolayısıyla ... tarafından yapılan işlemlerin davalı yönünden bağlayıcı olduğu, mahkemece hüküm tesisine elverişli olacak şekilde yeterli inceleme ve araştırmanın yapıldığı anlaşılmaktadır.
38. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında; ceza yargılamasında savcılık aşamasında ve kollukta alınan ifadelerin temsil yetkisinin varlığına yönelik ikrar olarak kabul edilemeyeceği, dolayısıyla ...'ın davalının yetkili temsilcisi sıfatıyla davrandığının tereddüte mahal vermeyecek biçimde ispatlanamadığı, eldeki dava dosyasına dava dışı ...'ın davalıyı ve ... İnşaat Firmasını temsile yetkilendirildiğine dair herhangi bir ortaklık sözleşmesi, vekâletname, imza sirküleri gibi kayıt ve belge ibraz edilmediği, hâl böyle olunca ilk derece mahkemesince gerçeğin ortaya çıkarılması bakımından davalı yüklenici ile davanın dayanağı sözleşmeyi ve makbuzları imzalayan dava dışı ... arasında iş ilişkisi olup olmadığının ve her ikisinin birlikte hareket edip etmediklerinin tespiti için yeterli inceleme ve araştırmanın yapılmadığı, Özel Daire bozma kararında belirtildiği üzere dava dışı ...'ın yaptığı işlemlerin temsil olunan davalı tarafından benimsenip benimsenmediği konusunda ticaret sicil kayıtları ile gerekirse banka kayıtları ve defterler üzerinde inceleme yapılmak suretiyle ...'ın davalının temsilcisi gibi davranıp davranmadığının saptanması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de, bu görüş yukarıda açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.
39. Hâl böyle olunca ilk derece mahkemesince verilen direnme kararı usul ve yasa hükümlerine uygun olup, yerindedir.
40. Ne var ki, Özel Dairece bozma nedenine göre davalı vekilinin hükmedilen miktara yönelik diğer temyiz itirazları incelenmediğinden, bu yönden inceleme yapılmak üzere dosyanın Özel Daireye gönderilmesi gerekir.
IV. KARAR
Açıklanan sebeplerle;
Direnme kararı yerinde ve uygun bulunduğundan davalı vekilinin hükmedilen miktara yönelik diğer temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın YARGITAY 6. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE,
6217 sayılı Kanun’un 30 uncu maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici Madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 440/III-1 inci maddesi uyarınca miktar itibariyle karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere,
12.07.2023 tarihinde oy çokluğuyla karar verildi.
"K A R Ş I O Y"
Dava, sözleşmenin feshi nedeniyle yapılan ödemelerin tahsili amacıyla davalı aleyhine başlatılan takibe itirazın iptali ve takibin devamı ile icra inkâr tazminatına karar verilmesi istemine ilişkindir.
Eldeki davada davacı iş sahibi vekili, davanın dayanağı olarak dosyaya sunduğu 03.07.2009 tarihli sözleşmeyi imzalayan ...'ın davalı tarafından mimar ortağı ve nişanlısı olarak tanıtıldığını, sonradan ...'ın mimar olmadığının öğrenildiğini, davalının sözleşmeyi kendisinin hazırlamasına, sözleşmenin üç maddesinde el yazısı ile düzenleme yapmasına ve ödemelere dair makbuzları da kendi el yazısı ile tanzim etmesine rağmen imzaları ...'a attırdığını, müvekkili tarafından mahkemede yaptırılan tespit sonucu alınan raporda işin hiçbir şekilde yapılmadığının belirlenmesi üzerine sözleşmenin haklı olarak feshedildiğini ileri sürerek yapılan ödemelerin iadesi için davalı aleyhine başlatılan takibe itirazın iptalini talep etmiş; davalı yüklenici vekili ise, davacı ile ... İnşaat Firması olarak ... arasında düzenlenen 03.07.2009 tarihli sözleşmede müvekkilinin imzası, el yazısı ve şirket kaşesi bulunmadığını, yetkisiz temsilcinin imzaladığı sözleşmenin kural olarak temsil edilen müvekkilini bağlamayacağından dava konusu sözleşmeden dolayı müvekkilinin borçlu olamayacağını, ödeme makbuzlarında da ...'ın imzasının bulunduğunu ve makbuzlardan ...'ın sorumlu olduğunu, dava konusu sözleşmede ve makbuzlarda adı ve imzası bulunmayan müvekkilinin davanın tarafı olmadığı gibi, davacıya karşı herhangi bir borcunun da bulunmadığını belirterek davanın reddini savunmuştur.
İlk Derece Mahkemesince; davalının ceza dosyası ve hukuki ihtilâf olduğu gerekçesiyle takipsizlik ile sonuçlanan soruşturma dosyasında alınan beyanında dava dışı ... ile birlikte çalıştıklarını ve ortaklaşa faaliyet yürüttüklerini belirttiği, sözleşme hükümlerini yerine getirmeyen davalının aldıklarını iade etmesi gerektiği gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne karar verilmiş, taraf vekillerinin temyiz itirazı üzerine Özel Dairece;
“…1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle yasaya uygun gerektirici nedenlere ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre davacının tüm temyiz itirazları yerinde görülmemiş, reddi gerekmiştir.
2-Davalı tarafın temyiz itirazlarının incelenmesinde; davacı ile davalı arasında imzalanan bir sözleşme bulunmamaktadır. Ancak davacı, 03.07.2009 tarihli sözleşmenin davalıyı temsilen imzalandığını ve bu sözleşmenin davalıyı bağladığını iddia etmektedir.
Kural olarak 818 sayılı BK'nın 32 ve 6098 Sayılı TBK'nın 40. maddesi hükümlerine göre, yetkili bir temsilci tarafından bir başkası adına ve hesabına yapılan hukuki işlemin sonuçları, doğrudan doğruya temsil olunanı bağlar, alacak ve borçları temsil olunana intikâl eder. Hukuki muamelede bulunanın yetkili temsilci olmaması halinde, temsil olunanı bağlamayacağından şahsen sorumlu olur. Ancak 818 Sayılı BK'nın 38 ve 6098 sayılı TBK'nın 46. maddelerinde, bir kimsenin yetkisi olmadığı halde temsilci olarak bir hukuki işlem yaptığı ve bu işlemi temsil olunan tarafından onandığı ve icazet verildiği taktirde temsil olunanı bağlayacağı kabul edilmiştir.
Somut olayda davacı, 03.07.2009 tarihli sözleşmenin davalıyı temsilen imzalandığını ve bu sözleşmenin davalıyı bağladığını iddia etmektedir. Mahkemece, sözleşmeyi imzalayan dava dışı ...'ın yaptığı benzer işlemlerin temsil olunan tarafından benimsenip benimsenmediği, onanıp onanmadığı hususunda herhangi bir inceleme yapılmamıştır. ...'ın yetkili temsilci gibi davranıp davranmadığı konusunda inceleme yapılmamış olduğundan, ticaret sicil kayıtları ile gerekirse banka kayıtları da araştırılarak, defterler üzerinde inceleme yapılıp benzer işlemlerin tarafından temsilci sıfatıyla hareket ederek yapılıp yapılmadığı, davalının temsilcisi gibi görüp görmediği hususunda araştırma yapılıp, davalının temsilcisi olduğunun yahut temsilci gibi hareket ettiğinin saptanması halinde davaya konu sözleşmenin davalıyı bağlayıp bağlamadığı belirlenerek sonucuna göre karar verilmesi gerekir. Eksik inceleme ve araştırma ile karar verilmesi doğru olmamış, kararın bu nedenle davalı yararına bozulması gerekmiştir…” gerekçesiyle karar bozulmuştur.
Özel Daire bozma kararından sonra İlk Derece Mahkemesince önceki kararın gerekçesi aynen tekrarlanmak suretiyle verilen direnme kararı davalı vekilince temyiz edilmiştir.
Sayın çoğunluk ile aramızda oluşan uyuşmazlık; davacı vekili tarafından davalıyı temsilen imzalandığı ve davalı açısından bağlayıcı olduğu iddiasıyla davanın dayanağı olarak dosyaya sunulan 03.07.2009 tarihli sözleşmeyi imzalayan dava dışı ...’ın davalının yetkili temsilcisi gibi davranarak davalı adına hareket edip etmediği; temsil yetkisinin varlığının kanıtlanıp kanıtlanmadığı, davalının ve dava dışı ...’ın savcılık aşamasında ve ceza dosyasında alınan beyanlarından ortaklaşa faaliyet yürüttüklerinin kabul edilip edilmeyeceği, ilk derece mahkemesince yapılan inceleme ve araştırmanın hüküm tesisine elverişli ve yeterli olup olmadığı, eksik inceleme ve araştırma ile karar verilip verilmediği noktasında toplanmaktadır.
Bilindiği üzere dava konusu edilen bir hakkın ve buna karşı yapılan savunmanın dayandığı vakıaların (olguların) var olup olmadıkları hakkında mahkemeye kanaat verilmesi işlemine "ispat" denir ve Türk Hukuk Lûgatında “kanıtlama, tanıtlama” olarak ifade edilmektedir (Türk Hukuk Lügatı, Ankara 2021, Cilt I, s. 595).
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 187/1 inci maddesi;
“İspatın konusunu tarafların üzerinde anlaşamadıkları ve uyuşmazlığın çözümüne etkili olabilecek çekişmeli vakıalar oluşturur ve bu vakıaların ispatı için delil gösterilir” şeklinde düzenlenmiştir.
Vakıa (olgu) ise, 03.03.2017 tarihli ve 2015/2 Esas, 2017/1 Karar sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında; kendisine hukuki sonuç bağlanmış olaylar şeklinde tanımlanmıştır. İspatı gereken olaylar, olumlu vakıalar olabileceği gibi olumsuz vakıalar da olabilir.
Diğer taraftan hâkim kural olarak, taraflar arasında uyuşmazlık konusu olan vakıaların gerçekleşip gerçekleşmediğini kendiliğinden araştıramaz. Bir olayın gerçekleşip gerçekleşmediğini taraflar ispat etmelidir. Bir davada ispat yükünün hangi tarafa ait olacağı hususu ise HMK’nın “İspat yükü” başlıklı 190. maddesinde yer almakta olup;
“İspat yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir.
Kanuni bir karineye dayanan taraf, sadece karinenin temelini oluşturan vakıaya ilişkin ispat yükü altındadır. Kanunda öngörülen istisnalar dışında, karşı taraf, kanuni karinenin aksini ispat edebilir” şeklinde hüküm altına alınmıştır.
Yukarıda belirtilen maddenin birinci fıkrasında, ispat yükünün belirlenmesine ilişkin temel kural vurgulanmıştır. Buna göre, bir vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran taraf ispat yükünü üzerinde taşıyacaktır. İkinci fıkrada ise, karinelerin varlığı hâlinde ispat yükünün nasıl belirleneceği düzenlenmiştir.
Bu hüküm, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) “İspat yükü” başlıklı 6 ncı maddesinde yer alan: “Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür." ifadesine paralel olarak düzenlenmiştir.
Çekişmeli vakıaların ispatı için ise delillere ihtiyaç duyulmaktadır. Bu noktada kesin deliller arasında sayılan “ikrar” kavramı hakkında açıklama yapılmasında yarar vardır.
Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 188 inci maddesinde taraflar veya vekillerinin mahkeme önünde ikrar ettikleri vakıaların çekişmeli olmaktan çıkacağı ve ispatının gerekmediği belirtilmiş, ancak ikrarın tanımı yapılmamıştır.
Öğretideki tanımlamalara göre ise, ikrar (dar anlamda ikrar), görülmekte olan bir davada, taraflardan birinin, diğer tarafça ileri sürülen ve kendisi aleyhine hukuki sonuç doğurabilecek nitelik taşıyan maddi vakıanın doğruluğunu kabul etmesidir. Yargıtay uygulamasında da, ikrara bu anlam yüklenmektedir (İkrar kavramının tanımı ve aşağıda ikrarın türlerine ilişkin olarak yapılan açıklamalar bakımından ayrıntılı bilgi için bakınız. Kuru, Baki: Hukuk Muhakemeleri Usulü, 6. Baskı Cilt: 2, Ankara 2001, s. 2037 ve devamı; Üstündağ, Saim: Medeni Yargılama Hukuku, Cilt: 1-2, 3. Bası, ... 1984, s. 549 ve devamı; ..., ...: Medeni Yargılama Hukuku Dersleri, 3. Baskı, Ankara 1978, s. 510 ve devamı; Tanrıver, Süha: Türk Medeni Yargılama Hukukunda İkrarın Bölünüp Bölünemeyeceği Sorunu, Türkiye Barolar Birliği Dergisi, 1993/2, s. 212 ve devamı.).
İkrardan söz edilebilmesi için, bir tarafın bir vakıa ileri sürmüş olması, diğer tarafın da bu vakıanın doğru olduğunu bildirmesi gerekir. İkrarın konusu, ancak karşı tarafın ileri sürdüğü vakıalar olabilir. Bir tarafın, kendisinin ileri sürdüğü bir vakıanın doğruluğunu bildirmesi ikrar niteliği taşımayacağı gibi karşı tarafın ileri sürdüğü hukuki sebepler de ikrara konu olamazlar.
Nitekim aynı ilkeler, Hukuk Genel Kurulunun 17.11.2022 tarihli ve 2021/(13)3-174 Esas, 2022/1542 Karar; 21.09.2021 tarihli ve 2017/(13)3-3146 Esas, 2021/1051 Karar sayılı kararlarında da aynen benimsenmiştir.
Yapılan tüm bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; her ne kadar Sayın Çoğunluk tarafından davalı ... ... (...) ile dava dışı ...'ın ceza dosyasında savcılık aşamasında ve hukuki ihtilâf olduğu gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına karar verilen soruşturma dosyasında alınan beyanlarından ortaklaşa faaliyet yürüttüklerinin saptandığı, ...’ın davalının temsilcisi sıfatıyla yaptığı işlemlerin davalı yönünden bağlayıcı olduğu gerekçesiyle direnme kararının yerinde olduğu kanaatine varılmış ise de; ceza yargılamasında savcılık aşamasında ve kollukta alınan ifadelerin temsil yetkisinin varlığına yönelik ikrar olarak kabul edilemeyeceği, dolayısıyla ...'ın davalının yetkili temsilcisi sıfatıyla davrandığının tereddüte mahal vermeyecek biçimde ispatlanamadığı, eldeki dava dosyasına dava dışı ...'ın davalıyı ve ... İnşaat Firmasını temsile yetkilendirildiğine dair herhangi bir ortaklık sözleşmesi, vekâletname, imza sirküleri gibi kayıt ve belge ibraz edilmediği, hâl böyle olunca ilk derece mahkemesince gerçeğin ortaya çıkarılması bakımından davalı yüklenici ile davanın dayanağı sözleşmeyi ve makbuzları imzalayan dava dışı ... arasında iş ilişkisi olup olmadığının ve her ikisinin birlikte hareket edip etmediklerinin tespiti için yeterli inceleme ve araştırmanın yapılmadığı anlaşılmaktadır.
Bu durumda mahkemece Özel Daire bozma kararında belirtildiği üzere dava dışı ...'ın yaptığı işlemlerin temsil olunan davalı tarafından benimsenip benimsenmediği konusunda ticaret sicil kayıtları ile gerekirse banka kayıtları ve defterler üzerinde inceleme yapılmak suretiyle ...'ın davalının temsilcisi gibi davranıp davranmadığının saptanması neticesinde hâsıl olacak sonuca göre karar verilmelidir.
Yukarıda açıklanan gerekçeyle, ilk derece mahkemesince verilen direnme kararının bozulması gerektiği düşüncesiyle Sayın Çoğunluk görüşüne katılmıyoruz.